• Sonuç bulunamadı

XVI. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA OSMANLI DEVLETİ’NİN GENEL VAZİYETİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE VERGİ SİSTEMİ

1.2. Tarihi Süreç İçerisinde Vergi ve Osmanlı Devleti’nde Vergi Sistemi

1.2.3. Osmanlı Maliyesi ve Vergi Toplama Mekanizmaları

1.2.3.2. Tımar Sistemi

Yerleşik tarıma dayalı toplumlarda yöneticiler tarımsal üretimin bir bölümünün üreticilerden alınması ya da başka bir deyişle tarımsal artığın toplanması ve bu artığın bir kısmının kullanılarak ordu kurulması ve ordunun beslenmesi için izlenecek yöntemi bulmak zorundaydı. 333 Para darlığı Ortadoğu devletlerinin temel sorunlarından biri idi.

Para sisteminin temelleri olan altın ve gümüş kıtlığı yüzünden devletler büyük çaplı girişimler özellikle de büyük bir ordu için para bulmakta zorlanıyorlardı. Altın ve gümüş kıtlığından dolayı köylüler de en önemli vergi olan tahıl öşrünü nakdî olarak ödeyemediklerinden aynî ödeme yapmak zorundaydılar. Aynî ödenen vergiyi toplayıp paraya çevirme olanağından yoksun olan ortaçağ devleti ise bu gelir kaynağını mültezimlere satıyordu. Bunun sonucunda ise devlet gelir kaybediyor ve ordunun maaşı için gerekli parayı toplayamıyordu. Bu yüzden devletin tarım gelirlerini askerlere tımar olarak tahsis etmesi Ortadoğu’nun Müslüman imparatorluklarının en eski geleneklerinden biri olmuş, askerlerin maaş yerine doğrudan doğruya bu geliri köyde oturup toplaması gerekmiştir.334

Büyük bir imparatorluk ordusunu ortaçağ ekonomisine dayanarak ayakta tutabilme kaygısından doğan tımar sistemi 335 klâsik dönem Osmanlı toplumundaki en önemli iktisadî ve malî kurumdu. Para kullanımının sınırlı olduğu bir dönemde tımar düzeni devlet mülkiyeti altındaki topraklarda köylü üreticiden toplanan vergi gelirlerinin sipahi ağırlıklı bir orduya dönüşmesini sağlıyordu. Bu yüzden tımar sadece toprak düzeninde değil, malî ve askerî alanlarda da anahtar bir kurum idi. Ancak Osmanlı Devleti bugün kendi ile

331 Özvar, (2006), 204.

332 Tabakoğlu, (2005), 243.

333 Pamuk, (2009), 41.

334 İnalcık, (2008), 111-112.

335 İnalcık, (2008), 111-112.

özdeşleştirilen tımarı fethettiği bütün topraklara yerleştirmedi. Osmanlı Devleti Doğu Anadolu, Bağdat, Basra, Boğdan, Eflak, Mısır, Yemen Gürcistan ve kuzeybatı Afrika gibi daha uzak ve merkezden esnek bir biçimde yönetilen bölgelerde vergi toplamaya önem vermesine rağmen bu bölgelerde var olan toprak düzenine sınırlı bir şekilde müdahale etmiştir. Bu vilayetler için hazırlanan kanûnnâmeler Osmanlılar’ın özellikle uzak vilayetlerde kendi kurum ve uygulamalarını toptan yerleştirmek yerine var olan kurum ve uygulamaların pek çoğunu kabul ettiklerini göstermektedir. 336

Osmanlı Devleti’nde bir kısım asker ve memurlara geçimlerini veya hizmetlerine ait masraflarını karşılamaları amacıyla kendi nâm ve hesaplarına tahsili salahiyeti ile birlikte muayyen bölgelerden tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askerî dirliklere tımar denilmektedir. 337

