• Sonuç bulunamadı

TÜRKMEN MİLLİYETçİ HAREKETİ BAŞKANI HÜSAMETTİN TÜRKMEN

28 EYLÜL 2010

lunan Hamamcı Menef’ti. Hamamcı Menef ve Hasan Hancı birlikte otururlarken Mehmet Ça-murcu adındaki genç bir oğlana Mehmet Emin Şerbetçi’yi öldürmesi gerektiğini söylerler. Ne-den Mehmet Emin Şerbetçi diyecek olursanız, Şerbetçi Kürtçü komünistlerin başıdır. Bir gün evden ekmek almak için dışarı çıktığımda bir-kaç el silah sesi duyuldu ve Mehmet Emin Şer-betçi öldürülmüştü.

Ne zaman oldu bu olaylar?

Katliamdan 3-4 gün sonra. Teşkilat intikam al-mak isteyen Türkmenler tarafından oluşturuldu sonra hare hare yayıldı. Büyük ve küçük abim bu teşkilat içerisinde yerlerini aldılar. Kürtçü Ko-münistlerin karşısında intikam tugayı gibiydi.

Durum böyle olunca Kerkük’te Kürt kalmadı, ölen öldü, kaçabilenler gitti. Bu kargaşa 8 Şubat 1963 tarihinde yapılan ihtilalle Abdulkerim Ka-sım diktatörlüğünün devrilmesi ve yönetimin Yarbay Abdusselam Arif’in devralmasıyla sona erdi. Ayrıca 1959 Musul-Kerkük katliamını ya-panların elebaşları idam edildi ve Türkmenlerin güveni yeniden kazanılmaya çalışıldı. Fakat da-ha sonraları Baas Partisi duruşunu değiştirdi.

Çünkü Türkmenler örgütleniyordu. Komüniz-me karşı olan Arap milliyetçileri de TürkKomüniz-men- Türkmen-lerin yanında yer alıyordu. Musul meselesinde de keza Kerkük Türkmenleriyle birleşmesi Baas Partisini tedirgin ediyordu. 1970 senesinde rah-metli Abdullah Abdurahman bize çok güzel bir şey anlattı. Dedi ki: “Irak’ta Dışişleri Bakanlığın-da bir Bakanlığın-daire var ve bu Bakanlığın-dairede eski İngilizlerin bıraktığı bir yazı ve bu yazıda Irak’ın üç millet-li olduğu ve azınlıklardan oluştuğunu yazıyor”.

Bahsi geçen üç milleti sorduğumuzda “Arap, Kürt ve Türkmenler” diyerek evrakı gösteriyor-du. Arap milletiyle ilgili açıklamalarda,  Arapla-rın Irak topraklaArapla-rının sahibi olduğu yazıyordu.

Gerekçe olarak nüfus çoğunluğuna Arapların sahip olması gösteriliyordu. Kürtler için yazı-lanlarsa bir hayli şaşırtıcıydı. Kürtlerin her za-man dağa çıkıp yol kestiklerini, merkezi hükü-mete karşı geldiklerini anlatıyordu. Türkmenler için ise çok akıllı, çalışkan, tahsilli insanlar ol-duklarını yazarıyordu. Türkmenlerin çoğunun

Irak ordusunda üst düzey subay olduklarını, araştırmalarda ticaret ve genel kültür açısından önde olduklarını gösteriyordu. Bu milletin arka-sında güçlü bir devlet var. Türkiye Cumhuriyeti.

Onun için “her gelen rejim bu milleti yaşatma-malı” yazıyordu. Bu metinleri Abdullah ağabey bilir. Bize bir kütüphanede toplantı yaparken okutmuştu. Şimdi düşünüyorum da bütün bu teşkilatlanmalar, toplantılar yapıldı. Peki, neden Türkmen davası istediğimiz noktaya gelemedi.

Yapılan teşkilatlanmalar kök salamadı. 1980’li yıllarda Türkiye ile de görüşmelerimiz oldu.

