• Sonuç bulunamadı

Türklerin Barış Antlaşmasını İmzalamama Sorunu ve Türk

1.2. San Remo Konferansı Öncesinde İtilaf Devletlerinin ve Azınlıkların Sergilediği

2.1.2. San Remo Konferansı’nda Türk Topraklarının Taksim Edilmesi ve Türk

2.1.2.7. Türklerin Barış Antlaşmasını İmzalamama Sorunu ve Türk

Yukarıda da değindiğimiz üzere Osmanlı İmparatorluğu ile ateşkes yapılan tarihin, 30 Ekim 1918 olduğunu göz önünde bulundurursak barış antlaşmasının epeyce geciktiğini görebiliriz. Bunun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz: İtilaf devletlerinin öncelikle Alman barışının imzalanmasına önem vermesi, Wilson İlkeleri’ne göre bir barışın yapılmasının zorluğu ve bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri’ni taksim anlaşmalarına dahil etme çabası, Ortadoğu başta olmak üzere görüşülen toprak meselelerinde İngiliz-Amerikan çekişmesi, İtilaf devletlerinin taksim konusunda ve bağımsızlık verilecek ya da manda olacak bölgeler meselesinde anlaşmazlık yaşaması ve Türk azınlıklarının da pay kapma çabasıyla konferanslara dahil olması antlaşmanın imzasını geciktiren nedenlerdendir.

Konferansta gündeme gelen en önemli meselelerden biri, antlaşmayı Türk tarafına onaylatmanın zorluğu idi. Bilindiği üzere 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İngilizlerin işgaline uğramış ve işgal kuvvetleri, meclisi dağıtmışlardı. Bu da yeni bir Hükümetin kurulması anlamına geliyordu ve imzalanacak antlaşmanın hem padişah hem de meclis tarafından onanmasını gerektiriyordu. Ayrıca İtilaf devletleri için bir diğer sorun da Anadolu’da mevcut hareketin gittikçe güç ve meşruiyet kazanmasıydı. İtilaf devletleri, koşulların Anadolu’ya da onaylatılması gerektiğini düşünmeye başlamıştı ve bunu başarmak için de kesinlikle güce başvurulmalıydı.523 Ancak İtilaf devletleri, Anadolu içlerine girmeye pek yanaşmıyordu zira buradaki Türk birliklerinin sayısı hayli fazlaydı ve bu birlikleri bertaraf etmek için güçlü bir ordunun Anadolu’ya sevk edilmesi gerekiyordu. Fakat maddî durum ve kaygılar, bu işgalin gerçekleşmesine olanak tanımıyordu. Türklere barışın nasıl dayatılacağı tartışıldığı sırada Lloyd George, bu meselenin çözümü için bir öneri sunmuştu. George’a göre, stratejik ve coğrafi önemi haiz bölgeler işgal edilirse, Türkler kendi rızalarıyla barışı imzalardı. L. George’un planı, Anadolu’yu limanlar yoluyla ablukaya almaya dayanıyordu. Ancak Lloyd

522 Salahi Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2015, s. 99.

523 İsmail Ediz, a.g.e., s. 228.

George’un hesaba katmadığı bir şey vardı: Bağımsızlık dışında başka bir seçeneği kabul etmeyen bir millet.

Curzon, Türkiye ile barış antlaşmasının hemen yapılması üzerinde ısrarla duruyordu. Henüz 23 Ekim 1918 tarihinde, “kabinenin her gün toplanması gerektiğinin”

