• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Döneminde Sanat Tarihi Kuramı

2.7. Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı

4.1.1. Tanzimat Döneminde Sanat Tarihi Kuramı

Bu tarihten sonra, Osmanlı İmparatorluğu içinde sanat tarihi yazımı ve dolayısıyla kuramı etkileyecek gelişmeler Batı’yla ilişkiler üzerinden biçimlenmeye başlamıştır. Mustafa Cezar sanatta Batı’ya açılışı değerlendirirken Türkiye’de Batı etkisinin ilk defa sanatta kendini gösterdiğinin altını çizmektedir. On sekizinci yüzyılda İbrahim Müteferrika tarafından ilk matbaanın kurulmasıyla başlayan gelişmeleri değerlendiren Cezar, toplumlar arasında en hızlı ve kolay etkileşimi sanat çalışmalarının doğurduğunu söyler (Cezar: 1995: 16-17).

135 On sekizinci yüzyılın sonunda gerileme devrine giren Osmanlı İmparatorluğu, izleyen yüzyılda çeşitli Batılılaşma hareketleriyle eski gücünü geri kazanmaya çalışmışsa da bunda başarılı olamamıştır. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın dağıtılması, 1839 yılında Tanzimat Fermanı, 1876 yılında Birinci Meşrutiyet ve 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilse de gerek uluslararası alandaki başarısızlıklar gerek ülke içindeki sorunlar artarak derinleşmiştir. Bununla birlikte, dar alanda yapılacak bir incelemeyle, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından başlayarak yirminci yüzyılın başında belirgin bir canlanmadan söz edilebilmektedir (Mantran, 1999:

226).

Tanzimat Fermanının okunduğu yıl en önemli gelişmelerden biri, Rüşdiye Okulları Nazırlığı’nın kurulmasıdır. İlkokulların (mekteb-i sıbyan) işleyişinin düzenlenmesi ve Galatasaray Darüşşafaka gibi liselerin (sultani) kurulması gerçekleşmiştir (Ülken, 2005: 50). Batılılaşma yanlısı bir sultan olarak Abdülmecid’in girişimleriyle 1850 yılında ilk üniversitenin (Encümen-i Daniş) kurulması bu dönemin önemli gelişmelerindendir (Mantran, 1999: 406).

Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı çalışmasında Encümen-i Daniş’in bu dönemde yeteri etkinliği göstermediğini, eğitim faaliyetlerini düzenlemekten çok, derslerde kullanılacak kitaplara ilişkin çeviri faaliyeti üzerinde durduğunu belirtmektedir (Tanpınar, 2003: 144).

Tanzimatla birlikte, aynı zamanda, ilk kez Batıcı, İslamcı ayrımı ortaya kalkamıştır. Siyasi birliğin bozulması korkusuyla gündeme gelmeyen bu ayrım o dönemle birlikte başlıca tartışma konularından biri haline gelmiştir. Ancak, bununla birlikte, cumhuriye uzanan tarihsel süreci hazırlayacak olan ve iki anlayışı bünyesinde taşıyan Osmanlıcılık bireşimi ortaya çıkmıştır (Ülken, 2005: 76).

Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı kapsayıcı çerçevesinde İmparatorluğun kuruluşundan başlayarak tarihi boyunca süregiden bir toplumsal olgu olan farklı ulus ve dinlerin bir arada yaşayabileceği tezinin tutarlılığı çevresinde bir araya gelen Osmanlıcılık anlayışı, özellikle İslamcı anlayışa karşı kararlı bir düşünce sistemi

136 geliştiren Ali ve Fuad Paşalar tarafından geliştirilmiştir. Ancak Ziya Paşa’nın başı çektiği İslamcı cephede ise, Batının parlemantarizminin yalnızca Kuran’da aranması gerektiği yolunda bir düşünceyi savunmaktadır (Tanpınar, 2003: 152-153). Bu dönemde gazeteciliğin gelişmesi ve yaygınlaşması söz konusu tartışmalara kamusal bir nitelik kazandırmıştır (Tanpınar, 2003: 154).

Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi çalışmasında, Birinci Meşrutiyet öncesinde başlayan Servet-i Fünun dergisinde ortaya çıkan H. Taine’in sanat felsefesi ve estetik anlayışı uzun dönem etkisini sürdürdüğüne dikkat çekmektedir. Hüseyin Yalçın’ın estetik dersleri temelde Taine’in görüşlerini yansıtmaktadır. Sanat metafiziği yerine sanatı bilimsel yöntemlerle incelemek gerektiğini öne süren Taine’in estetiği, bir yapıtın, ırk, tarih ve coğrafi koşullar dikkate alarak değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir (Ülken, 2005: 141-142).

Tanzimat’tan sonra II. Mahmut döneminde hızla yaygınlaşan Batılılaşma hareketleri, gündelik yaşantıya da girerek insanları önemli ölçüde etkilemiştir.

Unkapanı ve Galata köprülerinin bu yıllarda bitirilmesi ve yeni sarayın Dolmabahçe’ye inşa edilmesiyle İstanbul halkı Batılı yaşantıya ön ayak olan Pera’ya alışmıştır. Sokaklar ve caddeler aydınlatılmış, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) eğitime açılmıştır. İlk tiyatro kumpanyaları ülkeye gelmeye başlamıştır (Arsel, 2000:

52-53).

Öte yandan bu gelişmeler toplumsal anlamda bir ikiliği de beraberinde getirmiştir. Toplumsal yapıda olduğu gibi insanların gündelik yaşantılarında da görülebilen bu ikilikle, bir yandan Batılılaşmış, modern bir yaşantı öne çıkarken bir yandan da gelenekselci dinsel bir yaşantı sürdürülmeye çalışılmaktadır (Arsel, 2000:

55).

137 4.1.1.1. Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin Açılışı ve Sanat Tarihi Yazıcılığında Yeni Dönem

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Batılılaşma etkisiyle birlikte yaygınlaşmaya başlayan kültür sanat tartışmaları, Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin kuruluşuyla yeni bir sürece girecektir. Sanat tarihi yazımı ve kuramının ciddi bir problem olarak gündeme geldiği ilk yıllar, Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin kuruluşuna giden süreçle birlikte tanımlanabilir.

1865 yılında Abdülaziz’in çağrısıyla İstanbul’a gelen Guillemet adlı bir ressam Pera’da Academie adlı bir atölye kurmuştur. Çoğu azınlık öğrencilerinin devam ettiği bu atölye için Guillemet resmi bir akademi olmak için çaba gösterdiyse de bir sonuca ulaşamamıştır. 1883 yılında Osman Hamdi’nin35 girişimleri ve Vallaury’nin projeleriyle Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi, heykel atölyesinde Oskan Yervant Efendi, resim atöyesinde Valeri ve Zarzecki, mimarlık eğitimi konusunda da Vallury ve Bello ile eğitime başlamıştır. Başlangıçta yalnız erkek öğrencilerin eğitim gördüğü bu kuruma Türklerden çok yabancı uyruklu öğrenciler ilgi göstermişlerdir.

1910’lu yıllardaki yayınlardan takip edildiği kadarıyla Osman Hamdi, Türk sanatçıları akademiye hoca olarak almamak konusunda eleştiriler de almıştır (Tansuğ, 1999: 103-104).

Mektebin kurulma gerekçesi şöyledir:

      

35 Türk müzeciliğinin kurucusu olarak anılan Osman Hamdi Bey, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde çok yönlü bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır (Cezar, 1995: 196). Avrupa’da hukuk öğrenimi gördüğü sırada Gerome ve Boulanger’den resim eğitimi alan ve zaman zaman da arkeoloji derslerini takip eden Osman Hamdi, dokuz yıl boyunca Paris’te eğitim görmüştür (Cezar, 1995: 209).