Tımar sisteminin dayandığı ikta sistemi İslam’ın ilk yüzyılından beri vardı. Ancak zaman içerisinde değişiklikler geçirmişti. Hz. Muhammed Dönemi’nde topraklar sınırlı bir mülkiyet ile işletilmek üzere kişilere verilmiştir. İlk zamanlarda boş toprakları işletmeye açmak amacıyla yapılan iktalar önemliydi. Sonraki süreçte ise kamu görevlileri ve askerlere maaşları karşılığında verilen iktalar önem kazandı. Selçuklular ikta sisteminde değişiklikler yaptılar. Selçuklu Dönemi’nde sisteme askerlerin yanı sıra diğer görevliler de dahil edildiler. Bu ise Büyük Selçuklu ikta sisteminin hem askerî sistemi hem de idari kadroları besleyen mali bir yapı olmasına yol açtı. Selçuklu Devleti ikta sistemi sayesinde maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemiş, önemli miktarda Türkmen grubunu devlete ve toprağa bağlamış, iskân etmiş, üretimin artmasını sağlamış, halk ile hükümet arasında yeni askerî ve idari kadrolar kurmuştu. Selçuklu öncesinde uygulanan ikta sistemi iltizam usulü idi, devlet askerlere maaş vermek zorundaydı. 338

İkta sisteminde zirai vergiler devlet hazinesine girmiyor, askerlerin maaşı oluyordu.

Devlet İslami vergi olan zekâtın toplanmasına karışmıyordu. Ürün vergisi olan öşür düzenli bir şekilde toplanıyordu. Şehirlerde şehre girip çıkan mallardan alınan vergi en

336 Pamuk, Ş. (2010). Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları. Üçüncü Baskı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4-5

337 Barkan, Ö. L. (1979). Tımar. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, XII, 286.

338 Pehlivanlı, (2006), 97-98.

önemli vergiydi. Pazarlarda bac adı verilen bir vergi toplanırdı. Bu verginin İlhanlılar Dönemi’ndeki adı tamga vergisiydi. 339

Tımar sistemi esasta iki toplumsal grup yani üreten ve kontrol eden grup arasındaki ilişkiler sistemidir.340 Anadolu Selçuklu Devleti toprakları üzerinde, onu bir devamı olarak kurulan ve gelişen Osmanlılar’ın bu devletin ve onun aracılığıyla eski diğer Türk İslâm devletlerinin veya İran Moğolları’nın zengin müessese ve teşkilatlarından etkilenmeleri ve faydalanmaları doğaldı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda askerî hizmet karşılığında dağıtılan iktalar Anadolu Selçuklu ve dolayısıyla Osmanlılar için ana hatlarıyla bir tımar örneği olmuştu. İkta sisteminde dağıtılan arazi ve bu arazide yaşayanların sahibi hükümdardı. Dirlik sahibinin yetkisi halktan tür ve miktarı kanûnlarca belirlenmiş bir kısım vergi gelirini tahsil etmekti. Anadolu Selçuklu Devleti’nde bu tımar sisteminin ana prensipleri daha da geliştirilerek uygulanmıştır. Bizans imparatorlarının devlet topraklarından bir kısmını üzerindeki çiftçilerle istediklerine temlik veya vakfetme hakları vardı. Ancak Bizans İmparatorluğu’nda yaygın olan uygulama Osmanlı tımarına benzer şekilde bir askerî vazifeye karşılık olarak toprak tahsis edilmesi idi. Bu tahsisler imparatorluğun askerî teşkilatının esasını oluşturmaktaydı. Bizans İmparatorluğu’ndaki bu tımarlara pronoia denilmekteydi. 341

Vergi gelirlerinin bir kısmı maaş karşılığı olarak ikta ve malikâne şeklinde bazı kişilere tahsis ediliyordu. Bu tahsisten geri kalanlar ise hükümetin başlıca para kaynağı idi.

Bu hasılatın bir kısmı sultana (tekâlîf-i örfiyye), bir kısmı divana (tekâlîf-i şeriyye) aitti.342

Osmanlı Devleti’nde uygulanan tımar sistemini anlamak için Osmanlı toprak rejimini bilmek gerekmektedir. Osmanlı Devleti’nde topraklar arazi-i öşriye, arazi-i haraciye ve arazi-i memleket olarak üç kısma ayrılmaktadır. Arazi-i öşriye fetih zamanında Müslümanlara mülk olarak verilen arazi olup sahiplerinin sahih mülkleri olduğundan bu araziyi diğer malları gibi nasıl isterlerse tasarruf edebilirlerdi. Ehl-i İslâm üzerine harac konulması meşru olmadığı için mezkûr lara öşür konulurdu. Hasıl olan mahsulün öşründen başka bir habbe alınamazdı. Bu arazilerin sahipleri arazinin öşrünü kendileri fakir ve miskinlere verirlerdi. Öşür sipahi ya da başkasından birine helal olmazdı.

