• Sonuç bulunamadı

XVI. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA OSMANLI DEVLETİ’NİN GENEL VAZİYETİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE VERGİ SİSTEMİ

1.1. XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Devleti’nin Genel Vaziyeti

1.1.4. Vergi Açısından Osmanlı Toplum Yapısı

Osmanlı toplumunun askerî ve reâyâ yani vergi vermeyen ve vergi veren olarak iki gruba ayrılması Osmanlı toplum yapısı hakkında bilgi verilmesini gerektirmektedir.

Osmanlı toplum düzeninin dayanağı esas itibariyle tarıma dayalı bir ekonomi ve geleneksel Yakın-Doğu siyaset ve toplum anlayışı idi. Tarımsallaşmış bir toplum düzeninde ekonominin ana dayanağı kol gücüne bağlı olan tarım faaliyetidir. Bu toplum yapısında tarımdaki düşük verimlilik nüfusun büyük bir kısmının köylü olduğunu

180 İlgürel, (2002), 661-662.

181 İlgürel, (2002), 662.

182 İlgürel, (2002), 662.

göstermektedir. Medeniyet başta hububat, pirinç ve mısır gibi tahıl ürünleri olmak üzere tarıma dayanmaktadır. 183

Osmanlı toplumu da tipik bir ilkel sanayi tarım toplumuydu. Bu sebeple nüfusun büyük çoğunluğunu köylü-çiftçiler oluşturuyordu. Ayrıca Osmanlı devlet anlayışına göre reâyânın yani vergi yükümlülerinin de büyük çoğunluğu köylü-çiftçilerden oluşuyordu.

Diğer vergi yükümlüleri ise şehir halkı ve konargöçer halktı. Köylerde askerî sınıf mensupları ve vergi muâfiyeti olan insanlar da yaşamaktaydı. Ancak bunlar kır nüfusunun küçük bir kısmı idi. İlkel sanayi toplumlarda bazı yöneticiler, şehir ve özellikle kasabalarda yaşayanlar tarımsal faaliyete katılmaktaydı.184

Ortadoğu devletinde toplum ilki hükümdar ve iktidarını devrettiği vezir ve valiler, ikincisi reâyâ yani vergi verenler olmak üzere iki sınıftan oluşmaktaydı. Osmanlılar bu sınıflamayı sürdürmüş, fethedilen yerlerin halklarını din ayrımı yapmaksızın askerî veya reâyâ olarak iki gruba ayırmıştır. Böylece Balkanlardaki binlerce Hıristiyan soylu atlı sınıfı, ilhak edilen Anadolu Beylikleri’ndeki askerî topluluklar askerî sayılmış, bu grubun ayrıcalıklarından yararlanmıştır. 185

Yönetenler sınıfına padişah beratı ile dinî veya idari yetki tanınmıştı. Askerî sınıf – padişah başta olmak üzere - Osmanlı hukukunu uygulamak ve bu suretle ülkede adâleti ve halkın refahını sağlamakla yükümlüydü. Reâyâ sınıfı hiçbir şekilde idareye katılamayan ve çeşitli din ve soylara mensup kişilerden oluşmaktaydı. Reâyâ üretim yapmak ve vergi vermek suretiyle askerî sınıfı desteklemekle yükümlüydü.186

Devletin temel kurallarından biri reâyânın askerîye tanınan ayrıcalıklardan yararlanmasına imkân tanınmaması idi. Reâyâ arasından, sadece sınır boylarında savaşmış olanlar ve belli bir süre düzenli bir dinsel eğitimden geçtikten sonra padişahtan berat

183İnternet: Öz, M. (1997). XVI. Yüzyıl Anadolusu'nda Köylülerin Vergi Yükü ve Geçim Durumu Hakkında Bir Araştırma. Osmanlı Araştırmaları, Halil İnalcık- Nejat Öyünç vd.(editörler). XVII, İstanbul: Enderun Kitabevi, 77. Web: file:///C:/Users/G%C3%B6k%C3%A7e/Downloads/5000116583-5000172849-1-PB%20(1).pdf adresinden 16 Eylül 2015’de alınmıştır.

184İnternet: Öz, (1997), 77-78.

185İnalcık, (2006),74.

