• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Öncesi Dönemde Osmanlı’da Yerleşim Düzen

1.4. Türkiye’de Şehirleşme/Kentleşme

1.4.1. Osmanlı’da Şehir ve Yerleşim Düzen

1.4.1.1. Tanzimat Öncesi Dönemde Osmanlı’da Yerleşim Düzen

Osmanlı yerleşim yerleri, Tanzimat öncesi dönemde; sultan, vezir ve diğer devlet yöneticilerinin kurdurduğu cami kompleksleri etrafında gelişmiştir. Günlük yaşamın gerektirdiği; ekonomik, ticarî, sosyal ve kültürel bütün ihtiyaçları karşılayacak yapıları bir araya toplayan külliyelerde; cami, medrese, hamam, çarşı, çeşme, han, mektep, hastane, aşevi gibi binalar yer almış, bu külliyelerin idaresi, camiye bağlı olarak kurulan dinî vakıflara verilmiştir.39

Vakıf, Osmanlı’da şehir mimarisinin temel örgütlenme modelini şekillendiren başlıca kurumdur. Bununla birlikte vakıfların fonksiyonu, şehrin fizikî koşullarını belirleyen yerleşim düzenini şekillendirmekle sınırlı değildir. Vakıflar ayrıca, şehir nüfusunun sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında da varlığına ihtiyaç duyulan önemli teşkilatlar olarak belirmektedir. Turgut Cansever, Osmanlı Şehir ve Devlet

Yönetimini Biçimlendiren İlkelerden Modern Devletin Çıkaracağı Dersler adlı makalesinde vakıfların şehre ve şehirliye hizmet etme özelliklerini vurgulamaktadır:

“Osmanlı şehir oluşumunda merkezi ve yerel çözümlemenin bütünleşmesiyle

her şehir özel bir çözüm oluyordu. Şehir oluşumunda teşkilatlanmanın önemli bir unsuru da vakıflardır. Vakıflar, şehre, şehirliye hizmet ediyordu. Ticarî hayat bu merkezde oluştuğunda, bir artı-değer oluşmaktaydı. Fakat bu artı-değer şehir var olduğu için oluşuyordu. Dolayısıyla bu artı-değer şahıslara değil, şehre geri dönmesi için vakıflara mal ediliyordu.

Şehir merkezindeki yapıların hemen hepsi vakıflarındı. O zaman burada teşekkül eden ve vakıfların elinde toplanan artı-değer vakıflar tarafından şehirliye hizmet, sosyal donanım ve altyapı olarak geri dönüyordu…”40

Osmanlı nahiyeleri bu büyük külliyelerin etrafında oluşurken, mahalleler de, genellikle semt zenginleri eliyle yaptırılan dinî yapıların çevresinde gelişmiştir. Büyük külliyeler; yollar ve köprülerle birbirlerine bağlanmakta, bunlardan en fazla gelişeni şehir merkezi olmaktadır. Yeni yerleşim alanlarının kurulmasına araç olan külliyeler, Balkanlardan ya da Bizans’tan alınan topraklarda da varlığını göstermiştir. Bu eski yerleşim yerlerinde kurulan külliyeler için, mevcut dokuya müdahale edilmeksizin, surların dışı seçilmiştir.41

40 Turgut Cansever, “Osmanlı Şehir ve Devlet Yönetimini Biçimlendiren İlkelerden Modern Devletin Çıkaracağı Dersler (Yönetmek Yerine Yönlendirmek)”, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 3- 4, 1999, s. 219.

41 Filiz Yenişehirlioğlu, “Erken Osmanlı Döneminde Balkanlarda Kent Oluşumu ve Değişimi”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslar arası Sempozyumu Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2001, s. 231-245.