339 Pehlivanlı, (2006), 100-101.

340 Ortaylı, (2008), 124.

341 Barkan, (1979), 294-295.

342 Pehlivanlı, (2006), 101.

Hicaz ve Basra arazisi arazi-i öşriyeydi. Osmanlı arazisinin bir kısmı ise haraciyeydi. Bu arazi fetih zamanında keferenin elinde bırakılıp kendilerine mülk olarak verilen araziydi.

Yerin tahammülüne göre bu toprakların mahsüllerinin öşründen yarısına kadar harac-ı mukasseme ve yılda bir miktar akçe yani harac-ı muvazzaf alınırdı. Bu arazinin bir kısmı sahiplerinin sahih mülkleri olup bunları istedikleri gibi tasarruf edebilirlerdi. Arazinin harac-ı muvazzaf ve harac-ı mukasemesini verirlerdi. Arazinin Müslümanlar tarafından satın alınması halinde bile arazinin üzerinden haracı kalkmazdı. Ehl-i İslâm üzerine harac konulması meşru değilken ibka olunması meşrudur. Ehl-i İslâm ellerinde olan bu arazide ziraat edip boş bırakmazdıkları sürece mezkûrlara asla müdahale olunmazdı. Sevad-ı Irak arazisi böyle bir araziydi. Bir kısım arazi ise ne öşriye ne de haraciyye olup bu tür araziye arz-ı memleket denirdi. Bu arazinin aslı haraciydi. Bu arazi, sahiplerine mülk olarak verildiği takdirde sahibi öldüğünde büyük varisçileri arasında paylaştırılırdı. Bu arazinin mülkiyetine mal-ı Müslim’in için el konulur, arazi reâyâya ödünç olarak verilirdi. Reâyâ bu arazide ziraat ve hırâset edip bağ, bahçe ve bostan yeri yapıp öşür adına harac-ı mukasemesini, çift akçesi adıyla da harac-ı muvazzafını verirdi. Bu arazi arz-ı mirî denmekle meşhurdu. Araziyi uygun bir şekilde tasarruf eden ve hukukunu veren reâyâ’nın toprağına kimse karışamazdı. 343

Osmanlı Devleti tarımsal arazilerin mülkiyetinin kendine ait olduğunu kabul etmişti. Osmanlı sultanları bu toprakları kılıç yoluyla fethettiklerinden bu topraklarda egemenlik haklarının olduğunu kabul etmişlerdi. İslâm hukukuna göre cihad ve fetih ilkeleri İslâm cemaatinin toprak ve toprağı ekip biçen insanların emeği üzerinde mutlak denetiminin dayanağıdır. İmam bir yeri fethettiğinde mağlupları ortadan kaldırma, köleleştirme veya sabit bir fidyenin (cizye veya harac) düzenli olarak ödenmesi şartıyla onları işledikleri toprağın kiracısı olarak bırakma hakkına sahipti. Fatihler yerli kiracı köylülerin yerlerini almamış, onların toprağı ekip biçmelerine izin vermiş ve böylece kendileri rant toplayıcı durumuna gelmişlerdi. Devlet hazinesi bu tür topraklara el koymuş ve fetih öncesi köylü nüfusu kiracılaştırmıştı. Toprağın kullanımı çiftçilere bırakılmıştı ancak toprağın rakabesi veya toprak üzerinde yüksek mülkiyet hakkı devletin elindeydi.

Toprakta devlet mülkiyetinin olmasının gerekçesi ise imparatorluk için merkezî bir hazine kurulmasının gerekmesiydi. 344

343 Albayrak, (t.y.), 119-121.

344 İnalcık, (2000), 145-146.

