• Sonuç bulunamadı

Kur’ân’ın ikliminde menfi kulislere yer yoktur

MEDENÎ SÛRELER BAĞLAMINDA İLK İSLÂM TOPLUMUNUN SİYASİ KİMLİĞİ

C. Medenî Sûrelerde İslâm Toplumunu Siyasi Yapan Bazı Unsurların Ele Alınışı

5. Kur’ân’ın ikliminde menfi kulislere yer yoktur

ىَوْقَّتلاَو ِّرِبْلاِب اْوَجاَنَتَو ِلوُسَّرلا ِتَيِصْعَمَو ِناَوْدُعْلاَو ِمْثِ ْلاِب اْوَجاَنَتَت َلَف ْمُتْيَجاَنَت اَذِإ اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّيَأ اَي 9 ةلداجملا َنوُرَشْحُت ِهْيَلِإ يِذَّلا َ َّالل اوُقَّتاَو

“Ey iman edenler! Şayet siz gizlice konuşacak olursanız sakın günah, zulüm ve Peygambere isyan hususlarında kulis yapmayın! Bunu hayır ve takvâ hususun-da yapın. Huzurunhususun-da toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının!”

Kur’ân’ın yönetim tarzında emanete riayet, ahde vefa vardır, düşmanlara bile hiyanete yer yoktur.

ءارــسلا ًلوُؤــْسَم َناَك َدْهَعْلا َّنِإ ِدْهَعْلاِب ْاوُفْوَأَو ُهَّدــُشَأ َغُلْبَي ىَّتَح ُنــَسْحَأ َيِه يِتَّلاِب َّلِإ ِميِتَيْلا َلاَم ْاوُبَرْقَت َلَو 34

“Büluğ çağına ermeyen yetimin malına, en güzel tarzdan başka bir şekilde yaklaş-mayın! Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluk gerektirir.”

58 لافنلا َنيِنِئاَخلا ُّبِحُي َل َ ّالل َّنِإ ءاَوَس ىَلَع ْمِهْيَلِإ ْذِبناَف ًةَناَيِخ ٍمْوَق نِم َّنَفاَخَت اَّمِإَو

“Seninle sözleşme yapan bir toplulukta sözleşmeye aykırı bir hainlik alameti tezahür ederse, savaş açmadan önce anlaşmanın artık geçersiz kaldığını ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit olsun. Çünkü Allah hainleri asla sevmez.”

Kur’ân, adaletin bir gereği olan insaf düsturunu öğretir.

ِضْرَ ْلا يــِف َرــِهْظُي نَأ ْوَأ ْمــُكَنيِد َلِّدــَبُي نَأ ُفاــَخَأ يــِّنِإ ُهــَّبَر ُعْدــَيْلَو ىــَسوُم ْلــُتْقَأ يــِنوُرَذ ُنْوــَعْرِف َلاــَقَو

َلاَقَو }27{ ِباــَسِحْلا ِمْوــَيِب ُنِمْؤُي َّل ٍرــِّبَكَتُم ِّلُك نــِّم مــُكِّبَرَو يــِّبَرِب ُتْذــُع يــِّنِإ ىــَسوُم َلاــَقَو }26{ َداــَسَفْلا

ْمُكِّبَّر نِم ِتاَنِّيَبْلاِب مــُكءاَج ْدَقَو ُ َّالل َيِّبَر َلوــُقَي نَأ ًلُجَر َنوُلُتْقَتَأ ُهــَناَميِإ ُمــُتْكَي َنْوــَعْرِف ِلآ ْنــِّم ٌنــِمْؤُّم ٌلــُجَر ٌفِرــْسُم َوُه ْنَم يِدــْهَي َل َ َّالل َّنِإ ْمــُكُدِعَي يِذــَّلا ُضــْعَب مــُكْبِصُي ًاــقِداَص ُكــَي نِإَو ُهــُبِذَك ِهــْيَلَعَف ًاــبِذاَك ُكــَي نِإَو رــفاغ}(28 ٌباَّذَك

“Firavun: ‘Bırakın beni, şu Mûsâ’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvar-sın, bakalım O kendisini kurtaracak mı? Zira bu gidişle onun, sizin dininizi de-ğiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.’ dedi. Mûsâ da şöyle dedi: ‘Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.’Firavun hanedanından olup o zamana kadar iman ettiğini saklayan biri kalkıp şöyle dedi: ‘Ne o, siz bir insan

‘Rabbim Allah’tır!’ dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Halbuki o Rabbiniz

tarafından açık belgeler ve mûcizeler de getirdi. Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendi aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şu bir gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.”