Bu bilgiler ışığında, Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı yerleşim düzenini biçimlendiren başlıca etkenin din olduğunu ifade edebilmek mümkündür. Dini müesseselerin etrafında teşekkül eden yapıların yerleşim düzenini biçimlendirmesi, Osmanlı kentlerinin, İslamiyet etkisi altında gelişen kent modeli paralelinde ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Nitekim sosyo-kültürel, politik ve hukukî kurumlarını İslamî değerlerin oluşturduğu toplumsal yapıların yerleşme düzeni ile Osmanlı kentleri arasındaki belirgin paralellikler, bu savı doğrulamaktadır. Cami külliyelerinin kent merkezlerinin aslî unsurları olarak belirdiği bu yerleşimler, İslam etkisinde gelişen kent modelinin genel karakteristiğini ortaya koyar. Kentlerde sürdürülen sosyo-kültürel, idarî ve iktisadî faaliyetleri denetleyen bir otorite olarak din, bu suretle söz konusu kentlerin belli bir fiziksel karakteristik biçimlendirmesini de sağlamıştır. Bu karakteristiğin oluşumunu ise, 11. yüzyılın sonları ile 12. yüzyılın başları arasında kalan sürece dayandırabilmek mümkündür. Söz konusu İslam kültürü içinde kurulan ve gelişen kentlerin Anadolu-Bizans toprakları ile buluşması, 11. yüzyılın sonlarında, Selçuklu akınları ile olmuştur. Türklerin kitlesel göçü ile Anadolu’ya yerleşikler ve göçebeler olmak üzere, barınma alışkanlıkları farklı iki grup insan gelmiştir. Göçebeler, daha çok Sinop-Ankara-Denizli-Antalya çizgisinin batısında uzanan ve “uç” olarak tanımlanan bir sınır boyunca hareket ederler. Onların doğusundaysa, o sıralarda gelişen uzun mesafe ticaretinin kazançlarından yararlanan daha kentli, daha yerleşik bir nüfus varlık gösterir.42 Osmanlı Devleti’nin

kurulmasıyla birlikte ise, Tanzimat öncesi dönemde Anadolu’daki yerleşim düzenini belirleyen İslamiyet etkisi, daha güçlü ve örgütlü bir şehirleşme modeli yaratmıştır. Dolayısıyla, İslam medeniyeti ile Osmanlı kültürü bünyesinde biçimlenen şehir modeli arasındaki yapısal ilişki, söz konusu yerleşimlerin cami ve cami külliyeleri çevresinde teşekkül etmiş olmaları itibariyle de kanıtlanmaktadır. Bir başka ifadeyle, Osmanlı şehirlerinin yapıcı öğesi, İslam kültür ve medeniyetidir. Bu tespitimizi, Lapidus’un İslam kentlerinin yapısal unsurlarına ilişkin genel tasnifi de doğrulamaktadır. Ona göre, İslam kentlerinin genel karakteristiğini oluşturan beş ana öğeyi şu şekilde sıralamak mümkündür:

42 Uğur Tanyeli, “Başlangıcından Modernleşmeye Osmanlı Çağı”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Kent ve Yerleşme, Derleyen: Yıldız Sey, Tepe Mimarlık ve Kültür Merkezi, İstanbul 1996, s. 106.

1. Kale,

2. Saray ve üst kademe yöneticilerinin oluşturduğu, yönetim işlevini sürdürdüğü, yapıların oluşturduğu, yönetici merkez,

3. Cami, hanlar, bedestenler ve çarşının oluşturduğu kent merkezi, 4. Mahalleler (yoğun konut alanları),

5. Dış mahalleler.43

Yukarıda sıralanan öğeler, aynı zamanda klasik Osmanlı şehir karakteristiğini oluşturan yapısal unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Dinin bir tür sosyal denetim ve yönetsel merkez olma açısından kenti etkilediğini öne süren Lapidus’un bu tespiti, Osmanlı şehir modelinin, İslam medeniyeti etkisi altında gelişen diğer doğu şehirleriyle birçok açıdan örtüştüğünü de ortaya koymaktadır.