Bu konuya geçmeden önce siz Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldiniz?

1973 senesinde Türkiye’ye kaçak olarak geldim.

Neden kaçtınız?

Yok, kaçmadım, geri dönecektim. Biraz düşün-düm kalmayı ama Rahmetli Alparslan Türkeş’in nasihatiyle geri döndüm.

Siz buraya gelir gelmez Rahmetli Alparslan Türkeş’i mi ziyaret ettiniz?

O niyetle geldim. Benden dönmemi ve orada mücadele vermemiz gerektiğini söyledi. Çünkü benim Türkiye’ye geldiğim süreçte biz Kerkük’te yeni teşkilatlanma süreci yaşıyorduk. Türkmen Milliyetçi Hareketi olarak şekilleniyorduk. Teş-kilatlanmadan önce 24 Ocak 1970 yılında Irak hükümeti Devrim Komite Konseyi Türkmenle-re kanun hükmünde KültüTürkmenle-rel Haklar tanımıştı.

Ancak kısa bir süre sonra Türkmenlerin eğitim haklarının ellerinden alınması sonucunda Türk-menler 1970 yılında öğrenci boykotları düzen-ledi. Bu süreç içerisinde işkenceler yapıldı ve arkadaşlarımızdan ölenler oldu. Biz de davamı-zı devam ettirmek için teşkilatlandık. Türkeş’te bu gelişmelerden haberdar olarak Kerkük’e ge-ri dönmem gerektiği konusunda beni uyarıp, mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi.

Bende onu dinleyerek yeniden döndüm, Irak’a ve çalışmalara devam ettim.

Öğrenciler neden boykot yapıyordu?

Öğrenci hareketinin olmasının sebebi 1970 se-nesinde bize kültür hakkı verildi. Kültür hakkı verilirken de bütün Türkmen okullarında yeni Türkçe okumamıza izin verildi. 3-4 ay sonra yeni Türkçeyi kaldırılıp, eski Türkçe eğitim ve-rilmeye başlandı. Bizde bunu kabul etmedik. 24 saat içerisinde bütün okulları kapattık, okulla-ra gitmedik. Ben ciddi bir şekilde bu hareketin içindeydim. Kalanlardan bahsedersem, Silah Nevruz şu anda Avustralya’da, Muhammed İz-zet Hattat vardı bir de. Bu adamların ciddi bir şekilde Türkmen davasına katkısı var. Önemli isimler arasında yer alan Kadir Ahmet Beyatlı ve Abbas Erenay var. Bunun yanında Saffet Ağa-bey var. Şu anda Hollanda’da yaşıyor.

Bunlar davanın önde gelen isimlerinden de-ğil de arka planda olup asıl işi yürütenlerden mi diyelim?

Saydığım isimler çok iyi fikir adamlarıydı. Türk-men davası için de çok çalıştılar. Bir kısmı boy-kot zamanında içeri alındı. Boyboy-kot sürecinde ben de aktiftim. O dönemde Irak polis futbol takımındaydım ve iyi bir futbolcuydum. Polisler bana kimlik sorduklarında ya da olayların oldu-ğu zamanlarda nerede olduoldu-ğumu tespit etmeye çalıştıklarında vereceğim cevabım hazırdı. Çün-kü futbolcuydum. Irak’ın en iyi takımında Um-man Sporda oynuyordum. Bu nedenle olayların olduğu saatte sahada antrenmandaydım. Fakat boykotun başlamasından bir gün sonra benim hakkımda da yakalama emri çıkartıldı. İlk baş-ta teslim olmadım. Ağabeyime teslim olmam gerektiğini söylemişler. Olmazsam ağabeyimi alacaklarmış. O dönemde evin tek çalışanı ağa-beyimdi. Evin geçimini o sağlıyordu. O nedenle gidip teslim oldum.  İlk başta Polis İstihbaratı-na götürüldüm. Orada bir gece sorguda kaldım.