186 Yediyıldız, B. (1999). Klasik Dönem Osmanlı Toplumuna Genel Bir Bakış. Türkler, X, 191-192.

alanlar askerî sınıfına dahil olabilirlerdi. Yalnızca padişahın kararı, kişinin toplumdaki konumunu belirlemekteydi.187

Askerî sınıfı reâyâ sınıfından ayıran en önemli nokta ehli berat olmaları yani padişah beratıyla bir devlet hizmetine tayin edilmeleriydi. Reâyâ da bazen bu şekilde askerî sınıfa geçmiş ve raiyyet rüsumu vermekten kurtulmuştur. Doğancılar gibi padişah beratı ile bazı özel hizmetleri yerine getiren zümreler raiyyet rüsumu ve avârızdan tamamen muâf tutulmuştu. Ancak XVI. yüzyılda herhangi bir suretle padişah beratı alan ve böylece raiyyet rüsumu ödemekten kurtulanların sayısı artmıştı. Bu yüzden devlet gelir kaynaklarını korumak için askerî tanımını daraltmaya çalışmış ve beratı askerî sınıfa girmek için yeterli kabul etmemeye başlamıştır. Bu sınırlama özellikle padişah beratıyla saraya ve devlete ait bazı özel hizmetleri gören zümrelere uygulanmış, artık askerî faydası kalmamış olan voynuk, yaya ve müsellem gibi eski askerî zümrelerin de askerî sıfatları kaldırılarak reâyâ yapılmışlardır. 188

1.1.4.1. Askerî Sınıf

Ehl-i örf ve ehl-i şer olmak üzere başlıca iki kısma ayrılan askerîler vergiden muâf olmak, terekelerinin askerî kassâmlar tarafından taksim edilmesi ve kazasker divanında yargılanmak gibi bazı imtiyazlara sahiplerdi. Ancak "askerî sınıf” kavramı belirsiz idi. Bu yüzden zaman zaman çıkarılan fermanlarla bu kavrama açıklık getirilmeye çalışılmıştı. Bu fermanlara göre askerî sınıfı fiilen askerlik hizmetinde bulunan yeniçeri, sipahi ve bunların çeşitli sınıfları (topçu, tüfenkçi, garib, azeb), çocukları, eşleri, emeklileri, kulları, cariyeleri; geri ve yardımcı hizmete alınan yaya ve müsellemlerle bunların gördükleri hizmetlerin benzerini yerine getiren yörükler ve Tatarlar; askerlikle münasebeti olmayan ancak kamu hizmeti gören görevliler, memurlar, kâtipler, mültezimler, eminler, muhassıllar; yine bir kamu görevlisi sayılması gereken yargı organları mensupları, müderrisler ve mülâzımlar; günlük 3 akçe ve daha fazla ciheti olan mütevelli, nazır ve cüzhanlar; imam, hatip, müezzin gibi din görevlileri, seyyid ve şer’if gibi Hz. Peygamber

187 İnalcık, H. (1990). Osmanlı Toplum Yapısının Evrimi. (çev. F. Unan, M. Özden).Türkiye Günlüğü, 11 (Yaz), (Orijinal makalenin yayım tarihi, 1964). http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/translation2.html adresinden 17.01.2017 ‘de alınmıştır.

188 İnalcık, (2009a), 50-51.

soyundan gelenler; köprücü, derbendçi, madenci, tuzcu, atmacacı, doğancı ve sarraf gibi hizmetleri ifa edenlerden oluşmaktaydı.189

Osmanlı yönetici sınıfına tam üye olmak isteyen bir insanın İslâm dinini ve bunun ayrılmaz parçası olan düşünce ve amel (ibâdet) sistemini kabul edip uygulaması, padişaha ve onun hükümdarlık görevlerini üstlenme ve gelirlerini toplamak için kurulan devlete sadık olması; Osmanlı hayat nizâmını meydana getiren karmaşık davranış, örf ve âdetler ile dil sistemini bilip uygulaması gerekmekteydi. Kendilerine tımar, hazine veya vakıflardan gelir sağlanan bu zümre saray halkı, seyfiye, kalemiye ve ilmiye olmak üzere dört alt gruba ayrılmaktadır. 190

1. Saray Halkı

Osmanlı yöneticiler sınıfının başında yer alan hükümdar devletin idaresinde en yüksek otoriteyi temsil ediyordu.191 Saray halkının diğer üyeleri sarayın üç bölümünde yani Harem, Enderûn ve Bîrûn'da bulunan bazı ağalar, hocalar, hekimler ve eminler gibi saray görevlileridir. Bu kişilerin statü ve görevleri farklı olup bunların pâdişaha yakın olmaları sebebiyle saray dışındaki halka göre daha büyük bir prestijleri vardı.192