altını çiziyordu. Zira Curzon, Türkiye ile yapılacak antlaşma taslaklarının, Türkleri mukavemete geçireceğinin idrakindeydi. Bu sebeple Curzon, Türk barış antlaşmasının hemen imzalanması gerektiğini düşünmekteydi. Curzon, antlaşmanın savaşın hemen akabinde yapılmasının, yani galip-mağlup etkisinin izlerinin henüz taze olmasının, barışın dikte ettirilmesinde önemli bir faktör olacağını savunmaktaydı. Churchill de bu konuda Curzon ile hemfikirdir. Churchill’e göre; Türk halkının nefret ve öfkesini arttıran unsur, barışın kadim dost İngiltere’den gelmesinden ziyade barışa, düşman Yunanlıların da iştirak ettirilmesi idi. Ancak çeşitli sorunlardan dolayı Türk barış antlaşması hemen hazırlanamamış ve büyük savaşın galipleri, savaşta elde ettikleri galip statüsünün etkilerini yitirmeye başlamışlardı.524 Lloyd George da barış taslağının Türk tarafına bir an önce sunulması taraftarıydı. Nitekim ateşkes anlaşmasının üzerinden epey bir zaman geçmişti ve savaşın getirdiği galiplik statüsü etkisini yitirmişti. Bu yüzden L.

George, İstanbul’un işgalinin etkileri henüz tazeyken şartların sunulmasının daha doğru olacağı görüşünü savunmaktaydı.525

Konferans sırasında İtalya’da bulunan Galip Kemali Bey’in izlenimlerine göre;

İngilizler, Türklere karşı bir askerî harekat düzenlenmesi hususunu müttefikleriyle görüşmekteydi. Fransa, Almanya’ya karşı İngiltere’nin desteğini almak için böyle bir harekata kalkışabilirdi fakat İtalya’da herhangi bir askerî harekata elverişli siyasî ortam bulunmamaktaydı.526 Buna ek olarak İtalya, müttefikleriyle çoğu konuda anlaşmazlık yaşamıştı ve istediği herhangi bir bölgeyi de henüz elde edememişti. İzmir’in Yunanistan’a bırakılması ise İtalya’nın müttefikleriyle arasının açılmasına neden olmuştu.

Konferansın ikinci gününde Yüksek Konsey, Türkiye ile yapılacak antlaşmanın uygulanması için gereken askerî önlemleri görüşmeye karar vermiştir. Nitti, bu sebeple konunun kara ve deniz uzmanlarına sorulmasını talep etmiştir. Konsey, Nitti’nin önerisini kabul ederek konunun askerî uzmanlara danışılmasına karar vermiş ve askerî

524 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, s. 195.

525 İsmail Ediz, a.g.e., s. 229.

526 Mehmet Sait Dilek, Evren Küçük, a.g.m., s. 961.

komisyonun ertesi gün dinlenmesini uygun bulmuştur. Yüksek Konsey, barış hükümlerini onaylatmak için gerekecek askerî önlemleri görüşmeye başlamış ve Lloyd George’un bölgelerin savunulmasına dair hem kara hem de deniz askerî uzmanlarının raporlarının dinlenmesini önermesiyle, askerî uzmanların raporlarının beklenmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine Nitti, bu konunun uzmanlara tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde sorulmasını istemiş ve sadece antlaşmanın uygulanacağı bölgelerle sınırlandırılmamasını önermiştir. Nitti’ye göre, antlaşma hükümlerinin uygulanmasında topyekun olarak Türkiye’nin göstereceği tavır, esas sorunu teşkil etmektedir. Nitti’ye göre Trakya ve İzmir konuları, özel ilgi isteyen konulardı. Bu yüzden bahsi geçen bölgelerle ilgili kararlar alırken mevcut durumun göz önünde bulundurulması gerekliydi.

Konu hakkında askerî uzmanlara düşen görev, Türk halkının antlaşma şartlarına karşı çıkması durumunda alınması gereken kara ve deniz askerî önlemlerinin ne olacağını belirlemek ve olası bir harekatın siyasî, askerî ve maddî boyutlarının ne olabileceğini açıklamaktı.527

Yüksek Konsey’in kara ve donanma gücüyle ilgili istediği raporlar, 20 Nisan’da yapılan akşam oturumuna Mareşal Foch ve askerî komisyon tarafından sunulmuştur.