Kur’ân fıtrat kanunlarına uygun davranmayı, bu çerçevede sulh ehlinin yer-yüzüne hakim olacağını bildirir.

َرَثْكَأ َّنِكَلَو ُمِّيَقْلا ُنــيِّدلا َكِلَذ ِ َّالل ِقْلَخِل َليِدْبَت َل اــَهْيَلَع َساَّنلا َرَطَف يــِتَّلا ِ َّالل َةَرــْطِف ًاــفيِنَح ِنــيِّدلِل َكــَهْجَو ْمــِقَأَف َنوُمَلْعَي َل ِساــَّنلا

“Yüzünü ve özünü, hak din olan İslâm’a yönelt. Allah’ın insanları yaratma-sında esas kıldığı o fıtrata uygun hareket et! Allah’ın bu hilkatini kimse değiştire-mez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”

105 ءايبنلا َنوُحِلاَّصلا َيِداَبِع اَهُثِرَي َضْرَ ْلا َّنَأ ِرْكِّذلا ِدْعَب نِم ِروُبَّزلا يِف اَنْبَتَك ْدَقَلَو

“Kesinlikle Biz Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zeburda da: ‘Dünyaya salih kul-larım varis olacaklar. Dünya onlara kalacak’ diye yazmışızdır”

Dini, inancı, dili, ırkı, rengi ne olursa olsun her insanın başta hayat hakkı olmak üzere temel hak ve hürriyetleri olduğu gibi diğer canlıların, ağaçların dahi belli çerçevede dokunulmazlığı vardır. Hz. Peygamber, köpeklerin de insanlar gibi bir toplum (ümmet) olduklarından dokunulmazlıkları olduğunun atını çizmiştir.

Kur’ân yönetim ilkelerinde “ zer, zor, tezvire” yer yoktur.

7. رشحلا ْمُكنِم ءاَيِنْغَ ْلا َنْيَب ًةَلوُد َنوُكَي َل ْيَك

“Mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.”

“Dinde zorlama yoktur.” 256 ِنيِّدلا يِف َهاَرْكِإ َل ةرقبلا

جــحلا ِروُّزــلا َلْوــَق اوــُبِنَتْجاَو ِناــَثْوَ ْلا َنــِم َســْجِّرلا اوــُبِنَتْجاَف “O pis putlardan ve yalan sözden kaçının!” 30

10. Kur’ân yönetim ilkelerinde insan onurunun dokunulmazlığı vardır, ko-runması gerekir. Başkalarının haklarını savunmak bir insanlık erdemidir. Katıl-masak dahi hak ihlaline maruz kalan insanların ssıkıntılarına el atmak onurlu insan refleksinin tabii bir sonucudur. İnsani değerlerin gelişimine katkı sunmak gerekir. Gruplar, ekonomiler büyüdükçe insanlık küçülmemelidir.

اَنْقَلَخ ْنَّمِّم ٍريِثَك ىَلَع ْمــُهاَنْلَّضَفَو ِتاَبِّيَّطلا َنِّم مُهاَنْقَزَرَو ِرْحَبْلاَو ِّرــَبْلا يِف ْمــُهاَنْلَمَحَو َمَدآ يــِنَب اــَنْمَّرَك ْدــَقَلَو 70 ءارسلا ًليِضْفَت

“Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini

taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattı-ğımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.”

* İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

KUR’AN KISSALARINI HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V.) KISSASI PARALELİNDE OKUMAK

-HZ. MUSA KISSASININ MEKKÎ VE MEDENÎ ANLATIMLARI ARASINDA BİR MUKAYESE

DENEMESİ-Yrd. Doç. Dr. Mahmut AY*

I. Giriş:

Yüce Allah’ın, Hz. Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla insanlığa rehber olarak inzâl buyurduğu son vahiy olan Kur’ân-ı Kerîm, insanları, özellikle de örnek model olarak ilk muhâtaplarını eğitirken, onların maddî-manevî, fizîkî ve rûhî özelliklerini dikkate alarak, ferdî ve ictimâî şartlara uygun tedrîcî bir yöntemi esas almıştır. Bu da vahyin, dönemin konjonktürel şartlarına bağlı olarak farklı zamanlarda aynı mesele hakkında, içinde bulunulan şartlar muktezâsınca farklı hükümler vermesini ya da farklı üsluplar kullanmasını intac etmiştir. Ayrıca yine her dönemin kendine has koşulları çerçevesinde vahyin muhtevasını teşkil eden konuların da farklılık arz ettiği görülmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) risâlet sonrasındaki kendi hayat kıssasının bir izdüşümü ve yansımasıdır aslında. Başka bir deyişle, Kur’an’ın ta-mamı, aslında onun kıssasının anlatımıdır bir bakıma. Dolayısıyla Kur’an’daki peygamber kıssaları, bu büyük kıssayı oluşturan küçük parçalardan ibarettir. Ve bu parçalar, büyük kıssayı daha renkli, daha derinlikli, daha anlamlı ve daha kök-lü kılmak için birer araç konumundadır.

Kur’an vahyinin serencâmını ve onun mübelliği ve mübeyyini konumunda olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayat kıssasını, içinde bulunulan siyâsî ve ictimâî şartlar açısından umûmî olarak iki döneme ayırmak mümkündür: Mekkî dönem ve Medenî dönem. Mekkî dönemde, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mücadelesi daha çok tevhid konusunda olduğu için Kur’an bu dönemde itikâdî meselelere ağır-lık verirken; Medenî dönemde, Müslümanların hâkim ve belirleyici olduğu bir toplumsal yapıya kavuşulduğu için bu dönemde daha ziyâde hukûkî ve ictimâî meseleler, vahyin muhtevasını teşkil etmiştir. Bu noktada, Kur’an’ın yaklaşık üçte birini oluşturan kıssaların da, üslup ve muhteva bakımından Mekkî ve Medenî dönemde farklılık gösterip göstermediği konusu önem arz etmektedir.

Biz bu çalışmada, Kur’an kıssaları içerisinde en çok tekrar edilen Hz. Musa

kıssasını, salt târihselci ve edebî yöntem taraftarlarının görüşlerinin aksine, bu kıssanın târihsel gerçeklik ve yaşanmışlığını reddetmeden, kıssanın Hz. Peygam-ber’in (s.a.v.) risâletinin Mekkî ve Medenî dönemlerinde, bu dönemlerin kendile-rine has şartları muktezâsınca üslup ve muhteva açısından ne tür farklılıklar ihtiva ettiğini incelemeye çalışacağız.

Bu çalışmada Hz. Musa kıssasını örnek olarak seçmemizin iki temel sebebi vardır. Birincisi, bu kıssanın Kur’an’da en çok tekrar edilen kıssa olmasıdır. Hz.

Musa, Kur’ân-ı Kerim’in otuz dört suresinde, 136 yerde zikredilmektedir.1 İkinci-si, Kur’an’da peygamber kıssalarının genelde Mekke’de anlatılmış olmasına rağmen Hz. Musa kıssasının hem Mekke’de hem de Medine’de genişçe anlatılmış olmasıdır.

II. Hz. Musa Kıssasının Mekkî Anlatımında Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kıs-sasına Paralel Olarak Ön Plana Çıkan Hususlar:

A. Hz. Musa’ya Vahy Gönderilmesi:

Kıssayla ilgili Mekkî âyetlerde, Hz. Musa’ya ilk vahyin nasıl geldiği birden fazla yerde anlatılmıştır. Halbuki Hz. Musa’ya vahyin ilk gelişi, Medine’de hiç anlatılma-mıştır. Bu hususta şu nokta da oldukça dikkat çekicidir: Hz. Musa kıssasının büyük bir ihtimalle ilk zikredildiği yerler olan2 Tâhâ Suresi’ndeki anlatım ile Nâziât Suresi’n-deki anlatıma Hz. Musa’ya vahyin ilk gelişi ile başlanmıştır. Yani Hz. Musa kıssasına dair Kur’an’da ilk anlatılan olay, onun Sînâ Dağı’nda vahye ilk muhatap oluşudur.

