• Sonuç bulunamadı

MAHMuT KASAPOğLu

2. HÜSEYİN NEfTçİ

23 TEMMuz 2010

ORSAM: Öncelikle biraz kendi-nizden bahseder misiniz?

Hüseyin Neftçi: 1960 Şubat ayın-da Ankara’ayın-da doğdum. Annem İstanbullu, Babam Kerküklü. İki tane ablam var, onlar da Kerkük-lü. Ben annemin dışında ailenin Türkiye’de doğan tek ferdiyim. İlk orta liseyi Ankara Koleji’nde

oku-dum. Lisansımı ODTÜ Ekonomi Bölümünde yaptım. Dördüncü sınıfta iken İslam Konferan-sı Örgütü Ekonomik Araştırmalar Merkezinde çalışmaya başladım. Beş yıl uzman ekonomist olarak çalıştıktan sonra kısa bir süre bankacılık ve sigortacılık yaptım. 1980’de eşimle evlendim.

Bir sene TAİ’de çalıştım. Sınava girip Savun-ma Sanayi Müsteşarlığında, 10 sene çalıştım.

1998’de kısa süreliğine oradan ayrıldım. 2 sene HAVELSAN’da çalışıp, geri döndüm. 2002’de şu

anda çalışmakta olduğum Aydın Yazılım’da işe başladım. Şuanda da orada Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışmaya devam ediyorum.

15 yaşında bir oğlum ve 8 yaşında bir kızım var.

Neftçi ailesi Kerkük’ün en kök-lü ailelerinden bir tanesi. Hatta Irak’ın en köklü Türk ailelerin-den biri. Aileniz hakkında bize biraz bilgi ve-rebilir misiniz?

Dedemlerin çok uzun zamandır Kerkük’te oturduklarını biliyoruz. İlginç bir hikayeleri var. Tabi bu hikâye; doğru olması da şart de-ğil. Bütün Türkmenler gibi 1000 yılları civarın-da Anadolu’ya gelip, iki kardeş ayrılıyor. Biri Kerkük’e gelip yerleşiyor. Biri de Mısır’a gidi-yor. Onlardan o gün bugün haberimiz yok. O

tarihten beri bildiğimiz kadarıyla biz aynı ma-hallede yaşıyoruz. Bizim birinci atamız Ertuğrul Bey. Ondan sonra bizim evde Ertuğrul isminde hiç kimse olmadı. Çünkü üst üste iki Ertuğ-rul bebek, çocuk hastalıkları nedeni ile ölmüş.

Kerkük’ün çoğu ailesi gibi bizim ailemiz de çiftçi.

4. Murat’ın seferinde bir takım faydaları oluyor ve 4. Murat’ın fermanı ile petrol kullanımı bi-zim aileye, Neftçizadeler’e veriliyor. Bu meşhur bir fermandır. Bize hiçbir faydası yoktur, ama havamız oluyor. Daha sonra 1. Abdülhamit’in zamanında sahaya bir takım tecavüzler oluyor ve bu ferman yenileniyor. Kerkük’ün şanssızlığı bizim de şanssızlığımız oluyor. Kerkük herkese yetecek durumda iken işin içine büyük devletler giriyor. Ortadoğu’nun ilk petrol kuyusu bizim baba toprağımızda açılıyor. Babamın adı Abdul-lah Hüseyin Hasan Ahmet. Dedem Hüseyin 9 çocuk büyütüyor. Eşi de Cemile Hürmüzlü. Çok küçük yaşta gelin oluyor. Babamlar dokuz kar-deş. Kasım Amca’m Kerkük Katliamı’nda şehit ediliyor. Ben onu görmedim hiç. En büyükleri İbrahim Amcam. 1963’te vefat etti. Ben 3 ya-şındaydım o zaman. Diğer amcam çocuk dok-toru ama 2000’de rahmetli oldu. Gazi Amcam Tümgeneraldi. Üç halam da rahmetli oldu. En küçükleri olan babam kaldı. Babam da 1925 do-ğumlu. 1943’te Ziraat okumak için Türkiye’ye geliyor. Masterini yapıp evleniyor ve annemle beraber Bağdat’ta gidiyorlar. Oradaki tarım çift-liğinde çalışıyorlar. Babam doktora yapmak için önce Amerika’ya daha sonra Türkiye’ye geliyor.

