• Sonuç bulunamadı

Büyülü Gerçekçilik Örneğinde İçgöç Olgusu

TÜRK ROMANINDA ŞEHİRLEŞME OLGUSU

2.1. Türk Romanında Göç Olgusu

2.1.2. Büyülü Gerçekçilik Örneğinde İçgöç Olgusu

Latife Tekin’in 1983 yılında yayımlanan ilk romanı Sevgili Arsız Ölüm, göç olgusunu sosyo-psikolojik boyutuyla ele alması itibariyle önem arz etmektedir. Zira eserde bu olgu, köylüyü belirli toplumsal ve ekonomik gerekçelerle sanayileşmiş büyük kentlere yönelmeye zorlayan bir nüfus hareketi olarak tasavvur edilmemektedir. Huvat’ın, cinli olduğuna inanılan kızı Dirmit’i, köyünde maruz kaldığı toplumsal baskıdan kurtararak ailesiyle birlikte şehre taşıması hadisesi etrafında karakterize edilen göç, bu niteliğiyle kültürel ve psikolojik nedenlere dayalı olarak gerçekleşen zorunlu bir “yer değiştirme eylemi”dir. Dolayısıyla romanda göç olgusu, bireyi, kırsal yerleşimde hüküm süren feodal düzenin baskısından kurtararak toplumsal denetimin kısmen daha zayıf olduğu şehirde yeniden “özgür” kılabilmek üzere başvurulan bir araç olarak ele alınmaktadır.

“... Elmas gelin Dirmit’i taşlamadı ama onun cininden çekindiğinden kapıyı açmadı, onu kucağına almadı. Dirmit gerisin geri eve doğru koşmaya başladı. Dar sokakta köyün çocukları Dirmit’in yolunu çevirdiler. Saçlarını yoluk yoluk ettiler, kafasına taşla vurup yardılar, üstünü başını yırtıp bağrışarak köyün içine dağıldılar. Atiye kızını al kanlar içinde dar sokakta ağlarken buldu. Kucağına alıp burnundan soluya soluya eve getirdi. Dirmit’i sedire uzatır uzatmaz bağıra çağıra evden çıktı. Köyde ne kadar ev varsa hepsinin kapısını çaldı. Yakaladığı çocuğu yere yatırıp dövdü. Köy muhtarına, ihtiyar heyetine şikayete vardı. Huvat’ı köye çağırdı. Huvat mektubu okur okumaz deliye döndü. Gece yarıları yollara düştü, iki gün sonra köye indi. İner inmez kızının elinden tuttu, beline tabancayı soktuğu gibi köy meydanına çıktı. Babası, ‘Kim taşladı, kim yolunu çevirdi, kim kafanı yardı, göster,’ diye sordukça Dirmit başını yere yıktı, sustu. O sustukça Huvat bağırdı. Bağıra bağıra öfkesini yenemedi. Kapılara, duvarlara tabanca sıktı... Birkaç gün Dirmit’in elinden tutup köyün içinde gezindi. Onu pınarın başına, bağa, tarlalara götürdü. Ama bir deri bir kemik, benzi soluk, boynu bükük koyup gitti. Giderken de Atiye’yi olandan

bitenden haberdar etmesi için tembihledi. Dirmit’i rahat bırakmazlarsa Seyit’i ya da Halit’i gönderip onu yanlarına, şehre almaya karar verdi. Ayrıca, döllerin şehirde sefillik çektiklerini, evi de yükleyip şehre götürmeyi düşündüğünü Atiye’ye çıtlattı.