Hz. Musa’ya ilk vahyin gelişinden bahseden âyetlerin muhtevası, indikleri dönemin atmosferi ile uyumludur. Zira Hz. Peygamber’e (s.a.v.) vahyin gelmeye başlamasıyla birlikte hem onun hem de Mekke toplumunun en önemli gündem maddesi vahiy olmuştur. Allah Teâlâ da, Kur’an vahyinin ilk yıllarında, hem Hz.

Peygamber’e (s.a.v.) hem de Mekke toplumuna vahyin daha önce de çeşitli pey-gamberler tarafından tecrübe edilen bir olgu olduğunu vurgulamak üzere Hz.

Musa’ya vahyin nasıl geldiği üzerinde durmuştur. Câlib-i dikkattir ki Hz. Mu-sa’ya gelen vahiyden bahseden tüm âyetlerden önce, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gelen Kur’an vahyinden bahseden âyetler yer almaktadır.3

B. Risâletin İlk Yıllarında Hz. Musa’nın Yalnızlık Çekmesi ve Allah’tan,

1 Ömer Faruk Harman, “Musa”, DİA, XXXI, 210.

2 Bizi bu görüşe sevk eden husus, her iki âyetin de “hel etâke hadîsu Musâ? (Sana Musa’nın ha-beri ulaştı mı?)” şeklinde başlamasıdır. Bu ifade, Hz. Musa kıssası konusunda Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ilk bilginin, bu âyetler vasıtasıyla ulaştığını imâ etmektedir. Nitekim böyle bir görüşü Râzî, Kelbî’den nakletmiştir (Bk. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, VIII, 16).

3 Mesela bk. Tâhâ 20/1-14; Neml 27/1-10.

Kardeşi Harun’u Kendisine Destekçi Kılmasını Temenni Etmesi:

Hz. Musa kıssasının zikredildiği Mekkî âyetlerde dikkat çeken bir husus da, Hz. Musa’nın risâletin ilk yıllarında, bu sorumluluğu taşımaya gücünün yetme-yeceğinden çekinmesi ve Allah Teâlâ’dan, Hz. Harun’u kendisine destekçi kılma-sını temenni etmesidir.1 Siyer kaynaklarından, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) de risâle-tin ilk yıllarında Hz. Musa’nın bu endişesine benzer endişeleri yaşadığını ve Allah Teâlâ’dan bazı Mekkelileri Müslüman yaparak kendisine destekçi kılmasını istediği anlaşılmaktadır.2 Ayrıca Âlûsî, İbn Merdûyeh, Hatîb el-Bağdâdî ve İbn Asâkir’den şöyle bir rivâyet nakletmektedir: Esmâ bint Umeys dedi ki: “Rasulullah’ı şöyle dua ederken gördüm: ‘Allahım! Senden, kardeşim Musa’nın istediği şu şeyleri ben de istiyorum: Allahım kalbime ferahlık ver, işimi kolaylaştır, beni anlayabilmeleri için dilimdeki bağı çöz, ailemden birini, yani kardeşim Ali’yi, bana yardımcı eyle, onunla beni güçlendir ve onu bu işimde bana yardımcı kıl!”3 Bu rivâyetin, sened açısından zayıf hatta mevzu olduğuna hükmedilebilir ya da Şia tarafından uydurul-duğu düşünülebilir. Ancak konuyla ilgili rivâyetlerin tamamı incelendiğinde, Hz.

Peygamber’in (s.a.v.) risâletinin ilk yıllarında, Hz. Musa’nın risâletinin ilk yıllarında yaşadığı duygulara benzer duygular yaşadığı anlaşılmaktadır.

C. Hz. Musa-Firavun ya da Tevhîd-Şirk Mücadelesi:

Mekkî dönemde anlatılan Hz. Musa kıssasının en dikkat çekici yönlerinden birisi de Hz. Musa ile Firavun ve adamlarının mücadelesine genişçe ve tekrar tekrar yer verilmiş olmasıdır. Halbuki kıssanın Medine’de anlatılan bölümlerinde bu mücadeleye hiç yer verilmemiştir. Bu durumu şöyle izah etmek mümkündür:

