• Sonuç bulunamadı

“Türkmenlerin Irak’ta üçüncü unsur olduğu gerçeği unutulmamalıdır

Onun için Irak’ın karar mekanizmasında Arap ve Kürtlerden sonra bizim

yer almamız gerekir. ITC’nin yeni yönetimi olarak Irak’taki Türkmenlerin

siyasi ve ekonomi beklenti çıtasını bu gerçeğe göre yükselttik.”

pıya sahip olmasıyla birlikte, hem Sünni hem de Şii kimliğine dayalı bir politika izlememesi ne-deniyle etnik-mezhep temelli siyasi gerginliğe dönüşmemesi de bizim için bir avantajdır. Bu bağlamda, çalışmalarımızı gerek Bağdat merkez-li hükümette temsil oranımızı artırmak ve Erbil merkezli hükümette de temsil sayımızı artırmak üzerine yoğunlaştırmamız lazım. Buna paralel olarak da Telafer’e özel önem göstermemiz ge-rekmektedir. Çünkü Telafer Türkmenlerin birliği ve bütünlüğü bağlamında önem arz eder. Bunları uygularken bir paket halinde, yani aynı zamanda yapılmasıdır. Birini yapıp ve birinin üzerinde yo-ğunlaşıp diğerlerini ötelemek faydadan çok zarar getirir.

ORSAM: Türkiye’nin yükselen gücünden ve Türkiye’nin Türkmenlerin arkasında durdu-ğundan bahsettiniz. Bu konuyu bizim için bi-raz daha açar mısınız? Türkiye’nin Türkmen-lere olan desteği ne düzeyde?

Kazancı: Evet, Türkiye’nin manevi gücü her zaman arkamızdadır. Saddam sonrası Irak’ta yapılan her olumlu ve hayırlı olarak nitelendiri-lebilecek iş Türkiye sayesinde yapıldı. Kerkük’te referandumun ertelenmesi, Yerel Seçimler Ya-sasında Kerkük’te eşit idari paylaşımı öngören 23. Maddenin çıkarılması, Milletvekillerimizin temsil oranın artması, kabinede yer almamız gibi Irak Parlamentosunda Türkmenlerin lehi-ne çıkan tüm karlar Türkiye’nin malehi-nevi desteği ile sağlandı. Yani Türkiye’nin yükselen gücü her zaman biz Türkmenlere feyiz verdi ve kendimizi güvende hissettirdi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaretimizde bize şunları söyledi: “ Irak Türkmenleri bizim Irak’taki diğer katmanlarla ilişkimizde bir köp-rüdür. Oradaki herkes bizim kardeşimizdir ama Türkmenler soydaşımızdır, gönül bağımız var.”

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın bu a-çıklaması yukarıda ifade ettiklerimi kanıtlayacak niteliktedir.

ORSAM: Irak’ta yaşanan son krizin çözümü için bir ulusal konferans yapılması planlan-maktadır. Sizce bu krizi çözüme kavuşturur mu?

Kazancı: Biliyorsunuz bu siyasi krizin en önemli nedenlerinden de biri 2010 Aralık ayında Erbil Konferansında yapılan anlaşmaların hiçbirinin yerine getirilmemesidir. En önemlisi hükümet kurulduktan sonra Yüksek Strateji Konseyi ku-rulacak ve bunun başına Irakiye listesinin lideri İyad Allavi gelecekti. Bu olmadığı için İyad Al-lavi Irak siyasi denkleminde uzaklaştırılmış duy-gusuna kapıldığı için mücadelesini sürdürdü.

Irak’ta muhalefet diye bir olgu yoktur. Muhalefet olgusunun olmamasının nedeni ise; her siyasi gruba ait bir silahlı grupların olması ve bir siyasi kriz derinleştiği an bu silahlı grupların devreye giriyor olmasıdır. ITC ilk günden beri bu silahlı grupların lağvedilmesi talebinde bulundu. Önce-ki Erbil Konferansında alınan kararlara uyulma-ması krizin patlauyulma-masına neden oldu. Bu krizi de başka bir ulusal konferans ile çözmeye çalışmak zaman harcamaktan öteye geçmez.