2. Seyfiye (Kılıç Ehli)

Seyfiye kelimesi Osmanlı toplumundaki askerî zümreyi ifade etmek için kullanılırdı. Bu zümreyi ifade etmek için ehl-i seyf veya ehl-i örf tanımları da kullanılmaktaydı. Ehl-i seyf ile bu kişilerin kılıç sahibi, kılıç kullanmakta usta kişiler olduğu kastedilmektedir. Ehl-i örf deyimi ise bu zümrenin dinî yapıdan değil, toplumun töresinden kaynaklandığını göstermektedir. Seyfiye zümresinin asıl işi askerlik olmakla birlikte aynı zamanda yürütme görevlerini de yerine getirmekteydi. Seyfiye sınıfı tımar sistemine dâhil olanlar ve kul sistemine dâhil olanlar olmak üzere iki bölüme ayrılırdı.193

189 Sahillioğlu, H. (1991a). Askerî. DİA. III, 488-489.

190 Kazıcı, Z. (2003). Osmanlı Devletinde Toplum Yapısı, İstanbul: Bilge Yayınları, 22-23.

191 Yediyıldız, B. (1998). Osmanlı Toplumu. Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, II. Cilt, İstanbul: İslâm Tarih Sanat Kültür Araştırma Merkezi, 444-445.

192 Kazıcı, (2003), 28.

193 Yediyıldız, (1999), 194-195.

3. Kalemiye (Kalem Ehli)

Kalemiye Osmanlı bürokrasi sistemini oluşturan çeşitli dairelerin görevlilerini ifade etmekte kullanılan bir terimdir. Divân-ı Hümâyun, hazine ve defterhane görevlilerinin kalemiye erbabı olarak adlandırılmasına XVI. yüzyıldan sonra başlanmıştır. Kanunî Sultan Süleyman Dönemi’nde bürokrasi kurumlarında uzmanlaşma başlamış, bu durum XVI.

yüzyıl sonlarından itibaren daha da gelişmiş ve devlet sisteminde büyük bir etkiye sahip olacak kalemiye mensupları ön plana çıkmıştır. XVIII. yüzyılda yönetici sınıfın önemli bir kısmını oluşturan kalemiye 194 devletin bürokratik işlerini yürütmekteydi. 195

4. İlmiye (İlim Ehli)

Askerî-idari sınıfın dördüncü zümresine ilmiye veya ehl-i şer denilmekteydi. İlmiye ile ilimle meşgul olanlar topluluğu, ehl-i şer ile İslâm dinin esaslarını, emrettiği dünya nizâmını bilen ve onun uygulanması göreviyle yükümlü bulunan kişiler ifade edilmektedir.

Bu zümrenin sorumlu olduğu alanlar din, yargı ve eğitim öğretim idi.196 Bu zümreyi İslâm hukukunu yorumlayan müftüler, İslâm hukukunu ve diğer hukuk kurallarını uygulayan kadılar,197müneccim yani astronomi ve astroloji alanındaki uzmanlar, eğitim ve öğretim elemanları, imam ve müezzin gibi din görevlileri, tarikat şeyhleri, seyyid ve şerifler oluşturmaktaydı.198

Dîvân-ı Hümâyun'da kubbealtı vezirleri, yeniçeri ağası ve kaptan paşa seyfîyeyi, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ilmiyeyi, defterdar ve nişancı kalemiyeyi temsil ediyordu.199

1.1.4.2. Reâyâ

Askerî zümre dışında kalan, üretici olan veya ticaretle uğraşan ve vergi veren halk zümresi ise reâyâ yani yönetilenler sınıfını oluşturmaktaydı.200

194 İpşirli, M. (2001). Kalemiye. DİA, XXIV, 248.

195 Fleischer, C.H. (2001). Tarihçi Mustafa Ali Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 5.

196 Yediyıldız, (1999), 199.

197 Goffman, D. (1999). Osmanlı Dünyası ve Avrupa 1300-1700. (çev. Ü. Tansel). İstanbul: Kitap Yayınevi, 92.

198Yediyıldız, (1999), 199.

199Yediyıldız, (1998), 464.