O sırada iki ablam doğuyor. Doktorayı bitirip Kerkük’e dönecekken burada kalmaya karar ve-riyorlar. Sıkıntı buradan sonra başlıyor, Kerkük-lülerin çoğu gibi. Biz ne buralı olduk, ne oralı olduk. Aklımda, kalbimde Kerkük kaldı. Bana

“Nerelisin?” diye soranlara ben hep Kerkük der-dim.

Peki, ihtilal döneminde babanızın oraya dönmesini zorlaştıracak sebepler mi çıkmış?

Yani aileye yönelik herhangi bir durum mu söz konusu?

Tabii. O zaman birçok ev gibi bizim evimizi de basıyorlar. Hala kurşun izleri durur duvarda.

Bir amcamı öldürüyor, bir amcamı da hapse atıyorlar. O zaman Türkmenlerin Amerikan Emperyalizminin uşakları diye de öldürüyorlar.

Biz biraz şanssız bir toplumuz. Bizlerin tek suç-lanmadığı şey Türkiye sevgisi. O zamanda bizim için böyle bir bahane buldular.

Peki ihtilal döneminde burada ve Irak’ta ne-ler yaşandığını anlatabilir misiniz bize?

Babam evin en küçüğü. Küçük çocuklardan da çok şeyler beklenir. Biliyorsunuz Türkmenlerin eğitim seviyesi çok yüksektir. Mutlaka çocuk-larını okuturlar. Babamda okuyup bir an önce Irak’a gidip işle güçle ilgilenmek istiyor. Çok maddi sıkıntılar çekiyorlar tabi. 67-68’e kadar burada çok hoş bir Türkmen topluluğu vardı.

Bizimkiler ne kadar hapiste yaşadılar, o kadarını bilmiyorum.

Peki, burada ne gibi zorluklar çekmişler?

En önemli şey şu; çok sevdikleri Türkiye’ye ge-lip oranın özlemini çekmek. Benim çocuklarım şimdi şunu soruyorlar; “Baba bizim arkadaşla-rımızın çoğunun Kayseri’de, Edirne’de köyleri var. Bizim hiçbir yerimiz yok mu?”. Bütün Ker-küklülerin içinde bu vardır. Vatan özleminden daha kötü bir şey yok. Benim doğum yerim Ankara yazıyor, ama ben oraya gittiğim zaman nefes aldığımda Kerküklü olduğumu hissediyo-rum. Bizim ağzımız alışmış; Kerkük derken tüm Türkmeneli’ni kastediyorum. Niye dönememiş derseniz; benim babamın politika ile ilgisi yok-tu. Akademisyendi. Fakat orada ciddi sıkıntılar olunca burada kaldı. Doktorasını bitirmek için çalıştı. O kadar imkan içinde maddi sıkıntı çek-tiğine falan hiç anlatmıyorum.

Peki, Neftçilerin birçok toprağına Kürtler tarafından el konulduğu söyleniyor. Bunları biraz anlatır mısınız?

Biz Kerkük’e iki defa geri döndük. Kasım dö-neminden sonra iki kardeş geliyor. 1966’da biz yerleşmek üzere Kerkük’e gittik. Bizi Musul’da karşıladılar. Sonra Kerkük’e geçtik. 5 ay kaldık.