1869’da Türkiye’ye dönen Osman Hamdi, öncelikle çeşitli görevlerde devlet memurluğu yapmıştır.

Daha sonra sarayda Teşrifat-ı Amiriye Müdür Yardımcılığı yapan Osman Hamdi (Cezar, 1995: 212), 1881 yılında Müze-i Hümayun’un müdürlüğüne atanmıştır (Cezar, 1995: 217).

Bu atamanın hemen arkasında da, ülke sınırları içerisinde yapılacak kazıları ve elde edilen buluntuların yurtdışına çıkarılmasını denetlemeye yönelik, 1960’lara kadar geçerliliğini koruyacak olan Asar- Atika Nizamnamesi’ni hazırlamıştır (Esin, 1993: 179-180). Osman Hamdi, Sanayi-i Nefise Mektebi ve Asarı Atika Müzesi müdürlüğü’nün yanı sıra Düyunu Umumiye’nin de Osmanlı temsilciliği yapmıştır (Tansuğ, 1999: 104).

138

“Güzel sanatlara mahsus kurumlar meydana getirilmesi, az zaman içinde bu işte adım adım yükselmeyi sağlayacak ve bu kurumlar yabancı ülkelere öğrenci göndermekle değil, asıl kendi ülkemizin nitelik ve özelliklerinden izlenimler ve bilgiler edinerek hem hüner sahibi kişiler yetiştirecek, hem de gerçekten bir Türk sanatı vücuda getirecektir.” (Tansuğ, 1999: 106)

Arseven, Sanayi-i Nefise’ye girdiği dönemden söz ederken burada daha çok Rum ve Ermeni kökenli öğrencilerin öğrenim gördüğünden ve ressam olmak istemesinin kendi çevresinde küçük görüldüğünden söz etmektedir. Zaten sonrasında Abdülhamid’in sözleriyle askeri yaşam geçmek zorunda kalacaktır (Arseven, 1993:

42-43).

Sanayi-i Nefise Mektebi Türkiye’de güzel sanatların algılanmasında yepyeni bir ufuk açmıştır. Kısa zaman zarfında plastik sanat alanında çeşitli kitaplar kaleme alınmıştır. Montandi Efendi’nin 1873 yılı tarihini taşıyan Usûl-ı Mimari-i Osmânî, Mahmut Esat’ın 1890’da yayımlanan Tarih-i Sanayi ve Ohannes Paşa’nın 1892’de yayımladığı Fünunu Sanayi Nefise Mektebi bunların arasında ilk sıraları paylaşırlar.

Bunların içinde “estetik” terimini ilk kez kullanan Ohannes Paşa’nın kaleme aldığı, bugünkü adıyla, Güzel Sanatlar Tarihi’dir. Bu kitap Ohannes Paşa’nın akademide okuttuğu estetik derslerinin notlarından oluşmaktadır (Ohannes, 2005: 16-17).

Kitabın bölümlendirilişi ve işleniş biçimi Hippolite Taine’in görüşlerini yansıtmaktadır (Ohannes, 2005: 19).

II. Meşrutiyetin ilanıyla beraber ortaya çıkan ve sanat tarihi yazımını etkileyen önemli olaylardan biri de Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin yayıma başlamasıdır. 1908 yılında kurulan ve ilk sanatçı örgütlenmesi olarak anılan cemiyet, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’ni, Şerif Abdülkadir Zade Hüseyin Haşim Bey’in yönetiminde Mart 1911 ile Temmuz 1914 arasında 18 sayı olarak yayımlamıştır. Osman Asaf’ın sorumlu yönetici olduğu gazetede, sanatlara ilişkin sorunlar ve güncel olaylara değinen yazılardan başka sanat tekniklerine ilişkin makalelere de yer verilmiştir.