Ardından Askeri İstihbarata teslim edildim. As-keri İstihbaratta “18 yaşındayım ve iyi bir fut-bolcuyum, beni bırakırlar” diye düşünüyordum ki, bir yüzbaşıya teslim edildim ve gözlerimi aç-tığımda işkence odasındaydım.

İşkence gördünüz mü? Neler yaptılar? Biraz bahsedebilir misiniz?

Tabi tabi herkes gibi ben de işkence gördüm.

Türkmenler çok iyi bilir, biz, her zaman emni-yetle karşı karşıya kalan insanlardık. Bir gece saat iki sularıydı oturuyorduk, kapı bir güm-bürtüyle açıldı. Bizi işkenceye götürmeye gel-diler sandık ama götürmegel-diler. Ertesi gün polis istihbaratına gönderildim ve serbest kaldım.

Çıktığımda yorgundum, işkence görmüştüm ve tek isteğim eve gidip yatmaktı. Eve vardığımda kapı çalındı. Gelen Muhammed İzzet Hattat’ın ablasının oğluydu. “Acele et, silahına sarıl Hü-seyin Ali’yi öldürmüşler”, dedi. HüHü-seyin Ali ile aynı yerdeydik. Benim 2 koğuş yanımdaydı.

Meğer Hüseyin Ali işkence sırasında ölmüş ve cesedini Televizyon binasının yanında elektrik direğine asıp, “televizyon binasını bombalamak isterken elektrik çarptı” demişler. O gece koğuş-taki sesler Hüseyin Ali’nin ölümüymüş. Hazır-lanmaya başladım ki ağabeyim geldi. Birlikte Hüseyin Ali’nin evine gittik. Evlerimiz yakındı.

Cenazeyi “şehitlik”e gömeceklerini söylediler ve Kerkük’ün hazır olması gerektiği kararını aldık.

Kısa sürede siz deyin beş bin, ben diyeyim on bin kişi toparladık. Hatta kadınlara kabze ver-dik. Biz yerleştik sokaklara, güvenlik için. Çün-kü her şeye hazırlıklıydık.  Bir baktık uzaktan bir konvoy geliyor. Yalan olması 20-30 polis ara-bası. Cenazeyi aldılar götürdüler ve bize teslim etmediler. Ertesi gün kim varsa içeride hepsini bıraktılar. Ben o gece çok düşündüm ve ken-dimce bir tahlil yaptım. Tahlile göre: biz teşkilat değildik ve onlar bizi bir balona benzetti. Balon şimdi patlamıştı. Çünkü rahmetli Hüseyin iş-kence sırasında ölmüştü ve biz bu duruma sus-kun kaldık. Şimdi gerçek teşkilat olma zamanıy-dı. Benim de davet edildiğim eski Tisin bölge-sinde bir toplantı yapıldı. Toplantı da Türkmen Milliyetçi Hareketinin kurulacağını ve bizimde bu teşkilat içerisinde aktif rol almamız gerekti-ğine vurgu yapıldı. Teşkilat, Türkmenlerin hak-larına sahip çıkılacak ve hakların elde edilmesi için mücadele verecekti. Teşkilatın amacı bel-liydi ve hızla Kerkük’te hareketin yaygınlaştırıl-ması gerekiyordu. Ben de üzerime düşen vazi-feyi yerine getirmek için çalışmalara başladım.

Okullarda teşkilatlar kurduk. Kendi aramızda topladığımız paralarla bildiriler yayınlayıp da-ğıttık, kendimizi savunma adına silah alımı da

yaptık. Teşkilatlanma devam ederken gözler bizim üzerimizdeydi. Bu nedenle ben Bağdat polis takımına futbolcu olarak transfer edil-dim. Üç-dört ay burada oynadıktan sonra da-yanamadım ve geri döndüm Kerkük’e. Kerkük ve petrol takımlarında futbol oynamaya devam ettim. 1973 yılında Baas Partisi benim de içe-risinde yaşadığım mahallede etkinliğini artırdı.