Foch’un raporuna göre, Türklere barışın dayatılması için 27 tümen528 asker gerekmekteydi. Nitti, Foch’a İtalya, İngiltere ve Fransa’nın takviye birlikler edinip edinemeyeceğini sordu. Zira Yunanistan, takviye birliklerin yarısını dahi karşılamak için yeterli imkana sahip değildi. 27 tümen, sabit olarak kabul edilmiş fakat komisyondaki İngiliz temsilciler 2, İtalyan temsilciler ise 4 tümenin daha gerektiği konusunda görüş bildirmişlerdi.529

Nitti, Venizelos’a Yunanistan’ın kaç tümen sağlayabileceğini sormuş, Venizelos ise 6 Yunan tümeninin halihazırda İzmir’de bulunduğunu, 3’ünün Makedonya ve Doğu Trakya tarafında olduğunu ve 1 tümenin de Epir civarında olduğunu söyleyerek Nitti’nin sorusunu yanıtlamış ve olası bir savaş durumunda Yunanistan’ın 4 tümen daha çıkarabileceğini sözlerine eklemiştir. Venizelos, Ermeniler dahil edilmediyse eldeki birliklerin askerî uzmanların verdiği sayıya yakın olduğunu ve Ermenilerin de hesaba katılması durumunda, mevcut kuvvetlerin barışı uygulamaya yeteceğini belirtmiştir.

Mareşal Foch, Yunanistan’ın görüşlerinde hata olduğunu ileri sürerek, “Türklerin

527 Documents on British Foreign Policy, s. 22-25.

528 1 tümen 15 bin kişiden mürekkeptir ve 27 tümen de 405 bin kişilik bir ordu oluşturmaktadır.

529 Documents on British Foreign Policy, s. 54-55

silahsızlandırılması sağlanabilseydi ve azınlıkların da güvenlikleri temin edilebilseydi”, eldeki kuvvetlerin ancak o zaman kafi gelebileceğini savunmuştur. Nitti, Yunan kuvvetlerinin niteliği, Yunan tümenlerinin kaç kişiden oluştuğu, İtilaf devletlerinin oluşturacağı kuvvetler için kaç kişilik birliklerin gerektiği ve minimum tümenlerin kaç kişiden mürekkep olacağı hususlarında Mareşal Foch’tan detaylı bilgi istemiştir. Foch, tam donanımlı bir tümenin kurulabilmesi için 15 bin kişinin gerektiğini belirterek Nitti’nin nitelikli bir tümen kurulması için kaç kişinin gerektiğine dair sorusunu yanıtlamıştır. Venizelos da Anadolu’daki milliyetçi Türkleri barışa zorlamak, silahsızlandırmak ve onları püskürtmek konularının epey önemli bir nokta olduğuna katılıyordu. Yine de Venizelos’a göre, Ermenistan’ı Anadolu içlerinde kendi haline bırakmak fikri, kabul edilemezdi ve Yunanistan, Ermenilerin kurtuluşu için her türlü işbirliğine hazır durumdaydı. Lloyd George, 27 tümenin Anadolu’ya sevki gerçekleştirilse bile, sorunun çözülebileceğine inanmıyordu. Anadolu’ya asker sevkinin yanında, Türkiye’nin hayati önemi haiz bölgelerinin (Trabzon, Konya, Bursa ve İzmir gibi) de işgal edilmesi gerektiğini önermekteydi. Bu şehirlerin işgali için de bu 27 tümenin kullanılması gerektiğini hatırlatıyor ve bu önemli noktanın altını çiziyordu.

Venizelos da Lloyd George’un görüşlerine katılmaktaydı. Zira İstanbul ve Boğazlar’ın tamamen işgaliyle, Türkiye’nin gelir kaynaklarını taşıdığı yolların da kapanmış olduğuna ve Türklerin bu abluka karşısında fazla dayanamayacağına dikkat çekmekteydi. Böylece ana ulaşım yolları kesilen Türkler, teslim olmak zorunda kalacaklardı.530

