• Sonuç bulunamadı

Gecekondu Kültürü Bağlamında Göçmen Nüfusun Kentlileşme/Entegrasyon Sorunu

1.4. Türkiye’de Şehirleşme/Kentleşme

1.4.2. Türkiye’de Modern Şehirleşmenin Başlangıcı: Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Yansımalar (1923-1945)

1.4.2.4. Gecekondu Kültürü Bağlamında Göçmen Nüfusun Kentlileşme/Entegrasyon Sorunu

Ülkemize özgü kentleşme deneyiminin temel problemlerinden biri de, köy- kent dikotomisi ekseninde biçimlenen kültürel entegrasyon sürecidir. Köy kökenli göçmenlerin yoğunlaştıkları gecekondu mahalleleri, kendisine özgü bir yaşam biçimi, insan ve doğa ilişkileri içermektedir. Söz konusu yaşam biçimi ve sosyal ilişki ağı, zaman içerisinde gecekondu yerleşimlerine özgü müstakil bir kültürün teşekkül etmesini sağlamış, bu durum ise kırsal kesime ait değerlerin temsilcisi olma işlevi üstlenen gecekonduların ve gecekondulu nüfusun kent kültürüne intibakı sorununu beraberinde getirmiştir. Bu münasebetle, köy/taşra kültürünün toplumsal uzantılarını kentsel doku içerisinde sürdüren bir mecra olarak gecekondu, özellikle 1940’lı yıllardan itibaren söz konusu çatışmanın merkezinde yer almaya başlamıştır.

Gecekondular, kentsel mekânda varlığını göstermeye başladığında kentliler arasında tedirginlik yaratmış ve şiddetli tepkilerine maruz kalmıştır. 1940’lı yılların Türkiye’sinde kent ‘modern’, ‘Batılı’, ‘medeni’ bir ortamdır; burada köylülere ve

onların derme çatma barakalarına yer yoktur.88 Modernlik ve Batılı olma durumunun göstergesi olarak kurgulanan erken Cumhuriyet dönemindeki kentlerde gecekondunun varlığı, Cumhuriyet modernitesini sarsıcı bir tehlike olarak algılamaktadır. Modern Türk kenti ve özellikle baştan var edilen Ankara, bahçe içindeki konutlardan oluşan düşük yoğunluklu yaşam alanları, düzenli yolları ve geniş bulvarları, modernleşmekte olan insanları bir araya getirerek iletişimi ve etkileşimi sağlayacak meydanları ile Batılı modern dünyaya geçişin bir göstergesi olarak düşünülmektedir. Bu çerçevede tek partili dönemi 1940’larının Ankara’sında hem vali hem belediye başkanı olan Nevzat Tandoğan şalvarlı insanları başkente yakıştırmadıkları için Ankara sınırları içine kabul etmemiştir.89 Ankara’nın imar

süreci kapsamında altyapı ve inşaat çalışmalarında istihdam edilen köylü nüfusun kente akını, gerek kamu otoriteleri gerekse yerli Ankaralılar için kabul edilemez bir durum olarak algılanmıştır.

Aynı dönemlerde benzer bir “öteki” algısı ve gecekondulu göçmen nüfusu yadırgama eğilimi İstanbul’da da mevcudiyet göstermektedir. Ağırlıklı olarak kentlerin sunduğu istihdam olanaklarından istifade edebilmek maksadıyla göç eden nüfusun yerleştiği ve kendine ait müstakil bir kültürel yapı oluşturmaya başladığı bir saha olan gecekondu, kente özgü değerleri benimsemekte güçlük yaşayan bir “sapma” olarak değerlendirilmiştir. Yazar Metin Toker, 28 Eylül 1948 tarihli yazısında “İstanbul’un mutena semti Şişli’nin iki adım ilerisindeki insana dehşet ve

tiksinti veren mahalleler”den90 söz etmektedir. Gecekondu yerleşimlerinin fiziksel koşulları karşısında alınan pejoratif tavır, bu yerleşimlerde ikamet eden nüfusun kentli değerleri benimseyememiş olması ile de ilişkilendirilebilir. Bir başka deyişle gecekondu yerleşimi ve gecekondu kültürü, henüz 1940’lı yılların Türkiye’sinin ideal kent tasavvurunun dışında kalmakta ve olumsuzlanmaktadır. Bununla birlikte,

88 Tansı Şenyapılı, “Cumhuriyet’in 75. Yılı, Gecekondu’nun 50. Yılı”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Derleyen: Y. Sey, İstanbul 1998, s. 301.

89 Funda C. Şenol, Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 2003.

günümüze kadar olan süreçte sayıları büyük bir hızla artan gecekonduların varlığına alışılacak, ancak kendisi karşısında geliştirilen olumsuz algı mevcudiyetini koruyacaktır.