Reâyâ sınıfını çeşitli etkenlere göre gruplandırmak mümkündür. Buna göre yerleşim açısından reâyâ yerleşik ve yarı-yerleşik zümrelerdir. Yerleşik reâyâ esnaf veya tüccardan ibaret olan şehirli halk, tımar, vakıf gibi zirai toprakların reâyâsı olan köylü halktan oluşmaktaydı. Konargöçerler yani daha çok hayvancılıkla uğraşan yarı-göçebe aşiretler yarı-yerleşik zümreleri oluşturmaktaydı. Müslümanların üstün oldukları fikrine dayanan dinî ayrım özellikle vergi yönünden önemliydi. Devletin Müslüman olmayan tebaası yani zimmîlerin temel hakları Müslümanlardan farklı değildir. Devlet zimmî statüsünde olanları himaye eder ve güvenliklerini sağlardı. Zımmîler de bunun karşılığında cizye vergisi öderlerdi. Osmanlı Devleti ile barış halinde olan Hıristiyan devlet va-tandaşlarına yani müste'menlere herhangi bir Osmanlı tebaası tarafından emân (vize) verilebilirdi. Müste’menler devletin dış ticarete verdiği önem dolayısıyla ülke topraklarında vatandaşlık haklarından yararlanırlardı. Reâyâ arasında hukukî açıdan hür ve köle ayrımı vardı.201

Reâyâyı tacirler (tüccar) ve esnaf ile köylüler ve göçebeler şeklinde alt gruplara ayırmak mümkündür. Bu ayrım hem sosyal yapılanmayı hem de ekonomik iş bölümünü göstermektedir. Köylüler ve göçebeler kırlarda ve köylerde tarımla uğraşıyordu. Köylüler çifthane sistemine göre örgütlendirilmişti. Esnaf ve tüccarlar kasaba ve şehirlerde toplumun ihtiyacı olan malları üretmek ve dağıtmakla uğraşıyorlardı. Esnaf ve tüccar lonca sistemine göre örgütlendirilmişti. Her iki kesim bu faaliyetleri sonucunda hem kendi geçimlerini sağlıyor hem de devletin işlevlerini yerine getirebilmesi ve kamu hizmetlerinin görülebilmesi için gerekli olan artı geliri elde ediyorlardı.202

Devlet, reâyânın korunmasını en önemli ve gerekli olan işlerinden olarak kabul etmekle birlikte reâyâyı asker zümresine dahil etmekten kaçınmıştır. Bu anlayış atadan ve dededen asker oğlu olmayan birinin sipahi olması halinde düzenin bozulacağı, reâyânın asker olduğunda vergi veren halk azalacağı için hazine gelirinin eksileceği ve devlet düzeninin bozulacağı fikrine dayanmaktadır.203

Osmanlı Devleti mevcut düzeni ve kendini koruma kaygısı sebebiyle reâyânın toprağını terk etmesini yasaklamıştı. Reâyâ toprağı terk eder ve üretim yapmazsa devlet

200 Tabakoğlu, A. (1999). Osmanlı İçtimai Yapısının Ana Hatları. 0smanlı, IV, 23.

201Tabakoğlu, (1999), 23.

202Yediyıldız, (1999), 201.

203 Özbilgen, E. (2003). Bütün Yönleriyle Osmanlı Adâb-ı Osmaniye. İstanbul: İz Yayıncılık, 417.

reâyâdan alacağı çeşitli vergileri tahsil edemez ve dolayısıyla büyük gelir kaybına uğrardı.

Sipahinin üzerine yazılan reâyânın tımarını terk etmesi sipahinin gelirinin azalmasına yol açar ve sipahi askerî mükellefiyetlerini yerine getiremezdi. Bu durum ise devlete zarar verirdi. Bu düşüncenin bir başka yansıması ise toprağını üç yıl üst üste boş bırakan reâyânın toprağının elinden alınmasıydı.204

Osmanlı Devleti'nde reâyânın genellikle can ve mal güvenliği vardı. Bu açıdan reâyânın konumu ilmiye sınıfı hariç, imtiyazlı sayılan yönetici sınıfa göre daha iyi idi.

Ulemâ dışındaki askerîler, padişahın kulu sayılırlardı ve onlara yargılanmadan ölüm cezası verilmesi (siyâseten katl) ve onların mallarının müsadere edilme ihtimali her zaman vardı.

Buna karşılık reâyânın bu konuda çok daha fazla imtiyazı vardı. Reâyânın mallarına el konulmasına pek rastlanmaz, genellikle yargılanmadan ölüm cezasına çarptırılmazlardı.