L. George, Türklerin Anadolu’nun iç kesimlerinde yer alan geniş bozkırlardaki topraklarını, silah zoruyla almaya kalkışmaktansa stratejik ve ekonomik bölgelerin işgal edilerek Türkleri ablukaya almanın daha mantıklı olduğunu savunuyor ve Yüksek Konsey’den önerdiği yolun uygulanmasını istiyordu. Lord Curzon da L. George ile aynı fikirdeydi. Türkiye’nin iktisadî kaynaklarının ve ihtiyaçlarının, ulaşılması güç iç şehirlerde (Konya, Sivas, Ankara, Erzurum ve Erzincan gibi) üretildiğini ve buralardan dağıtıma çıktığını belirten Curzon, L. George’un önerdiği gibi hareket edildiği takdirde, yani İstanbul ile Türkiye’nin diğer önemli limanlarının ve kıyılarının işgal edilmesinin, Türkleri iktisadî ürünlerin dağıtım ve ulaştırmasında zor durumda bırakacağını savunmaktaydı. Kısaca İtilaf devletlerinin yapması gereken şey, denizden uzak iç

530 Bilal Şimşir, a.g.e., s. 52.

bölgelere sefer düzenlemek yerine, ulaşılabilir tüm kanalları kapatmak ve Türkleri sıkıştırmaktı. Foch, Türkiye’yi silahsızlandırma planı yapılacaksa bunun sağlam adımlarla yapılması gerektiğini belirtmişti. Zira Anadolu’nun işgali, çok geniş topraklara harekat yapılması anlamına gelmekteydi. Böyle bir işgal görevini, azınlıklara bırakmak daha yerinde olabilirdi. Zira Anadolu’da silahlanmış pek çok Türk ve Müslüman vardı ve bu dağınık halde savaşan gruplar, işgal için epey sorun çıkartmaktaydı. Foch’a göre, Türkiye’nin silahsızlandırılması düşünülmüyorsa ve azınlıkların korunmasına dair önlemler alınmayacaksa ilk başta verilen sayıdan çok daha az bir kuvvet yeterli olacaktı. Nitti, Türkiye’nin barışı kabul etmesi halinde İstanbul’un Asya’dan ayrılacağını ve Türkler için öneminin azalabileceğini belirtti. Savaş öncesi dönemde İzmir, Türk hakimiyeti altında Türkiye’nin gelirlerinin % 30’unu sağlarken, Erzurum da Türklerin ana savunma hattını oluşturmaktaydı. Nitti’ye göre bu koşullar altında Türkler, gelir ve çıkarları için İzmir’i, Mustafa Kemal Paşa komutası altında milliyetçilerin direniş merkezi olan Erzurum’u da en önemli kalesi olduğu için bırakamazdı. Erzurum’u ele geçirmek ve kontrol etmek için çok büyük bir kuvvetin gerekeceğini belirten Nitti, Türk direnişinin burada uzun süreli ve etkin olduğunu söylemiştir. Nitti ek olarak Foch’a Anadolu’nun doğusu ve güneyindeki direnişi bastırmak için ne kadar kuvvet gerekeceğini de sormuş, Foch ise bu sorunun saat 4’te komisyon tarafından yanıtlanacağını Yüksek Konsey’e bildirmiştir.531

L. George, Venizelos’a olası bir Türk saldırısı halinde, İzmir’in güvenliğini nasıl sağlayabileceğini sormuştur. Venizelos ise bu konu hakkında hiçbir sıkıntısı olmadığını söyleyerek konuyu kapatmıştır. Foch’a göre, İzmir’deki Yunan askerleri, herhangi bir saldırıya karşı yeterliydi ancak bu kuvvetler, Anadolu’nun iç kısımlarına düzenlenecek bir harekat için de niteliksiz durumdaydı. Foch’a yanıt veren Venizelos’ göre ise Yunan kuvvetleri, İzmir’i savunmak konusunda fazlasıyla yeterliydi, aynı zamanda Trakya’daki 3 Yunan tümeninden birinin de İzmir’e sevk edilmesiyle hem takviye sorunu çözülecek hem de mevcut kuvvetlerin saldırı gücü artacaktı.532

Lloyd George’a göre, antlaşmada gerekli görülen sınır değişikliklerini gerçekleştirmek için Türklere dayatma yapılması gereken iki bölge vardı. Bunlardan ilki, Trakya idi. İkincisi ise Erzurum’du. İşgal kuvvetleri, zaten İstanbul’a girmişlerdi ve