Etkinliğini özellikle burada artırmasının sebep-leri, Petrol şirketlerinde çalışan işçilerin büyük kısmının burada ikamet etmesi, aydın kesimin burada yer alması, nüfusun büyük çoğunluğu-nun Türkmen olmasıydı. Bu süreçler yaşanırken bizim ilk yaptığımız iş Eskişehir Futbol Takımı-nı kurmak oldu. Antrenman yapacağımız yeri mahalleden insanları toplayıp temizlettirdik, çimleyip mahalle sahası haline getirdik. Şu an-da an-da o saha Spor Bakanlığınan-dan aldığım des-tekle stadyum oldu. Daha önce de anlattığım gibi 1973’de Türkiye’ye gitmek üzere karar al-dım ve kaçak yollarla sahte pasaport kullanarak Ankara’ya geldim. Ankara’da Burhan’ı gördüm, kendisi Kerküklü Kilis Belediye Başkanıydı. Şe-rif Ağabey de oradaydı, o da Kerkük’te petrol şirketinde mühendisti. Türkiye’ye gelmişim ne yapsam diye düşünürken Gençlerbirliğinde ant-renmana çıktım. Isparta’ya gidip orada hazırlık maçı oynadım, o zaman Gençlerbirliği ikin-ci ligdeydi ve yerleri de Maltepe’de Vehbi Koç Yurdunun yanındaydı. On beş ya da yirmi gün orada antrenmanda kaldım, tabi bu arada Mil-liyetçi Hareket Partisine gidip geliyordum. Ya-ni hem antrenmana çıkıyor hem de siyasi milli çalışmalarımıza devam ediyordum. Alparslan Türkeş ile görüşmem de bu zaman aralığınday-dı ve Bana nasihatleri oldu. Mücadeleye devam etmem gerektiğini söyledi.

Alparslan Türkeş mi böyle istemişti?

Evet, onun talimatına göre hareket ettim ve bi-reysel olarak Türkiye’den nasıl gidebilirim diye düşünürken Habur sınır kapısını geçerken po-lisler etrafımı sardı ve emniyete götürüldüm. Bir iki gün orada tutulduktan sonra Musul’a gönde-rildim. Ağabeylerimin o zaman haberleri oldu.

Araya birilerini sokarak beni oradan aldırdılar.

Antrenmanlara başladım. Yine antrenmanda olduğum gün beni bir istihbarat arabası gelip

götürdü. Orada epey bir işkence gördüm. Son-rasında beni büyük cezaevine götürdüler. Ora-da beni dinlenmem ve işkence işlerinin geçmesi için özel bir odaya yerleştirdiler. Çünkü mahke-meye çıkacaktım ve işkence izlerimin geçmesi gerekiyordu. Gider gitmez takatsizdim yattım, uyudum. Sabah uyandığımda 50 kişilik bir oda-da açtım gözlerimi. Kafamı kaldırdığımoda-da 1971 yılında bana işkence yapan kişileri gördüm.

Kendimi toparladıktan sonra araştırma yaptım ve doğru hatırladığımı anladım. Bir gün ziya-retime ağabeylerim geldi. Onlara içeride düş-manlarımızın da olduğunu söyledim. Ağabeyim nasihat etti bana ve içeride çok fazla kalmayaca-ğımı söyledi. Ayrıca beni, kendimi toparlamam için ve Türkmen olan hâkimin beni böyle gör-memesi gerektiği konusunda uyardı. 5-6 gün içeri de kalmıştım. Odada bir teneke vardı onu parçaladım ve bir parçasını alıp onların üstüne salladım. biraz arbede yaşadık ve ben başka ko-ğuşa gönderildim. O dönemde oranın merkez genel müdürü bir Türkmen’di ve beni takdir etti.