139 Gazetenin sol üst köşesinde “Osmanlı ressamlar cemiyeti'nin nâşir-i efkârıdır.

Sanayi-i nefisenin her şubesinden bahseder ayda bir kere neşrolunur.” ibaresi yer almaktadır. (Güler, 1994: 36) Tarih-i Osmani Encümeni üyelerinden Safvet Bey, gazeteye yolladığı bir yazısında, gazetenin öğreticilik işlevinin önde geldiğini söylerken “...Bize öğretin. Çoğumuz üslup nedir bilmiyor...” demektedir. (Güler, 1994: 40)

Gazetede özellikle Batı kültürünün sanatsal anlamdaki en önemli öğesi olarak görülen resim eğitimi üzerinde durulurken, zaman zaman bu duruş tartışma konusu edilmiştir. Bu sırada akademide sanat tarihi öğretimi görevini üstlenmiş olan Vahid Bey, gazetede sanat tarihi yazıları yayımlamaktadır. Gazetede yayımlanan “Tarih-i Sanat” başlıklı yazısında Mehmet Faik Bey, II. Meşrutiyet politikalarıyla akademideki sanat öğretimi üzerinde durmaktadır. Bir sanat tarihi kitabının bulunmadığı bir dönemde, büyük oranda çeviri bilgilere yer verilen, genel sanat tarihi anlatımlarının gazetede yer almış olması önemlidir. (Güler, 1994: 49-51)

Bu dönem ayrıca Halil Edhem Bey tarafından Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin kuruluşuna ait bilgileri kapsayan Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu36 adlı bir kitap da hazırlanmıştır (Tansuğ, 1999: 104-105).

Paris, Berlin, Münih, Viyana ve Madrid gibi kentlerdeki büyük müzelerde bulunan, Batı resim sanatının önemli ustalarına ait bazı eserlerin, 42’si yabancı 10’u Türk ressamlarına yaptırılan kopyaları ile 85 Türk sanatçısının yapıtlarını içeren ve Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin kararıyla 1910-1916 yılları arasında ayrılan belli miktarda ödenekle oluşturulan Elvah-ı Nakliye Koleksiyonu ülkemizde sanat alanında, belli bir amaç doğrultusunda toplanmış ilk koleksiyon olması açısından da ayrı bir öneme sahiptir. (Edhem, 1970)

      

36 Tansuğ, bu kitabı çağdaş Türk Sanatı üzerine ilk değerlendirme olarak kabul eder (Tansuğ, 1999:

362). Gören’in bu konudaki yaklaşımı ise şöyledir: 1910-16 yılları arasında devlet tarafından Elvah-ı Nakşiye adlı bir koleksiyon oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu koleksiyonda Batılı sanatçıların tanınmış yapıtlarının Türk ressamlar tarafından yapılmış olan kopyaları da yer almaktadır (Gören, 2008: 75).

140 4.1.2. II. Meşrutiyet Döneminde Sanat Tarihi Kuramı

Bu dönemde iktisadî toparlanmayla birlikte, pek çok sosyal, siyasal fikir tartışılmış, pek çok yeni uygulama hayata geçirilmiş ya da geçirilmeye çalışılmıştır.

1831 yılında ilk resmi gazetenin yayımlanmasının ardından, 1860’da Şinasi ilk özel gazete olan Tasvir-i Efkâr’ı çıkartmıştır (Mantran, 1999: 408). Abdülhamit yönetiminin ardından, özellikle Jön Türk hareketiyle birlikte kültürel anlamda ciddi bir canlanma yaşanmıştır. Abdülhamit’in katı baskıcı yönetimini izleyen dönemde, taşlama gazeteleriyle birlikte, ülkede 350’den fazla gazete ve süreli yayın dolaşıma girmiştir. (Mantran, 1999: 227). 1911’de Durkheim sosyolojisinden etkilenen Ziya Gökalp’in kurucusu olduğu Genç Kalemler dergisinin izlediği ulusallaşma çizgisi sonraki yıllar için belirleyici olacaktır (Mantran, 1999: 412-413).