Kolera salgını v.s. Fakat sonra bir şekilde geri geldik. Tekrar 1969 Şubat’ta kalıcı olarak, ba-bam görevinden istifa etti ve Bağdat Üniversi-tesine gittik. Gittiğimizde bir devlet dairesine evrak tamamlamaya gittik. Duvarda iki resim gördüm ben. Birisi hatırladığım kadarıyla

bi-raz daha az ve beyaz saçlı bir adam, “Bu Cum-hurbaşkanı” dediler; diğeri de esmer bir adam

“Bu da dediler kuvvetli adam”. Ne demek o?

diye sorunca “bu Saddam” dediler. Ben hep bir resim görmüştüm. Bir tek Atatürk vardı. Ya-ni ben Saddam’la 1969’da bir devlet dairesinde tanıştım. Biz orada 17 gün kaldık. Şubat tatili bitmek üzere iken çok doğru olmadığını düşün-müş olacak ki sene de kaybetmeyelim diye an-nemle beraber üç kardeşi buraya yolladı. Fakat 1969’dan itibaren her sene bizler için işler daha kötüye gitti. Sonra Saddam göreve geldi. Bizim için hiçbir gün bir önceki kadar iyi olmadı. O zaman Türkiye’de çok öğrenci vardı. Her sınıf-ta Iraklı Türkmen öğrenciler vardı. Ve bunlar iyi okullarda okurlardı. İlk ve Orta Öğretimleri iyi düzeyde olduğu için iyi okurlardı. Buraya da oraya da faydalı olurlardı. Özellikle İhsan (Doğ-ramacı) Bey sayesinde Tıp Fakültesine çok yö-nelen oldu. Babam 3-4 sene sonra geri dönüp burada göreve başladı. Irak’tan hep kötü haber-ler almaya başladık. Buradan gidenhaber-lerin orada mesleklerini yapamadıklarını, devlet dairelerin-den çıkartıldıklarını, isimlerini değiştirdiklerini v.s. duyduk. Ve kimse gelememeye başladı. Bir şekilde bizde bir sıkıntı hissetmeye başladık.

Oradan para gelmemeye başladı, Türklere bir şeyler oldu. Ben lisede, yanılmıyorsa 1974-75 idi, babam geldi ve bana “ekecek toprağımız yok artık, haberin olsun”, dedi. “Tüm topraklarımız toprak reformu uygulanınca alınmış. Elimiz-de olan topraklara da giElimiz-demiyoruz”, Elimiz-dedi. Top-rakları aldılar sonra bu topTop-rakların büyük bir kısmına güneyden gelen Arapları ve Kürtleri yerleştirdiler. Biliyorsunuz Kerkük şehir merke-zi Türkmen’dir. Bimerke-zim köylerimizde Kürtler ve Araplar da vardır. Onların sonradan oraya gel-dikleri söyleniyor. Bir şey alacaksanız “Arap’tan alacaksınız, bir şey satacaksanız Arap’a satacak-sınız” haline geldi Kerkük. Kerkük-Yumurtalık boru hattı için Askeri Birliği köyümüze gönder-diler ve garnizon kurdular, senelerce köyümüze gidemedik. Kiraları da dondurdular. Böylelikle bizleri fakirleştirdiler. Bunlar herkesin başına gelmiştir, ama kimse anlatmaz. Sonra ciddi şe-kilde tahliye politikası başladı.

Peki, 2003’ten sonra haklarınızı geri alabil-diniz mi?

Tapu dairelerinde her şeyin yağmalandığı ve ev-rakların kaybolduğu söylentisi yayıldı. Fakat bu doğru değil. Kerkük’ün tapu kayıtları üç yerde var. Bağdat, İstanbul ve elektronik ortamda var.

Biri yok olsa biri kalır. Osmanlı ciddi bir dev-let. Bizim tapularımızın hepsi duruyor. İkincisi Saddam’ım el koyduğu topraklara farklı davra-nılıyor. Topraklarımıza reformla el koyuyor; A-rapların oturduklarına tapu veriyor, bizim otur-duklarımıza vermiyor. Kağıt veriyor. Fakat tabi bu kağıtlar kullanılamıyor. Akrabalarımız hak-larını aramaya çalıştı. İki kişiyi de öldürüp kapı-nın önüne koydular. Bir başka sorun, mülkiyet sorunu. Bu sorun kolay kolay hallolmaz. Çün-kü bu sorunu çözmeye yanaşmıyorlar. Saddam toprakları aldığında karşılık olarak diyor ki; “Biz sizin toprağınızı aldık. Bu bir devlet politikası-dır, geri vermemiz mümkün değil. Ama bunun tam iki katı kadar size başka bir bölgeden sulu bir toprak verelim”. Babamda; “Sağ olun. Bizim ata toprağımızı verirseniz alırım. Başkasının he-lal toprağını ben kabul etmem” diyor. Sonra da anneme haber yolluyor; “Ölüyorum gel desem, buraya gelme” diye. Çok ciddi sıkıntılar yaşıyor babam. 2003’ten sonra, bazı köylerdeki Araplar kaçtılar. Fakat sonra baktılar ki bir şey olmuyor, hepsi geri geldi. Mülkiyet hakları mahkemede çözülse dahi, özellikle Arapların olduğu yerde, fiiliyatta çözüleceğini sanmıyorum. Çünkü bu güçle ilgili bir şey. Peşmerge mi çıkaracak bun-ları? Peşmerge çıkarabilse kendisi girer.