Osmanlı’da devlet toprakları mülkiyetin daima kamu hazinesine ait olduğu ama fiilî tasarruf ve intifa haklarının tefviz yani tam olarak emanet şeklinde çiftçilere verildiği tarım arazisiydi. Mülkiyet konusu olan bu topraklar kural olarak tahıl ziraatine ayrılmış tarla-tarım arazisi yani temel yiyecek üretimi için gerekli olan topraklardı. Hukukî olarak tarla-tarım arazisi sürülen arazi, ekilip biçilen arazi ya da öşür alınan araziydi. 345

Ebussuud’un Anadolu ve Rumeli toprakları hakkındaki açıklamaları konunun anlaşılması açısından önem taşımaktadır. Ebusuud’a göre Anadolu arazisinde emanet ve ödünç gerekli olan akitlerden değildir. Sahipleri dilerse geri alabilirlerdi. Bu topraların kiraya verilmesi batıldır. Vakfa tamam ecr-i misl ( kira bedeli tayin edilmeden ehl-i vukufun tayin ettiği bedel) hasıl oldukdan sonra müstecir arazi sahiplerine bir miktar nesne verse haram olmazdı. Ecr-i misli ki arazi onunla tamam olur dese o da vakfa zabtolunmak lâzımdır. Reâyâ’ya haramdır. 346

Ebussud’a göre Rumeli’de reâyânın elinde olan arazi öşriye veya haraciyye değildir. Bu arazi arz-ı memleket olup fetih zamanında ganimet alanlara taksim olunup öşriyye kılınmamış veya halkına temlik olunup haraciye sarfolunmamıştır. Rakabesi beyt’ül-male alınmış, tasarruf edenlere icare yani kira yoluyla verilmişti. Reâyâ bu arazide ziraat ve hırâset eder, karşılığında harac-ı muvazzaf ve harac-ı mukasemesini verirdi.

Defterde yazılı olan ahkâmın değiştirilmesi ve bu arazinin hediye ve ödünç kılınması şer’î değildi. Sipahinin tasarruf hakkı için bir miktar nesne alıp feragat ettikten sonra tapuya vermesi şer’î şerife uygundur. Sipahinin aldığı hisse arazinin arz-ı muaccelesidir.

Kadıların yalnız reâyânın verip almasına satmasına izin verip hüccet vermesi asla şer’î şer’ife uygun değildir. İnşâsı gerekli olan şartlardan değildir. Ashabı ne vakit dilerse geri alırdı. Bu arazinin kiraya verilmesi de batıldır. Vakfa tamam ecr-ü misl vasıl oldukdan sonra müstecir ashabı araziye bir miktar nesne verse haram olmazdı. Ecr-ü misl ( kira bedeli tayin edilmeden ehl-i vukufun tayin ettiği bedel) onunla tamam olur derse o vakfa alınmak lazımdır, reâyâya haramdır. Sahibi şehirde olan yerleri satmaya, hibe etmeye ve vakfetmeğe kadirdir. Ölünce varisine intikal ederdi. Arz-ı mîrî köylerin etrafında ziraat

345 İnalcık, (2000), 148-149.

346 Albayrak, (t.y.), 109-110.

olunan yerler olup sahibi kulluğunu çekip behresini verirdi. Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve hediye verilemezdi.347

Tımar sistemi ile kâtipler, dinî görevliler, kadılar gibi sivil görevlilere maaşları karşılığında gelir tahsisleri yapılmıştır. Ancak uygulamada tımar sisteminin asıl amacı asker beslemektir.348 İmparatorluğun klâsik döneminde Osmanlı ordusunun en büyük bölümünü eyaletlerdeki tımarlı sipahilerin oluşturması tımar sisteminin devlet için önemini göstermektedir. 349

Osmanlı Devleti’nde tımarlar gelirleri açısından has, zeâmet ve tımar olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Birinci grup senelik geliri 100.000 akçe veya daha fazla olan haslardır.350 Haslar padişaha ait olan havasss-ı hümâyûn ile yüksek rütbeli devlet görevlilerine, beylerbeyi, sancakbeyi gibi eyalet yöneticilerine ait olan havasss-ı vüzera ve ümera olarak kendi arasında ikiye ayrılırdı. En zengin ve güvenilir kaynaklar padişah için ayrılmıştır.351 Padişah ve hanedan mensupları dışında kalan kişilerin hasları vazife başında oldukları sürece onlara aitti ve bu kişiler azillerinde veya ölümlerinde bu dirliği kaybederlerdi. Has sahibinin gelirlerinin her 5000 akçesi için cebelü denilen silahlı ve zırhlı bir asker beslemesi gerekliydi. 352

Zeâmetler senelik geliri 20.000 akçeden 100.000 akçeye kadar olan dirliklerdir.