Buna rağmen, Tanzimat öncesi Osmanlı döneminin kentsel gelişimi başlarda, Orta Asya ve İslam kültüründe gelişen ve kendinden önce yerleştiği alanlarda varlık gösteren uygarlıkların kalıtlarını içselleştiren Selçuklu döneminden belirgin farklılıklar göstermemiştir. Ne var ki, özellikle 16. yüzyılda, hem kırsal hem de kentsel nüfusun % 40-50 oranında artmış olması ve öte yandan dünya ticaretinde gezginci tüccarın önemini kaybedip yerleşik tüccarın ortaya çıkması, kentin yapısında önemli bir dönüşüm meydana getirmiştir.

Bu yüzyıla kadar Osmanlı kenti, Ortadoğu kentlerine benzer biçimde bir kale ve kalenin dışında kalan “kale altı” denen bir kısımdan oluşuyordu. Kalenin içinde, iç kale ya da hisar denilen yerde yöneticiler oturuyor, bunun dışında ise, kentin ileri gelenlerinin oturduğu ve zanaat faaliyetlerinin yürütüldüğü kısımlar yer alıyordu. Bu noktada Osmanlı kentlerinde yöneticilerin konutlarından ayrı bir işyerleri olmadığı belirtilmelidir. Yöneticiler kendi konutlarında iş gördüklerinden, kent merkezinde

yönetim işlevli ayrı binalar yer almıyordu. Kale altında ise, pazarlar ve yerleşik olmayan ticarî faaliyetler ile tarımla uğraşanlar, kervansaraylar, bazı tekke ve zaviyeler bulunuyordu.44

Anadolu’da ilk çağlardan beri devam eden geniş sokak ve meydan geleneği, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yavaş yavaş kaybolmuştur. Dışa dönük yaşam biçimi giderek dar sokak ve avlu ile içe dönük bir görüntü kazanmıştır. Dar sokak, adeta avlunun mahremiyetini sürdürmüştür. Çıkmaz sokaklar da bu konumun en güzel örneğidir. İş yerlerinin mahallenin dışında olması ise mahremiyetin sürdürülmesini kolaylaştırmıştır.45 Dar sokak ve avlu geleneğinin teşekkülüne zemin

hazırlayan mahremiyeti muhafaza etme eğilimi ise, temelde İslamî değerlerle örtüşmektedir. Bu durumda, dinî ve kültürel aidiyetin, Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı yerleşim düzenini oluşturan yapıların örgütlenme biçimini tayin ettiğini görmekteyiz.

Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı yerleşim düzeni ile ilgili önemli hususlardan bir diğeri ise, etnik köken, dini mensubiyet, sosyal sınıf ve benzeri ayrımlara dayalı mekânsal ayrışmanın söz konusu olmamasıdır. Bu dönemde farklı ulus, din ve gelir gruplarına mensup toplulukların oluşturduğu heterojen nüfus yapısı, Osmanlı kentlerinde herhangi bir hiyerarşik yerleşim düzenine tabi tutulmamıştır. Osmanlı kent düzeninde, Kıta Avrupa’sı kentlerinde var olan sınıf ve toplumsal statü ayrımına bağlı mekânsal ayrışma olmadığı gibi, üst gelir gruplarının ayrıcalığı olan kentsel doku farklılıkları da gözlenmemektedir. Oldukça dar sokak düzeni ile birlikte, zengin bir konağın yanı başında son derece mütevazı bir evin bulunması, üst ve alt gelir gruplarının mekânda iç içeliği ve yer seçimi konusundaki gelişigüzellik, özellikle kent toprakları üzerinde Müslüman ahalinin söz ve karar sahibi değil, geçici

44 Sevilay Kaygalak, “Osmanlı’da Kentsellik ve Kentler: Kent Tarihi Yazımında Kültürelciliklerin Ötesine Geçebilmek”, Mülkiye Dergisi, Cilt: XXIX, Sayı: 246, İstanbul 2005, s. 28.