Reâyâ için uygulamada ön görülen en önemli siyâseten katl sebebi eşkıyalıktır. 205

1. Tüccar ve Esnaf

İslâm toplumu olarak ticarete değer veren Osmanlı Devleti’nde sosyal mertebede tüccarlar köylü, esnaf hatta bir takım askerî zümre mensubunun üzerinde bir konuma sahipti. İktisadi dünya görüşü sebebiyle devlet tüccarı destekliyordu. Tüccarın vergi yükü ziraat ve madenciliğe göre düşüktü. Devlete göre ticaret hem gelirini dolayısıyla maddi gücünü hem de genel refahı artırma aracı idi. 206

Osmanlı şehir halkının diğer grubu olan esnaf şehir ve kasabalarda, mal ve hizmet üretimi ile ilişkili herhangi bir iş kolunun belirli bir alanında uzmanlaşmış kişiler idi.

Herhangi bir malın hammaddeden başlayarak nihai tüketime hazır hale gelinceye kadar geçirdiği üretim aşamalarında her bir esnaf grubu yer alıyordu.207

2. Köylüler

Osmanlı ekonomisinin temeli tarıma dayalıydı. Ülkede tımar sistemine dâhil olan çiftçi aileleri, yönetici sınıfın tarımla uğraşan kesimi, aşiretler halinde olan müsellemler ve

204 Akyılmaz, G. (1999). Osmanlı Devletinde Reâyâ Kavramı ve Devlet- Reâyâ İlişkileri. 0smanlı, IV, 42.

205Akyılmaz, (1999), 43-44.

206 Genç, M. (2000). Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi. ( birinci basım). İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş, 205-206.

207Genç, M. (2000). 293.

mukataa sahipleri yani nüfusun büyük bölümü köylerde oturmaktaydı. Dizdar, mülazım, hizmetkâr gibi kale görevlileri, subaşı ve divanbaşı gibi görevliler kendilerine dirlik olarak tahsis edilen köylerde otururlardı. Köylülerin asıl büyük bölümü ise devletin köylü aile birliklerine tahsis ettiği râiyyet çiftliklerini işleten köylülerden oluşmaktaydı. 208

Çift resmi etrafında örülen malî sistem, Osmanlı kırsal toplumundaki katmanlaşmayı gösteren temel öğeydi. Bu mali sistemde köylüler çift resmini ödeyebilecek olanlar, yarım çift resmini ödeyebilecek olanlar, evli köylü (bennâk) resmini ödeyebilecek olanlar ve yoksul veya bekar köylü (mücerred, caba ya da kara) resmini ödeyebilecek olanlar şeklinde sınıflandırılmıştı. Kanuna göre tam çift veya çiftlik sahibi köylü ailesi bir altın eş değeri ya da 22 gümüş akçe, yarım çift sahipleri 12 akçe ödemekle yükümlüydü.

Tasarruf edilen toprak yarım çiftten az olduğunda vergi oranı emekçinin medenî hâli yani temsil ettiği emek potansiyeline göre hesaplanıyordu. Bennâklar yani yarım çiftten az toprağı olan aileler 9 akçe, bekâr erkekler ve toprağı olan dul kadınlar 6 akçe ödemekle yükümlüydü. 209

XV. ve XVI. yüzyıllarda, Osmanlı köylüleri arasında yer alan bir diğer bir zümre ise vergiden muâf olanlardı.210 Bu muâf grup râiyyet rüsûmunu tam olarak ödeyen reâyâ ile tamamıyla muâf olan askerî sınıf arasında yer almakta ve râiyyet rüsûmunu kısmen ödemekteydi. Bu gruba genellikle muâf ve müsellem denirdi.211

Halil İnalcık’a göre Osmanlı Devleti’nde muâf ve müsellem gruplar şunlardır:

Birinci grup yani hem avârızdan hem de raiyyet rüsumundan muâf olan dinî görevliler ( hatip ve imamlar genellikle caba resminden ve avârızdan muâftılar, müezzinlere bu muâfiyet bazı yerlerde verilmişti. Müezzinler, hafızlar, muarrif, kayyum gibi hizmetliler avârızdan daima muâftılar. Zaviyedar ve dervişler bazı bölgelerde avârızdan muâf iken raiyyet rüsumu ödemekteydiler. Din adamlarının muâfiyetleri görevde bulundukları sürece geçerliydi.). İkinci grup yani daima avârızdan bazen raiyyet rüsumundan muâf olan devlet kontrolünde devlet için istihsal yapan çeltikçi, tuzcu ve küreci vb. zümrelerdir. Çeltikçiler ve tuzcular XVI. yüzyıldan itibaren bazı bölgelerde sadece avârızdan muâftılar, raiyyet rüsumunu ödemeleri gerekiyordu. Üçüncü grup ise avârızdan muâf olanlardır. Bunlar

208Özbilgen, (2003), 373.