Irak’ta ABD’nin çekilmesinin ardından giderek derinleşen bir siyasi kriz var. Bunun nedeni de Irak’taki tüm siyasi gruplar arasında güven ek-sikliğinin bulunmasıdır. Bir de Bağdat’taki siyasi mücadelenin etnik temel üzerinden yapılması nedeniyle de ortaya çıkan siyasi krizler çok ko-lay çözüme kavuşmuyor. Böyle bir ortamda bu konferansın yapılması Ankara için de önemli.

Çünkü Türkiye’nin Irak’taki ve bölgedeki bugün-kü yerine bakıldığı zaman giderek güç kazanıyor.

Türkiye’nin Ortadoğu’daki yerinden rahatsız olanlar var. Türkiye artık bölgeye ilişkin bir dü-şünce karmaşası yaşamıyor. Belirgin bir stratejisi var. Türkiye’nin, hiçbir zaman Irak’ta fitne mer-kezli, yıkıcı, ayrıştırıcı ve bölücü bir rolü ve siya-si tutumu olmadı. Tam tersiya-sine yapıcı bir şekilde tüm etnik grupları desteklemektedir. Bunu son seçimlerde tüm tarafların ulusal bir hükümet oluşması için yaptığı gayretlerde görebiliriz.

Türkiye bu konferansı çok yakından takip edi-yor ve başarılı olması içinde elinden geleni yap-maktadır. Ayrıca Türkmenler de bunun içinde yer aldı. Bundan sonra Irak’taki tüm sorunların çözümünde Türkmenler dışlanmayacak. Yani bu durum Türkmenler çözümün dışında tutulduğu zaman sorunların giderilemeyeceğinin gösterge-si oldu. Umarım bu Irak’taki tüm gösterge-siyagösterge-si grupların

iyi niyetli bir şekilde güvensizliği giderecek orta-mın sağlanmasına neden olur ve böylece Irak bir siyasi istikrara kavuşur.

ORSAM: Irak’ın istikrara kavuşması için ne-ler yapılabilir?

Kazancı: Irak’taki istikrarsızlığın kaynaklarını kurutmakla istikrar sağlanacaktır. Bu kaynaklar;

etnik ve mezhepsel kamplaşmaları gidermek ve bununla birlikte bölgesel müdahaleleri dengele-mek gerekiyor. Özellikle Irak’taki bağlantılarını kullanan bazı bölge devletleri büyük sorun ya-ratmaktadır. Bu nedenle bölge devletleri arasın-da bir denge mekanizmasının kurulması önemli-dir. Bu noktada Türkiye’nin daha önce başlattığı

“Irak’a komşu ülkeler inisiyatifinin” tekrar gün-deme getirilmesi söz konusu olabilir. Öte yandan Balkan İstikrar Paktı gibi “Irak ya da Ortadoğu İstikrar Paktı”nın kurulması da gündeme gelebi-lir. Ayrıca İslam Konferansı Örgütü, Arap Birliği, Körfez Ülkeleri Teşkilatı gibi bölgesel örgütlen-meler ve mekanizmaların devreye sokulması da faydalı görülebilir. Ancak bu noktada en önem-li konu ideolojik unsurların kullanılmamasıdır.

Dengenin bozulması Irak’ı daha da istikrarsızlaş-tırabilir. Irak’ın istikrarsızlığının belki de en bü-yük nedeni güvenlik sorunun çözülmemesidir.

ABD askerlerinin çekilmesinden sonra Irak’ın güvenliğini arttıracağı düşünülürken daha da kötüye gidiyor gibi gözüküyor. Bu durumun en büyük etkenlerinden biri her etnik mezhebin ve siyasi grubun silahlı bir gücü olmasıdır. Bu güç-lerin faaliyetgüç-lerinin engellenmesindeki en önem-li unsurlardan biri dengeönem-li ve güçlü merkezi hü-kümetin oluşturulabilmesidir. Ancak kurumsal yozlaşmanın da önüne geçilmelidir. Bazı devlet güvenlik birimlerindeki etnik dengenin yeniden kurulması gerekir. Bu konuda NATO ya da AGİT gibi askeri ve güvenlikle ilgili uluslararası kuruş-ların katkısı beklenebilir.