Diğer koğuşta 5-10 gün kaldıktan sonra mahke-meye çıktım. Mahkeme bizi serbest bıraktı.  Yıl 1974’ün Şubat ayıydı, beni istihbarata çağırdılar ve Kerkük’ü terk etmem gerektiğini söylediler.

Nasiriye’ye gitmem gerekiyormuş. Bir belge verdiler ve ben Nasiriye’de emniyete teslim ol-dum. Nasiriye’de bir arkadaşıma rastladım o da Nasiriye takımında oynuyordu. Beni takıma al-dırdı ve antrenmana çıktım.

Ne kadar kaldınız Nasiriye’de?

1974-1976 arası Nasiriye’de kaldım.1976’nın i-kinci ayında maçımız vardı ve biz de maçı kaza-nırsak finale kalacaktık. Rakibi yenip finale kal-dık. Kulüp başkan beni çağırdı. Bayram arifesi olduğu için ailemi görmek istediğimi söyledim.

Onlar da bana izin verdiler. 3 gün sonra, bir hadise geldi başıma. Sivil polisler geldi ve beni sıkıştırdılar. Tabi biz de çevredeki arkadaşlarla karşılık verdik ve kavga çıktı. Bu olay üzerine beni aramaya başladılar ve bizim bulunduğu-muz bölge tehlikeli olmaya başladı. Ben de bir yerden bulduğum silahla havaya ateş edip on-ların kaçmasını sağladım. Daha sonrasında da Fahrettin isimli bir kişini yardımıyla Kerkük’ü

terk ettim. Geri döndükten sonra futbol oyna-dığım kulübün başkanı vasıtasıyla Kerkük’te ya-şadığım bu olay için şikâyette bulundum. Daha sonrasında beni ifade için Kerkük’e çağırsalar da yine başkanın yardımıyla ifademi bulunduğum yerde verdim ve bu konu da böylece kapanmış oldu.  Daha sonrasında yine birkaç kez gözaltına alındım. Bu esnada bir kere Kerkük’e iki kerede Bağdat’a sevk edildim. Bağdat’ta kaldığım dö-nemde ciddi manada işkenceye maruz kaldım.

Bunun sebebi ise Selahaddin kentinde yakılan ve Baas Partisine ait olan kütüphaneydi. Yapılan soruşturmada bu işi benim üzerime yıkmaya çalıştılar. Aile dostumuz olan ve Irak içerisinde nüfuzu olan iki Arap aşireti lideri sayesinde ben bu suçlamalardan kurtuldum. Ama Kerkük’te bulunduğum dönemde beni çok seven Abdul-hadi isimli bir polis müdürünün bana gizlice “2 gün içinde beni tekrar gözaltına alacaklarını ve kaçmam gerektiğini söylemesi” üzerine aynı ge-ce Kerkük’ten geçen bir kömür treniyle kaçtım ve Adil Şerif’in yanına sığındım. O da bana kaç-mamı ve saklankaç-mamı söyledi. Daha sonra ailemi görmek için eve geldim ama evin de basılmasıy-la önce dayımbasılmasıy-lara sonra da teşkibasılmasıy-latın o dönemki muhasebecisi olan İsmail Dabbah (Hurma)’ın yanına geldim ve bir süre onda kaldım. Daha sonrasında da Hasan Helvacı’nın yanına gittim.

Kendisi aynı zamanda teşkilatında ilk kurucula-rındandı ve çok zengindi. O bana onun yanında kalabileceğimi söyledi ve beni koruyacakları-na dair söz verdi. Daha sonra yine o dönemde teşkilat içerisinde oldukça faal olan Nurettin Bozkurt geldi ve bana on tane pasaport getirdi Türkiye vizesi almak için. Ben de oradakilerin yardımıyla Hamit adıyla sahte bir kimlik hazır-lattım. Daha sonrasında önce Musul’a oradan da Telafer’e Hacı Hamza’nın yanında gittim ve orada bir müddet kaldım. Oradan da Türkiye’ye geldim. Bunu da yine orada tanığımız eski bir Türkmen polis müdürünün yardımlarıyla ba-şardık ve daha sonrasında da Türkiye hayatım başladı.