209İnalcık, H.(2000).Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600. (çev. H. Berktay). I.

Cilt, İstanbul: Eren Yayınları, 194-195.

210Yediyıldız, B. (1998), 480.

211 İnalcık, (2009a), 52.

yürük ve müsellem teşkilatındaki yamaklardır. Yamaklar eşkinci olan yürük ve müselleme sefere giderken ellişer akçe öderlerdi ve bu hizmetleri karşılığında avârızdan mutlak suretle muâftılar. 212

Bahaeddin Yediyıldız’a göre muâf ve müsellem grubunda kaleleri korumakla yükümlü olan hisarerleri, bunların yardımcıları olan kale mülâzımları, kalelerde görev yapan kürekçi, demirci, marangoz gibi ustalar, sayyâdân yani kuşçular, küreci yani madenciler, devlet adına pirinç ziraati yapan çeltikçiler, geçitleri bekleyen derbendçiler ve köprücüler vardı. Ayrıca zâviyedârlar, düşmüş (emekli) sipahiler, tek bir camide on kişilik gruplar halinde görev yapan cami mülâzımları yani hatip, imâm, hâfız ve şeyhler, cemaat-ı ulemâ yani ilim adamları grubu, özellikle şeyhler ve şeyhzade denen şeyhoğulları ile sipahizade denen beyoğulları muâflar arasındaydı. Bunlar ya hiç vergi ödemiyor ya da sadece bazı vergilerden muâf tutuluyorlardı.213

Bu bölümde Osmanlı toplum yapısı hakkında bilgi verdikten sonra Anadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri’nin nüfusu hakkında bilgi verilmesi uygun görülmüştür.

Osmanlı Devleti’nin nüfusu Akdeniz ve çevresindeki bütün ülkelerde olduğu gibi XVI. yüzyılın başından itibaren büyük oranda artmıştı. Osmanlı Devleti’nde nüfus artışı ortalama %60 seviyesindeydi.Ömer Lütfi Barkan’a göre Osmanlı Devleti’nin nüfusu 30-35 milyon civarındaydı.214 Braudel’e göre XVI. yüzyıl sonlarına doğru Akdeniz dünyasının nüfusu 60 milyon dolayındaydı ve bu nüfusun en fazla 22 milyonu Osmanlı Devleti’ne aitti. 215

Barkan’a göre 1570-1580’li yıllarda Anadolu nüfusu 1.245.704’ü Müslüman, 114.198’i Hristiyan ve 572’si de Yahudi olmak üzere toplam 1.360.474 hanedir.216

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Rumeli’nin nüfusu hakkındaki bilgiler ise tahminidir.

Braudel ve Karpat nüfusu 8 milyon olarak kabul etmektedir. Barkan kesin bir rakam

212 İnalcık, (2009a), 52-53.

213 Yediyıldız, B. (1998). 480.

214 İnternet: Yörük, Doğan (2007). XVI. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı İmparatorluğunda Yaşayan Gayri Müslimlerin Nüfusu. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XVII, 638-639.

Web:http://dergisosyalbil.selcuk.edu.tr/susbed/article/view/508/490 adresinden 17.05.2013’de alınmıştır.

215 Braudel, F. (1989). Akdeniz Ve Akdeniz Dünyası. c.1. (çev. Mehmet Ali Kılıçbay). İstanbul: Eren Yayıncılık, 265-266.

216 Yörük, (2007), 639

vermemekle birlikte 1520-1530 tarihleri için tespit ettiği 1.040.457 haneye %60’lık doğal artış eklendiğinde hane sayısı 1.664.731 olup 5 kat sayısı ile çarpıldığında nüfus 8.323.655 olmakta, bu sayıya %10 civarında askerî sınıf ve vergiden muâf olanlar eklendiğinde Rumeli nüfusu 9 milyon olmaktadır. 217