• Sonuç bulunamadı

Antik Yunan’da Tarih Kavramı

Tarih üzerine ilk yazılı kaynaklar olarak bilinen yapıtlar Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarıdır. M.Ö. sekizinci yüzyılda İonya bölgesinde yaşadığı sanılan Homeros, İlyada’da Troya Savaşı’na ilişkin söylenceleri bir araya getirir. Antik Yunan’da gelenek-görenekleri, dini ve felsefi inançları ve coğrafyası hakkında bilgiler verir. Odysseia ise Troya Savaşı’ndan sonra, yurduna dönmek üzere yola çıkan Odysseus’un yolculuğu sırasında yaşadığı olayları konu alır (Breisac, 2009:

21-23; Homeros, 2002: 7-18). Bu dönemde tarih geçmişin öyküsü olarak her şeyden önce ders ve ilham vermeyi amaçlamakta; çoğu zaman da ondan eğlendirici olması beklenmektedir. Bu açıdan çok ciddi bir tutarlılık taşıması da gerekli değildir.

Kulaktan kulağa yayılan bir tarih anlayışının ürünü olan Homeros destanlarında inandırıcılık, geçerlilik ya da kanıtlama gerekli değildir; çünkü bu kısımlar zaten zaman içinde “tedavülden düşüyor, söylenmeye söylenmeye unutulup giderek yerlerini daha uyumlu versiyonlara bırakıyorlardı.” (Breisac, 2009: 36-37)

Bugünün perspektifinden bakıldığında İlyada ve Odysseia birer soylular tarihidir. Olup bitenlerde sıradan insanların, savaşan askerlerin pek bir rolü yokmuş gibi görünür. İlyada’da on yıl sürmüş bir savaş birkaç haftayı kapsayan ve tanrılarla kahramanların karşılaşmasını konu edinen bir anlatıya dönüşmüştür. Kahramanlıklar ve onlardan çıkartılacak dersler dışında tarihin bir önemi yokmuş gibi görünür.

18 Troya’nın kuşatılması, yakılıp yıkılması4, eğer ki ondan çıkaracağımız bir ders yoksa, Homeros için çok önemli değilmiş gibidir (Breisac, 2009: 22-23). Hatta savaşın geçtiği tarihler bile tam olarak belli değildir. Tarih yazımı anlamında zamanın tam olarak belirlenmesi merkezi bir önem teşkil etmez.

“Kahramanlara öykünen veya onlara hayranlık duyan kimseler için, Troya Savaşı’nın hangi tarihte yer aldığının ne önemi olabilir?”

(Breisac, 2009: 24)

Oysa Homeros’u bir iki yüzyıl ara ile izlediği düşünülen Hesiodos tümüyle farklı bir tarih anlayışı taşımaktadır. Epik olarak Homeros’un izinden giden Hesiodos, bugüne ulaşabilen iki yapıtından birinde tanrıların yaşantısı üzerinde dururken, diğerinde bir çiftçinin yaşantısını anlatmıştır (Heseidos, 1991: 1-4). Arif Müfid Mansel Ege ve Yunan Kültürü adlı çalışmasında bu büyük şairin özellikle doğunun, belirgin olarak da Hurrilerin mitoslarına dayalı bir anlatı kurduğunu belirtmektedir (Mansel, 1999: 211). Hesiodos’ın İşler ve Günler ve Theogonia eserlerine baktığımızda buradaki tarih anlayışının artık değişmeye başlamış olduğunu görebiliriz. Kahraman destanlarından öte belirli bir yönü olan bir anlatı karşısındayızdır. Her şeyden önce insan topluluklarını beş çağa ayıran Hesiodos, insanlık tarihini bir “Altın Çağ”dan düşüş olarak resmederek tarihi dönemlere ayırma anlamında ilk girişimi temsil eder (Breisac, 2009: 25). Böylece yavaş yavaş zamanda bir devamlılık arayışı, içinde yaşanılan zamandan başlayarak geriye doğru kesintisiz olarak devam eden bir tarih anlayışı yerleşmeye başlamıştır. Artık Antik Yunan yaşantısının sürdürüldüğü “polis”lerde anlatılan kahramanlık hikâyeleri her şeyi açıklamaya yetmemektedir; kent etrafında merkezileşmiş yaşantı“kurumların, kanunların, kuralların, sözleşmelerin ve beklentilerin devamlılığı”na gereksinim duymaktadır (Breisac, 2009: 27).

      

4 Breisac’ın Homeros’u anlatırken değindiği Troya Savaşı’nın geçtiği Troya VIIa ile ilgili arkeolojik tartışma için bkz.: E. AKURGAL, Anadolu Uygarlıkları, (7. Basım), İstanbul, 2000, s. 135-138.

19 Antik dönem tarih yazımında üzerinde durulması gereken ve tarihte ilk kez, şair değil tarihçi olarak anılan Herodotos’a (M.Ö. 484 - M.Ö. 425) gelindiğinde bile tarih anlatısı henüz geniş kapsamlı olarak değerlendirilemez. M.Ö. beşinci yüzyılda yaşamış olan Herodotos, tarihin babası olarak da anılmaktadır. Gezilerinde gördüğü yerleri ve insanları anlattığı, Herodot Tarihi olarak bilinen yapıtıyla tanınan Herodotos, asıl olarak, Persler ve Yunanlar arasında yapılan Pers Savaşları’nı (M.Ö.

492-449) konu edinmiştir. Bu yapıtta izlenimlerle tarihsel olguları yan yana sıralanmıştır. Birbirinden kopuk, dağınık bir yapı sergileyen kent devletleri için tüm Yunanlıların kullanacağı ortak bir zaman cetveline henüz gereksinim doğmamıştır.