Zeâmetler eyalet merkezlerinde bulunan hazine ve tımar defterdarlarına, zeâmet kethüdalarına, sancaklardaki alaybeylerine, kale dizdarlarına, kapucubaşılarına, divana kâtiplerine, defterhane ve hazine-i âmîre kâtiplerine verilirdi. Tımar sahipleri terakki almaları halinde zeâmet sahibi olurlardı. Genellikle zeâmetler hayat boyunca tasarruf edilirdi. Zeâmet sahiplerinin zeâmetlerinin ilk 5000 akçesi hariç sonraki her 5000 akçe için bir cebelü besleme yükümlülüğü vardı.353

Tımarlar gelir düzeyi 20.000 akçenin altında olan ünitelerdir. Köyler veya köylerdeki hisselerden oluşan bir tımar ünitesinin tahsis edildiği kişiye tımarlı sipahi

347 Albayrak, (t.y.), 112.

348 Acun, F. (2002b). Klasik Dönem Eyalet İdare Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulaması. Türkler,IX, 899.

349 İnalcık, (2008), 112.

350 Halaçoğlu, Y. (2007). XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı. Ankara:

TTK, 92.

351Acun, (2002b), 902.

352 Halaçoğlu, (2007), 92-93

353 Halaçoğlu, (2007), 93.

denilirdi. Tımarlı sipahiler ne kendilerine tahsis edilen toprağın mülkiyetine sahipti ne de tımarındaki köylülerin efendisi durumunda idi. 354

Osmanlı Devleti’nde tımarlar gelir cinsine göre sahibinin örfî vergileri alamadığı sadece öşrü toplayabildiği malikâne tımarlar, sahibinin şer’î vergileri toplayabildiği divanî tımarlar, sahibinin hem örfî hem de şer’î vergileri (baş vergisi hariç) toplayabildiği bütün tımarlar, gümrük ve tuzla gelirlerinin tımar olarak verildiği tımarlar; gelirlerin kökenine göre kırsal tımarlar, kentsel tımarlar ve karma (kırsal ve kentsel) tımarlar; idari açıdan sahibinin çift resmi ve rüsûm -ı serbestiyeyi toplayabildiği serbest tımarlar, çift resmi ve rüsûm-ı serbestiyeyi toplayamadığı serbest olmayan tımarlar; hizmet cinsine göre sivil tımar, askerî tımarlar; tımarların gelir tutarına göre sipahi, subaşı, sancakbeyi tımarları olmak üzere çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. 355

Miras bırakılma durumuna göre tımarlar eşkincülü mülkler veya mülk tımarlar idi.

Sipahiler kendilerine tahsis edilen toprağın mülkiyetine değil, belli hizmetleri karşılığında ve bu hizmetleri yaptıkları sürece bu topraklarda yaşayanların vergilerini toplama yetkisine sahipti. Tımar sahibi bu yetkisini devredemez, satamaz, vakfedemez veya miras bırakamazdı. Ancak Osmanlı Devleti’ndeki bütün tımarlar bu nitelikte değildi. Eşkincülü mülkler veya mülk tımarlar denilen tımarlarda devlet gelir toplama yetkisini tımar sahibine bütün ömrü boyunca ve öldükten sonra varislerinin tam bir mülk olarak tasarruf edebileceği bir gelir olarak vermişti. Bu tımarlar vaktiyle olağanüstü durumlarda bağışlanmış veya satın alınmıştı. Başlangıçta herhangi bir hizmete bağlı olmayan bu tımarları zamanla devlet askerî hizmete bağlamış, mülk tımar sahiplerine sefere bizzat katılma veya sahip oldukları mülk tımarın değeri karşılığında belirlenen sayıda atlı asker gönderme zorunluluğu getirmiştir. Bu yükümlülük yerine getirilmediğinde diğer tımarlardan farklı olarak tımarlar sahiplerinden alınmaz, yalnızca bir yıllık gelirine devlet tarafından el konulurdu.356

