• Sonuç bulunamadı

İsrâiloğulları’nın Genel Olarak Din Tasavvurundaki Yanlışlıklar:

MEDENÎ SÛRELER BAĞLAMINDA İLK İSLÂM TOPLUMUNUN SİYASİ KİMLİĞİ

A. İsrâiloğulları’nın Genel Olarak Din Tasavvurundaki Yanlışlıklar:

1. İsrâiloğulları’nın Allah’a ve Hz. Musa’ya Vefâsızlık ve Nankörlük Etmeleri:

Kur’an’ın Hz. Musa kıssasının Medenî anlatımında üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biri de, Mısır’dan çıkıştan sonra Hz. Musa’nın çağdaşı olan İsrâiloğulları’nın, Allah’a ve Hz. Musa’ya verdikleri sözde durmamaları, ahde vefa göstermemeleri ve Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük etmeleridir. Onlar, bu ha-taları yüzünden maddî-manevî sıkıntılara dûçâr olmuşlardır.2 Bu vesileyle Kur’an, pek çok yerde Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki İsrâiloğulları’na, tarih boyun-ca İsrâiloğulları’na verilen nimetleri hatırlatarak onları ahde vefaya davet etmek-tedir.3 Bu âyetlerde, sahâbeye, Hz. Peygamber’e verdikleri itâat sözünde durmaları ve sağ-sâlim Medine’ye hicret etmek ve orada Müslümanların hâkim olduğu bir siyâsî ve ictimâî yapıya kavuşmak gibi Allah’ın kendilerine lütfettiği maddî-ma-nevî nimetleri unutmamaları, böylece İsrâiloğulları’nın bu konuda yaptıkları ha-taya düşmemeleri gerektiği mesajının verildiği anlaşılabilir.

2. İsrâiloğulları’nın Dînî Meselelerde Lüzumsuz Sual Sormaları ve Teferruâta Dalmaları:

Hz. Musa kıssasının sadece Medine’de anlatılan bölümlerinden birisi de Ba-kara kıssasıdır. BaBa-kara Suresi’ne de adını veren bu olay hakkında verilen bilgiye göre, Allah Teâlâ, İsrâiloğulları’na başlangıçta herhangi bir nitelik belirtmeden mutlak olarak bir inek kesmelerini emretmiştir. Allah’ın emrine sorgusuz sualsiz itaat etmek gerektiği halde onlar bu buyruğu önce garip karşılamışlar, sonra da kesilecek hayvanın nitelikleri hakkında ardı ardına sorular sorarak işlerini güçleş-tirmişlerdir. Burada, başta ilk muhâtaplar olmak üzere Kur’an’ın muhâtabı olan herkese dînî meselelerde lüzumsuz sorulara ve teferruata dalmanın beyhude bir gayretten öte bir mana ifade etmeyeceğinin ve Allah nezdinde hoş karşılanmayan bir davranış olduğunun mesajı verilmiştir. Nitekim başka bir âyet-i kerimede bu

1 Benzer bir ayırım için bk. Mahmûd el-Bustânî, Dirâsât Fenniyye fî Kasasi’l-Kur’ân, s. 151.

2 Bk. Bakara 2/50-66.

3 Bk. Bakara 2/40, 47.

hususta şöyle buyurulmuştur: “Açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokacak konu-larda boş yere sorular sormayın!”1 Bu âyetin hemen akabinde de, muhtemelen Bakara kıssasına imâen geçmişte bir ümmetin benzer şekilde lüzumsuz sorular sordukları ve böylece küfre düştükleri bildirilmektedir: “Sizden önce bir toplu-luk, benzer şekilde lüzumsuz sorular sormuş, bu sebeple de kâfir olmuştu.”2

Dînî meselelerde lüzumsuz soru sormama ve teferruata dalmama hususunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) de ciddi bir hassâsiyet gösterdiğini anlamaktayız. Me-sela Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gün “Ey İnsanlar! Allah, siza haccı farz kılmıştır.

