• Sonuç bulunamadı

IRAK TÜRKMEN CEPHESİ ESKİ BAŞKANI TuRHAN KETENE

doğumluyum, Almas mahallesin-de doğmuşum. Babamın emniyet mensubu olmasından dolayı tayini sayesinde Kerkük katliamından kıl payı kurtulmuş. Babamın

tayinle-rinden dolayı Irak’ın birçok yerini gezdik, en son Bağdat’ta kaldık istikrarımız orada oldu.

Bağdat Lisesi mezunuyum. Orada üniversiteyi kazanmama rağmen ailem beni orada bırakmak istemedi. Çünkü gençliğin verdiği heyecanla Türkmen davası için koşturuyorduk. Türkiye’ye gönderdiler beni. Normalde Türkmenler orada üniversiteyi kazanamadıkları için Türkiye’ye ge-lirler, fakat benim öyle değildi, orada kazandı-ğım halde ailem Türkiye’ye gönderdi. Türkiye’ye 1974’de geldim. 1975’de de Ankara üniversitesi tıp fakültesini kazandım ve orayı bitirdim.

Da-ha sonra aynı üniversitede kadın hastalıkları bölümünde çalıştım ve 1990’a kadar da orada baş asis-tan olarak çalıştım. Bu süre içe-risinde dernekçiliğimiz de oldu, 1981’de Türkmen demokratik ha-reketinin kuruluşunda Suriye’de onun içinde yer aldım. Daha sonra göç sırasında Çukurca’ya Şemdinli’ye ve bir çok sınır böl-gesine gidip geldik. Ondan sonra üniversite de kalmak zorlaştı. Çünkü siyaset daha cazip ge-liyordu ve bu işe başladık. O zaman Irak Mil-li Türkmen Partisi kurulmuştu ve partide aktif olarak bulundum. Partinin karargâhları kurula-cağı zaman kimse gitmek istemiyordu, herkes korkuyordu.

1988’deki ilk kuruluşunda burada siz de baş-ladınız mı?

1988 yalan, 1988’de kurulmamıştır. Körfez

Sa-6. IRAK TÜRKMEN CEPHESİ ESKİ BAŞKANI TuRHAN KETENE

8 TEMMuz 2010

vaşının ilk aylarında kurulmuştur gerçeği bu-dur. Zaten o tarihte Türkiye de müsaade et-miyordu. Ne zaman yeşil ışık alındı o zaman başladı. 1991’de ilk karargâhımızı Erbil’de açtık.

Oğuz Gürgür (Riyaz Sarıkahya olarak bilinir) ve İzzeddin Demirci diye arkadaşımızla beraber gittik. Yaklaşık bir aya yakın kaldık. Türkmen si-yasi hareketi adına bölgedeki ilk karargâhımızı Şaklava’da kurduk. Bir ay kaldıktan sonra geri döndüm. İkinci gidişimde Habur Sınır Kapısı açılmıştı, güvenli bölge haline gelmişti, herkes rahatça gidip gelebiliyordu. Kendi arabamla git-tik. Bu sefer rahmetli Mustafa Kemal Yayçılı ile beraber gittik. Bu gidişimizde Celal’le (Talaba-ni) ve Mesut’la (Barza(Talaba-ni) görüştük. Perişan bir haldeydiler, Türkiye’nin oraya girmesini istiyor-lardı. Hiç unutmam Mesut Barzani’nin politik büro karargahı o zaman Revanduz şehrindeydi, oraya gittik ziyaretlerine. O zaman bana aynen şöyle dedi; “Bıktık savaşmaktan. Yıllardır sava-şıyoruz merkezi hükümetle. Biz perişan olduk, binlerce insanımız öldü, Türkiye PKK bahane-siyle gelsin, buraya girsin, biz de kurtulalım vaz-geçelim bu işlerden”. Bir hafta sonra Şaklava’da Celal Talabani ile görüştük. Yanımda Mustafa Kemal’de vardı. Özal’ı çok övdü o zaman hak-kında çok konuştu. Daha sonra “Türkiye gelsin girsin de şuraları alsın. Önümüzde ki seçimler-de benseçimler-de Süleymaniye milletvekili olarak gidip Ankara’da otururum”, dedi. Bizim böyle bir yap-tırım gücümüz yok ama iletiriz biz dedik. Yani böyle bir süreçten geçmiştik o zamanlar. Bir-çok Türkmen kardeşimizle görüştük. Erbil’de de yeni karargâhımızı açtık. O arada döndük, ben Irak Türkleri Yardımlaşma Derneği Anka-ra Şubesi başkanlığına seçildim. Zaten her şey Ankara şubesinden geçerdi daha faal çalışırdı Ankara.