Bir diğer önemli nokta da petrolden elde edilen gelirin adil bir şekilde paylaşmasını sağlamak-tır. Irak’taki siyasi grup ve oluşumların birbirine karşı şüphe ile yaklaşması bunun sağlanması-nı gerçekleştirmeyecektir. Dolayısıyla, Irak’taki petrol paylaşımının uluslararası bağımsız bir

re-jim tarafından takibi bu aşamada önemli olabi-lir. Bunun anlamı yeniden Irak’ın uluslararası bir denetmenin mandası altına girmesi değildir. Sa-dece nasıl Uluslararası Para Fonu (IMF) bünye-sindeki ülkeler için bir düzenleme yapıyorsa, bu mekanizma da Irak için aynı düzenlemeyi yapıp, program oluşturması söz konusu olabilir. Bunun için örnek devlet modellemeleri araştırılarak, bu devletlerin uyguladığı politikalar konusunda bu devletlerin tecrübelerinden yararlanmak ama-cıyla işbirliği yapılması fayda sağlayabilir. Öte yandan Irak’taki üretim yetersizliği de had saf-hadadır. Hemen hemen her şey ithal edilmekte-dir. Bu nedenle uluslar arası yatırımcılar ülkeye çekilmelidir. Bunun için Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi ya da bölgesel bir ortak gümrük birliği ya da bir serbest ticaret bölgesi-nin kurulması Irak’ın ekonomik istikrarına katkı yapabilir.

ORSAM: İsterseniz alanımızı biraz daha ge-nişletip Irak dışına çıkalım. Ortadoğu’da ya-şanan son gelişmeleri nasıl değerlendiriyor-sunuz?

Kazancı: Ortadoğu, birçok insan için, özellikle de Batılıların zihninde bir sorun yumağı olan ve terörü barındıran bölge olarak algılanıyor. An-cak, bu coğrafyanın özelliklerine bakıldığında şu an oluşan imajdan tamamen farklı bir tablo var.

Tüm medeniyetlerin doğduğu ve tüm tek tanrılı dinlerin indiği yer Ortadoğu’dur. Dünyanın pet-rol rezervlerinin üçte birini de topraklarında bu-lunduran Ortadoğu, petrol ve doğalgaz rezervle-rinin coğrafyasından dış dünyaya olan ihracatın-da önemli bir koridor oluşturuyor.

Bugünkü Ortadoğu’da kronikleşen sorunlar yu-mağının temeli geçmişte yaşananlara dayanır.

Başka bir ifadeyle anlatacak olursak, genel olarak uluslararası platformda ve özel olarak da Orta-doğu’daki siyasi sistem İkinci Dünya Savaşı’nda galip gelenler tarafından kurulmuştur. Eğer Hitler’in Almanya’sı savaşın galibi olmuş olsaydı bugün çok farklı bir siyasi düzenden bahseder-dik. Birleşik Krallık, Fransa gibi ülkeler tarafın-dan inşa edilen daha sonrasında ABD tarafıntarafın-dan dizayn edilen bu siyasi sistemde iktidarlar azınlık

temeline dayanır. Birkaç örnek verecek olursak, Irak halkının çoğu Şiilerden oluşmasına rağmen Saddam döneminde iktidar Sünnilerin elinde ol-muştur. Yine Suriye’de çoğunluk Sünni olmasına rağmen iktidar Şiilerin elindedir. Aynı şekilde Libya’nın öldürülen lideri Muammer Kaddafi’nin aşireti ülkedeki diğer aşiretlerden küçük olması-na rağmen yönetimin hakim unsuruydu. Bu du-rum bölgedeki birçok ülke içinde geçerlidir.

Ortadoğu bugünlerde paranın da merkezi ola-rak görülmeye başlandı. İrlanda, Portekiz, Yu-nanistan gibi Avro Bölgesi ülkelerinde yaşanan ekonomik kriz ve bir zamanlar “üzerinde güneş batmayan olarak tanımlanan” Birleşik Krallıklar-daki bankaların batma eşiğine gelmesi Avrupa ile ABD’de mali krize yol açtı. Bu durumda paranın merkezinin Avrupa’dan Ortadoğu’ya kaymasına yol açtı. Son dönemde yükselen güç olarak orta-ya çıkan Çin,  devasa ekonomisini sürdürebilmek için Ortadoğu petrollerinin hemen hemen %65i-ne ihtiyaç duymaktadır. Bu ülkelerde yabancıla-rın yatırım yapmasına izin vermeyen diktatörler var. Burada çok iyi bilinen bir siyasi denklem var-dır. Buna göre, halkı baskı altında tutan diktatör-ler değişmelidir. Ülkeye hürriyet getirildiği tak-dirde halk diktatörü istemeyecek ve önce lider, daha sonrasında rejim değişecek. Yeni rejimin göreve başlamasıyla da ülkede yabancı yatırımla-rını önü açılacak ve gerekli izinler verilecek. Ve o ülkelerde kartlar yeniden karılacak, yeniden da-ğıtılacak. İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkanlar şimdi daha büyük pay almak için çırpınıyor. Tür-kiye gibi Libya’da 20 milyarlık bir yatırımı olsaydı Fransa Devlet Başkanı Sarkozy saldırır mıydı?