Gecekonduyu sosyolojik bir olgu olarak merkeze alan ilk akademik çalışmalar da, benzer kaygıları ifade etmektedir. Nitekim ilk gecekondu araştırmalarında gecekondu halkı, ne köylü ne kentli olabilmiş, “arafta bekleyen”, kentli alışkanlık, düşünce ve yaşam biçimini kabullenememiş, yani çok doğuran, okuma alışkanlığı olmayan, sinema, tiyatro ve konserlere gitmeyen, hijyen kaygısı taşımayan, masa yerine sofrasında yemek yiyen91 dolayısıyla kenti köylüleştiren bir

kalabalık92 olarak tasvir edilmektedir.

Yukarıda aktardığımız izlenim ve müşahedeler, gecekondulu göçmen nüfusun kente özgü davranış biçimlerini tam olarak benimseyemediğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, taşradan kente taşıdıkları tradisyonel değerleri yaşatma konusunda muhafazakar bir tavır biçimlendiren gecekondulu nüfusun, kent hayatının zorunlu kıldığı kültürel dönüşüm sürecine de yeterince entegre olamadığı ifade edilebilir. Gecekondulu göçmen nüfusun kentle bütünleşemediği kabulü üzerinde yoğunlaşan bu görüş, gecekonduyu “geçici bir yerleşim düzeni” olarak değerlendirmiş, gecekondularda yaşayanların zamanla daha nitelikli ve uzmanlık gerektiren işlerde çalışarak kentin imarlı bölgelerindeki konutlara yerleşeceğini varsaymıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde de söz konusu varsayımın gerçekleşmemesinin başlıca sebebinin, yukarıda vurguladığımız entegrasyon/intibak sorunu olduğu düşünülmüş, gecekondu ve gecekondulu nüfus karşısında yaratılan olumsuz imaj varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

91 İbrahim Yasa, “Gecekondu Ailesi Mozaiği”, Amme İdaresi Dergisi, Sayı: 6, Ankara 1973, s. 41. 92 T. Yörükhan, Gecekondular ve Gecekondu Bölgelerinin Sosyo-kültürel Özellikleri, İmar ve İskan Bakanlığı, Mesken Genel Müdürlüğü, Sosyal Araştırma Dizisi, Sayı: 1, Ankara 1968, s. 12.

Buna mukabil, gecekondulu nüfus, kent yaşamının dönüştürücü etkisi karşısında bütünüyle statik bir yapı olarak karşımıza çıkmamaktadır. Göçmen nüfus bir yandan kent kültürüyle bütünleşmekte muhtelif sorunlarla karşılaşırken, bir yandan da farklı karşılaşma ve çatışmalar neticesinde hasıl olan tesirler altında belirli alanlarda dönüşüme uğramaya başlamıştır. Nitekim köy kültürü ve örgütlenme tarzlarını kentte sürdürmekle birlikte, göçmenin kendini kent koşullarına uyarladığı ve tedrici olarak kendi fiziksel yaşam tarzını, kültürel bakış açısını değiştirdiği de görülmektedir.93 Bu değişim sürecine, gecekondulu göçmen nüfusun kentlileşmesi

adı verilmektedir.

Kemal Karpat, göçmen gecekondulu nüfusun kentlileşmesinin, öncelikle şekilsel düzeyde başladığını ifade etmektedir. Ülkemiz perspektifinden kentlileşme sürecinin dört aşamada tahakkuk ettiğini belirten Karpat, kentlileşmenin ilk aşamasının gecekondulu göçmenlerin kıyafetleriyle kent kültürüne ve kentli alışkanlıklara intibak etme eğiliminin uzantısı olduğunu dile getirmektedir:

“Kentlileşme her ne kadar bir ölçüde köylünün kendi cemaatini terk etmesiyle başlasa bile, göçmenin gecekonduya yerleşmesiyle birlikte süreç gerçek dönüştürücü aşamasına girer. Alanda yapılan gözlemler Türkiye’nin göçmen gecekondulularının kentlileşmesinin dört aşamada gerçekleştiğine işaret etmektedir. İlk aşamaya, kent görüş ve tutumlarına bir hazırlık adımı olarak kent kıyafetini ve bazı kent alışkanlıklarını benimseme damgasını vurmaktadır. Yapay bir değişiklik olmasına rağmen, kent kıyafeti göçmen için daha yüksek bir toplumsal varoluş biçimine geçişi simgeler. Acemice uydurulmuş bir kent (Batı) kıyafetinin altında köy kişiliğini saklayabilir, fakat göçmenin zihninde kıyafet değişikliği kent hayatının maddi ve sonunda kültürel yönlerine uyum sağlama arzusunun ve buna hazırlıklı oluşunun kanıtıdır. Öte yandan, kısmen kentle temasın sınırlı oluşu nedeniyle köy kültürüne

daha bağlı kalan kadınlar, kırsal kıyafetlerini daha uzunca bir süre korurlar. Türkiye’nin modernleşmesi, toplumsal dönüşüm sürecinde kıyafet değişikliğine oldukça sembolik bir işlev yüklemiştir. Bu, önceki kültürel kimliğin kaybedilmesini değil, o kimliğin yeni toplumsal ve siyasal koşullar içinde yeniden tanımlanmasını ima eder.

Kentlileşmenin ikinci aşaması göçmenin su, elektrik ve ulaşım gibi kent hizmet ve olanaklarını benimsemesi ve mevcut iseler bunları paylaşması, yiyecek ve giyeceklerini dükkanlardan satın almasından oluşur. Bu, aynı zamanda bir konut inşa etme ve yerleşim yeriyle yakın bir özdeşim geliştirme zamanıdır. Bu aşama kent ile bütünleşmenin fiziksel yönünü temsil eder ve başarılı bir şekilde tamamlanması belediye yetkililerinin göçmene kentsel olanak ve hizmetleri sağlamaya istekli oluşları kadar göçmenin sürekli istihdam ve yeterli gelir sağlama becerisine de bağlıdır. Bu iki aşamanın kısmen başarılı bir şekilde tamamlanması çoğunlukla kentten hoşnutluk hissi doğurur.

Üçüncü aşama (ki ilk iki aşama ile paralellik gösterir), göçmenin kentin diğer insanlarıyla ilişki kurmak istemesinden meydana gelir. Göçmen, kendisi hakkında kendisi için üstün ya da ideal olarak düşündüğü kent biçimlerine göre şekillendirilmiş yeni bir fikir oluşturur. Göçmenlerin sahip olduğu bazı değerlerin, özellikle aile ve cemaat ilişkileriyle ilgili olanların, kentte hüküm sürenlerden daha iyi olduğuna karar verebilme olasılığı anlamında bu kritik bir aşamadır; böylece değişmeye karşı direnç geliştirebilir. Böyle bir gelişme göçmenin yaşı, köye bağlılık düzeyi, kentte kalış süresi, kent sakinleriyle iletişim düzeyi ve kentsel iktisadî, toplumsal ve siyasal faaliyetlere katılma düzeyince belirlenir.

Kentlileşmenin dördüncü ve son aşaması, göçmenin kentle bütünüyle özdeşleşmesinden, yani kendisini köye değil, kente ait olduğuna dair kişisel inanç ve kanısından oluşur. Bu dönüşümün derecesi, göçmenin kendi köyüne yabancılaşma duygusu oranında kente bağlanmasında aranmalıdır. Göçmenin köyle bağlantısının

ve oradaki akrabalarına olan ilgisinin devam etmesinin onun kentle tam bütünleşmesini engellediği ya da geciktirdiği akla gelebilir. Bizim gözlemlerimiz aksi görüşü destekleme eğilimindedir. “Kökenlerinin” olması ve kentte aşırı güçlüklerle karşılaşma halinde, ne kadar yoksul olursa olsun dönecek bir yerinin olması fikri göçmen için güven tazeleyicidir. Birçok göçmen kentteki ilk zorlu yıllarında, dinlenmek ve özgüven kazanmak için ara sıra köye döndüklerini söylediler. Bazıları, köydeki çekilemez yoksulluğu kendilerinin kentte kalıp başarılı olma kararlılıklarını yeniden alevlendirdiğini; diğer bazıları ise köye yaptıkları ziyaretlerin kendilerini kentteki başarılarının ve değişmelerinin düzeyini ölçme olanağı sağladığını söylediler.94

Buna göre kentlileşme sürecinin ilk iki aşaması, göçmenlerin kentle fiziksel, son iki aşaması ise düşünsel düzeyde bütünleşmesi konularını içermektedir. Yukarıda belirtilen ilk iki aşamada kentin fiziksel koşullarına ve kentlere özgü sosyal davranış biçimlerine uyum sağlamaya çalışan göçmen kesim, sonraki iki aşamada ise kentle düşünsel ve psikolojik bağlamda bütünleşme eğilimi içerisindedir. Kanaatimizce, göçmenlerin kentlileşme tecrübeleri noktasında, üzerinde durulması gereken asıl husus, kültürel aidiyet sorunudur. Bu sorun, ekseriyetle farklı kültürel yapıları temsil eden toplulukların belirli bir alanda bir arada yaşamak zorunda kalmaları neticesinde biçimlenen “mecburi kültür değişmelerinin” doğal bir sonucudur. Mecburi kültür değişmeleri, umumiyetle muhtelif medeniyet veya kültürü temsil eden cemiyetlerin

doğrudan doğruya (direct) karşılaştıkları vaziyetlerde meydana gelmektedir.95

Ülkemizde özellikle 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren hız kazanan iç göç hareketi ve buna bağlı olarak şekillenen plansız kentleşme, köy ve kent kültürleri arasında benzer bir karşılaşma yaratmış, bu durum ise söz konusu iki unsur arasında birtakım toplumsal ihtilaf ve değer çatışmalarının yaşanmasına neden olmuştur.

94 Kemal Karpat, a.g.e., s. 216.

95 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri (Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik), Çamlıca Yayınları, İstanbul 2006, s. 111.

Dolayısıyla gecekondulu göçmen nüfusun kentlileşme deneyimini, özellikle sosyo- kültürel bir sorun olarak algılamak gerekmektedir.

1.4.2.5.Yakın Siyasal Tarihimiz Perspektifinden Gecekondu