• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Sonrası Dönemde Osmanlı’da Yerleşim Düzen

1.4. Türkiye’de Şehirleşme/Kentleşme

1.4.1. Osmanlı’da Şehir ve Yerleşim Düzen

1.4.1.2. Tanzimat Sonrası Dönemde Osmanlı’da Yerleşim Düzen

3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen belgenin Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmasıyla ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti’nde sosyo-politik, kültürel, hukukî ve askerî alanlarda birçok reformun yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Bu tarihten itibaren birçok alanda görülen köklü değişimler, Osmanlı Devleti’nin batılılaşma sürecine girmesinin de önünü açmıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesi ile birlikte yaşanan bu dönüşüm süreci, Osmanlı Devleti’nin bürokratik, sosyal, iktisadî ve kültürel müesseselerini yeniden tanzim ederken, kentlerin fiziksel dokusunun değişimini hızlandıran gelişmelere de zemin hazırlamıştır. Osmanlı Devleti’nin yönünü Batı’ya çevirmeye başlamasının sembolü olan bu gelişme51 sonrasında yeni bir kimlik kazanan kentsel doku, önceki dönemden

farklı bir kent yapılanmasının belediyeler tarafından tesis edilmesini sağlamıştır. Osmanlı yerleşim ve toprak sistemi, Tanzimat’la birlikte önemli ölçüde değişime uğramıştır. Tanzimat öncesinde, saray ve saraya bağlı kişiler tarafından bir vakıf kapsamında inşa ettirilen büyük külliyeler aracılığıyla oluşturulan yerleşim merkezleri, Tanzimat sonrasında yapılan idari ve kentsel reformlara da bağlı olarak daha farklı oluşum nedenleri ile yapılanmış ve yeni nizamnameler kapsamında da farklı bir fiziksel doku yansıtmıştır.

Belediyelerin kurulması ve şehir planlaması anlayışının gelişmesi de Tanzimat’la başlamıştır. İmar planlarına bilimsel altyapı oluşturan ilk şehir haritası bu açıdan önem taşımaktadır.52 Yerleşim birimlerinin, şehir haritalarına dayalı olarak

sistemli bir biçimde yeniden tanzim edilmeye başlandığı bu dönem, aynı zamanda

51 Orhan Avcı, “Bugüne Uzanan Yakınçağ”, Tarih El Kitabı Selçuklular’dan Bugüne, Derleyen: Ahmet Nezihi Turan, Grafiker Yayınları, Ankara 2006, s. 479.

Tanzimat sonrası Osmanlı kentlerinin yaşadığı ilk modern dönüşüm sürecine tesadüf etmektedir.

Prof. Dr. İlhan Tekeli, Osmanlı’da modern planlamanın başlangıcını 1839 yılına dayandırmaktadır. Tekeli, modern denilebilecek ilk İstanbul haritasının tarihinin 1776 olduğunu, ancak bu haritanın plan kararıyla birleşmediğini hatırlatmakta; harita alımıyla plan kararının birleşmesinin ilk kez Osmanlı ordusunun reformu için Türkiye’ye gelen Alman subay Von Moltke’nin çalışmasında görüldüğünü belirtmektedir:

“Osman Nuri Ergin’in ‘Mecelle-i Umur-u Belediyesi’nde bahsettiği 1839 tarihli İlm-u Haber, bu planın içeriği konusunda bize önemli ipuçları veriyor. Bu İlm-u Haber İstanbul’a özgü bir çeşit imar nizamnamesi diye düşünülebilir. Bu belgede, oluşturulacak ana yol güzergahları belirtildiği gibi, artık çıkmaz sokakların kaldırılacağı, yapılacak yolların birbiriyle dik olarak kesişeceği vb. kurallar konuluyor. Aslında Von Moltke’nin çizdiği 1836-1839 haritası ve 1839 tarihli İlm-u Haber, modern planlamanın başlangıç noktası olarak görülebilir.”53

Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği 1839 yılı, aynı zamanda farklı alanlarda kaydedilen teknik gelişmelerin ivme kazandığı bir sürecin başlangıcına tesadüf etmektedir. Alman subay Von Moltke tarafından hazırlanan ilk bilimsel şehir haritasının, İstanbul için düzenlenen imar nizamnamesine temel teşkil etmesi, Tanzimat döneminden itibaren belirli bir şehir planlaması stratejisinin oluşturulmaya başlandığını ortaya koymaktadır. Belediyecilik teşkilatının ilk örneklerinin tesis edilmesiyle birlikte şehir planlaması anlayışının gelişmesi, Osmanlı Devleti’nin

53 İlhan Tekeli, “Türkiye’de Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi”, XXII. Yunus Aran Konferansı, 12 Mayıs 2005.