ORSAM: Arap Baharı çerçevesinde Ortadoğu’yu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kazancı: Küreselleşen dünyamızda katı ulus devlet mantığı ile ülkeyi yönettiğiniz zaman ger-çeklerle mücadele etmek zorunda kalırsınız ve sonucunda hüsrana uğrarsınız. Arap ülkelerinde gördüğümüz gibi. Şimdi bakıyorsun Saddam dö-nemindeki Irak’ta uygulanmaya çalışan mantığın aynısı Arap Baharının estiği ülke yönetimleri tarafından uygulanıyor. Halkçı diyorlar, sözde halkın desteğini arkasına almış olduklarını söy-lüyorlar ama halkın içerisindeki kendi dilinden

farklı, kendi mezhebinden farklı kesimlere ana-yasal çerçevede hak ve hürriyet tanımıyor. İkti-darı elinde tutan guruplar eşitlik temelinden çı-kıp mezhepsel politikalar yürütmeye başladılar.

Arap Baharı’nın estirdiği rüzgâr bütün bölgeye demokrasi, insan haklarını getireceğini söylü-yordu. Fakat gelinen noktaya bakıldığı zaman Şii ve Sünni çatışmasına sürükleniyor. Ortadoğu bölgesine yayılmak istenen bu durum Irak üze-rinden yapılıyor. Mekanizma Irak’ta Sünni-Şii kavgasına dönüştü. Lübnan’da da aynısını görü-yoruz. Sorunlar kökten reddedildiği zaman bu sorun derinleşiyor.

ORSAM: Hem Türkiye hem de Irak’ın sınır komşusu olan Suriye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kazancı: Burada Libya’da olduğu gibi Batı ülke-leri Devlet Başkanı Beşşar Esad’a karşı olanlara destek vermezse belirsizlik süreci uzayacaktır.

Ortadoğu’da ilk askeri darbenin yaşandığı yer Suriye’dir. 1946 yılında bağımsızlığına kavuşan Suriye, 1949 yılında askeri darbe yaşadı. Baas Partisi ise, 1963 yılında iktidara geldi. 1966 yılın-da Baas Partisinin şahin kanadı yönetimde hâkim konuma yükseldi. 1970 yılında Hafız Esad iktida-rı ele geçirdi ve Bass Partisi zemini üzerinden bir iktidar ağı kurdu. Bu iktidar ağının başlıca ha-misi ordu ve istihbarat birimlerine verilen genel isim El-Muhabarat oldu. Dört farklı istihbarat birimleri var. Bunlar; siyasi ve güvenlik birimi, sivil istihbarat, geleneksel askeri istihbarat ile en korkulusu ve en güçlüsü olan hava istihbaratıdır.

Bunun da nedeni Hafız Esad’ın hava kuvvetler komutanı olmasındandır. Halka karşı güçlü bir örgütlenme kuruldu. Buna karşın, 2001 yılının Ağustos ayında İstanbul’da kurulan 240 kişilik Suriye Güvenlik Konseyi, ülke içi ayaklanmala-rı organize eden Suriye Ulusal Komitesi ve yanı sıra da zayıf bir Özgür Suriye Ordusu var. Fazla örgütlenmemiş bir grubun mücadelesini görü-yoruz. Eğer Libya’da olduğu gibi Batı’nın desteği olmazsa bu süreç uzun sürecek. Obama fark-lı davranıyor. Bush döneminde direk müdahale anlayışı vardı ve askerler gönderiliyordu. Burada öyle yapılmıyor. Kendisi arka planda kalarak ora-daki grupları destekliyor ve daha açık söylemek gerekirse halkı birbirine kırdırıyor.