kullanıcı olması ile açıklanabilir. Bina inşaatı ile ilgili düzenlemeye yer veren Budin Kanunnamesi’ne göre; bina inşaatı, toprağın bir biçimde tasarruf edilmesi olarak değil, alınacak vergi olarak değerlendirilmektedir.46 Kentsel yerleşim düzeninin

etnik, sınıfsal ya da sosyal statüye dayalı ayrımlara bağlı olarak kurulmamış olması, Osmanlı Devleti’nin çok uluslu toplum yapısı ile birlikte, bu yapıyı bir arada tutan değerlerin doğal bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu değerlerin başında ise, din ve millet arasındaki özdeşlik ilgisi gelmektedir. Yüzyıllar içerisinde gelişen “din ve millet birdir” kaidesi47 ile Osmanlı’da millet anlayışının etnik temele dayalı

olmaktan ziyade dini bir cemaati tanımlayacak şekilde tavsif edilmesi, bu tespitimizi doğrulamaktadır. Etnik kökene dayalı sınıfsal ayrışmaları engelleyen bu anlayış, aynı zamanda Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı kentlerinin, farklı ulus, sosyal sınıf ya da dinî cemaatlerin bir arada ve iç içe yaşamalarını sağlayan bir örgütlenme biçimine sahip olmalarını mümkün kılmıştır.

Bu dönemde kentsel yerleşim alanlarının genişlemesini sağlayan külliye geleneği, İstanbul’un fethinden sonra da sürmüştür. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un alınmasının ardından, önce Ayasofya’nın külliye ve altyapısını, ardından Fatih Camisi ve Külliyesini inşa ettirmiştir. Daha sonra Fatih’in emriyle vezirler de kendi külliyelerini oluşturmuşlar, yeni yerleşim alanlarının gelişmesinin önünü açmışlardır.48

Osmanlı kentlerinin bir başka ayırt edici özelliği ise, kuruluş yıllarından itibaren kendine özgü bir ev mimarisi üslubu yaratmış olmasıdır. İlk örneklerine, devletin kurulduğu Batı Anadolu topraklarında rastladığımız bu üslup, 15. ve 16.

46 Ümit Özcan, “İmar Mevzuatının ve Kentsel Topral Mülkiyetinin İrdelenmesi”,

http://www.dapaturk.com, (20.05.2013), s. 7.

47 Recep Duymaz, Üç Tarz-ı Siyaset ve Düşünce Akımları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2004, s. 79.

48 Halil İnalcık, “Fatih, Fetih ve İstanbul’un Yeniden İnşası”, Dünya Kenti İstanbul, Habitat II Konferansı, İstanbul 1996, s. 20-33.

yüzyıl Anadolu’sunun ev biçimini tayin etmiştir. Bu üslup, yerleşik yaşama yeni geçmiş göçer toplulukların, eski kentlerin dolayında ve neredeyse kırsal denebilecek bir ortamda yarattıkları bir mimarlıktı. “Hayat evi” olarak adlandırılan bu büyük gelenek, Türkiye ve Balkanlar dışında hemen hiç bilinmeyen bir üsluptur. Bu üslup, biçimsel açıdan çeşitli etkilerle yoğrulmuştur.49

“Evlerin genel özelliği, büyük bir kapı ile dar sokağa açılması, bahçe içinde olması, bir ya da iki kat inşa edilmiş olmasıdır. Evlerin zemin katları ahır, depo, kiler olarak kullanılır. Ev iki katlı ise esas yaşanan yer üst kattır. Burada sofa, sofaya açılan odalar ve mutfak bulunur.”50

Yukarıda aktardığımız bilgiler ışığında, Tanzimat öncesi dönemde Osmanlı kentinin fiziksel ve sosyokültürel dokusunun belirli bir şehir planlaması süreci dâhilinde inşa edildiğini belirtmek mümkün değildir. Bilhassa cami külliyeleri etrafında oluşan yerleşim alanlarının genel karakteristiğini belirlediği bu kentsel yapılanma modeli, ancak 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı sonrasında belediyeler aracılığıyla yürütülen bilimsel faaliyetler çerçevesinde farklı bir görünüme kavuşmuştur.

49 Doğan Kuban, “Ev Üzerine Felsefe Kırıntıları”, Tarihten Günümüze ve Anadolu’da Konut ve Yerleşme, Habitat II Konferansı, İstanbul 1996, s. 1-5.

1.4.1.2. Tanzimat Sonrası Dönemde Osmanlı’da Yerleşim