• Sonuç bulunamadı

Tebliğin Genel Olarak Değerlendirilmesi

a- Tebliğ genel olarak tetkik edildiğinde, tebliğde Hz. Peygamber’in çeşitli alanlarda ve konularda üsve-i hasene yönünün anlatıldığı görülmektedir. Buna göre, tebliğin ana başlığının “Kur’ân-ı Kerîm’in Medenî Âyetlerinde Hz. Pey-gamber’in Örnekliği” şeklinde olması, kanaatimize göre daha isabetli olurdu. Zira tebliğin son pasajındaki “Toplumsal İnşa” kavramı, öncelikle siyasi, idari ve sosyal yapıyı anımsatmakta ve çağrıştırmaktadır. Hâlbuki tebliğde bu konulara pek te-mas edilmemiştir. Ayrıca tebliğ, her biri ayrı bir tebliğ olacak genişlikte ana ve ara başlıklarla geniş tutulmuş ve dolayısıyla bir konu üzerinde derinleşme yerine bazı konular yüzeysel kalmıştır. İbadetler ve savaşları buna misal verebiliriz.

b- Tebliğin özet bölümünde “Bu bağlamda Kur’ân’ın gerçekleştirdiği inkı-lap, tamamen Peygamber’in ve yakın çevresinin örnekliği üzerinde olmuştur” de-ğerlendirmesi bulunmaktadır. Kur’ân, Peygamberlerin rehberliğine işaret ederek

* İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

onların ümmetlerinin yalanlamalarına ve baskılarına karşı sabrettiklerini bildir-mekte ve Hz. Peygamber’den onları örnek alarak Mekke müşriklerinin yalanla-malarına ve baskılarına karşı azim ve sabırla direnmesini istemektedir. Nitekim En’âm Sûresi, 33, 34, 35 ve Ahkâf Sûresi, 35. ve benzeri âyetler bu gerçeği vurgu-lamakta hatta bu konuda Hz. Peygamber uyarılmaktadır. Aynı zamanda Kur’ân, Ashab-ı Kirama’a Hz. Musa’ya inanan ve Hz. İsa’ya yardım eden mü’minleri ör-nek göstermekte1 ve bunların zatında bir anlamda Hz. Peygamber’in ashabına

“Siz de ey mü’minler! Musa’ya inananlar ve İsa’nın havvârileri gibi Muhammed (s.a.v)’i yalnız bırakmayın, ona destek olun” önerisinde bulunmaktadır. Peygam-ber kıssalarının Kur’ân’da anlatılmasının temel gayesi de bu olsa gerektir. O halde Kur’ân, diğer peygamberlerin ve onlara inanıp destek olan sadıkların örnekliğini de söz konusu ederek Hz. Peygamber’in rehberliğinde bir İslam toplumunun in-şasını öngörmüştür, diyebiliriz.

c- Tebliğin, “Peygamber Vakıa İlişkisi” kısmında “Kur’ân, cahiliye döneminde yaşayan insanların erdem namına tutundukları birçok şeye müdahale etmemiştir”

cümlesinde geçen “birçok” tabirinin abartılı bir yaklaşım olduğunu düşünmekte-yiz. Kur’ân, Cahiliye döneminde Ka’be ile ilgili hicâbe (Ka’be’nin bakımı, kapısı-nın ve anahtarlarıkapısı-nın muhafazası ve kapısıkapısı-nın belirli zamanlarda ziyaretçilere açıl-ması)2, sidâne (Ka’be ile ilgili yürütülen bütün işler), sikâye (hacılara su dağıtma), rifâde (hacılara ziyafet verme) gibi hizmetlerin devamına müdahale etmemiştir.

Ancak Fazlur Rahman’ın (1919-1988) ifadesiyle Kur’ân, yıkılıp çöken bir mede-niyet üzerine yeni bir medemede-niyetin kurulabileceğini kabul etmemektedir. Yani bir bakıma yanlış (batıl) üzerine, gerçek ve doğrunun (hakkın) bina edildiğini kabul etmek, Kur’ân açısından mümkün değildir. O halde yeniden canlanan medeni-yet, sanki yeni bir başlangıç yapıyor gibidir. Bu çöküş-yükseliş süreci, Kur’ân’da yeni bir tebliğcinin gönderilmesi ile işlenmiştir. Bir toplum, olumsuz ve kötü yol-lara saptırıldığı zaman, düşünüp doğruyu çıkarma yeteneğini kaybeder. Böyle bir toplum içindeki insanların, fıtratları da artık bozulmuştur.3 Bu açıklamalara göre

“Kur’ân, cahiliye döneminin birçok erdemine müdahale etmemiştir” şeklindeki değerlendirme yerine, bazı erdemleri muhafaza etmiştir, denilebilir. Zira gerçek manada erdemi onlara kazandıran Kur’ân’ın öğretileri olmuştur.

d- Tebliğin “İbadetlerin Uygulanmasında Rasulullâh’ın Örnekliği” bölü-münde Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret ettikten sonra aşure orucu tuttuğun-dan söz edilmiş ve Ramazan orucunun farz kılınmasıntuttuğun-dan sonra aşure orucunun

1 Âl-i İmrân, 3/52; Mü’min, 40/28-33, 38-45;

2 Geniş bilgi için bkz. İlyas Çelebi, DİA, İstanbul, 1998, XVII, 429-430.

3 Fazlur Rahman, çev. Alparslan Açıkgenç- Hayrı Kırbaşoğlu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2002, s. 23-24.

mendub bir ibadet hükmünü aldığına temas edilerek şöyle bir değerlendirilmede bulunulmuştur: “Müslümanlar oruç tutmaya devam ettikleri süre içerisinde, Ra-sulullah’ın örnekliği ile, bu ibadetle ilgili gerekli hükümler vazedilmiş ve belirli hükümlere bağlanmıştır.”

Orucun farz kılındığını bildiren âyetten önce kısasla ilgili hükümlerin açık-landığı görülür. Daha sonra Ramazan orucunun farziyeti ve onunla ilgili hüküm-ler açıklanmış, geçmiş ümmethüküm-lere farz kılındığı gibi, ümmet-i Muhammed’e de orucun farz kılındığı belirtilmiştir. “Kemâ kütibe ale’l-lezîne min kabliküm” (siz-den öncekilere farz kılındığı gibi) ifadesi, öte(siz-den beri orucun bütün ümmetlere farz kılınmasının bir sünnetullah olduğu ve bu sünnetullahın gereği ve devamı olarak da ümmet-i Muhammed’e orucun farz kılındığı belirtilmiştir. Bu sebeple bu konuda sebe-i nüzûl aramanın da bir mantığı yoktur.

Öte yandan kimi zaman Hz. Peygamber’in davranışlarını, uygulamalarını onaylayan ya da tenkit eden âyetlerin indirildiği doğrudur. Vakıayı onaylayan, te-yit eden veya muhalefetini ortaya koyan âyetlerin yanı sıra herhangi bir vakıanın olmadığı zamanlarda da âyetler indirilmiş, müstakil hükümler ortaya konulmuş-tur. Orucun farziyeti de böyledir. Yukarıda temas edildiği gibi geçmiş ümmetlere farz kılınan oruç, yepyeni bir formla Ümmet-i Muhammed’e de farz kılınmıştır.

Şari böyle dilemiştir. Bu yüzden Ramazan orucunun farziyetini ve onunla ilgili ilkelerin nüzûl sebebini, aşure orucuna bağlayamayız.

Bir olgu üzerine indirilmiş âyetlerin yanında, herhangi bir olgu cereyan et-meden veya bu hususta ana kaynaklarda yeterli bilgiye rastlanmayan âyetlerin ve hükümlerin indirildiğine şahit olmaktayız. Zira her âyetin bir iniş sebebinin bulunduğunu açıkça gösteren bir bilgi ve belgenin mevcut olduğu söylenemez.1 Bu açıklamaların ışığında Hz. Peygamber’in örnekliğinden ve uygulamasından sonra oruçla ilgili âyetlerin indirildiği ifade edilemez. Orucun farziyeti ve ilgili hükümlerin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber, âyetlerin ruhuna uygun bir şekilde fili, kavli ve takriri sünnetleri ile örnekliğini göstermiştir.

e- Tebliğin namazla ilgili bölümünde, ilmihal ya da fıkıh kitaplarında veri-len bilgilerden ziyade, namazın cemaatleşmedeki tesirine, toplumun kenetleşme-sindeki fonksiyonuna, temiz bir toplumun oluşmasındaki rolüne, Hz. Peygam-ber’in, namazların edası ve cemaatle kılınması konusunda gösterdiği hassasiyete ve bu çerçevede gerçekleştirdiği model kişiliğine işaret edilebilirdi.

1 Geniş bilgi için bkz. Celal Kırca, Kur’ân’ı Anlama, Marifet Yayınları, İstanbul, 2010, s. 169-170.

f- Kıblenin değişimi ile ilgili âyetlerin ve hükümlerinin anlamlarının su-nulması ve bu konuda bir alıntı yapılmasının yanı sıra, kıblenin Müslümanların itikâdî, siyasi ve sosyal birlikteliğinin bir sembolü olduğuna temas edilebilirdi.

Zira kıble Müslümanların tasavvurlarını, zihinlerini, kalplerini ve duygularını birleştiren ve onları yekvücut halinde birbirine bağlayan mühim bir alâmet-i fâ-rikadır. Ayrıca kıble, Müslümanların birlikteliğini, yönelişlerini ve istikametini belirleyen önemli bir semboldür.

g- Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in bizzat katıldığı cephe savaşları ile ilgili siyer kitaplarında geniş malumatlar bulunmaktadır. Bu çerçevede onun savaşlarda gösterdiği dirâyet, şecaat, sabır, feragat, feraset geniş olarak anlatılmıştır. Bu bildi-ride bu bilgileri özetlemenin yanı sıra savaşların toplumsal inşadaki fonksiyonuna yer verilerek genel bir değerlendirme yapılabilirdi.

h- Tebliğin “Bazı Geçmiş Ümmetlerdeki Yanlış Peygamber Algısına Düşül-memesi” başlığı altındaki bölümde, Tahrîm Sûresi’nin ikinci âyetine atıfta bulu-nularak “İkinci âyette gerekli durumlarda yeminin bozulmasına ilişkin hükmün Allah’a izafe edilmesi, Peygamber’in kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin Yüce Allah’a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir” şeklinde bir alıntı yapılmıştır. “Hz. Peygamber’in Verdiği Hükümle-rin Bağlayıcılığı ve Örnekliğinin Yeterli Oluşu” başlığında ise Hz. Peygamber’in verdiği hükümlerin bağlayıcılığından söz edilmiş ve bu konuya dair Müslim’den

“…Şu halde size bir şey emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının” hadisi zikredilmiştir. Buna ilâveten şu yorum yapılmıştır: “Dinî yükümlülükler konusunda herkes, Rasulullah’ın buyrukları-nı olabildiğince yerine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmama-lıdır.” Söz konusu yorumların telifine ve aradaki çelişki gibi görünen mütalaalara açıklık getirilmesi, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır, diye düşünüyoruz.

Zira Allah Teâlâ, hükümlerini kimi zaman Kur’ân’la kimi zaman sünnet vasıta-sı ile bildirmiştir. Hz. Peygamber, bir hüküm vereceğinde bunu Allah’ın iradesi doğrultusunda gerçekleştirmektedir. “O, arzusuna göre konuşmaz”1 âyeti, bunun açık delilidir. Bu konuda A’raf Sûresi, 157 ve Tevbe Sûresi 29. âyetler göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılmalıdır.

Peygamber (s.a.v)’in “Bana kitapla (Kur’ân’la) beraber, misli de verildi”2 bu-yurarak, kendisinin de Allah Teâlâ’nın izni ile hüküm koyma yetkisine sahip ol-duğuna işaret etmiştir. “Bana kitapla (Kur’ân’la) beraber, misli de verildi” sözünün

1 Necm, 53/3.

2 Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Dârimî, Mukaddime, 49.

iki ihtimale geldiği ifade edilmiştir. Birincisi, Hz. Peygamber’e lafzen bildirilen (okunan) vahiy gibi, lafzen vahyedilmeyen (okunmayan) vahiy de verilmiştir.

İkincisi, okunan vahiy olarak Rasûl-i Ekrem’e kitap (Kur’ân) ve onun içindekileri açıklama yetkisi verilmiştir. Hz. Peygamber’in Sünneti, Kur’ân’daki umumi olan bir hükmü tahsis eder veya mutlak bir hükmü takyîd eder. Kur’ân’da zikredil-meyen bir hususta hüküm koyar. Bu takdirde bu hükme uymak ve onunla amel etmek gerekli olur.1

2- Katkı Bağlamında Tebliğde Temas Edilmesinde Yarar Görülen Hususlar Hz. Peygamber’in rehberliğinde Medine’de inşa edilen İslam toplumunun hangi kaideler üzerine oturduğunu öğrenebilmemiz için öncelikle Kur’ân’a baş-vurmak zorundayız. “İslam ümmetinin kurucu kadrosunu ve çekirdeğini oluş-turan bu toplumu, Hz. Peygamber, hangi kriterlere göre inşa etmiştir? Temiz bir toplumun, örnek bir neslin, saadet asrının mümtaz üyeleri nasıl yetiştirilmiştir?

Hz. Peygamber’in dilinden “Ashabım yıldızlar gibidir. Onlara uyarsanız, doğruya erersiniz” mehdine layık olan ve yol göstericilikte ve istikamet tayininde referans gösterilen cemaati, bu seviyeye ulaştıran ilkeler nelerdir?” gibi sorulara da müza-keresini yaptığımız bildiride cevap aranması daha iyi olurdu.

Bildiride Hz. Peygamber’in çeşitli alanlardaki örnekliğine işaret edilmiş ve bu konuda misallere yer verilmiştir. Bu yöntem tutarlı olmakla birlikte, toplum-sal inşayı da yansıtacak mahiyette olmalıydı. Zira Hz. Peygamber, sadece şirk inancını yok etmeyi değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik adaleti gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. O, yeryüzünde iyilik ve adaletin temini için bir toplum inşa etmeyi amaçlamıştır. Allah inancının hâkim olduğu ahlaka dayalı sosyo-politik bir düze-nin tesisi, Hz. Peygamber’in en önemli amacıydı.2

İnsan, göklere ve dağlara teklif edilen ağır yükü yüklenmiştir. Bu ağır yük, Kur’ân tarafından emânet olarak adlandırılmıştır3. Kur’ân’ın burada emanet ola-rak adlandırdığı ağır yük, Kur’ânî hukuk ve ahlâka dayalı sosyal bir toplum düze-ni kurma görevidir. 4 Bu izahlardan da anlaşılacağı gibi Kur’ân, müntesiplerinden hükümlerinin yürürlükte olduğu bir toplum nizamının kurulmasını istemektedir.

1 Hattâbî, Meâlimü’s-Sünen, Sünenü Ebî Davûd, İstanbul, 1981, kenarında, V, 10.

2 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, çev. Alparslan Açıkgenç-M. Hayrı Kırbaşoğlu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2002, s 68.

3 Ahzâb, 33/72.

4 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2009, s 53.

Kur’ân, nâzil olmaya başladığı günden itibaren pratik ve siyasî alanda uy-gulamayı içermektedir. Yoksa Kur’ân, sadece ibadet veya kişisel dindarlık kitabı değildir. Tamamen dinî ilkeler olan İslam’ın beş esası bile sosyal adalet ve insan eşitliğine dayalı bir toplum kurmayı hedeflemektedir.1

Müzakeresini yaptığımız bildiride “Hz. Peygamber’in Örnekliği Bağlamın-da Toplumsal İnşa” başlığı altınBağlamın-da Medine döneminde toplum olmanın temel unsurlarına, Kur’ân’ın Medenî âyetleri çerçevesinde işaret edilebilirdi. Bir katkı olması açısında bunları kısaca özetlemek istiyoruz:

a- Müslüman, Muti ve Temiz Bir Toplum: Hz. Peygamber, Allah’ın emirle-rini duyar duymaz “İşittik, itaat ettik…”2 şeklinde kayıtsız şartsız teslimiyet gös-teren3, Allah’ın yasakları kendilerine ulaştığında en başta Hz. Ömer olmak üzere

“inteheynâ” diyerek kararlı bir şekilde Allah’ın hükümlerine itiraz etmeden boyun eğen güzide bir toplum inşa etmiştir.4

b- Hayırlı Bir Nesil: Hz. Peygamber, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran inançlı bir nesil yetiştirmiştir. Kur’ân, Hz. Peygamber’in terbiyesinde kıvama eren bu toplumu, insanlar içerisinden çıkarılmış hayırlı bir ümmet olarak övmektedir.5 Ayrıca Kur’ân, kendi aralarında da iyiliği hâkim kılan, birbirlerini kötülükten alıkoyan, kulluk görevlerini yaparak Allah ve Rasûlüne itaat eden bu toplumu6, vasat, adil, mutedil bir cemaat olarak nitelendirmektedir.7

Hz. Peygamber’in önderliğinde teşekkül eden İslam ümmetinin ilk kurucu meclisi olan bu vasat toplum, adaletin uygulanmasında imtiyaz tanımayan, ev-rensel ilkeler içeren, insanların en fazla ihtiyaç duyduğu bağımsız yargılama ku-ralını vazeden Kur’ân’ın8 vahyine şahit olmuştur. Kur’ân’ın canlı şahidi olan Hz.

Peygamber, bu topluma adaletin nasıl icra edileceğini uygulamaları ile göstermiş9 ve âdil bir toplumun temellerini onlarla birlikte inşa etmiştir.

1 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s, 52, 72.

2 Bakara, 2/285.

3 Ebû Davûd, Müsned, Libas, 33; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Kahraman Yayınları, İstan-bul, 1985, VI, 48.

4 İbn Kesîr, a.g.e., III, 171, 177.

5 Âl-i İmrân, 3/110.

6 Tevbe, 10/71.

7 Bakara, 2/143.

8 Bkz. Nahl, 16/90; Nisâ, 4/58, 135; Mâide, 5/8.

9 Buharî, Fedâilü’s-Sahâbe, 18; Müslim, Hudûd, 8; Nesâî, Sârik, 5; İbn Mâce, Hudûd, 6; Ebû Dâvûd, Diyât, 15.

c- Merhametli Bir Toplum

Kur’ân-ı Kerîm’in, yumuşak muameleye ve davranışa büyük önem verdiği-ni görmekteyiz. Firavun, Kur’ân’ın ifadesiyle azmış1, İsrailoğullarına zulmetmiş, baskı uygulamış hatta onların erkek çocuklarını boğazlatmış2, onları bölüp parça-lamıştır.3 Bu cürümlerle yetinmeyerek ilahlık iddiasında bulunmuş ve kendisini tanrı olarak ilan etmiştir.4 Bu kadar suç işlemesine ve başkaldırı eyleminde bu-lunmasına rağmen, Allah Teâlâ, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Firavun’a kavl-i leyinle tebliğ yapmalarını emretmiştir.5

Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen6 Hz. Peygamber’in başarısı, onun merhametine ve yumuşak davranışına bağlanmıştır.7 Onun şefkat ve merha-metinin kapsamadığı hiçbir insan ve canlı yoktur. O, canına kastedenlere, dava arkadaşlarını gözleri önünde öldürenlere ve baskı uygulayanlara bile merhame-tini esirgememiştir. Hz. Peygamber, bütün uygulamalarında merhamet ilkesini esas almış ve Ashab-ı Kirâm’ı bu doğrultuda terbiye etmiştir. Kur’ân’ın beyanı ile inkârcılara karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametli bir toplum yetiştirmeye muvaffak olmuştur.8 Ancak bu kural, bugün tersine işlemekte, mü’minler inkâr-cılara karşı merhametli, birbirlerine karşı ise çok acımasız davrandıkları görül-mektedir. Ne yazık ki, çağımızda yaşanan gerçekler bu tespiti doğrulamaktadır.

d- Cömert ve Îsar Ruhuna Sahip Bir Toplum

Bilindiği gibi Kur’ân, göklerin ve yerin mirasının Allah’a ait olduğunu bil-dirmiş, kendilerine verilen rızıklardan, mallardan Allah yolunda harcamayanları kınamış, kıyamet gününde cimrilik ettikleri şeylerin boyunlarına dolanacağını açıklamıştır.9 Diğer taraftan Allah yolunda gizliden, açıktan infak edenleri övmüş ve onlara Allah katında mükâfatların hazırlandığını bildirmiştir.10

Kur’ân’ın Medenî âyetlerinde infak üzerinde önemle durulmuş ve bu ko-nuda temel hükümler ortaya koyulmuştur.11 Kur’ân’ın, servetin kitleler arasında yaygınlaşması için Müslümanlara emrettiği en önemli sorumluluk, infak

konusu-1 Bkz. Tâ Hâ, 20/24; Nâziât, 79/konusu-17.

2 Bkz. Bakara, 2/49; Â’raf, 7/141.

3 Bkz. Kasas, 28/4.

4 Bkz. Kasas, 28/38; Nâziât, 79/24.

5 Bkz. Tâ Hâ, 20/41-44.

6 Bkz. Enbiyâ, 21/107.

7 Bkz. Âl-i İmrân, 3/159.

8 Fetih, 48/29.

9 Âl-i İmrân, 3/180; Hadîd, 57/10.

10 Bakara, 2/274.

11 Bakara, 2/261-280; Âl-i İmrân, 3/92, 134; Hadîd, 57/7, 11 vb.

dur. Kur’ân, inananların, Allah rızasını elde etmek için servetlerinden arta kalan-larını harcamakalan-larını istemektedir.1

Kur’ân, kendi canları istemelerine rağmen öncelikle yoksulları doyuran ve yetimi esirgeyenlerin cömertliğinin karşılıksız bırakılmayacağını vaat etmiştir.2 Kur’ân, bütün maddi kazanımlarını doğup büyüdükleri yerde bırakarak Allah yo-lunda hicret eden Müslümanlara yardım eden muhacirlerin, bu davranışını örnek göstermiştir.3 Kur’an, sürekli kendisine inananları infak etmeye ve veren el olma-ya davet etmiş, cömert ve îsâr ruhuna sahip bir toplumun oluşmasını istemiştir.

Hz. Peygamber, cömertliği kendi zatında en üstün şekilde göstermiş4 ve bu önemli ahlak ilkesinin cemiyete hâkim olması için tavsiyelerde bulunmuştur. Ay-rıca bu prensibin inananlarda yerleşmeden imanın kemale ermeyeceğini önemle vurgulamıştır. Öte yandan mü’minin cimri olamayacağına işarette bulunmuştur.5 Hz. Peygamber, ashabına hep veren el olmayı öğütlemiştir. Bu sayede, onun ter-biyesi altına yetişen Ashâb-ı Kirâm, Allah yolunda infak etmek için yarışmışlar ve cömertlik onların en önemli vasfı olmuştur. Ensâr, Medine’ye hicret ettikten sonra muhtaç olmalarına rağmen el açmayı yeğlememiş, bilakis çalışarak, ürete-rek rızıklarını kazanma yoluna gitmişlerdir.

Buna karşılık çağımız Müslüman’ı, kendi varlığını ve isteklerini önceleyen ve merkeze alan egoist bir anlayışı içselleştirme ile karşı karşıyadır. Âhirete inan-mayan ya da önemsemeyen seküler zihniyete karşılık, Müslümanlar arasında da dünyevîleşmenin ivme kazandığı ve bu hususta ciddi savrulmaların yaşandığı bir vakıadır. Kur’ân, zenginleşmeye bir sınır koymamıştır ancak, sürekli Allah yolun-da harcamayı, varlığın insanlığa hizmet yolunyolun-da sarf edilmesini istemiştir. Her türlü servet ve nimetin asıl sahibinin Allah olduğuna vurgu yapan Kur’ân, infak etmeyenlere ciddi eleştiriler yöneltmiş, cimrilik yapmaya haklarının olmadığına işarette bulunmuştur. Yine Kur’ân, “Kimin malını kimden esirgiyorsunuz, hâlbu-ki bunu size ihsan eden Allah’tır. Servet ve varlık sizin değil hâlbu-ki” şeklinde uyarılarını yaparak infak bilincine erişmiş sahavet sahibi bir toplumun inşasını talep etmiştir.

Zihin dünyası, para, hırs, şöhret ve moda ile tutsak edilmiş edilgen ve güdü-len bir varlık haline getirilmek istenigüdü-len günümüz insanına, vahyin penceresin-den tekrar bir bakış açısı kazandırılabilirse, bu insanlık için önemli bir gelişme olacaktır. Hz. Peygamber’in inşa ettiği Medine İslam Toplumu’nun örnekliğinde

1 Bakara, 2/219.

2 İnsan, 76/8-11.

3 Haşr, 59/9.

4 Buhârî, Bedü’l-Vahy, 5; İstikrâz, 3, Humus, 5, Edeb, 39; Müslim, Fedâil, 56.

5 Tirmizî, Birr, 40; 41.

bir toplumun inşasının hedeflenmesi ve bu niyetle çeşitli ilmi faaliyetlerin sürdü-rülmesi, insanlık namına hayırlı bir adımın başlangıcı olacaktır. Bu çerçevede tef-sir koordinasyon toplantılarının, sözü edilen idealin gerçekleşmesi için çaba sarf etmesi, hem önemli bir görevin ifası olacak hem de bu idealin gerçekleşmesine önemli katkı sağlayacaktır.

Bu muhtevalı tebliğinden dolayı Bilal Deliser hocamıza tekrar teşekkür edi-yor, hepinize saygılar sunuyorum.

MEDENÎ AYETLERDE MÜNAFIK TİPLEMESİ VE