Bazı uygulamalardan bahsettiniz. Hapse atı-lan Türkmenlerden v.s. bunlar halen oluyor mu?

Olmaz olur mu? Tabii ki oluyor. Oraya gittiği-niz zaman karşılaşacaksınız. Kuvvetler ayrılığı diye bir kavram var. Devlette kuvvetler ayrılığı olması lazım ki bunlar birbirini kontrol etsin, denetlesin, hak yerini bulsun. Hem hakim, hem savcı, hem polis, hem jandarma, hem cellat aynı kişi olursa, en iyi ihtimalle yanlış kararlar veri-lir. Şu anda havaalanının güvenlik görevlisi de aynı, savcı da aynı, yol kontrolünü yapan da ay-nı, hapishanenin kapısında duran adam da ayay-nı, sizin toprağınızı alan adam da aynı. Kimi kime şikayet edeceksiniz. Bizim yakın akrabalarımız-dan birinin başına gelen bir olayı anlatacağım.

Tapulu arazilerinde otururken biri gelip;

“Bu-rası bizim” diyor. Tabii kavga çıkıyor. Peşmerge geliyor, bizimkileri tutup hapse atıyorlar. Ora-daki durum kötü. Ama devlet tümüyle ortadan kakmış durumda değil. Mahkemeler bir şekilde çalışıyor. Yoksa biz orada hiç yaşayamazdık.

Gücümüz yok çünkü.

Peki, Türkmenleri siyasi açıdan nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Yanlış olursa kusuruma bakmayın, beni Anka-ra doğumlu, gönlü Kerküklü biri olaAnka-rak sayın.

Biz beş kişiyiz. Hepimiz birbirimizin akrabası-yız. Bizim birbirimizden farkımız yok. Maalesef yok, çünkü kimse nefer olmak istemiyor. Kaç farklı parti olduğunu siz biliyorsunuz. Kürtlerin de öyle, ama onlarda bir şekilde kol kırılıp yen içinde kalıyor. Bizde öyle değil. “İyi hoş eleştiri-yorsun ama sen ne yaptın kardeş” diyeceksiniz.

Ben elimden geleni yapmaya çalıştım. Ama çok büyük bir eksiğim var. Ben ne Kürtçe ne Arapça okuyup yazamıyorum. O bölgenin dillerini bil-mek şart. Dostunun dilini de, düşmanının dilini de bileceksin. Bir başka sıkıntımızda şu, biz dev-let adamı yetiştirmemişiz. Biz hep fikir adamı yetiştirmişiz. Ben siyasetten hiç anlamam. İn-sanlara bir taş varsa “Hadi beraber kaldıralım”

dedim, ama pek cevap alamadım. Ben de kendi projelerimle ilgilenip, insanlara faydalı olmaya çalışacağım.

2010 seçimlerini biraz değerlendirir misi-niz? Sizin de bir akrabanız kazandı.