Hac ibadetini yerine getiriniz!” buyurması üzerine, bir sahâbî, “Her sene mi ya Rasulallah?” diye sormuş, bu sorudan rahatsız olurcasına Hz. Peygamber (s.a.v.), bu soruyu cevaplamamış ve az önceki cümleyi üç kere tekrar ettikten sonra şöyle buyurmuştur: “Şayet ‘evet’ demiş olsaydım, sizin üzerinize her sene haccetmek farz olurdu. Ben size bir şey söylemedikçe bana (lüzumsuz) sorular sormayın. Zira sizden evvelkiler, peygamberlerine çokça soru sormak ve karşı çıkmak yüzünden helâk olmuşlardır. Eğer size bir şeyi emredersem, gücünüz yettiğince onu yerine getirin! Bir şeyi de yasaklarsam ondan uzak durun!”3

Nitekim sahâbe, hem İsrâiloğuları’nın “bakara kıssası”nda yaptıkları hatadan hem de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu kıssanın bir nevi talîmî tefsiri sadedindeki tavsiyelerinden iyi bir ders çıkarmış olmalılar ki, kendilerine gönderilen emir ve yasakları sorgusuz sualsiz yerine getirmeye gayret etmişlerdir. Mesela tesettürü emreden âyet nâzil olduğunda, Müslüman hanımlar, detaylarını ya da keyfiyeti-ni sormadan, örtü cinsinden ne bulmuşlarsa hemen onunla örtünmeye çalışmış-lardır.4 Aynı şekilde, içki içerken, içkinin yasaklandığını bildiren âyetleri duyan sahâbe, bu yasakla ilgili lüzumsuz sorulara ve teferruata dalmadan ânında bütün içkileri dökmüş ve içmeyi bırakmıştır.5

3. İsrâiloğulları’nın Seçilmişlik Hissine Kapılıp Aldanmaları ve Allah’ın Azabından Emin Olduklarını Zannetmeleri:

Kur’an, İsrâiloğulları’nın Allah tarafından seçilmiş oldukları vehmine kapıla-rak şımardıklarından ve Allah’ın kendilerine azap etmeyeceğini zannettiklerinden bahsetmektedir.

“Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi. Bunlar, Tevrat’a vâris olmuşlardı,

1 Mâide 5/101.

2 Mâide 5/102.

3 Müslim, “Hac”, 73, hadis no: 3321; Ahmed b. Hanbel, Müsned, hadis no: 7361.

4 Bk. İbn Kesîr, Tefsîr, III, 274-275.

5 Bk. İbn Kesîr, Tefsîr, II, 89.

ancak (âyetleri tahrif etme ve dini, insanların isteklerine göre uyarlama karşılı-ğında) şu değersiz dünya metâını alıp ‘Nasıl olsa affa nâil oluruz’ düşüncesiyle hareket ettiler.1

“Derler ki ‘Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize dokunmayacaktır.’”2

“Derler ki ‘Cennete Yahudilerden ya da Hıristiyanlardan başkası giremeye-cek!’ Bu, onların boş kuruntularından başka bir şey değildir.”3

“De ki ‘Madem iddia ettiğiniz gibi Allah katındaki cennet sizin tekelinizdey-se hadi bakalım ölümü isteyin o zaman!’”4

Son üç âyet, Medine’de yaşayan Yahudiler hakkındadır. Ancak İsrâiloğulla-rı’nın seçilmişlik kuruntusuna kapılmaları, çok daha öncelere dayandığı için bu âyetler, Hz. Musa kıssasına bir tetimme gibi düşünülebilir. Bu âyetler, aslında Müslümanlara da imanlarına güvenip gurura kapılarak kendilerini kesin cennete gideceklerini düşünmemeleri noktasında da ciddi bir uyarı içermektedir. Nitekim şu âyet bu durumu açıkça ifade etmektedir: “(Cennete girmek) ne sizin kuruntu ve temennilerinizle ne de Ehl-i Kitab’ın kuruntu ve temennileriniyle gerçekle-şir.”5 Bu âyetten, âyetin nâzil olduğu dönemde Müslümanların bir kısmının böyle bir kuruntu içerisinde oldukları sonucu çıkarılabilir.6 Nitekim bu âyetin sebeb-i nüzûlü olarak bu doğrultuda bazı rivâyetler mevcuttur.7

4. İsrâiloğulları’nın Allah’ın Verdiği Hükümlerle Amel Etmemesi:

Medine’de nâzil olan bazı âyetlerde, Hz. Musa vâsıtasıyla İsrâiloğulları’na vahyedilen hukûkî talimâtların mutlaka yerine getirilmesi, Allah’ın hükmettiği şekilde hüküm verilmesi, aksinin küfür, zulüm ve fısk olduğu ifade edilmiştir:

“Kim, Allah’ın vahyettiği hükümlere göre hüküm vermezse işte o, kâfirin ta kendisidir.”8

“Kim, Allah’ın vahyettiği hükümlere göre hüküm vermezse işte o, zâlimin ta

1 A’râf 7/169.

2 Bakara 2/80.

3 Bakara 2/111.

4 Bakara 2/94.

5 Nisâ 4/123.

6 Bu âyetteki muhatap zamirin Müslümanlara mı yoksa müşriklere mi râci olduğu konusu ih-tilâflıdır. Biz, Müslümanlara râci olduğu kanaâtini tercih ettik. Bu konuda detaylı bilgi için bk.

Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV, 170-174.

7 Bk. Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV, 170-171.

8 Mâide 5/44.

kendisidir.”1

“Kim, Allah’ın vahyettiği hükümlere göre hüküm vermezse işte o, fâsığın ta kendisidir.”2

Bu âyetlerin Kur’an’da yer almasından, bunların nâzil olduğu dönemlerde, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ve Kur’an’a iman ettiğini söyleyenlerin içinde de Kur’an’da Allah’ın bildirdiği ahkâmla hükmetmek istemeyenlerin olduğuna ve ileride de olacağına dair bir işaret çıkarılabilir. Nitekim bazı âyetler, böyle bir tutumun, Müslüman olduklarını söyleyenler tarafından da sergilendiğini göstermektedir:

“(Sözde) iman edenler, ‘Savaş hakkında bir sure inmeli değil mi?’ diyorlar. Fakat gel gör ki, içinde savaşı farz kılan anlamı açık bir sure nâzil olunca kalplerinde hastalık bulunanlar sana ölüm baygınlığındaki kişi gibi bakmaya başlarlar.”3

Yukarıda zikredilen Mâide Suresi’ndeki âyetlerde bahsedilen durumun sa-dece Yahudilerle ilgili olup olmadığı, Müslümanları da kapsayıp kapsamadığı sahâbe neslinden itibaren tartışılmıştır. Çoğunluk, Müslümanları da kapsadığı kanaâtindedir. Nitekim İbn Mesud “Bu âyet, hem Yahudiler hem de diğer in-sanlar hakkındadır” derken Huzeyfe “Siz, karakter bakımından İsrâiloğulları’na en çok benzeyen ümmetsiniz, Onların yaptıklarının tıpkı tıpkısına aynısını ya-pacaksınız, tek bilemediğim şey buzağıya tapıp tapmayacağınızdır” demiştir. İbn Abbas’a nispet edilen şu söz de, bu âyetlerin Müslümanlara da hitap ettiğinin çarpıcı bir ifadesidir: “Siz ne de iyisiniz ya! (Kur’an âyetlerinden) iyi, tatlı ne var-sa sizin hakkınızda; kötü ve acı ne varvar-sa Ehl-i Kitâb hakkında öyle mi! İyi bilin ki, Allah’ın hükmünü inkâr eden (kim olursa olsun) kâfirdir. Kabul ettiği halde onunla hükmetmeyen ise zâlim ve fâsıktır.”4

1 Mâide 5/45.

2 Mâide 5/47. Bu âyet, aslında Allah’In indirdiği hükümlere göre hükmetmeyen Hıristiyanlar hakkındadır. Ancak bir önceki âyetlerde Allah’ın indirdiği hükümlere göre hükmetmeyen Ya-hudiler hakkında “kâfir” ve “zâlim” sıfatları kullanıldığı için metinsel bağlamdan bu ifadenin Allah’ın indirdiği hükümlere göre hükmetmeyen Yahudiler hakkında da geçerli olduğu anlaşıl-maktadır.

3 Muhammed 47/20.

4 Zemahşerî, Keşşâf, II, 625.

5. Yahudi Din Adamlarının Hataları:

Hemen her dinde, o dinin kurucusunun vefatından sonra ortaya çıkan bir

“din adamları” zümresi mevcuttur. Aynı şey, Yahudilik için de geçerli olmuştur.

Nitekim Hz. Musa’nın vefatından sonra Yahudilik’te güçlü bir din adamı sınıfı oluşmuştur. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra da Müslümanlar arasın-da bir din aarasın-damları sınıfının teşekkül edeceği tabiîdir. İşte bu sebeple olsa gerektir ki, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatına yakın nâzil olan âyetlerde, gerek Hz. Pey-gamber’den (s.a.v.) önceki zamanlarda gerekse onun zamanında yaşayayan Ya-hudi din adamlarının yaptıkları hatalar gündeme taşınmış ve böylece hem Hz.

Peygamber’in (s.a.v.) vefatından hemen sonra sahâbe içinden çıkacak din âlimle-rine, hem de kıyâmete kadar gelecek olan İslâm âlimlerine uyarı ve tavsiyelerde bulunulmuştur.1