531 Documents on British Foreign Policy, s. 56.

532 Bilal Şimşir, a.g.e., s. 53-54.

İzmir ile Kilikya’yı da işgal etmişlerdi. L. George, Mareşal Foch’tan bu iki bölgedeki Türk kuvvetleri hakkında Yüksek Konsey’i bilgilendirmesini istedi. Foch, Trakya’daki Türk kuvvetlerinin sayısı hakkında kayda değer bir bilgiye sahip olmadıklarını, bununla birlikte bölgedeki Türk kuvvetlerinin, hızlı bir seferberlikle sayılarının 30 bine yükselebileceğinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Ancak Mareşal Foch’a göre İtilaf devletleri, bölgeye takviye kuvvetleri kolay bir şekilde ulaştırabilecekleri için buradaki Türk kuvvetleri, çok fazla zorluk çıkartamayacaktı.533

Trakya ve Erzurum konularının birbirine benzediğine Trakya bölümünde değinmiştik. İtilaf devlet erkanının çoğunluğuna göre, Edirne hariç, Doğu Trakya’da gayrimüslim nüfus çoğunluktaydı. Ayrıca İtilaf ve Yunan kuvvetleri, Doğu Trakya’da kolayca konuşlanabilir ve harekete geçebilirdi. Ancak Erzurum meselesi, Trakya’dan oldukça farklı bir meseleydi. Foch, İtilaf birliklerinin desteklenmesinin, bölgenin denize uzaklığından dolayı oldukça zor olacağını belirterek, Erzurum’un konumunun, bölgeye asker sevkiyatını neredeyse imkansız hale getirdiğini savunmaktaydı.534

Millerand, askerî uzmanların izlenim ve sonuçlarının raporlarda epey açık olduğunu belirtmiş fakat raporların Yüksek Konsey tarafından planlanan fiilî olaylarla uyuşmadığını da sözlerine eklemiştir. Askerî uzmanlar, raporlarında iki soruna odaklanmaktaydı: İlki; Trakya, İzmir, Ermenistan, Boğazlar bölgesi, Kuzey Suriye ve Mezopotamya’nın işgalinin gerekli olduğu meselesiydi. Bu bölgelerin işgali için askerî uzmanlar, 19 tümenin gerekeceğini raporlarında belirtmişlerdi. Ancak askerî komisyonun sunmuş olduğu raporlarda, birbirinden dağınık bu bölgelerin, fiilî işgalinin de lehte olmayacağı öne sürülüyordu. İtilaf devletlerinin adı geçen bölgeleri işgal etmeleri halinde, bu bölgelerde büyük ölçekli bir polis teşkilatı kurmaları da zaruriydi.

İkinci olarak; Türkleri silahsızlandırmaya dair antlaşma tasarısında planlanan hükmü de uygulamaları gerekecekti. Bunların yanında, Türk topraklarındaki azınlıkların güvenliklerini sağlamak için de büyük bir takviye kuvvet gerekmekteydi. Millerand, bu takviye kuvvetin yaklaşık 8 tümen kadar olacağını belirtmekteydi. Millerand, özellikle Haydarpaşa-İskenderun demiryolu hattının batı kısmına dikkat edilmesi üzerinde duruyordu. Millerand, askerî uzmanların Anadolu üzerinde denetim sağlanması için 27 tümen kuvvetin gerektiği konusunda hemfikir olduklarına da değinmiş ve askerî

533 Documents on British Foreign Policy, s. 57.

534 Bilal Şimşir, a.g.e., s. 54.

uzmanların bildirdiğine göre, şu an bölge üzerinde mevcut 19 İtilaf tümeninin bulunduğuna işaret etmişti. Millerand ayrıca, Venizelos’un da 3 tümen takviye kuvvet gönderebileceğine değinerek, geriye kalan eksik tümenlerin nasıl takviye edileceğini sormuştur.535