Bir süre Ankara’ya taşınması gündeme gel-miş zaten merkezin?

Aynen öyle oldu. Başkanlık yaptığım dönem içerisinde 93–95 yılları arasında derneğin ka-mu yararına dernek haline gelmesi için bakan-lar kurulu kararını çıkarttırdım. Artı şu anda okuyan öğrencilerin kontenjanını taleplerim ve ısrarlarımla çıkarttırdım. Yani bana ait şu anda okuyanların kontenjanı.

Kontenjan ne zaman çıktı?

1994’de çıktı. Yazışmaların hepsi bende var. Şöy-le olmuştu o zaman rahmetli Özal Türki Cum-huriyetlerine 1000 kişilik kontenjan ayırmıştı, dağıtımı yapılmamıştı. Ben onu duyunca giri-şimlerde bulundum. O zaman Acar Okan Çevre Bakanlığı Müsteşarıydı onu devreye sokarak gi-rişimlerde bulundum. Milli Eğitim Bakanlığıyla görüştüm, İhsan Doğramacı’yı devreye soktum.

Nihayetinde 81 kontenjan hakkını çıkarttık o zaman. Şu ana kadar da devam ediyor biliyor-sunuz. Artı aynı dönemde TİKA, Özbekistan’a matbaa gönderiyordu. Bunu duydum ve bir şe-kilde onu Irak’a gönderttim. Oraya Erbil’e ilk ofset matbaayı sokan ben oldum. Şimdi el koy-dular. Yine başkanlık döneminde okul açma ka-rarı verdik Erbil ve Kifri’de. O zaman Irak Milli Türkmen Partisinin hepsi karşıydı, ben ve Mus-tafa Kemal razıydık bu işe, bir de Erbil’de birkaç arkadaş istiyordu bunu.

Neden karşıydılar?

Yapamayız zor iş diyorlardı.

Siyasi bir nedeni yok yani?

Siyasi değil, millet çalışmak istemiyor. Biz hep ne yapabiliriz diye düşündüğümüz için uğraşı-yoruz. Karşı çıkmalarına rağmen biz Erbil’deki birkaç arkadaşla beraber Doğuş İlkokulunu aç-tık, Kifri ve Karaoğlan’a açtık. Orada gönüllü Türkmen öğretmenler eğitim vermeye başladı-lar. O zaman Celal Talabani vasıtasıyla ikna ettik ve izin çıktı. Daha sonra eğitim başladı, ama eği-tim iyi seviyede değildi ve Türk alfabesiyle baş-ladı. Dernek başkanlığım döneminde rahmetli İhsan Doğramacı’yla iyi ilişkilerim vardı. Birçok ortak projemiz bulunuyordu. Doğramacı’nın e-ğitime karşı zaafı olduğunu biliyordum. Erbil’de açtığım okulun videolarını izlettim. Türkçe eği-tim yapan ve Türkmence marşlar söyleyen ço-cukları görünce çok duygulandı. Çünkü o dö-nemde Osmanlıcadan Arapçaya çevirmişlerdi eğitimi. Bu açıdan orada eğitimini bitirememiş ve bu yüzden babası almış onu okuldan. Daha sonra Beyrut’ta Amerikan kolejine

gönder-miş babası, orada bitirdi eğitimini. Şimdi onun Türkmen davasıyla ilgili yaptıklarını ve özel hayatını yazıyorum, kendisi istedi. Daha sonra ne yapabilirim dedim senin için. “Hocam Sela-haddin Eyyubi’yi bilirsiniz, o Araplar Arap’tır, Kürtler Kürt’tür, Türkler Türk’tür diyor. Ama adam öldü gitti, herkes kendi tarafına çekiyor.