Tanzimat dönemi reformlarına paralel olarak batı menşeili kurumları model almaya başlamasının sonucudur. Bu suretle, Osmanlı Devleti’nin birçok alanda batı dünyasıyla daha yakın ilişkiler kurmaya başladığı bu dönemin kentleşme açısından da bir tür dönüm noktası olarak kabul edildiğini görmekteyiz.

Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra (1826), şehirlerle ilgili hizmetlerden sorumlu olan kadılar da en büyük yardımcılarını yitirmişlerdir. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında ise, Osmanlı’daki reform hareketlerine ve Avrupa ile yoğunlaşan ticarî ilişkilere paralel olarak, vakıflara ve kadılara dayalı geleneksel yerel yönetim anlayışı yetersiz kalmış; ekonomik ve ticarî faaliyetlerin yoğun olarak yaşandığı merkezlerde (Başkent İstanbul ve diğer liman kentlerinde) ulaşım ve altyapı hizmetlerine dönük talep artmıştır.54

Bu dönemde kabul edilen imar nizamnameleri, şehirlerin fiziksel dokularını oluşturan yapıların inşaatına ilişkin yönetim ve denetim işlevlerini belirli bir yasal statüye bağlamaktadır. 1848 yılında çıkarılan Ebniye Nizamnamesi, binaların yapımına ve şehirciliğe ilişkin düzenlemeler getiren ilk örnek olması nedeniyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk imar mevzuatı olarak da değerlendirilir. Düzenleme ile; yapı ruhsatı, bina yükseklikleri gibi konulara bazı kurallar getirilmiş, cadde ve sokakların genişletilmesi için yıkılması gereken binaların kamulaştırılması öngörülmüştür.

1854 Kırım Savaşı sonrasında, İstanbul’u bir düzene koymak için çıkarılan

İstanbul Şehremaneti’ni takiben, ilk belediye, azınlıkların yoğunlaştığı Galata-

Beyoğlu’nda 1857’de kurulmuştur. İlerleyen yıllarda İstanbul’da, Galata-Beyoğlu örneğinden yola çıkılarak yeni belediyeler kurulacaktır.

1864 yılında kabul edilen Teşkili Vilayet Nizamnamesi ise, yalnızca İstanbul’u değil, bütün İmparatorluğu kapsamaktadır. Eyalet sistemi yerine vilayet sistemini getiren bu kanun, bugünkü İl Özel İdarelerinin de temelini atmıştır.55

Toprakta özel mülkiyet sistemine geçişi sağlayan 1858 tarihli Arazi

Kanunnamesi ve belediye teşkilatının tüm Osmanlı İmparatorluğu’na yayılarak imar,

bayındırlık, temizlik, nüfus sayımı ve itfaiye hizmeti gibi önemli hizmetleri belediyelerin sorumluluk alanına dahil eden 1877 tarihli Dersaadet ve Vilayet

Belediye Kanunname’lerinin çıkarılması, bu dönemin şehir planlamasına ilişkin diğer

önemli gelişmeleridir.

Tanzimat sonrasında ortaya çıkan idarî ve kurumsal yapılaşmada görülen değişiklikler, bina tiplerine ve kent dokusunun oluşumuna da yansır. Vilayetlerin oluşumu, Vilayet Meclisi ve Belediye gibi kurumların ortaya çıkması, değişen eğitim sistemi, yenilenen askeri düzen, yeni ticari kurumlar, farklılaşan ulaşım biçimleri ve teknolojik gelişmenin sağladığı yeni kurumlar sonucunda, Osmanlı kentlerinde daha önce görülmeyen yapılar ortaya çıkar. Hükümet Konakları, Belediye Binaları inşa edilmeye; kışla, karakol gibi yapılar; İdadî, Rüştiye gibi yeni eğitim binaları, yeni plan özellikleri ile hastaneler ortaya çıkar. İstasyon, rıhtım, postane gibi yapıların yanı sıra, nakledilecek mallar için depolar, yolculuk yapanlar için oteller inşa edilir.