L. George, Ermenistan için yalnızca 4 tümenin yeterli olacağını savunuyordu.

Eğer Ermenistan dahil edilmezse, tümen sayısı 23’e düşecekti. L. George, Ermenilerin silahlandırılması meselesinin de henüz çözümlenmediğine değinerek konuya eğilmeleri gerektiğini bildirmişti. L. George’a göre, tarih boyunca birçok millet Ermeniler adına savaşmıştı ve artık Ermenilere, eyleme geçmeleri için bir şans verilmeliydi. Ermenilerin kendilerini kanıtlamaları için silahlandırılmaları gerekliydi ve bunun için de askerî yardım zaruriydi. L. George’a göre; Ermeniler, kendi sınırlarını savunacak pozisyonda değillerse o halde güvenliklerini, dünyanın hiçbir ülkesi sağlayamazdı. Yüksek Konsey, bu mesele görüşüldükten sonra silah ve ekipman yardımının miktarını belirleme işini, askerî uzmanlara bırakmıştır. Millerand, Lloyd George tarafından sunulan çözüm önerisini kabul etmeye hazır olduğunu belirterek, L. George’un önerisinde, İtilaf devletlerinin, Ermenilere yardıma hazır olduğu, silah yardımı yapılabileceği açıkça belirtiliyor ve Ermenilerin kendilerini savunabilecekleri bir konuma getirilmeleri hususundaki çabaları açık bir şekilde gösteriliyordu. İtilaf devletleri bu sayede, Ermeni meselesinde sorumluluk almaktan kaçınmadıklarını gösteriyor ve kamuoyundan olumsuz bir tepki gelmesini engellemeye çalışıyorlardı. Bogos Nubar Paşa, Ermenistan’da 30 bin kadar hazır durumda askerin olduğunu söylemişti fakat Millerand’a göre bu sayı, oldukça iyimserdi ve inandırıcı olmaktan uzaktı. Yukarıda bir tümenin 15 bin kişiden oluştuğuna değinmiştik. Bogos Nubar’ın verdiği bu sayıya göre, Ermenistan’dan 2 tümenlik bir kuvvet çıkmaktaydı. Bu durumu göz önüne alan Millerand, Konsey’in Ermenilerden 2 tümen asker çıkartmasını istemesini önerdi.

Millerand’a göre, askerî uzmanların gerekli gördüğü tahmini kuvvet sayısının haricinde, İtilaf Hükümetlerin fazladan 2 tümen daha çıkartması gerekebilirdi, bu da tamamen Ermeni kuvvetlerinin sayısına bağlıydı. Son olarak Millerand, Ermenilerin verilen miktarlarda asker çıkartıp çıkartamayacaklarını ve bu askerlerin niteliğinin ne derecede olduğunu askerî uzmanlara sormuştur. Millerand ve Nitti’nin aksine L. George, Ermeni

535 Documents on British Foreign Policy, s. 57.

kuvvetlerinin Avrupalı kumandanların komutası altında epey iş göreceklerini düşünüyordu.536

Venizelos, kara ve deniz uzmanlarının iki olasılık üzerinde durduğunu belirtti.

Bunlardan ilki; Türkiye’nin stratejik bölgelerinin hızlı ve eşzamanlı olarak işgaliydi.

İkincisi ise antlaşmanın hızlı bir biçimde yürürlüğe konması ve tatbiki idi. Uzmanlar daha çok ikinci şık üzerinde durmaktaydılar. Stratejik bölgelerin işgali için 27 tümene ek olarak, 8 tümen de azınlıkları korumakla görevli takviye kuvvet gerekmekteydi.

Uzmanlara göre, güç kullanımı üç şekilde uygulanmalıydı.537 Buradaki önemli nokta, İtilaf devletlerinin Anadolu içindeki dağılımları ve konumlarıydı. Eğer Ermenistan’a girilecekse Türkler mutlaka silahsızlandırılmalıydı ve azınlıklar himaye edilmeliydi, bunun için de büyük kuvvetler gerekecekti. Ermenilere gelince, İtilaf subayları tarafından eğitim görmeleri halinde 3-4 ay içerisinde 2 tümen asker çıkartabilirlerdi.

Türkiye’nin silahsızlandırılması için öncelikle İstanbul’da antlaşma koşullarını kabul edecek bir hükümetin kurulması gerekiyordu. Azınlıkları koruma meselesinde ise bölgeye kalıcı birliklerin sevk edilmesi fikri zaten daha önceden veto edilmişti.

