• Sonuç bulunamadı

1.2. San Remo Konferansı Öncesinde İtilaf Devletlerinin ve Azınlıkların Sergilediği

1.2.2. San Remo Konferansı Öncesi Fransız Siyaseti

Fransa’nın savaş sonu politikalarına bakıldığında İngiliz politikalarının etkisi altında olduğu görülmektedir. Zira yukarıda da zikrettiğimiz üzere savaş sonunda Fransa’nın mevcut birçok sorunu bulunuyordu. Bu sorunlara ek olarak çıkarları hasebiyle İngiltere, bu sorunları kullanarak Fransa’nın başka konulara eğilmesini

b) İngiltere, İzmir’in Türklerden alınmasından kaynaklanacak Türk-Yunan mücadelesinde Yunanistan’ı desteklemek zorunda kalacaktır ve İtalya ile Fransa’nın Yunanistan’a yardım fikrini pek benimsemediği görülmektedir.

c) Kalıcı bir barışın sağlanamaması durumunda bu vilayetlerde çarpışmalar devam edecektir.

Görünüşte Yunanistan’ın bütün isteklerini tatmin edecek bir barış antlaşması tasarlansa da etraflıca düşünüldüğünde bu durumun ne İngiltere’nin ne de tüm dünyanın çıkarına uygun olmadığı açıkça görülecektir. Eğer Türklere barış şartlarını biz (İngiltere) götüreceksek, barış şartlarının, halkların kendi kararlarını vermesi (self-determination) ilkesine uygun olması gerekmektedir.” Bilal Şimşir, a.g.e., s. 18-20.

engelliyordu. Bahsi geçen sorunların en önemlileri, Alman barışının uygulamaya geçilmesinde ortaya çıkarılan güçlükler, Fransız Batı Afrikası’nın kuzey kıyılarının, (yani eski Osmanlı topraklarının) meşru olarak İngilizlerce tanınmamış olması ve İngiltere etkisindeki Arapların tam anlamıyla Fransa karşıtı olmalarıydı.

I. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında Fransız Hükümeti’nde iki muhalif grup oluşmuştu: Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak isteyenler ve imparatorluğun devam etmesini isteyenler. İlk gruba tâbi olan kişiler, Osmanlı İmparatorluğu’nun zenginliklerini direkt olarak sömürmek isteyen ve başını Millerand’ın çektiği grup idi.

İkinci gruba tâbi olanlar ise Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşatılmasını Fransız çıkarlarına daha uygun bulan kişilerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun ayakta kalması, Fransa’nın ekonomisini bunaltacak yatırımlardan uzak kalmasını sağlayacak, Fransa’ya tanınan hak ve imtiyazlar sayesinde Osmanlı topraklarındaki Fransız resmî ya da özel girişimlere olanak tanınacak ve Fransa’ya ucuza hammadde ve pazar imkanı sunacaktı.

Yani Fransa, iktisadî çıkarları doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasını istememekteydi.144

Fransa’nın Türkiye siyasetinde ilk grubun daha etkili olduğu görülmektedir. Bu etkiyi arttıran en önemli neden, Fransa’da yapılan Ermeni ve Yunan propagandalarıdır.

Türk karşıtı Fransızların yaptığı bu tür propagandaların genel olarak dayandırıldığı temel, Türklerin Ermenilere ve Rumlara “yapmış olduğu” ya da “yapacağı”

katliamlardır. Elbette bu propagandalarda Ermenilerin ve Yunanlıların/Rumların, Türklerden dolayı geri kalmışlıklarına da değinilmektedir. Ancak Türk dostu olan Fransızlar da dikkat çekmektedir. Örneğin Yunan işgalleri hakkında eleştirilerde bulunan Pierre Loti145, “Yunan işgali, medenî bir görev uygulama şöyle dursun, hemen bir fetih ve Haçlı saldırısı görünüşünü almıştır.”146 diyerek apaçık yapılan Türk düşmanlığını sergilemiştir.

144 Ömer Osman Umar, a.g.e., s. 351-352.

145 1850-1923 tarihleri arasında yaşamış Fransız deniz subayı ve yazardır. Türkiye ile ilgili birçok eser yazmış olan Pierre Loti, Balkan Savaşları sırasında yazmış olduğu Can Çekişen Türkiye adlı eseriyle, yazılarına siyasî bir odak noktası kazandırmış ve kitabın yayınlanmasından sonra da siyasî yazılarını sürdürmüştür. Türkiye’yi “ikinci vatanı” olarak kabul ettiğini belirten Loti, I. Dünya Harbi sonrasında da Türkiye’yi savunmaya devam etmiştir. Avrupa’daki antikite ve Yunan hayranlığını da eleştiren Loti, eserlerinde Türklerin Avrupa’da yanlış tanındığına dikkat çekmektedir. Bir yazısında Türkleri, “Doğu’nun en asil ırkı” olarak zikretmiş ve Fransız kamuoyunun Türk aleyhtarı tutumunu değiştirmeye çalışmıştır.

Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, TTK, Ankara, 1988, s. 47-52.