Sizin için Araplar Iraklıdır, Erbilliler Kürt’tür di-yorlar ama biz sizin Türk olduğunuzu biliyoruz siz hayattasınız bunu ispat etme imkânımız var”

dedim. Ben onun bu şekilde dikkatini çektim çünkü o siyasetle pek uğraşmazdı. Çünkü biz Irak Türkmen Cephesini kurduğumuz zaman şu anki Türkmen Meclisi yerini alan Türkmen Şurası, Türkiye’den önde gelenler vardı içeri-sinde, İhsan Doğramacı ile amca çocukları olan ve şu anda Amerika’da yaşayan Cemil Kırdar, Türkmen Şurası Başkanı seçildi. Ayda birkaç kere Bill Clinton ile kahvaltı yapan bir insandı, orada çok güçlü biriydi. O meclisin başkanı ol-du ben Türkmen cephesi başkanı olol-duğum za-man, önce meclis kuruldu ve ben de ITC başka-nı seçildim. Kimse gitmediği için ben seçildim.

O zaman Erşat Hürmüzlü’ye teklif ettiler, kabul etmedi. Muzaffer Arslan’a da teklif edildi, oda yapmadı. Doğramacı, her toplantıda “Kimse gitmedi, Turhan Ketene gitti” diye söylerdi. Biz Türkmen Cephesinin ilk tüzüğünde bir madde koyduk. Bu maddede “Irak Türkmen Cephesi Başkanı ve yönetim kurulu bölgede yaşamak zorundadır”, tabiri geçiyor. Muzaffer Arslan ve partililer Türkiye’de yaşıyorlardı, ara sıra Irak’a gidiyorlardı. Bir ay Mustafa Kemal, bir ay Yaşar İmamoğlu bir ay Hasan Özmen gidiyordu. Bu yüzden bu maddeyi koyduk. Çünkü bu şekilde ara sıra gidildiği zaman millet sana güvenmi-yordu. Ama o maddeyi koyunca kimse yanaş-madı tabi.

Şimdiki tüzükte bu madde var mı?

Yok artık gerek kalmadı buna. Zaten başkan orada kalmak zorunda başka çaresi yok. Daha sonra biz Türkmen cephesi çalışmalarına baş-ladık ve bunu Türkiye Cumhuriyeti’ne de kabul ettirdik. Doğramacı’ya sormuşlar beni. O da “bu adamın garantisi benim” demiş. Bu şekilde baş-ladık işte.

Başkanlığınız ne kadar sürdü?

24 Nisan’da başladı, ertesi sene 28 Şubat’ta istifa ettim.

Siz istifamı ettiniz?

Evet, tek istifa edende benim. Bunu sonra an-latacağım. Biz gittik başladık işlere. Hasan Öz-men ve Riyaz Sarıkahya sonra geldi Irak’a. On-lara ben destek oldum. Türkiye bize vize kotası vermişti. Para karşılığında veriliyordu o vize 250 dolardı.

Bu vize neyle ilgiliydi?

Bölgedeki insanların Türkiye’ye girebilmeleriy-le için vize alıyorlardı. O vizeyi kapıda gösterip giriyorlardı, bizim verdiğimiz isimler Türkiye’ye giriyordu. Onun dışındakiler giremiyordu.