Mekke’de Firavnî bir düzen hâkimdi. Orada sözü geçen nüfuz sahibi insanlar, Firavun ve adamları gibi haksızlık ve eşitsizliğin hâkim olduğu bir siyâsî ve iktisâ-dî sistemin bekçileri konumundaydılar. Halbuki aynı durum hicret sonrasındaki Medine’de söz konusu değildi. Çünkü orada Müslümanların hâkim olduğu bir toplumsal yapı oluşturulmuştu. Şu halde Mekkî anlatımda bu mücadeleye bu kadar yer verilmesi oldukça yerinde ve anlamlıdır. Zira Mevdûdî’nin de belirttiği gibi, Hz. Musa ve Firavun mücadelesi aynı zamanda, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) Firavun’un Hz. Musa’ya davrandığı gibi davranan Kureyş’e bir ders olsun diye zikredilmiştir. Çünkü Kureyş’in ilâhî vahye karşı gösterdiği mukâbele, Firavun ve kavminin Hz. Musa’ya verdikleri karşılığın benzeriydi.4

1 Bk. Tâhâ 20/29-32; Şuarâ 26/13; Kasas 28/34.

2 Bk. Asım Köksal, İslam Tarihi, IV, 8-13, 220.

3 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XVI, 186.

4 Bk. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, II, 352.

Hz. Musa ile Firavun arasındaki bu mücadeleyi, aslında tevhid-şirk müca-delesini sembolize eden bir numune olarak okumak mümkündür. Mekke’de, Hz.

Peygamber’in (s.a.v.) asıl mücadelesi, şirke karşı tevhid inancını gönüllere ve top-lumsal düzene hâkim kılmaktı. Bu sebeple olsa gerektir ki, tevhid-şirk mücade-lesinin tarihteki en güzel örneklerinden biri olan Hz. Musa-Firavun mücadelesi Medenî değil Mekkî âyetlerde yer almıştır. Kur’an, Mekkî âyetlerde Hz. Musa kıssasını anlatırken, pek çok yerde tevhid-şirk, hak-bâtıl mücadelesinden bahset-mekte ve bu mücadelenin tevhid/hak safında yer alanların galibiyetiyle sonuçlan-dığını bildirmekte ve böylece Mekkeli müşriklere karşı verdikleri mücadelelerin-de Müminlere ümit aşılamaktadır.

Öte yandan, birkaç defa tekrar edilen Hz. Musa-Firavun diyalogları da Hz.

Musa’nın ilk yıllarda kendisini ve davasını silahla değil sözle anlatan ve böylece diyalog yoluyla barışçıl bir mücadeleyi yeğleyen bir tutum benimsediğini göster-mektedir. Buradan, Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlara da, o dönemin şartları muktezasınca tevhîdî mücadeleyi diyaloğu esas alan barışçıl bir şekilde sürdür-meleri gerektiğine dair bir mesaj verildiği anlaşılabilir. Ayrıca Hz. Musa’ya, risâ-letinin ilk yıllarında Firavun’a yumuşak sözlerle hitap etmesi, sert diyaloglar içe-risine girmemesinin öğütlendiği anlatılmaktadır.1 Buradan, Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlara da müşriklerle yapacakları diyaloglarda, İslâm’a aynı üslupla davet etmeleri gerektiğine dair bir mesaj verildiği anlaşılabilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlara da bu doğrultuda tavsiyeler içeren âyetler gelmiştir.2

D. İsrâiloğullarının Hz. Musa Öncülüğünde Mısır’dan Çıkıp Filistin’e Hicret Etmeleri:

Kur’an, Mekkî âyetlerde, Allah Teâlâ’nın Hz. Musa’ya, İsrailoğulları’nı Mı-sır’dan çıkarıp Filistin’e göç ettirmesi üzerinde mükerreren durmaktadır.3 Bu hic-ret esnasında Firavun ve ordusunun, Hz. Musa ve ona tâbi olan İsrailoğulları’nı öldürmek maksadıyla takip ettiklerini, ancak denizde boğularak feci bir âkıbetle karşılaştıklarını defalarca hatırlatmıştır. Bu anlatımla, Mekke’de türlü türlü sıkın-tılar çeken Müslümanlara, Allah’ın, tıpkı İsrâiloğulları’nı Firavun gibi güçlü ve zâlim bir kıralın elinden kurtardığı gibi kendilerini de Mekke’den sâlimen çıka-rıp kurtaracağına ve hicrete hazır olmaları gerektiğine dair bir mesaj anlaşılabilir.