Tımarlar hukukî ve mali bakımdan serbest tımar ve serbest olmayan tımar olarak ikiye ayrılmaktadır. Serbest tımarlar padişah hasları ve vezir vakıfları, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nişancı, defterdar, divan kâtipleri, çavuşlar, çeribaşılar, subaşılar ve dizdarlar gibi yüksek devlet memurlarının sahip oldukları has ve zeâmetlerdir. İdari ve mali

354Acun, (2002b), 902-903.

355 Beldiceanu, (1958), 27-47.

356Acun, (2002b), 903-904.

bakımdan birtakım imtiyazlara sahip oldukları için serbest tımar denilen bu tür tımarlarda niyâbet ve bâd-ı hevâ gibi rüsûm-u serbestiye denilen örfî vergiler tamamıyla tımar sahibine bırakılmıştır. Rüsûm-ı serbestiye denilen vergileri bağlı bulundukları sancakbeyi ve subaşısı ile paylaşmak zorunda olan tımarlara ise serbest olmayan tımar denilir. Serbest olmayan tımarlarda tımar sahibi bulunduğu sancağın özelliğine bağlı olarak cürm ü cinâyet, gerdek, otlak ve kışlak resmi gibi bâd-ı hevâ türünden vergiler ile tapu bedeli gibi vergileri sancakbeyi veya subaşı ile paylaşmak zorundaydı.357

Osmanlı Devleti’nde tımar sisteminin uygulandığı eyaletlerde nüfus ve vergilendirilebilir gelir kaynaklarını tespit etmek amacıyla tahrir adı verilen sayımlar yapılmaktaydı. Daha önce de belirtildiği gibi devletin tahrir yapmaktaki amacı öncelikle eyaletlerdeki nüfusu ve vergilendirilebilir gelir kaynaklarını tespit etmek, ardından bunları çeşitli devlet görevlilerine, şahıslara ve vakıflara hizmetleri karşılığında maaş, gelir ve mülk olarak tahsis etmekti. Devlet gelirlerin bu yolla dağıtılması ile direk merkezî hazineden ödeme yapmaksızın ordu besleyebiliyor ve topluma sosyal ve dinî hizmet sunabiliyordu.358

Tımar rejimi yalnızca orduya asker sağlayan bir yöntem değil, aynı zamanda tarımsal artığın devlet hazinesine aktarılmasını sağlayan bir yöntemdir. Tımar sistemi küçük aile işletmelerine dayanmaktaydı. Özel mülkiyet ve büyük işletmelere dayanan yapılara nazaran küçük aile işletmelerine dayanan yapı merkezî devletin vergi toplamasını kolaylaştırmaktaydı. Bu yapı aynı zamanda merkezî devlete karşı siyasal alternatiflerin oluşmasını da önlüyordu. Örneğin bu sistem toprağa bağlı aristokrasinin ortaya çıkmasını engellemişti. 359

Devlet tımar sistemi sayesinde ordu mensupları ve memurların hizmetlerini gelir tahsis edip ödüllendirmiş, böylece onların sadakatini sağlamıştır. Ayrıca köylüleri ve kentlileri korumuş ve onların gerekli serveti üretmelerini sağlamıştır. İlk yıllarında iş gücü sıkıntısı yaşayan devlet, vergi politikalarıyla köylüyü koruyarak, feodal vergilerle angaryaları azaltarak köylünün üretime devam etmesini sağlamayı amaçlamıştı. Devletin

357 Halaçoğlu, (2007), 96.

358Acun, F. (2000). Osmanlı Tarihi Araştırmalarının Genişleyen Sınırları: Defteroloji. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi. I, 320-321.