Venizelos ordu sevkiyatıyla ilgili olarak, İtilaf Hükümetlerin, Ermenistan’ın korunması, azınlıkların güvenliği ve Türklerin silahsızlandırılmalarının sağlanması konuları hariç, tasarlanan konularda yeterli olacak ordu birliklerini yetiştirebileceğini düşünüyordu.538

Curzon, Ermenilerle ilgili olarak Venizelos’un sözlerini gündeme getirmiş;

“Böylesine savaşçı bir millete silah ve ekipman sağlandığı takdirde kendi sınırlarını tek başına güvence altına alabilir.” ve bu ifadeye dayanarak Curzon, Venizelos’a şu soruyu yöneltmiştir: “Yüksek Konsey’in barış antlaşmasında belirleyeceği sınırlar neye göre çizilmelidir?” Curzon’a göre, kesin sınırları İtilaf devletleri belirlemiş olsaydı sınırların tamamının sorumluluğunu üzerlerine alıp, bu bölgelerin güvenliğini düşünmek zorunda kalacaklardı. Ermeni Sınır Komisyonu, Türklerin elinde kalan en güçlü kalelerden biri olan Erzurum’u, Ermenistan sınırları içinde gösteriyordu. Aksi bir durum, Ermenistan’ın güvenliğine daimi bir tehdit oluşturabilirdi. Yüksek Konsey, ayrıca Ermenilere denize çıkış noktası olarak verilmesi düşünülen Trabzon şehrinin de İtilaf devletlerini zor bir duruma düşürebileceği konusunu düşünüyordu. Nitekim Trabzon da Türk millî

536 Documents on British Foreign Policy, s. 58.

537 1- İşgal edilen bölgelerin takviyesi,

2- Türkiye’nin Avrupa topraklarına el konulması,

3- Anadolu’daki iletişim hatlarının ele geçirilmesi. Documents on British Foreign Policy, s. 58.

538 Documents on British Foreign Policy, s. 59.

hareketinin desteklendiği merkezlerden biriydi. Ayrıca Yüksek Konsey için bir diğer sorun da, Ermeni sınırının Van’a kadar genişletilmesiydi. Zira böyle bir sınır çizimi, geniş bir alanda Ermenilerin azınlık olarak kalmasına neden olabilirdi ve bölgenin Türk orduları tarafından istilaya uğrama riskini de fazlasıyla arttırabilirdi. Konferanstaki temsilcilere göre Ermenistan, dış destek olmadan kendi sınırlarını koruyamazdı. Fakat İtilaf devletlerin, Ermenistan’a birlik sevkiyatını kabul etmemesi de Ermeni sorununun kapatılmasını sağlamıyordu. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin, Ermeni meselesinden birtakım beklentileri vardı. Bu nedenle Ermeni meselesi gittikçe karışıklaşan bir mahiyete bürünmüştü. Bu durumlar, Ermeni sınır konusunda iki soruya neden oluyordu: “Antlaşma tasarısında belirtilen sınırlar kabul edilmeli mi, yoksa sınırlar üzerine yeniden görüşme yapılarak değişikliğe uğratılmalı mıydı?” Bu sorular, Yüksek Konsey için bir an önce çözülmesi gereken çok önemli bir sorundu. L. George, olası bir savaş durumunda Ermeni kuvvetlerinin ne oranda önemli bir rol oynayacaklarını Yüksek Konsey’e sormuş, soruyu yanıtlayan Berthelot, bir kısmının iyi savaşçılar olduğunu ve Gürcülerle yapılan savaşlarda önemli başarılar kazandıklarını söylemiştir.539 Görüldüğü üzere temsilcilerin büyük bir kısmında, Ermenilerin savaşı mutlak kazanacağına dair bir görüş birliği hakimdir.

Meselenin ardından Curzon, Foch’a birkaç soru yöneltmiştir: “İtilaf devletleri,

Meselenin ardından Curzon, Foch’a birkaç soru yöneltmiştir: “İtilaf devletleri,