Benim iki akrabam kazandı. Benim babaan-nemin iki kardeşi de Araplarla evlenmiş. El Irakiye’nin sözcüsü de benim kuzenimdir. An-neannesi Türkmen. Meysun Demeluci. Benim ikinci dereceden çok kuzenim var. Bağdat’ta böyle çok aile vardır. Neyse, seçimlerden son-ra ne olacak? Ben Ison-rak’ın geleceğini bütün bir Irak olarak görmüyorum. Şiiler ayrılmak istiyor, Kürtler ayrılmak istiyor. Her ikisinin arkasında da farklı güçler var ve ortada daha zayıf Sünni-lerle, sesi bile zor çıkan Türkmenler var. Bir tek biz birleşmiş Irak diyoruz. Bence kendimiz söy-lüyor, kendimiz dinliyoruz. Beş ya da elli sene sonra, ama Irak gidiyor. Bağdat ne olur, Kerkük ne olur onu bilemiyorum. Fiiliyatta zaten bura-lar ayrılmış. Erbil’i gördünüz. Orada olmayan

bir devlet kurumu var mı? Bağdat’ta şehrin Sün-ni, güvenli tarafında almış yürümüş mal mülk, diğer tarafta ise Şiiler dibe vurmuş durumda.

Nasıl birleşecekler?

Son olarak Türkiye’de yaşayan bir Türkmen olarak Türkiye’den beklentileriniz nelerdir?

Türkiye’nin bir politikası olsun yeter. Biz hep bunun eksikliğini çektik. Uygulanabilirliğinden bile vazgeçtim. Türkiye’nin bir Irak ve Ortado-ğu politikası olsun. Tutarlı bir politika hiç ol-madı. Ama umudum var. Şu an ilk defa bizimle ilgili bir şeyler yapılıyor. Seçimlerde yapılanla-rı inkar edemeyiz. Devlet olarak sahip çıkmak başka, siyasal olarak yaklaşmak başka. Devlet orada bizi nasıl gördüğünü, nereye koyduğunu belirlemeli. Bizim Irak’a sahip çıkmamızı isti-yorlar. Ama bunu nasıl yapacağız. Ben de son olarak bir şeyler daha eklemek istiyorum. Birin-cisi hakları bir yazsınlar. Mesela çifte vatandaş olanlar ne kazanıyor? Hakları neler? Bir de Tür-kiye taraf olduğu için, aynı İran gibi, orada bir şey yapamıyor. Umarım gücünü hiç kaybetmez Türkiye. Ama ne yapacağına karar vermeli. Hala

“Birleşik Irak”ı destekleyecek mi? Ya da federal bir yapı olursa biz kimin elinde kalacağız? Keş-ke şu olabilse, Suriye tarafından bir kapı açılıp, Telafer üzerinden bir koridorla buraya bağla-nırsak çok güzel olur. Rahat rahat pasaportsuz gidip geliriz. Bu arada Kerkük’te herkes Türkçe konuşuyor, Diyarbakır’da kimse konuşmuyor.

Diyarbakır daha kötü Kerkük’ten. Ben hala Irak pasaportu almadım, almayacağım da. Bunlar devletten beklentilerimiz. Bir de oranın bir en-vanterinin çıkarılması lazım. Orada kim var, ne var, biz orada ne yapmışız? Ben hep şunu bek-ledim; birileri çıksın da Google’den bir Kerkük haritası çıksın, hangi ev kimin, hangi yol kimin bunu söylesin. Bu bile Irak’ın yapısını ortaya koyacaktır. Yani biz gelip iki arada bir derede kaldık. Şimdikiler bunu yaşamasınlar. Ya orada kalıp bir şeyler yapsınlar ya da yapamıyorlarsa buraya gelip yaşasınlar. Biz Irak’tan ayrılırsak orası ne kadar rahatlar düşünebiliyor musunuz?

Sorularımıza samimi cevaplar verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.

ORSAM: Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Abdullah Tütüncü: 1957 se-sinde Tuzhurmatu’da doğdum.

Kerkük’ün en büyük kasabaların-dandı. 1974 senelerinde Kerkük’ü parçalamak istediler. Baas rejimi ve Tikrit’e verdiler ve Tikrit Sela-hattin adını koydular ve ayrıldı.

İlkokulu ve ortaokulu Tuzhurmatu’da okudum.