Yeni sosyo-kültürel ortam beraberinde, sanat tarihini de etkileyecek olan, dil tartışmalarını getirmiştir. Pek çok aydının dahil olduğu bu tartışmalar içinde özellikle Ali Suavi ilk Türkçecilerden biri olarak öne çıkar. Onun Osmanlıca’ya aktarılmış terimlerle ilgili yaklaşımı kültürün kendi içinden ürettiği terimlerle, dışarıdan aktarılan teknolojik terimlerin ayrılması üzerine gelişmiştir. Suvai, bilim dilinin ortak sözcüklerine Türkçe karşılıklar aramak yerine, Türkçe’yi etimolojik anlamda araştırma yoluna gidilmesini önermiştir (Ülken, 2005: 85). Bu dönemde edebiyat alanında süren dil tartışmaları, Ahmet Mithat Efendi’nin yeni dili popülerleştirme çabaları ve Şinasi ile Ziya Paşa’nın da desteklediği güçlü bir hareketi doğurmuştur (Ülken, 2005: 114). Ayrıca Ahmet Mithat ilk defa siyasi düşünce dışında ilk kez Batı felsefesiyle kültür yaşamı üzerinden tartışmak gereğini duymuştur (Ülken, 2005:

115)

Sanat tarihine ilişkin verileri bu yıllarda yayımlanan gazetelerden takip etmek mümkündür. Saray çevresinde toplanmış olan sanatçılara ait sergiler, tanıtım yazıları ve değerlendirmeler bu gazetelerde yer alır. Ayrıca sergilere ait kataloglar da basılmaktadır (Giray, 2003: 66-67). Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası bu dönemin yayınları arasında güzel sanatlar öğrenimi konusunda yayımladığı makalelerle öne çıkmaktadır. Dergide ayrıca yabancı öğretim elemanları yerine Türk

141 hocaların atanması, terminoloji sorununa ilişkin tartışmalar da dikkat çekmektedir (Giray, 2003: 68). Resim sanatı üzerine yazılan detaylı eleştiriler, akademinin sınavlarına ilişkin gözlemler ve değerlendirmeler, sanat tarihi anlamında ilk atılımlar olarak görülebilirler (Giray, 2003: 70-71)

Osmanlı İmparatorluğu’nda tarih yazarlığına gelince; bilimsel bir disiplin olarak değilse de bu çalışmalar on beşinci ve on altıncı yüzyıla kadar geriye götürülebilen bir niteliğe sahiptir. Resmi tarih yazımları dışında menakıpnamelerle işleyen bir epik gelenekten de söz edilmektedir (Mantran, 1999: 397-398). On yedinci yüzyılda Batılı kaynakların da göz önüne alınmaya başlanmasıyla (Mantran, 1999: 399) yeni bir süreç başlarken, 1720’lerde yurtdışında görev yapan Yirmi Sekiz Mehmet Efendi’nin Sefaretname’si tarihsel bakımdan dikkat çekici bir yere sahip olmuştur (Mantran, 1999: 401).

1930’lu yıllara gelindiğinde gazete ve dergilerde sanata sütunlar ayrılmaya başlanmıştır (Giray, 2003: 74). Bu yazılarda genel olarak açılan sergiler ve yarışmalar eleştirilmektedir. Özellikle Nurullah Berk’in bir ressam-yazar olarak Türk resim sanatı üzerine yazıları dikkat çekmektedir (Giray, 2003: 77). Sanata gösterilen bu ilginin iki nedeninden biri, kültürün devlet politikası olarak desteklenmesi ise diğeri de, bütün dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizin her alanda devletçiliği güçlendirmesi, zorunlu olarak ön plana çıkarmasıdır (Giray, 2003: 79).