Böyle bir gelir kaynağımız vardı. Birde benim başkan olduğum dönemde Ağustos ayında o zaman Tansu Çiller başbakandı. Çiller’in başba-kanlığı döneminde “Irak Türkmen Cephesi ve Turhan Ketene, bölgedeki tek muhataptır” gibi bir karar çıkarttırdık. Bunu bütün büyükelçilik-lere gönderdiler. Bakanlar Kurulu kararıydı. 30 veya 31 Ağustos 1995 yılında karar çıkarılabilir arşivden. Neyse, Riyaz Sarıkahya Irak’a geldik-ten sonra güvenlik dairesinin başına geçti. Bir gün benden araba almak için 25 bin dolar pa-ra istedi. Ama aynı apa-rabaları ben 12 bin dolapa-ra alabiliyordum. “Gel ben alayım arabaları” de-dim. “Ama sen benim işime karışıyorsun” gibi sözler söyleyince, aramız açıldı. Ondan sonra kopmaya başladı bizden. Başkanlık binasının bir tarafı evim, bir tarafı toplantılar yaptığımız yerdi. Orada toplantıları yapıyorduk. “Orada yapılan toplantılara gelmem diyordu. Ona bir güç verildi ve bu gücü başkalarına kullanaca-ğına bize kullanmaya başladı. O dönemde 35 kişilik bir koruma ekibi kurdum. O zamanlar 500 kişilik akıncılar dediğimiz grubumuz vardı.

İşte o huzuru bozmaya başladı. Hasan Özmen bir gün bir belge getirerek imzalamamı istedi.

Belge Yaşar İmamoğlu’yla kurdukları bir şirke-te ait ticari ürünlerin olduğu bir belgeydi. Ben de Irak Türkmen Cephesi’nin kişisel ticari işlere

alet olmayacağını, bir ticaret yapılacaksa bunun Irak Türkmen Cephesinin kuracağı bir şirketle olabileceğini söyledim. Bu olaydan sonra onun-la da ilişkilerimiz bozuldu. Daha sonra bu kişiler benim aleyhimde kulis yapmaya başladılar. Ama biz çalışmaya devam ettik. İki okulu on dokuz okula çıkarttık. Muzaffer Gökbörü üniversite-sinin kuruluş hazırlıklarını yapıyordum. Hatta Doğramacı’ya bunu anlattım destek olmasını istedim. Maliyetini sordu. Yaptığım hesaplara göre “800 bin veya 1 milyon dolar arasında bir parayla eğitime başlarım” dedim. Gayet olumlu buldu. Yani bu tür şeyler yapmaya çalışıyordum.

Okul kitaplarını 1. 2. 3. sınıf kitaplarını Irak müfredatına uygun olarak Türkçe’ye çevirdim.

Grafik ve resimlerini Bilkent Üniversitesinde yeniden çizdirip yaptırdım. Şimdi kullanılan ha-yat bilgisi, matematik kitapları benim hazırladı-ğım kitaplardır. Bir süre benim adımı kaldırdılar sonra yine yazdılar kitaplara.

Ben Türkiye’deyken bana bir haber geldi. Riyaz Sarıkahya’nın, ITC binasını ele geçirdiğini söy-lediler. Kuvvetli bir ekiple içeriye girip ve burayı işgal etmişler. “Gelirseniz sizi öldürürüz” gibi sözlerle beni oradan tehdit etti. Ama ben şahsi arabamla gittim. Sınırdan adamlarım beni al-dı. Başkanlık binasına gelir gelmez bizi çapraz ateşe tuttular. On dakikaya yakın çatıştık orada.

Daha sonra binaya girebildik. İki kişi şehit oldu, on sekiz kişi de yaralandı. O dönemde Kusret Resul yerel yönetimin başbakanıydı. Beni ara-dı. “Silah sesleri duyuluyor, ne oluyor, 10 tane adam gönderiyim, kimi istiyorsa vursun, hapse atsın” dedi. Ben de “o bizim aramızdaki mesele, bir şey yok, sadece küçük çaplı bir çatışma çıktı.

Biz hallederiz, sen merak etme” dedim.

O zaman Kürt gruplarla yakın ilişkiler var değil mi?

Tabi. Şimdi şöyle bir şey var. O zaman biz güç-lüyüz. Şimdi bir düşünün, sosyal ve sağlık yar-dım dairesi olarak ayda 250 aileye yemek dağı-tıyorduk. İlk başta Türkmenlere dağıttık. Sonra Kürt’ü, Arap’ı ayırmadık, herkese dağıttık. Böl-gesel yönetimin yöneticileri bize pusula gönde-rir, bizden yardım isterdi.