Liseyi Kerkük’te okudum. Yüksek eğitimim Bağ-dat’taydı. Bağdat’ta da ayrılmamıştık birbirimiz-den. Saddam rejimi tarafından 1980 senesinde bize çok sıkıntılar yaşatıldı. 2002 senesinde Irak İslam Yüksek Konseyinde bir heyet beraberinde Türkiye’yi ziyaret ettim. Heyette olanlar Mu-hammed Taki El-Mevla bir de bugünkü Maliye Bakanımız Bakır Cebir Solak’tı. 1980 senesinde Irak’tan çıkıp Irak genel muhalifleriyle çalıştım.

O zamanlar Türkmen bir grup yoktu. Ben daha çok Şii gruplarıyla çalıştım. Ak Parti geldikten sonra daha çok şey oldu. Humam Hammudi ile beraber El Hakim’in bürosunda çalışırdım ve bir görüşmemiz oldu. Türkiye’nin Irak Büyü-kelçisi Sayın Osman Korutürk zamanında, Irak dosyasıyla bilgili bir uzmandı. Türkiye’nin Irak muhalifleriyle bir ilişkisi olsun istedik. Ama ne yazık ki olmadı. 1999-2000 senesinde Tahran’da kaldık. Daha sonra büyükelçi değişti. Sonra Se-lahattin Alpar geldi oda Türkiye’nin Tahran Bü-yükelçilerindendir. Onunla da ilişki kurduk. O yıllar Irak muhalifleri arasında en çok Iraklılar Şam’da bir de İran’daydılar. İki sefer Muhammet Bakır El Hakim’le görüştü Selahattin Alpar. Bu ilişki başladı. Ben Irak İslam Yüksek Konseyinde Dış İlişkiler Sorumlusu Humam Hammudi’nin yardımcısıydım. Bakır Cebir Solak’la beraber İran’a 2002 senesinde bir ziyaret yaptık. Bu iliş-ki kaldı, o zaman Türiliş-kiye’de Irak’la Türiliş-kiye’nin ilişkisi olduğu için büro açılmadı. Kürtlerin 2 bürosu, Türkmenlerin bir bürosu var, Şiilerin de

bir bürosu var dedik. Irak’ta yüz-den 60-65’ten çok Şii var ve Şiile-rin de Türkiye’de bir bürosu olsun istedik. 2003 senesinin son ayla-rında rahmetli Seyyid Abdülaziz El Hekim Türkiye’yi ziyaret etti.

Yani Saddam döneminden son-ra. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “buyurun bir sene önce büro açmak istemiştiniz. Açın” de-di. Biz de 28 Şubat 2004’te büro açtık. O zaman hale bizim büyük elçilik kurulmamıştı. 2006’nın son aylarında Irak Dışişleri Bakanlığına girdim ve sonra Ankara büyükelçiliğine atandım. Kül-tür ve Basın Ataşesi olarak çalıştım. O da sona erdi. Bağdat’ta döneceğim. Türkiye-Irak arasın-daki ilişkilerde bilgilerimizi kullanacağız.

Neler yaşadınız Irak’ta bulunduğunuz dö-nemde?

O dönemde çok sıkıntı oldu. Faaliyet yapamaz-dık. Üç kişi bir araya toplanamazyapamaz-dık. Çoğu ar-kadaşları tutuklayıp hapse attılar ya da şehit oldular. Mecbur olarak Şam’a gittim. Suriye’de bir zaman kalıp muhaliflerle anlaştık orada. O zaman Irak’a normal girerdik, bazı faaliyetler yapardık. Sonra Türkiye’ye geldim kısa bir za-man kaldım. O zaza-manlar askeri rejim vardı.

Ne zaman geldiniz Türkiye’ye?

Türkiye’ye 1981 senesinde geldim. Az kaldım, vatandaş olmadım.

Kaçak yollarla mı geldiniz?

Yok, kaçak gelmedim yasal yollarla geldim Türkiye’ye. Ben pasaportsuz geçtim. Irak pa-saport vermemişti. Kaçak olarak değil, otobüse bindim geçtim. Sonra deniz yoluyla Avrupa’ya geçmek istedim o da zordu. Irak’tan da ayrılmak

3. IRAK İSLAM YÜKSEK KONSEYİ TÜRKİYE ESKİ