Türkiye’ye geldikten sonra Türkmen siyaseti adına neler yaptınız veya ne gibi faaliyetlerde bulundunuz?

Şeref Abdullah, Aydın Beyatlı, Turhan Ke-tene, Savaş Avcı ile de özel münasebetlerim oldu. Hepsiyle tartışırdık Kerkük meselesi-ni. Ben artık bu vatana gelmiştim ve vata-na ne yapabilirdim diye düşündüm. Kaçak gelmiştim ve emniyet sürekli peşimdeydi.

Türk vatandaşlığını ne zaman aldınız?

Emniyete alındığım bir zamandı. Bir paşa, em-niyet müdürü hepsi bir odadaydı. Onlara beni Irak’a göndereceklerini söyledim. Bana Türk olduğumu ve yarın mahkemeden sonra serbest kalacağımı söylediler.

Türkiye’de neler yaptınız? Hangi kurumlarda görev aldınız?

Ben her zaman siyasi teşkilatta görev aldım.

1985 yılında İstanbul’a yerleştim. 1990 yılında Milli Türkmen Partisinde Muzaffer (Arslan) Beye destek verdim. Daha sonra Irak Türkleri Yardımlaşma Derneğinde 1992 senesinde genel merkezde genel yönetim kuruluna, 1993 yılında genel sekreterliğe ve 1994 yılında da genel baş-kan yardımcılığna seçildim. 1996 yılında da gö-revi isteyerek bıraktım. 1993 yılında Türkmen Birlik Partisinden istifa ettim. İstifa etmemin nedeni yolsuzluk yapılmasıydı. Daha sonra ken-di çabamla bir dernek kurdum. Dernekte cidken-di çalışmalara ev sahipliği yaptık. 1991 yılında I.

Körfez savaşında Türkmenlerden Türkiye’ye çok fazla göç olmuştu.

1976’da Türkiye’ye giriş yapmışsınız. O dö-nemde Türkmen göçleri nasıl oldu, sebepleri nelerdi?

Türkiye’ye bizim dönemin ikinci kaçağı olarak -Mahir Şimşek’ten sonra- ben geldim. 1991 yı-lında Türkmen göçlerinin yaşandığı bir zaman-da Türkiye’de basınzaman-da Kürtlerin göç ettiğine zaman- da-ir haberler yer alıyordu. Biz de Türkmen olarak sesimizi duyurmak için Muzaffer Arslan’la bir Türkiye’de yapılmak üzere protesto yürüyüşü-ne karar verdik. Protesto yürüyüşünün yetkisi bana verildi. Çok kalabalık olmamakla birlikte Kerkük’te Türkmenlere yapılanları kınadık ve

yürüdük. Üzerimize ateş açıldı. O zaman iki kişi öldü 1 kişi yaralandı. Akşam haberlerde Kürtler üzerine ateş açıldığı ve 2 Kürdün ölüp, 1 kişinin yaralı olduğu söylendi. Aradık ve durumu dü-zelttik. Türkiye’de bu iki şehit davamıza Türk-leri ortak etti.

Türkiye’ye büyük göç zamanı ne kadar Türk-men geldi?

Büyük göç zamanı ben Şemdinli’de karşıladım kafileyi.

Bir sayı verebilmeniz mümkün mü?

Kayıtlarda vardır. Çünkü yiyecek, giyecek dağı-tıldı.

Siz Türkiye’ye uzun zaman önce geldiniz.

Türkiye’ye adapte olabildiniz mi? Aynı za-manda siz davanızı unutmayıp 2003 sene-sinden sonra dönmüşsünüz. Ama benim gördüğüm kadarıyla göçen Türkmenlerin çocukları davalarından uzaklaşmış ve Türki-yelileşmişler. Bunun sebebi nedir?

