• Sonuç bulunamadı

Değerlendirme ve Sonuç:

MEDENÎ SÛRELER BAĞLAMINDA İLK İSLÂM TOPLUMUNUN SİYASİ KİMLİĞİ

C. İsrâiloğulları’nın Kitap Tasavvurundaki Yanlışlıklar:

IV. Değerlendirme ve Sonuç:

Kur’ân-ı Kerim’in ilk ve doğrudan muhatabı, Hz. Muhammed (s.a.v.) ol-duğu için, onun risâlet sonrasındaki hayat öyküsünün, bir başka ifadeyle İslâm’ı

1 Bakara 2/176.

2 Bakara 2/253.

3 Âl-i İmrân 3/105.

4 Bazı rivâyetlerde, bu âyetlerin kader hakkında olduğu ifade edilir (Bk. İbn Kesîr, Tefsîr, I, 502.) 5 İbn Kesîr, Tefsîr, I, 502.

tebliğ ve tebyin için verdiği mücadelenin seyri, Kur’an’ın muhtevasının şekillen-mesinde belirleyici bir unsur olmuştur. Bu sebepledir ki, Kur’an, yirmi üç yıllık nüzûl süreci boyunca, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yaşadığı şartlardaki değişimleri dikkate almış, hitap ettiği dönemin ferdî, ictimâî, iktisâdî, askerî, dînî vs. şartları-nı göz önünde bulundurmuştur. Zira Allah Teâlâ, insandan ve toplumdan kopuk bir mesaj gönderip hâriçten gazel okumamıştır. İnsana, hayatın içinden seslen-miştir. Bu sebepledir ki, Medine’deki ictimâî ve siyâsî ortam, Mekke’dekinden farklılaşınca vahyin dili ve muhtevası da farklılaşmıştır. İşte bu farklılaşma, Kur’an kıssalarının anlatımına da yansımıştır.

Kur’an kıssaları içerisinde en çok tekrar edilen kıssa olan Hz. Musa kıssasının anlatımına bakıldığında da, Mekkî dönem ile Medenî dönem arasında üslup ve muhteva açısından belirgin farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu farklılıkları, çelişki ya da bazı müsteşriklerin iddia ettiği gibi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) fırsatçılığıy-la değil, Kur’an vahyinin genel özelliği ofırsatçılığıy-lan başta Hz. Peygamber (s.a.v.) olmak üzere ilk muhatap kitlenin içinde bulunduğu koşullara uygun bir dil, yöntem ve muhteva kullanmasıyla açıklamak gerekir.

Kur’an kıssalarını da sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için, öncelikle kıssa-larla ilgili âyetlerin, ilk nâzil olduğu dönemde ne dediği, neye tekabül ettiği, o toplumun hangi sorununu dile getirdiği, o topluma ne tür bir çözüm sunduğu, nasıl bir istikamet tayin ettiği ve o toplum tarafından nasıl anlaşıldığı üzerinde durmak gerekir. Kıssaların anlatımında bir takım farklılıklar varsa bunların hangi şartlardan dolayı değiştiğini anlamak için de yine ilk nüzûl dönemine gitmek gerekecektir. Hz. Musa kıssası bu gözle okunduğunda özetle şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır:

Hz. Musa kıssasının Mekkî anlatımı, öncelikle vahiy meselesi üzerinde dur-maktadır. Âyetlerin indiği dönem göz önünde bulundurulduğunda bu oldukça anlamlıdır. Zira Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risâletinin ilk yıllarında Mekke gün-demini meşgul eden en önemli mesele vahiy ve peygamberlik olmuştur. Hz.

Musa’ya vahiy geldiğini anlatan âyetlerin mesajı şudur: Vahiy, bugünün mese-lesi değildir, tarih boyunca Allah, çeşitli peygamberlere vahiy göndermiştir. Hz.

Musa’ya vahyeden kim ise, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahyeden de O’dur. Allah Teâlâ, dilediğine, dilediği şekilde vahyetme kudretine sahiptir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Medine döneminde inen âyetlerde ise, Hz. Musa’ya vahyin ilk ge-lişinden bahseden âyetlere yer verilmemiş, bunun yerine ona “kitab” ve “furkan”

verildiğinden bahsedilmiştir. Zira artık Medine’de, Hz. Muhammed’e ilk vahyin gelmesinin üzerinden yıllar geçmiş ve o döneme kadar pek çok Kur’an âyeti nâzil olmuş ve artık Kur’an, “kitab”laşma sürecine girmiştir.