Pusulalar var mı elinizde?

Yok, bir tek okullarla ilgili “Turhan Ketene’nin dediği benim emrimdir” yazan Celal Talabani’nin bir pusulası var. Çünkü bizde eği-tim çok iyiydi. Bakan çocukları, Kürtler filan hep bizim okullara gelmek istedi. Yemek veri-liyor, kıyafet veriveri-liyor, eğitim güzel, hepsi bizim okullara gelmek istiyordu. Bundan dolayı bize yer vermemeye, sorun çıkarmaya başladılar.

Bunun için Celal Talabani’yle görüşmeye gittim.

Bir gece de kaldım orada.

Bu belgeleri bulmak mümkün olmaz değil mi? çünkü tarihi belgeler bunlar.

Bendeydi aslında, ama baskında bütün belgeleri mahvettiler. Hasan’ın kardeşi Ali vardı orada, o işi idare ediyordu. O aslında benim korumam-dı, ama onu satın almışlar. O şekilde girebildiler binaya zaten. Yoksa o binaya giremezlerdi. Son-ra Sabah Ketene, Riyaz Sarıkahya ve Mustafa Kemal’in yanına gittim. Biraz tartıştık. Sonra ben Türkiye’ye geldim. Onun üzerine Hasan Özmen, Riyaz Sayıkahya, Ali Özmen tutuklan-dı. Sonra Türkiye’ye geldiler. Bu tartışmaların ardından ben de istifa ettim. Türkmen milleti-nin bu kadar oyunu kaldıramayacağını biliyor-dum. Bu nedenle Türkmen milleti daha fazla za-rar görmesin diye çekildim. Riyaz Sarıkahya ve Muzaffer Arslan parti kurdu. Ben de Ferit Çele-bi vasıtasıyla ErÇele-billi Türkmenler için Bağımsız-lar Hareketi’nin kurulmasına yardımcı oldum.

Sonraki süreçte neler yaptınız?

Sonra istifa ettim ve Türkiye’ye geldim. Bizim oradaki yönetim kurulundaki arkadaşların çoğu ayrıldı ve Türkiye’ye geldi. Ama Türkiye’de de yaşatmadılar. Bu kişilere BM vasıtasıyla siyasi iltica istedim. Hepsi de kabul edildi.

Kaç kişiydiler?

Üç kişiydiler. Nihat ilhanlı, Münazıl Sebze-ci ve Seyfettin KüreSebze-ci ikisi Kanada’da biri Danimarka’da. Onlar işte o zaman dediler ki 1996’da Türkmen Halk Partisini kuralım. Ve o partiyi kurduk.

Ben ismini hiç duymadım. Halen devam edi-yor mu?

Nihat İlhanlı kendini tatmin anlamında devam ediyor. Ben Irak’a girdiğim zaman dondurdum.

Çünkü siyasi konuşma hakkı olan tek kişi be-nim.

Bu parti ne zaman kuruldu?

Şubat 1996’da. Simgesi çift başlı kartaldı. Bildi-ğin Irak kartalı, kanatları hilal şeklinde ve üçü sağda üçü solda olmak üzere altı yıldızı vardı.

Değişik heybetli bir semboldü. Biz bu partiyi kurunca ITC ile çalışmamız istendi. Zaten iyi çalışmadığı için oradan ayrılmıştık. Sonra za-ten biz de ITC aleyhinde bir şey yapmayacağız ki. Arkadaşlar Avrupa’ya gidiyor, onlar orada, bende burada gücümüz yettiği kadar bir şeyler yapacaktık. Biz Erbil’de yer altı örgütlenmesini yapmayı düşünüyorduk ama imkânlar kısıtlı ol-duğu için sağlıklı çalışmalar yapamadık.

2003’e kadar geldiniz bu şekilde.

Televizyonda Bağdat’ın düştğünü gördüğüm ilk gün Irak’a gitmeye karar verdim.

1996’dan sonra gittiniz mi hiç?