Dış sermayenin Osmanlı kentine girmesi sonucunda bankalar kurulur, bu kapsamda iş hanları, sigorta binaları yapılır.56

Tanzimat sonrası dönemde Osmanlı şehirlerinin fiziksel dokusunun teşekkülünde rol oynayan siyasal faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. İmparatorluğun küçülme döneminde yerleşim ve konut açısından karşılaştığı bir sorun, kaybedilen topraklardan gelen Türk göçmenlerin yerleştirilmesi olmuştur. “93 Harbi” olarak anılan Osmanlı-Rus Harbi sonunda (1877) Kafkasya, Kırım ve Dobruca’dan Osmanlı topraklarına doğru göç edenler; Adapazarı, Şam ve Amman bölgelerinde konutsuz olarak yerleştirilmiş ve yurtlandırılmışlardı. Bu yüzden her göçmen, kenti olanakları içinde konut sahibi olma çabasına girişmişti. Bununla beraber, o zamanın İzmir Valisi Halil Rıfat Paşa, Dobruca’dan gelen göçmenler için, kişisel çabaları ve halktan topladığı bağışlarla İzmir’in Aziziye Mahallesi’nde birtakım konutlar yaptırmıştı. Bu tarihten hemen sonra Girit’ten gelen Türk göçmenleri de; İzmir, Antalya, Bodrum ve İstanköy’e yerleştirilmişlerdi. İzmir Belediye Başkanı Eşref Paşa, Beştepeler semtindeki hazine arazilerine gecekondu niteliğinde konutlar yapan Girit Türklerinde göz yummuştu. Kâmil Paşa’nın İzmir Valiliği sırasında, Girit Türklerinden muhtaç olanlara, kentin kenarında 40’tan fazla konut yaptırılmıştı. Yine, göçmenlerden dul olanlara Katipoğlu semtinde ikişer odalı konutlar verilmişti. İlk sosyal konutlar olarak değerlendirilebilecek bu girişimlerin yöresel oluşu dikkatlerden kaçmamaktadır. Hükümetin, süregelen göçlerle ilgili bir yerleştirme ve yurtlandırma politikası bulunmamaktadır.57 Bu münasebetle,

ülkemizde modern kentleşme sürecinin başlangıcından hemen önce, konut sunumu sorunun henüz 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülmeye başlandığını ifade edebilmek mümkündür. İmparatorluğun bilhassa 19’uncu yüzyıl boyunca Balkanlar’da yaşadığı toprak kayıpları neticesinde, bu coğrafyalardan Anadolu topraklarına göç eden nüfusun iskânına ilişkin herhangi bir devlet politikasının biçimlendirilmemiş olması, klasik Osmanlı şehrinden, modern kent modeline geçiş

56 Erdoğan Bayraktar, a.g.e., s. 108.

sürecinde yaşanan sorunların ilk adımını teşkil etmiştir. Nitekim ülkemizde nüfus artışına bağlı hızlı ve plansız kentleşme sorunu, Cumhuriyet’in ilânı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan sanayileşme süreciyle birlikte, sonraki dönemlerde de varlığını sürdürmüştür.

Bu bilgiler ışığında, Tanzimat sonrası dönemde Osmanlı’da kentleşme deneyimini şekillendiren başlıca unsurun, batı dünyasıyla birçok farklı alanda kurulan temas neticesinde idarî ve kurumsal yapılaşmada görülen değişikliklere dayandığını ifade edebilmek mümkündür. Belediye teşkilatının kurulması, şehirlerin fiziksel yapılarını belirleyen ve tanzim eden imar planlarının oluşturulması ve toprak sisteminin değişmesi, klasik Osmanlı şehir modelinin önceki dönemde biçimlendirdiği genel karakteristikten farklı ve özgün bir görünüme kavuşmasını sağlamıştır. Bununla birlikte, İmparatorluğun 19’uncu yüzyıl boyunca uğradığı toprak kayıplarına paralel olarak farklı coğrafyalardan Anadolu’ya yönelen yoğun göç dalgası, şehir merkezlerinin dışında kalan ve “taşra” olarak tabir edilen yerleşim birimlerine benzer nitelikler ihtiva eden bölgelerin kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Ülkemize özgü modern kentleşme deneyimini ele alırken, bu süreci hızlandıran dönüm noktalarını ayrı başlıklar altında incelemek gerekmektedir. Klasik Osmanlı şehir ve yerleşim düzeni ile Cumhuriyet’in ilanını müteakip yıllarda gelişen modern kentleşme süreci arasındaki farklılıkları belirgin kılmak üzere oluşturulan bu tasnif, daha ziyade 1923 ve 1945 yıllarını esas almaktadır. Zira bu iki dönüm noktası, ülkemizde modern kentleşmenin hız kazandığı iki önemli siyasal gelişmeye tesadüf etmektedir.

1.4.2. Türkiye’de Modern Şehirleşmenin Başlangıcı: Sosyal,