359 Pamuk, (2009), 43.

köylünün geçimini güvence altına alması ve vergi veren ile vergi toplayanların arasında kurduğu denge devletin meşruiyetini sağlıyordu. 360

Gelir toplamadaki temel sorun iklim koşullarındaki değişiklikler ve sistemdeki kişilerin kanûndışı davranışlarıydı. Köylüler bu durumda devletten kendilerini bu sorunların sonuçlarından korumasını talep ediyordu. Tımar sistemi ve bürokratikleşme köylüler için birer güvenceydi. Köylüler tımar sahiplerinin olumsuz davranışları ve aşırı vergilendirme gibi sorunlarla karşılaştıklarında Osmanlı memurlarına ve kadılara başvurma hakkında sahiplerdi. Sultanlar da eyaletlerde yaşayanlar ve gelir kaynakları hakkında bilgi sahibi olmak istiyorlardı. Sultanların amacı kayıt defterlerine ve kanûna aykırı olarak toplanan vergileri ve reâyâ ile tımar sahipleri arasındaki anlaşmazlıkları öğrenmekti. Bu durumun tamamen reâyâ ve tımar sahipleri arasındaki sorunları engellediği söylenemez.

Ancak sorun çıkması hâlinde tarafların büyük kazalarda bulunan kadılara ve onların vasıtasıyla Divan-ı Hümâyûn’a başvurma hakları vardı. Vergi verenler için asıl sorun XVI.

yüzyılın ikinci yarısında enflasyonun artması ve tımar sisteminin çökmeye başlaması ile ortaya çıktı. Madenî para ayarındaki değişimler vergi miktarlarının artmasına ve bunun sonucunda vergi verdikten sonra reâyânın elinde kalan gelir miktarında belirsizliğe yol açtı. 361

Çağdaş Osmanlı kaynakları tımar sisteminin çöküşünü çok sayıda reâyânın tımarlı sipahi sınıfı arasına karışmasına, tımarların ehil olmayan kimselere verilmesine bağlamıştır. 1578-1618 yılları arasında Avusturya ve İran ile yapılan uzun süren harpler yüzünden bu duruma fazlaca tolerans gösterilmiş, çok sayıda Anadolu insanı imtiyazlı sınıf olan sipahiler arasına dahil olmuştur. Tımar tahsisini bekleyen sistemin içindeki kişiler bu yeni gelenleri ecnebi diye adlandırarak memnuniyetsizliklerini dile getirmişlerdir. Devlete karşı yapılacak, her türlü harekete destek vermeye hazır durumda olan bu gayri memnunlar grubu XVI. yüzyılda şehzadeler arasındaki mücadelelere ve nihayet Celali İsyanları’na (1591-1611) katılmışlardı.362

Tımarlılar giderek zorlaşan ekonomik şartlar karşısında, pahalıya mal olması sebebiyle, uzak mesafelere yapılan ve uzun süren seferlere katılmaya gönüllü olmuyorlardı. 1584'ten sonra meydana gelen %100 oranındaki enflasyon karşısında dahi

360 Darling, (2006), 42.

361 Darling, (2006), 42-43.

362Acun, (2002b), 906.

tımarların değerleri aynı kalmıştı. Sipahiler masraflarını karşılamakta büyük sıkıntılara düştüler, reâyâdan fazla vergi talep etmeye ve seferleri de ihmal etmeye başladılar. Haçova Seferi'ne (1596) çok sayıda sipahi katılmamış, sefer esnasında yoklama yapıldığında hazır bulunmayanlar firari ilân edilerek tımarları ellerinden alınmıştır. Bu suretle, işsiz kalmış binlerce sipahi Anadolu'ya yayılmış, Anadolu'da pek çok kargaşaya yol açmış veya eşkıyaya karışmışlardır.363

Osmanlı ordusunun Cermen piyadesiyle başa çıkabilmek için tüfek vb. ateşli silahları kullanmayı bilen çok sayıda askere ihtiyacı vardı. Tımarlı sipahilerin savaşlarda

Osmanlı ordusunun Cermen piyadesiyle başa çıkabilmek için tüfek vb. ateşli silahları kullanmayı bilen çok sayıda askere ihtiyacı vardı. Tımarlı sipahilerin savaşlarda