ORSAM: Ortadoğu’da Türkiye’yi nasıl ko-numlandırıyorsunuz?

Kazancı: Bu dönemde Türkiye gerek uyguladığı iç politika gerekse yürüttüğü dış politika modeli nedeniyle dünyada çok fazla örneği olmayan bir ülke konumuna geldi. Çünkü AK Parti yönetimi, bir taraftan İslam olgusunu ön plana çıkarırken, diğer taraftan da demokratikleşmeyi, modern-leşmeyi daha ileriye götüren daha özgürlükçü bir demokrasi anlayışına giden bir Türkiye’yi inşa etmeye gayret sarf ediyor. Ayrıca, Türkiye bölge ülkeleri için bir model ülke olma niteliğinden zi-yade, bölge ülkelerinin doğru yerlere varabilme-si için izleyeceği “Kutup Yıldızı” özelliği taşıyor.

Çünkü coğrafi açıdan hassas stratejik mevkiin-den dolayı, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan iş-birliği sadece ekonomik boyutlarda kalmayacak, başta güvenlik konusunda olmak üzere karşılıklı bağımlılık işbirliği alanlarını da kapsayacaktır.

Türkiye, Arap Müslüman devletleri ile olan si-yasi, ekonomi ve kültürel ilişkilerini, Batılı ülke-lerle olan bağlarını etkilemeyecek biçimde deği-şik üslup ve kanallardan yürütebilme becerisine sahiptir. Ulusal çıkarlarını korumanın yanı sıra everensel insan hakları doğrultusunda hem Arap

dünyasıyla hem de Batı dünyasıyla ilişkilerini sürdüren Türkiye, son dönemde Arap ülkeleriyle olan ilişkilerinde sabit fikir görüşüne dayalı değil, pragmatik temele dayalı esnek ve çok seçenekli bir politika izliyor. Ve çevresine insan değerlerini yaymaya çalışıyor. Bu çerçevede Türkiye, bölge ülkeleriyle olan bağlarında devamlılık arz eden işbirliği yapmaya çalışıyor. Coğrafi bakımında Türkiye’ye yakın olan Ortadoğu’nun büyük bir tüketici pazar olması ve geniş enerji kaynakları içermesi, Türkiye için olumlu bir ekonomik ve ti-cari seçenektir. Buna karşın, demokrasinin geliş-mesini gerçekleştiren siyasi ve ekonomik reform-ların yapılması halinde istikrar, güven ve huzura kavuşacak olan Ortadoğu ülkeleri, Türkiye’nin laik rejim, liberal ekonomi deneyimi ve Müslü-man olması gibi özelliklerden faydalanarak ve/

veya bu özellikleri örnek alabilirler.

ORSAM: Görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.

Kazancı: Ben de bana bu imkânı tanıdığınız için size teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Hicran Kazancı Kimdir?

Hicran Kazancı Kerkük’te doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Kerkük’te tamamladı. Üniversiteyi Mu-sul Üniversitesi’nde okudu.

Kazancı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından, 1994 yılında Türk Devlet ve Topluluklarına tanınan Türkiye’de öğrenim görme projesi çerçevesinde, Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora-sını yaptı. Eğitimini 2003 yılında tamamladı.

Türkiye’de gördüğü eğitim süresince, Irak Türkmen Cephesi’nin değişik kademelerinde aktif olan Kazancı, Türkmeneli Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, ITC Ankara Temsilciliği’nde Temsilci yar-dımcısı ve siyasi danışman görevlerinde bulundu.

2005 -2007 yılları arasında ise bölgede (Bağdat, Kerkük) ITC Genel Başkanın danışmanı ve ITC Dış İlişkiler Sorumlusu olarak görevini sürdürdü.

Türkiye ve ABD’de bulunan farklı üniversitelerde, eğitim merkezlerinde kısa ve uzun süreli birçok sertifikalı eğitimleri tamamladı.

2010 yılı Temmuz ayında Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi görevine atandı. Dr. Hicran Kazancı evli ve bir kız babasıdır.

O

Abdulhekim Beşar: “Suriye’nin Ademi Merkeziyetçi Bir

Outline

Benzer Belgeler