Biz Türkiye’ye geldik. Çünkü Türkiye’yi se-viyorduk ve yardımımız dokunabilirdi. Ba-na birçok yerden yerleşmem için teklifler geldi ama Türkiye’yi vatan olarak görmüş-tük. 2003 yılıydı unutmam bir sabah arka-daşım Kerkük’e sabah kahvaltısına çağırmış-tı. Mustafa Kemal Yayçılı ile gidecektik ve ben önden gidecektim o da bana yetişecekti.

Siz o zaman bölgede miydiniz?

Tabi.

Siz bekliyordunuz böyle bir durumu yani doğru mu?

Evet, biz bölgede bekliyorduk. Hatta 2001 yı-lında beklemeye başlamıştık. Hazırlıklarımızı tamamlamıştık.

Kerkük’e geçmeden önce biraz önce sordu-ğum soruyu cevaplar mısınız?

Türkmenler Türkiye’ye geldiklerinde beni ta-nımazlardı. Ama ben onlara hep söyledim. Biz Türkmen olduğumuz için bu ülke bize kapıları-nı açtı. Bugün Türkmenler mühendis olabilmiş-se, doktor olabilmişse veyahut öğretmen olabil-miş ve aile kurabilolabil-mişse Türkiye’ye borçludur.

Ama birçoğu vergisini ödemiyor. Türkmenler Türkiye’de vatan sahibi oldu. Ülkü Ocaklarının Türkmenlere faydasını hiç unutamam. Bizim çocuklarımız da unutmaz. Ne davamızı ne de Türkiye’nin bize yaptıklarını.

Belki sizin çocuklarınız unutmaz ama genel izlenim pek de davayı unutmadıkları izleni-mi verizleni-miyor. Örneğin 2007’de Kerkük izleni- mitin-ginde ben çok az genç gördüm.

Bu bir kriter değildir. Siz de iş yerinizde toplan-tılar yaptığınızda herkes gelmiyor. Bu durum ilgisizliği ya da davayı unuttuklarını göstermez.

çok doğru söylüyorsunuz. Peki, bunun sebe-bi nedir?

Bunun sebepleri derneklerde, vakıflarda gençlik kolları yok. Gençlik kollarının kurulup, öğren-cileri organize etmesi gerekiyor ve Türkmenler toplantıdan toplantıya görüşüyor. Birbirleriyle sıkı ilişkileri yok.

Aslına bakarsak herkesin ailesinden birileri Kerkük’te yaşıyor.

Türkmenlerde bir özellik var. Türkmenler ken-dilerini çok severler. 1918 yılından bugüne Türkmenler kötü şartlarda yaşadılar. Özellikle 1963’den bu yana ciddi bir kan kaybı yaşadılar.

Özellikleri, kültürü gibi…

Burada yapılan hiçbir şey bölgeye yansımı-yor diye sıkıntı duyuyansımı-yordunuz değil mi?

Ondan çok şikâyetçiyim. Mesela geçenlerde “ge-leceğin siyasetçisi” başlığı altında bir sürü genç toplantıya getirildi. Toplantıya gelen çocuklar ya da konuklar hepsinin hısımı, akrabası. Yani sanki dava tüm Türkmenlerin değil, kişilere mal ediliyor. Ben bu konu üzerine birkaç fikir ortaya

attım. Öğrenciler lise–2 sınıfından sonra sınava alınsın. Teşkilatlarda sorumluluk verilsin. Böy-lece sürecin nasıl işlediğine dair fikir elde etsin.

Mesela geçenlerde bir öğrenci geldi, Türkmen kontenjanından. Oturuyoruz, “ ben Türkmen falan bilmem, Irak’lıyım. Türkmen diye bir şey yok” dedi. Hayretler içerisinde baktık ve

Mesela geçenlerde bir öğrenci geldi, Türkmen kontenjanından. Oturuyoruz, “ ben Türkmen falan bilmem, Irak’lıyım. Türkmen diye bir şey yok” dedi. Hayretler içerisinde baktık ve