Yok gitmedim. Saddam düştüğünde, Ziyat Köp-rülü, Savaş Avcı ve Aydın Beyatlı ile birlikte git-tik. Muzaffer Arslan da Zaho’da bekliyormuş. O dönemde Hüsamettin Türkmenle birlikte çalışı-yordum. Hüsamettin Türkmen geçmiş Irak’a o geçememişti.

Hüsamettin Türkmen sizden önce mi girmiş-ti? çünkü Irak’ta beraber çalıştığınızı biliyo-ruz.

Tabii, o işgalden bir ay önce oradaydı.

Böyle bir işgal olacağını biliyordunuz değil mi?

Tabi. Bu zaten herkes tarafından bilenen bir durumdu. Neyse biz geldik kapıya bizi Yaşar

Abdullah karşıladı. Ertesi gün Kerkük’e gittik.

Kerkük’te çok büyük kargaşa vardı. Mustafa Kemal, Aydın Beyatlı, Yaşar İmamoğlu falan aralarında sürtüşüp duruyorlardı. Daha sonra Musul bölgesini çok gezdim, bilinçlendirmek a-macıyla. Telafer’e gittik, kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. ITC’yi tanıtıyorduk. Çünkü Türk-menlerin en büyük kuruluşuydu. Ama biz Hü-samettin Türkmen’le çalışıyorduk. Ondan sonra Bağdat’taki geçici konseyin önünde bir gösteri yaptık. Yolları kapattık, kimse geçemedi. Bü-yük bir ses getirmişti o eylem. Daha sonra ekip döndü benim Bağdat’ta evim vardı ben orada kaldım. Onları Kerkük’te kahraman gibi karşı-ladılar. Daha sonra biz bu işlere devam ettik. Bu arada ilk kurultay oldu. Önce Faruk Abdullah Abdurrahman sonra Sadettin Ergeç seçildi.

Sonraki süreci biraz anlatır mısınız?

Amerikalılar gelip dediler ki, sembolik de olsa peşmergelerin yanında bir Türkmen akıncısı ol-sun istiyoruz. Bunu Türkiye’de istiyordu. Ama Sanan Ahmet Ağa’nın başkanlığındaki ITC’de istenmedi. Yani çok fırsatlar kaçtı.

Türkiye’ye devamlı Türkmenler geliyorlar.

fakat sonradan gelen ikinci kuşak diye tabir ettiğimiz gençler bu davaya pek sahip çıkmı-yorlar. Biraz Türkiye’deki Türkmenlerin top-lumsal yapısına değinebilir miyiz? Türkiye’ye neden en fazla Kerküklüler geliyor?

Şimdi Telaferlilere bakıyorsunuz, dışarıda oku-yanların çoğu İngiltere’ye gitmiş. Neden? İlk gidenler peşinden diğerlerini sürüklemişlerdir.

Erbillilere bakıyorsunuz, Romanya taraflarına gidip orada okumuşlardır. Biz Kerküklüleri de buraya sürükleyenler büyüklerimizdir. Bu Nec-det Koçak’tan evvel Sait Ketene’den başlıyor.

Daha sonra Necdet Koçak ve grubuyla devam ediyor. Sonra Kardeşlik Ocağı vasıtasıyla bir öğrenci alışverişi başlıyor. Milli Eğitim Bakan-lığı tarafından burs veriliyor ve bu şekilde ge-lişler artıyor doğal olarak. Bir de Kerküklülerin Türkiye’ye bağı diğer bölgelerde yaşayan Türk-menler de daha fazla. Diğer taraftan Türkiye’de bir şekilde eş dost akraba bağı var. Bundan dola-yı Kerküklü fazla Türkiye’de.

Peki bu bilinç kaybı neden kaynaklanıyor?

Türkiye’ye gelen gençler hemen buraya a-dapte oluyor. Orada yaşananları sanki unu-tuyorlar hemen.

Şimdi bir Türkmen erkek veya kadın başka bir Türkmenle evlenirse hassasiyetleri devam edi-yor. Fakat bir Türkiye’den biriyle evli olursa bu duygu biraz zayıflıyor.