Atiye, Huvat’ın ağzından şehir lafını duyar duymaz hemen hazırlığa kalktı. O daha ağılın başına çıkmadan çocuklarına, gelinine müjdeyi verdi...”174

Yazar göç temi üzerinden, taşra insanının tahakkümü altında yaşadığı feodal düzeni ve bu düzen içinde kök salan hurafelerin yarattığı gayriahlâkî değerleri tenkit etmektedir. Huvat’ın kızları Nuğber’le Dirmit, karısı Atiye, gelini Zekiye ve oğullarıyla birlikte yaşadığı köy olan Alacüvek, batıl inançları, kaideci temayülleri, muhafazakâr yapısı ve bağnaz ahlâkî değerleriyle pre-modern yaşam tarzının hâkim olduğu tipik bir taşra yerleşimidir. Alacüvekliler değişim ve gelişim karşısında tutucudur. Yaşadıkları sorunlar karşısında çözümü batıl inançlarının rehberliğinde ararlar. Sözgelimi, romanın birinci dereceden kahramanlarından Huvat, karısı Atiye’nin kendi çabasıyla dikiş dikmeyi ve okuma yazmayı öğrenmesini, “aklına

şeytan karışmasına” bağlar. Huvat’ın küçük kızı Dirmit’in, radyonun yayına

geçeceği saati güneşin batışını gözlemleyerek tahmin etmeye başlaması, “cinlerle

irtibat halinde olmasıyla” açıklanır. Dirmit’in tuhaf davranışları bir süre sonra

köylünün kendisini “cinli kız” olarak görmeye başlamasına neden olur. Köylünün, yaşanan bütün sorunların müsebbibinin Dirmit olduğuna ilişkin inançlarının güç kazanması, Huvat ve ailesi için köylerini yaşanmaz hale getirir. Bu noktada önem arz eden başlıca husus, ailesini alıp şehre götürmeye karar veren Huvat’ın, alışılagelmişin dışında bir nedenle köyden kente göç etmiş olmasıdır. Zira bu neden, ekonomik ya da toplumsal gerekçelerden ziyade, kültürel ve psikolojik zorunluluklara dayanmaktadır.

Romanın bu bölümünde yer verilen göç hadisesi, eseri iki ana bölüme ayırmış gibidir. Huvat’ın ailesinin köy ortamında geçen cin, peri masallarıyla bezeli ve

rüyaların, mantıkdışı öğelerin hayatı yönlendirdiği birinci bölümde Huvat, Atiye ve farklı durumlar karşısında ortak tutum geliştirmesinden dolayı tek kişilik bir bilinç olarak algılanabilecek Alacüvek köylüleri öne çıkarılır. Alacüvekliler, inançla hurafeyi iç içe yaşayan, farklı durumlar karşısında ortak bir bilinçle hareket eden ama bu davranışlarının anlamını sorgulamayan bazen de çocuksu özelliklere sahip bir grup yapısı içinde resmedilir. Bu bölümde roman kişileri gibi zaman ve mekân algısı da hep düş, rüya, fantezi, hurafe gibi olağandışı öğelerle sürekli iç içelik arz eder.

Romanın, şehre göçün ardından başlayan ikinci bölümünde ise Aktaş ailesinin kent ortamında sefalete varan maddî sıkıntıları odağa alınarak, kent ilişkisizlikleri içinde savrulması, aile bireylerinin önemli ölçüde yoksulluğa bağlanabilecek birbirleriyle ve dışarıyla kavgası ele alınır. Bu bölümde, ailenin köyden getirdiği yaşamına, kent kültürünün bazı öğeleri sızar.175 Kentte tutunmak

üzere verilen hayat mücadelesi, yabancısı olunan kültüre ait değerlere intibak edebilme çabası, kültürel başkalaşım, işsizlik ve geçim sıkıntısı gibi karakteristik iç göç sonuçlarının, ailenin yaşamı üzerinde müessir olmaya başladığı görülür. Yine bu bölümde, göç öncesi dönemde Aktaş ailesinin yaşantısını şekillendiren metafizik yönelimlerin yerini kent hayatına özgü reel/olgusal değerlerin almaya başladığı ifade edilebilir. Dolayısıyla romanda köyden kente göç, taşra kökenli bireyin yaşantısını yönlendiren faktörlerin soyuttan somuta doğru evrilmesini sağlayan bir vasıta olarak kabul edilmektedir.