Mekkeli müşriklere ise, “Eğer Firavun ve ordusunun, hicret esnasında Hz. Musa ve İsrailoğulları’nı takip ettikleri gibi siz de hicretleri esnasında Hz. Muhammed (s.a.v.) ve tâbilerini, onlara zarar vermek amacıyla takip etmeye yeltenirseniz

ben-1 Bk. Tâhâ 20/44.

2 Bk. Nahl 16/125; Fussilet 41/34; Ankebût 29/46.

3 Bk. Tâhâ 20/77-80; Şuarâ 26/52-62.

zer bir âkıbete dûçâr olursunuz” mesajının verildiği düşünülebilir.

E. Hz. Musa’yı Öldürme Teşebbüsü:

Kur’an’da, Firavun ve adamlarının Hz. Musa’yı öldürme teşebbüslerinden bahsedilmektedir. Bunlardan ilki, Hz. Musa, bir Kıbtî’yi yanlışlıkla öldürdükten sonra toplumun önde gelen kesimi tarafından,1 diğeri de bizzat Firavun tarafın-dan sâdır olmuştur.2 Bu âyetlerden, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Mekkeli müşriklerin de kendisini öldürmek için bir takım planlar yaptıklarının mesajı verilmiş olabilir.

III. Hz. Musa Kıssasının Medenî Anlatımında, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Kıssasındaki Değişime Paralel Olarak Ön Plana Çıkan Hususlar:

Medenî dönemde Hz. Musa kıssasının anlatımında dikkat çeken hususlara geçmeden evvel, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanındaki Medine’nin ictimâî durumu hakkında şu kısa bilgiyi vermek gerekir: Hz. Peygamber ve sahâbesinin, risâlet sonrası dönemde Mekke’de süren yaklaşık on üç yıllık tevhid mücadeleleri, türlü türlü sıkıntı ve eziyetlere maruz kalmakla geçmiş ve nihayet 622 yılında önce sahâbenin, sonra da Efendimiz’in (s.a.v.) Medine’ye göç etmeleri ile bu sıkıntılı dönem son bulmuş ve böylece Medine’de yeni bir sayfa açılmıştı. Artık Mekke’de olduğu gibi toplumun siyâsî ve iktisâdî bakımdan nüfuzlu insanları, Müslüman-lara eziyet etmiyor, onların dinlerini yaşamalarına ve dinlerine uygun bir siyâsî, iktisâdî ve hukûkî düzen kurmalarına mâni olmuyorlardı. Böylece Mekke’deki toplumsal yapıdan bambaşka bir yapı oluşmuştu. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Medine yılları, ideal bir İslâm toplumunu oluşturmanın gayretleriyle do-ludur. Ayrıca bu dönemde savaş farz kılınmış ve müşriklerle irili-ufaklı pek çok savaş yapılmıştır. Medine’deki ortamı, Mekke’dekinden farklı kılan hususlardan biri de burada çeşitli Yahudi cemâatlerin varlığıdır. Muhammed Hamîdullah’ın tespitine göre hicret yılında Medine’de yaklaşık 4.000 kadar Yahudi vardı.3 Yine Mekke’deki ortamdan farklı olarak Medine’de pek çok münâfık mevcuttu. Bun-lar, sözde iman etmiş olsalar da gönülden iman edemedikleri için çoğu kez Hz.

Peygamber’i üzecek söz sarfediyor ve eylemlerde bulunuyorlardı.

Kur’an’da anlatılan Hz. Musa kıssasını, doğumundan nübüvvete kadarki dönem, nübüvvetinden Mısır’dan çıkışa kadar Firavun ile mücadeleyle geçen dönem ve Mısır’dan çıkıştan sonra İsrailoğulları ile mücadeleyle geçen dönem

1 Bk. Kasas 28/20.

2 Bk. Mü’min 40/26.

3 Bk. Muhammed Hamîdullah, İslâm Anayasa Hukuku, s. 95.

şeklinde üç târihî devreye ayırmak mümkündür.1 Mekkî anlatım, kıssanın daha çok ilk iki devresi üzerinde yoğunlaşırken Medenî anlatım üçüncü devrede yo-ğunlaşmaktadır. Bu dönemde özellikle ön plana çıkan konuları şu şeklide özetle-mek mümkündür: