• Sonuç bulunamadı

Münafık, yalan yere yeminden kaçınmaz

MEDENÎ AYETLERDE MÜNAFIK TİPLEMESİ VE NİFAKIN TEŞHİSİNDE SAVAŞ FONKSİYONU

10- Münafık, yalan yere yeminden kaçınmaz

“Münafıklar sana geldiğinde ‘şehadet ederiz ki, sen Allah’ın Rasulüsün’

dediler... Yeminlerini bir kalkan edindiler” (Münafikun, 1-2).

11-Münafık, çoğu kere tahsilli, kelli-felli bir insandır. Söz söylemesini iyi becerir.

“Onları gördüğünde, kalıpları hoşuna gider. Konuşsalar, sözlerine ku-lak verirsin. Sanki onlar, dayanmış kerestelerdir” (Münafikun, 4).

“Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi, dışları düzgün, endam-ları süzgün, hareketsizce oturur, kurulurlar. Lakin içleri, irfan ve şuurdan, neşv ü nema kabiliyetinden mahrum, metanet ve salâbetten hâlî, boş, kuru tahtalara benzerler, öyle ruhsuzdurlar.2

12-Münafık, zora hiç gelemez. Bu noktada savaşlar, iyi bir ayıraçtır. Aşağıda örnekleri görüleceği üzere, Hz. Peygamber devrindeki Uhud, Hendek Savaşları, Tebük Seferi, bunun canlı örnekleriyle doludur.

Münafığın Maskesinin Düştüğü Yerler: Savaşlar

Savaş gibi çetin durumlar, insanların karakterlerini net bir şekilde açığa çı-karır. Bedir Savaşı buna bir örnek olduğu gibi, Hz. Peygamber’in son seferi olan Tebük, bunun en güzel örneklerindendir. Bizans’a karşı düzenlenen bu seferde gerçi savaş olmamıştır. Ama bu vesileyle insanların dereceleri, kalitesi, seviyesi veya seviyesizliği tezahür etmiştir. Tevbe suresinin yarısından fazlasını teşkil eden

1 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 5001-5002 2 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 5001-5002

38- 122. ayetler arası bu seferle alakalıdır. “Onlardan bir kısmı da şöyledir…”

şeklinde anlatımla insan sınıfları ortaya konulmuştur.

İşte bu anlatımda yer alan insanların gruplarından biri de münafıklardır.

Kur’an-ı Kerim, başka yerlerde olduğu gibi burada da münafıkları ismen değil, vasfen anlatır. Bu, Kur’an’ın evrensellik özelliğiyle alakalıdır. Zira Kur’an’da tasvir edilen münafık tiplerini, hemen her devirde ve her toplumda görmek mümkün-dür.

Şimdi, Hz. Peygamber devrindeki savaşlarda münafıkların hal ve tavırlarına bakalım:

1-Bedir Savaşı ve Münafıklar

Ehl-i imanı hakir görmek, münafıkların temel özelliklerinden biridir. He-men her vesileyle ehl-i imanı tahkir ederler, onları zavallılar olarak değerlendi-rirler. Bedir Savaşı öncesinde münafıklar ve kalbinde manevi bir maraz olup da, henüz imanın hakikatini yakalayamamış olanlar, bir avuç Müslüman’ın, kendi-lerinin üç katı düşmanla savaşacağını duyunca şöyle derler: “Dinleri bunları al-dattı” (Enfal, 49).

Yani, “bir dindir tutturmuşlar. Zavallılar, yok olup gidecekler...”

2-Uhud’da Münafıklar

Olaylar bir ayıraçtır. Savaş ise, bu ayıraçların en mühimlerinden biridir.

Uhud gibi çetin bir savaş, münafıkların karakterlerinin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Bu münafıklardan bir kısmı, savaşa hiç katılmaz. Katılanlar da, hal ve tavırlarıyla mü’minlerden farklıdırlar.

Savaşa hiç katılmayanlarla ilgili olarak, Kur’an’da şu ifadelere yer verilir:

“İki ordunun karşılaştığı zaman başınıza gelen musibet, Allah’ın izniyle olup, mü’minlerin ve münafıkların ortaya çıkması içindi. Onlara, ‘Gelin, Al-lah yolunda savaşın veya savunun’ denilmişti. Onlar ise şöyle dediler: ‘Şayet bir savaş olacağını bilsek, elbette size uyardık.’ O gün onlar, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlar. Allah, ne gizlediklerini en iyi bilendir” (Al-i İmran, 166-167).

Münafıklar, ekseriya ağzı iyi laf yapan kimselerdir. Üstteki ifadelerinde de bunu görmek mümkündür. Kendileri savaşa davet edildiğinde, doğrudan “hayır gelmeyeceğiz” demek yerine, yuvarlak bir cümleyle vaziyeti idareye çalışır, “şayet

bir savaş olacağını bilsek, elbette size uyardık” derler. Aslında savaş çıkacağını bilmektedirler. Fakat onların, dilleri başka, kalpleri başkadır. Yoksa ordunun pik-niğe gitmediğinin elbette farkındadırlar.

Bunlar, kendileri savaşa gitmedikleri gibi, giden dostları hakkında da şöyle derler:

“Şayet bize uysalardı, öldürülmezlerdi.”

De ki: “Eğer sadıksanız, kendinizden ölümü defedin bakalım” (Al-i İm-ran, 168).

Şimdi de, savaşa katılan münafıkların halini görelim:

Mağlubiyet sonrası Cenab-ı Hak, hafif bir uyku gönderir. Ehl-i iman, bu uykuyla sükûnet bulurken, münafıklar can telaşındadır:

“Sonra Allah, bu gamdan sonra bir emniyet vesilesi olarak size hafif bir uyku verdi. Bu uyku, sizden bir taifeyi bürüyordu. Bir başka taife ise, canlarının derdine düşmüş, Allah hakkında haksız bir zanla, cahiliye zan-nı besliyorlar, ‘var mı bize emirden bir şey’ diyorlardı. De ki: ‘Bütün emir Allah’ındır.’ Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları şeyler gizliyorlar, ‘durum hakkında bize danışılsaydı, burada öldürülmezdik’ diyorlardı. De ki: ‘Evi-nizde de olsaydınız, üzerine ölüm takdir edilenler, uzandıkları yerlere çı-kacaklardı. Allah sinelerinizde olanları ortaya koyacak, kalplerinizde olanı meydana çıkaracaktır. Allah, sinelerde olanı bilendir’” (Al-i İmran, 154).

Uhud Savaşı’yla ilgili ayetler içinde zikredilen bu durumlar, münafıkların iki yüzlülük, yalancılık, korkaklık, fesad çıkarmak... gibi özelliklerini aksettirmekte-dir.

3-Beni Nadir Olayında Münafıklar

Hz. Peygamber, Beni Nadir Yahudileriyle sulh yapmıştı. Buna göre, Hz. Pey-gamberin aleyhinde olmayacaklardı. Ancak Müslümanlar Uhud savaşında mağ-lup olunca, Beni Nadir Yahudilerinden Ka’b Bin Eşref, kırk atlıyla Mekke’ye gitti, Ebu Süfyan’la anlaştı.1

Bu arada bir diyet meselesi oldu. Yapılan anlaşma mucibince, Beni Nadir’in de diyete katılmaları gerekmekteydi. Hz. Peygamber, bunu istemek için onların diyarına gitti. Güler yüzle karşıladılar. Fakat sinsice, Hz. Peygamberin üzerine yukarıdan bir kaya yuvarlamayı planladılar. Onların bu sinsi emelleri Hz.

Pey-1 Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, II, 479

gambere vahiyle bildirildi. O da bir ihtiyacı için oradan ayrılıyormuş gibi yapıp Medine’ye döndü ve orduyla geldi.1 Beni Nadir’in kaleleri kuşatıldı. Altı gün süren bir muhasaradan sonra teslim oldular. Hepsi sürgüne gönderildi.2

Kur’an-ı Kerîm, bu ibretli olaya ayetlerinde şöyle yer verir:

“O (Allah) ki, ehl-i Kitaptan kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkardı. Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız ve onlar da kalelerinin ken-dilerini Allah’tan koruyacağını sanmışlardı da, Allah onlara hesap etmedik-leri yerden vardı ve kalpetmedik-lerine korku düşürdü. Öyle ki, evetmedik-lerini hem kendi elleriyle, hem de mü’minlerin eliyle harap ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın” (Haşir, 2-3).

Bu savaşta, münafıklar da devrededir. Münafıkların reisi İbnu Selül ve arka-daşları, kalelerine çekilen Beni Nadir Yahudilerine “biz sizinleyiz, korkmayın...”

şeklinde haber gönderirler.3 Ayetler, onlardan şöyle bahseder:

“Bakmaz mısın şu münafıklık yapanların haline? Ehl-i kitaptan kâfir kardeşlerine şöyle diyorlar: ‘Vallahi, eğer çıkarılırsanız, biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, muhakkak size yardım ederiz.’ Allah şehadet eder ki, onlar yalancıdırlar.

Andolsun ki eğer çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar. Eğer savaşı-lırsa, onlara yardım etmezler. Şayet yardım etseler, dönüp kaçarlar. Sonra, kendilerine yardım da edilmez.

Yüreklerindeki sizin korkunuz, Allah’tan korkmalarından daha fazladır.

Çünkü onlar, anlayışsız bir topluluktur.

Onlar sizinle toplu halde savaşamazlar. Ancak tahkim edilmiş kalelerde veya duvarlar arkasından savaşırlar. Aralarındaki çarpışmaları ise, pek şid-detlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri dağınıktır. Çünkü onlar, akıl etmez bir topluluktur” (Haşir, 11-14).

Son ayet, Yahudi ve münafıkların karakterini tahlilde bize ışık tutmaktadır.

Onların, doğrudan meydanlarda savaşa cesaretleri yoktur. Korkularından, ya ka-lelerine sığınıp dövüşürler veya münafıkane kapalı kapılar arkasından savaşırlar, gizli işler çevirir, Müslümanların başına çorap örmeye çalışırlar. Siyasî mahfiller-de, Müslümanlar aleyhine lobi faaliyeti yaparlar. Onlarda toplu vuran bir yürek

1 İbnu Hişam, Siretu’n-Nebeviyye, III, 199-200; İbnu Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, VIII, 83 2 İbnu Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, VIII, 81-82

3 İbnu Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, VIII, 100; Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, II, 482

yoktur. Allah yolunda cihad gibi, kalpleri tek hedefe yönelten yüce değerler man-zumesinden mahrumdurlar.

4-Hendek Savaşında Münafıklar

Hendek Savaşı, Hz. Peygamber devrindeki mühim savaşlardan biridir. İs-lam’a muhalif kimselerden meydana gelen on bini aşkın karma bir ordu, Medi-ne’ye doğru yola çıkar.

Hz. Peygamber, bu karma ordunun hareketini işitince, ashabıyla meşveret eder. Selman-ı Farisî, İran’da uygulanan “hendek kazarak şehri savunma” mode-lini teklif eder. Bu teklif kabul görür. Bir atlının aşamayacağı genişlikte, hendek kazma işlemine başlanır. Hz. Peygamber de bilfiil çalışanlardandır.1

Sahabeler Hendek kazarken, bir kayaya rastlarlar. Bir türlü parçalayamazlar.

Hz. Peygamber’e haber verilir. Hz. Peygamber, balyozla kayaya vurduğunda, bir kısmı parçalanır. “Allahu Ekber” diyerek tekbir getirir. Sahabeler de tekbir geti-rirler. Hz. Peygamber Yemenin anahtarlarının kendisine verildiğini söyler. İkinci vuruşta, kayanın bir kısmı daha parçalanır. Hz. Peygamber, İran’ın anahtarlarının verildiğini söyler. Üçüncü vuruşta, kaya paramparça olur. Hz. Peygamber, Bi-zans’ın anahtarlarının verildiğini söyler. Bu haber, mü’minlerin şevkini arttırır-ken, münafıkları dedikoduya sevk eder: “Şuna bakın, düşmana karşı çıkamıyor, sizi nelerle avutuyor” derler. Bunun üzerine, şu ayetler nazil olur:2

“De ki: Ey mülkün mâliki olan Allah’ım! Dilediğine mülkü verir, diledi-ğinden mülkü çeker alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil kılarsın.

Hayır, yalnız senin elindedir. Muhakkak ki Sen, her şeye kadirsin.

Geceyi gündüze, gündüzü de geceye sokarsın. Ölüden diri, diriden de ölü çıkarırsın. Dilediğine, hesapsız rızık verirsin” (Âl-i İmran, 26-27).

Savaş gibi zor zamanlar, münafıkların karakterlerinin daha net olarak ortaya çıktığı vakitlerdir. Bunun örneklerini, Hendek Savaşı’nda da görmekteyiz. Onlar-dan şöyle bahsedilir:

“O vakit münafıklar ve kalplerinde maraz olanlar şöyle diyorlardı: Allah ve Rasulü, aldatmaktan başka bir şey bize va’detmedi” (Ahzab, 12).