Türkmen göçü hala devam ediyor. Bunun se-bepleri nedir sizce?

En büyük neden emniyet meselesidir.

Konuşmamızın başında söylemiştiniz; Tür-kiye’deki 81 öğrenci kontenjanını ben aldım diye. Bu göçü ne yönde etkiledi acaba?

Etkilemiştir mutlaka, arttırmıştır. Buradaki be-nim amacım, şimdi gelen çocukların çoğu şehir merkezlerinden geliyor. Kerkük olsun, Erbil ol-sun, benim amacım kırsal bölgeden kafası çalı-şan çocukları getirmekti buraya. Bu olay ama-cından çok saptı. Herkes akrabasını eşini dostu-nu getirmeye çalıştı.

Alan seçimi konusunda da doğru yönlendirme olmadığı ortada zaten. Herkes babasının mesle-ğini okumaya çalışıyor.

Biz birkaç şart koymuştuk o zaman. Birincisi Türkiye vatandaşlığına geçmeyecek. İkincisi o-kul bitirdikten sonra en az bir yıl bölgede görev yapacak. Taaddüt alınıyordu onlardan.

Şimdi Türk vatandaşlığına hem geçip hem de alınıyorlar.

Biz bunların olacağını bildiğimiz için daha farklı bir sistem kurmaya çalıştık. Bir de kırsal bölge-nin çocuğu Türkiye’ye pek adapte olamaz, on-ların %85’i geri döner. Fakat şehir çocuğunun

%85’i Türkiye’de kalmak ister.

Bu durumun örneklerini görüyoruz. Mesela Telaferli dönüyor.

Onlar döner. Mesela benim iki kardeşim Türkiye’ye gelmişti, onları almadım. “Gidin hazırlanın, Yabancı Öğrenci Sınavıyla girin”

dedim. 16 yıl içerisinde benim bir yakınım gir-miştir. Onu da ben yapmadım. Hasan Özmen koydu. Bu konularda çok katıydım ben.

2003 sonrası Türkmen siyasetini siz nasıl de-ğerlendiriyorsunuz? Tabi 2010 seçimlerine bağlı olarak.

En büyük sorun bölgeyi tanımayan insanların görev alması. Hatta Faruk Bey’in seçildiği ilk kongredeki şura meclisinde bir karar çıkarttılar.

Bölgede yaşamayanlar delege bile olamaz diye.

Sadece Ekrem Pamukçu ve Cüneyt Mengü’yü delege yaptılar. O dönemde yetişmiş insanları koysalardı daha farklı olurdu her şey. Oradakiler bile istemiyordu dışarıdan gelen kişileri. Herkes bize düşman kesildi. Şimdi en iyisinin bile tec-rübesi en fazla 3–4 senedir. Şimdi olmuştur 7–8 senelik bir bilgi. Siyaseti bilmiyorlar. Onların bizleri çağırarak bize yol gösterin, altyapı hazır-layın demeleri gerekiyordu. Bunlar tecrübeyle olan işlerdir. Hatta bir gün Kardeşlik Ocağında Saadettin Ergeç, “sen en tecrübelimizsin, gel bi-ze yol göster”, dedi. Ben de izah ettim. Bazı

Sadece Ekrem Pamukçu ve Cüneyt Mengü’yü delege yaptılar. O dönemde yetişmiş insanları koysalardı daha farklı olurdu her şey. Oradakiler bile istemiyordu dışarıdan gelen kişileri. Herkes bize düşman kesildi. Şimdi en iyisinin bile tec-rübesi en fazla 3–4 senedir. Şimdi olmuştur 7–8 senelik bir bilgi. Siyaseti bilmiyorlar. Onların bizleri çağırarak bize yol gösterin, altyapı hazır-layın demeleri gerekiyordu. Bunlar tecrübeyle olan işlerdir. Hatta bir gün Kardeşlik Ocağında Saadettin Ergeç, “sen en tecrübelimizsin, gel bi-ze yol göster”, dedi. Ben de izah ettim. Bazı