Mekkî anlatımda en dikkat çekici yönlerden birisi de, Hz. Musa’nın Fira-vun ile diyalog ve mücadelesine mükerreren yer verilmiş olmasıdır. Bu mücadele ve diyaloglar, Mekke’nin Firavunlarına karşı Hz. Muhammed’in (s.a.v.) verdiği mücadeleye çok benzemektedir. Adeta Hz. Musa, tarihin ötelerinden yankılanan tevhidin sesi; Firavun da tarihin ötelerinden yankılanan şirkin sesi gibidir. Tevhid ve şirkin mantığı değişmediği için Hz. Muhammed’in (s.a.v.), söz ve tavırları Hz.

Musa’nınkilere; yönetimde söz sahibi olan Mekkeli müşriklerin söz ve tavırları da Firavun’unkilere çok benzemektedir. Medine’de ise, Mekke’deki Hz. Musa-Fi-ravun mücadelesinin yerini, Hz. Musa-İsrâiloğulları mücadelesi almıştır. Kıssa-da, adeta bir perde kapanmış, yerine başka bir perde açılmıştır. Bu da dönemin şartlarına uygun bir değişim olmuştur. Zira Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ve Müs-lümanların Medine’ye göç etmeleriyle birlikte Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendi kıssasında da yeni bir safha açılmıştır. Artık müşrik toplumun içinde güçsüz bir unsur olarak onlarla mücadele dönemi kapanmış, Müslümanların hâkim olduğu bir toplumsal yapıya kavuşulmuştur. Burada Hz. Peygamber’in (s.a.v.) karşısına, Mekke’de karşılaşmadığı iki yeni zümre çıkmıştır: Yahudiler ve münafıklar. Böy-lece Hz. Musa kıssasından, Hz. Musa’ya inandığını söyleyen, ancak inancında samimi ve dürüst olamayan İsrâiloğulları’nın yaptıkları çeşitli hatalar anlatılarak, bu kıssa üzerinden Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlara çeşitli uyarı ve me-sajlar gönderilmiştir.

Özetle ifade etmek gerekirse, Hz. Musa kıssasının Mekkî anlatımında tevhid ve onun Allah’a itaat ile alâkalı boyutları ön plana çıkarılırken, Medenî anlatımın-da peygamberlik müessesesi ve onun Musa’ya itaat ile alâkalı boyutları ön plana çıkarılmıştır. Kıssanın Mekke’de anlatılan bölümlerinde Hz. Musa’nın müşrik-ler ve zâlimmüşrik-lerle mücadelesi anlatılırken, Medine’de anlatılan bölümmüşrik-lerinde, Hz.

Musa’ya inandığını söyleyen, ama bunun gereğini yerine getirmeyen İsrâiloğulları ile mücadelesi anlatılmıştır. Bir başka ifadeyle, Mekke’de tevhid-şirk; Medine’de ihlâs-nifak mücadelesi ön plana çıkmıştır. Mekke’de İsrâiloğulları’nın cefâkârlığı anlatılırken Medine’de vefâsızlıkları anlatılmıştır. Bütün bunlardan çıkan sonuç ise şudur: Allah Teâlâ, kıssalarla ilgili bilgi verirken, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) içinde bulunduğu durumu, Kur’an vahyinin geçirdiği safhaları ve indiği toplu-mun birbirinden farklı yapılarını ve ihtiyaçlarını dikkate almıştır. Bu da göster-mektedir ki, Kur’an’daki kıssaları hisse çıkarmak için anlattığını vurgulayan Allah Teâlâ, aynı kıssada dönemsel olarak farklı vurgulara yer vererek, kıssaları anlatış gayesine uygun bir muhteva ile sunmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm.

Kitâb-ı Mukaddes, Kitâb-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1995.

Ahmed Muhammed Cemâl, el-Kasasu’r-Remziyyu fi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1985.

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Çağrı Yay., İstanbul 1982.

el-Âlûsî, Şihâbuddîn Mahmud, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’i’l-Mesânî, Dâru İh-yâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ts.

Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1988.

Aydın, Mahmut, Dinler Tarihi, Ensar Neşriyat, Samsun 2011.

el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay., İstanbul 1992.

el-Bustânî, Mahmûd, Dirâsât Fenniyye fî Kasasi’l-Kur’ân, Dâru’l-Belâğa, Beyrut 1989 Derveze, İzzet, et-Tefsîru’l-Hadîs, Dâru’l-Ğarbi’l-İslâmî, Tunus 2008.

Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979.

Hamîdullah, Muhammed, İslâm Anayasa Hukuku, ed. Vecdi Akyüz, Beyan Yay., İstanbul 1995.

Harman, Ömer Faruk, “Musa”, DİA, XXXI, 207-213.

Hâzin, Alâüddin Ali b. Muhammed, Lübâbu’t-Te’vîl fî Maâni’t-Tenzîl, Beyrut ts.,

İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail ed-Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Mısriyye el-Lübnâniyye, Kahire 1990.

Köksal, Asım, İslâm Tarihi, Şamil Yay., İstanbul 1987.

Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’ân, Dâru’ş-Şurûk, Kahire 1996.

Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, İnsan Yay., İstanbul ts.

Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc, el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay., İstanbul 1992.

er-Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2001.

Reşîd Rızâ, Tefsîru’l-Menâr, Dâru’l-Marife, Beyrut 1993.

es-Suyûtî, Celâlüddîn, ed-Dürru’l-Mensûr fi’t-Tefsiri bi’l-Me’sûr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2001.

eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, Fethu’l-Kadîr, Dâru’l-Erkam, Beyrut ts.

et-Taberî, Ebu Cafer, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire 2010.

ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Cârullah Mahmud, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl, nşr. Muhammed Abdusselâm Şâhîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995.

MÜZAKERE

Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK

Gayet güzel bir tebliğ dinlediğimizi belirtmeliyim. Bununla birlikte tebliğle ilgili şu hususa dikkat çekmek gerekir diye düşünüyorum: Tebliği sunan arkada-şımız tezini ispatlama sadedinde bence gereğinden fazla misale yer vermektedir.

Belki bu bir kusur değildir ama muhatabı tebliğcinin tebliğde anlatmak istediği tezin ana fikrinden çok ayrıntılara yöneltmeye sebebiyet verebilir.

Sayın Ay bize takdim ettiği tebliğinde, indiği dönemde Kur’an’ın ne denli hayatla iç içe ve hayatla bir alışveriş içerisinde olduğunu gayet başarılı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu nedenle kendisini tebrik ediyorum. Haddizatında anlat-tıkları, Kur’an tefsirinde ne gibi bir amaç güdülmesi gerektiğini de dolaylı olarak ortaya koymaktadır. Hayatın kendisini amaçlamayan tefsir, Kur’an’ın indiriliş amacıyla uyum içerisinde değildir.

Tebliğin konusu Medine dönemi olduğu için tebliği sunan arkadaştan sö-zünü ettiği Kur’an kıssalarının günümüz hayatında neye tekabül ettiğini; hangi olaylara hitap edip çözümler getirdiğini anlatmasını bekleyemeyiz. Ne var ki he-def alınması gereken, Kur’an’ın, bizim hayatımıza ne anlattığını ortaya çıkarmaya gayret etmektir. İşte o zaman dini hayatımızda Kur’an’ın işlevselliğini müşahede ederiz. İşte o zaman Kur’an, indirildiği amaç doğrultusunda hayatımızı etkiler.

Malik b. Nebi bir kitabında kendisi ve kendisi gibi bir yol izleyenlerle Hasan el-Benna arasında bir karşılaştırma yapar ve hayatı etkileme bakımından el-Benna’nın neden daha etkili olduğunu şu sebebe bağlar: Hasan el-Benna ce-reyan eden olaylara öyle uygun ayetler getirirdi ki onu dinleyen, o ayetlerin o olaylar için indirildiğini sanırdı. Malik b. Nebi’nin birikimi çok daha fazlaydı ve düşünceleri de çok daha derindi. Ama el-Benna hayat üzerinde daha etki-li oldu. Günümüzde İslam ve Arap aleminin önemetki-li bir ülkesi olan Mısır’da el-Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler iktidardadır ve Arap aleminin dik-tatörlük ve zulme karşı koymanın en etkili motor gücü el-Benna’nın yolunu izleyenler olmuştur.

Sabahtandır ilmi tebliğler dinliyoruz. Son oturumun son konuşmacısı olarak ben de yoruldum sizler de yorulmuşsunuzdur. Bu sebeple müzakereyi burada bi-tiriyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.

II. OTURUM

MEDENÎ ÂYETLERDE