1 Bkz. İbnu Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, VI, 384-385; Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esra-ru’t-Te’vil, II, 240

2 Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, I, 154

Böyle diyerek, Hz. Peygamberin Rum ve Fars diyarlarının fethini haber ver-mesini, sırf bir aldatma olarak görüyorlardı.1

“O sıra, onlardan bir grup, ‘ey Medine halkı! Burası sizin duracağınız yer değil. Hemen dönün’ diyorlardı. Bir kısmı da, ‘evlerimiz açık’ deyip, Pey-gamberden izin istiyorlardı. Hâlbuki evleri açık değildi. Sırf kaçmak niyetin-deydiler” (Ahzab, 13).

Savaşa katılmak isteyenlere engel olmak isteyen grubun, İbnu Selül ve arka-daşları olduğu ifade edilir.2 Demek sözleri etkili olmuş ki, bir başka grup, “evleri-miz açık kaldı, Evdekilerin can emniyeti yok. Evleri“evleri-mize gidelim, onları koruya-lım” gibi yalandan bahanelerle cepheden kaçmaya çalışmaktadır.

“Eğer Medine’nin etrafından evlerine girilse de, sonra kendilerinden küf-re dönmeleri istense, az bir duraklamadan sonra hemen onu yapacaklardı.

Hâlbuki bundan evvel Allah’a söz vermişlerdi; arkalarını dönmeyecek-lerdi. Allah’a verilen söz ise, mutlaka sorulacaktır” (Ahzab, 14-15).

Faraza, kâfirler her taraftan Medine’ye girseler ve bu münafıkları ve kalple-rinde iman henüz iyi yerleşmemiş olanları yakalayıp, küfre dönmelerini isteseler, bunlar az bir tereddütten sonra hemen küfre dönüvereceklerdi. Hâlbuki onlara düşen görev, imanda sebat etmek, arkalarını İslâm’a dönmemek idi.

Şu ayetlerde ise, isim verilmeden onların portreleri çizilir, sözlerine yer verilir:

“Şüphesiz Allah, içinizden engel olmaya çalışan ve kardeşlerine ‘bize ge-lin’ diyenleri bilmektedir. Onlar, zora çok az gelirler. Size karşı bencildirler.

Derken korku geldiğinde, sen onları, ölüm sekeratı kendisine gelen kimse gibi sana bakar bir vaziyette görürsün. Korku gittiğinde ise, mala düş-kün kimseler olarak, sizi sert bir dille eleştirirler. İşte bunlar, iman etmemiş kimselerdir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu Allah’a kolay-dır” (Ahzab, 18-19).

Münafıklar, zora gelmeyen kimselerdir. Allah yolunda savaşmayı gaye edin-mek, hatta bu uğurda hayatını vermeyi canına minnet bilmek gibi ulvi değer-lerden mahrumdurlar. Savaş esnasında korkulu anlar yaşandığında, ödleri pat-layacak gibi olur. Korkularının derecesini gözlerinden okumak mümkündür. O esnada gözleri, ölmek üzere olan bir kimsenin bakışı gibi, zayıftır, ümitsizdir.

1 Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, II, 241 2 Nesefi, Medariku’t-Tenzil, III, 297

Korku hali gittiğinde ise, kahraman kesilirler. Savaş esnasında çalışmayan el-lerine bedel, savaş sonrası dilleri çok çalışır. Mü’minleri sert bir üslupla eleştirirler.

Böyle yapmaları, iman etmemiş kimseler olmalarındandır.

“Münafıklar, düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Eğer onlar, (ikinci bir defa) gelecek olsalar, münafıklar isterler ki çöldeki bedevîler ara-sında bulunsalar, sizin durumlarınızı sorsalar. Şayet içinizde olsalar, çok az savaşırlar” (Ahzab, 20).

Onlar için cephe gerisinde, savaş tehlikesi olmayan yerlerde bulunmak ve oradan vatanlarının son durumunu öğrenmek, sevilen bir şeydir. Şayet cephede bulunsalar da, zaten pek işe yaramazlar. Canla, başla çalışmazlar, erkekçesine sa-vaşmazlar.

İşte, Kur’an-ı Kerîm Hendek Savaşı sebebiyle, münafıkların savaşta halini böyle tasvîr ediyor, onların portrelerini çiziyor. Bu portreler, hemen her savaşta görülebilen portrelerdir.

5-Tebük’te Münafıklar

Tebük Seferi’ndeki münafıkları iki kısımda ele alabiliriz.