Yine de Herodotos’un tarihi, araştırmacılar tarafından, geniş bir kültürel birikimi yansıtan ilk tarihsel çalışma olarak kabul edilmektedir (Breisac, 2009: 28-29).

Herodotos ve onu izleyen dönemde tarih yazarı olarak karşımıza çıkan Thukydides (yak. M.Ö. 460 – M.Ö. 395) Atina ile Sparta arasındaki 30 yıl süren ve M.Ö. 404 yılında sona eren ünlü Pelopponnes Savaşları’nı kaleme almıştır.

Thukydides, tarihi her şeyden önce, siyasî açıdan incelemiştir. Thukydides yapıtını, okuyana siyasi eğitim kazandırmak, onları siyasi olarak bilgilendirmek için yazdığını söylemektedir. Bu yüzden de savaşın hikâyesinden çok, onun nedenlerini ve sonuçlarını ele alma yöntemini benimser. Anlatımlarında şiirsel bir dehadan çok, savaş hakkında “ne, niye, nasıl” gibi sorulara verilen yanıtlar bulunmaktadır.

Homeros’un sınırları belirsiz ve edebi araştırması bu tarihçilerde özel bir alana odaklanmış, “geçmişi incelemek yoluyla, insan deneyiminin anlaşılmasını” sağlayan bir kimliğe bürünmektedir. Hem Herodotos hem Thukydides için geçerli olan olgu, Homeros’un aksine, yazdıkları dönemi ve savaşları yaşamış ya da bire bir yaşayan ve etkilenen kişilerin tanıklıklarına başvurmuş olmalarıdır (Breisac, 2009: 30). İlk kez Thukydides’in tarihinde savaşı tetikleyen olayla savaşın ardında yatan asıl neden bir birinden ayrılarak ele alınmıştır (Breisac, 2009: 33). Bu, bir bakıma tehlikeli bir şeydir de; çünkü politik olarak devlet adamlarının kahramanlıklara dayalı söylenceye ve ahlâksal derslere bu tip bir tarihten daha çok ihtiyacı vardır. Nitekim her iki tarihçi de üzerinde çalıştıkları eserleri yüzünden sürgün hayatı yaşamışlardır (Breisac, 2009:

39)

20

“Beşinci yüzyılda Yunanlıların ilgisi devlet, iktidar ve hegemonya üzerinde odaklanmıştı. Fakat Herodotos’un tarihleri bireyler hakkında öyküler anlatıyordu ve Thukydides, devlet adamlarından ve demogoglardan söz ettiğinde, bireylerin önemini vurguluyordu. Daha sonra, dördüncü yüzyılda, toplumsal ilişkilerde yaşanan tedrici çözülme ve bununla birlikte gelen bireye ağırlık verme, biyografi türünün gelişmesine yardımcı oldu.” (Breisac, 2009: 45-46)

Bireysel yaşam öykülerini merkeze alan yeni tipteki tarih anlayışı için en güzel örneklerden biri Makedonyalı Büyük İskender’in yaşamını konu alan tarihlerdir. Breisac, bu dönemin büyük tarihçisi olarak anılacak bir isim bulunmadığını, dönemin tarihçilerinin ürettiği tarihlere bakıldığında da öncülleri kadar iyi bir yapıtın üretilmemiş olduğunu belirtir. Araştırmacı bunu Yunan kent devletlerinden miras alınan tarih yazımının, Büyük İskender’in ürettiği yeni tipteki toplumsal yapılanmaya uygun olmadığını belirterek açıklar. İmparatorluk dönemi için yeni bir tarih yazımı gereklidir ve Homerosoğullarından bu yana sürüp gelen anlatı biçimi yeni çağı açıklamak için fazlasıyla güdük kalmaktadır (Breisac, 2009:

50-51).

Ancak bu dönemde yepyeni bir olgu su yüzüne çıkmaktadır. Makedonya’yı, Mısır’ı, İran’ı, Suriye ve Filistin’i içine katan büyük Helen İmparatorluğu’nun kurucusuna ithafen kurulan İskenderiye Kütüphanesi’nde eski metinler ve Homeros destanları toplanmakta ve arşivlenmektedir. Burada çalışan bilim adamlarının tarih yazımına katkısından söz edilemese de, yöntem bakımından tarih yazımının kökeninde olan tartışmalara yabancı olmadıkları öne sürülebilir (Breisac, 2009: 51-52).

“Yeni siyasi birimler içinde farklı kültürler bir araya geldikçe, çoktan beri ihmal edilmiş bir işi yeniden ele almak gerekti: standart bir takvim yapılması. Tarihçiler ancak böyle bir takvim sayesinde, artık Yunan uygarlığının girmiş olduğu,

21 muazzam genişlikteki yörelerde yaşamış bir çok farklı insan

topluluğunun bıraktığı belgelere bir düzen verebilirdi.” (Breisac, 2009: 57)

Antik Yunan’daki tarih anlayışı çizgisel değil, döngüseldir, çevrimseldir. F.

Chatelet’nin gösterdiği gibi, Antik Yunan insanı “evrim üzerine kurulu olmayan bir tarih mefhumu taşır.” Aynı olgu ilkel kabileler için de geçerlidir.

“Onlar geçmiş tarihlerini mithoslar (söylenceler) üzerine oturturlar ve söylencelerini güncel yaşama aktarırılar. Bu anlamda bizim anladığımız anlamda, bir tarih düşüncesi geliştirmemişlerdir.”

(Akay, 1991: 143)