146 Fransa’daki Türk karşıtlığı ve Ermeni ile Yunan katliamı üzerine yapılan haberler için bkz. Yahya Akyüz, a.g.e., s. 75-85.

Yine de Fransa, yukarıda bahsedilen iki görüşü de çıkarlarına faydalı bulmaktaydı. Fransa, hem Wilson İlkeleri doğrultusunda Osmanlı topraklarında kurulacak mandater rejimleri destekliyordu hem de Osmanlı İmparatorluğu ile köklü bir geçmişi ve imtiyaz anlaşmaları da bulunduğundan Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamen ortadan kaldırılmasını, çıkarlarına aykırı görmekteydi. Fransa, yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu ile maddî ve manevî konularda ilişki içerisindeydi. Bu sayede Osmanlı toprakları üzerinde Fransız nüfuz alanı artmış, ticarî ayrıcalıklarda Fransız tüccarlar öncelik kazanmış ve Hıristiyanlar için kutsal görülen yerlerin bakımı ve korunması gibi haklara sahip olmuştu. Ayrıca Fransa, demiryolları imtiyazları, maden işletmeleri, Düyun-ı Umumiye İdaresi ve Osmanlı Bankası gibi halen yürürlükte olan kurum ve imtiyazların devam etmesi taraftarıydı. Kısaca özetlemek gerekirse, Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamen yıkılmasını engellemek için güçlü nedenleri vardı. Bundan dolayı Fransa’ya göre, Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf devletleri eliyle yaşatılmalı ve bu sayede, Fransa’nın iktisadî çıkarlarının devam etmesi sağlanmalıydı. Aksi takdirde, Osmanlı topraklarının tamamen yıkılıp topraklarında yeni bağımsız devletler ve manda rejimler kurulması, bu topraklar üzerindeki Fransız çıkarlarını tehlikeye atacak, Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu ile yapmış olduğu imtiyaz anlaşmalarından yararlanamamasına neden olacak ve hatta Fransa’nın, bu topraklarda kurulacak yeni devletlerin çıkarlarının da göz önünde bulundurması gerekecekti. Bundan dolayı Fransa için ikinci seçeneğin daha makul olduğunu söyleyebiliriz.147 Burada önemli olan nokta, Fransa’nın Sykes-Picot Anlaşması’nın aynı şekilde kalmasını savunması ancak İngiltere’nin değişen durumlar sebebiyle, yeni bir paylaşımın yapılmasını istemesidir. Böylece her iki müttefikin çıkarları çatışıyor ve aralarında Ortadoğu merkezli büyük bir anlaşmazlık çıkıyordu.

Sykes-Picot’da Musul’un Fransa’ya bırakılmış olması, İngiltere’nin çıkarlarına aykırı bir durumdu. Esasen savaş sırasında İngilizler, petrol politikaları gereğince, Irak cephesinin Bağdat’a kadar değil de Musul’a kadar uzanmasına karar vermişlerdi. Zaten savaş öncesinde İngiliz-Alman sermayedarlarının oluşturduğu Turkish Petroleum Company’nin Musul’daki faaliyetlerine İngiliz şirketlerinin büyük bir ilgisi olmuş ve Musul petrollerine olan bu ilgi, giderek şirket politikasından devlet politikasına doğru evrilmişti. İtilaf devletleri arasındaki ilk büyük çatlak da Musul meselesinden dolayı

147 Bige Yavuz, a.g.e., s. 30-31.

ortaya çıkmış ve 1919’da Lloyd George-Clemencau arasında yapılan görüşmelerde Musul hariç, tüm Suriye’nin Fransa’ya bırakılacağı Fransız Hükümeti’ne bildirilmişti.

Bilindiği üzere savaştan sonra İngiltere; Suriye, Kilikya, Filistin ve Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını işgal etmişti. Bu durum Fransız politikacılar arasında ve kamuoyunda huzursuzluğa neden olmuş ve Fransız Hükümeti’nde, İngiltere’ye karşı bir güvensizlik yaratmıştır.148

Savaşın sona ermesiyle birlikte, Sykes-Picot Anlaşması’nın yeniden uyarlanmasına başlandı. Faysal, Suriye’nin bağımsız Arap devletine katılması için faaliyetlerde bulunurken, Fransa’nın bölgeyi Arap devletine bırakması imkansız görünmekteydi. Nitekim Bilad-ı Şam, yani Suriye, Filistin ve Lübnan’ı havi bölge, Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun taksiminden kazandığı payın kilit noktasını oluşturmaktaydı. Bu nedenle Fransa, Paris Konferansı’nda ve akabinde gelişen olaylarda Faysal’a karşı sürekli cephe almıştı. Faysal ise İngiltere’nin kendisini desteklemesinden ve tanımasından ötürü bölgedeki iddialarından vazgeçmemekteydi. Öyle ki İngiltere, Faysal’ın Paris Konferansı’nda bulunmasında bir beis görmemiş ve Allenby’nin talimatında, “Arap kuvvetlerinin yardımıyla ele geçirilen bölgelerin Arap devletine bağlı olacağı ve bu bölgelerin işgal altındaki düşman eyaletleri olarak görülmeyeceği”

zikredilmişti.149

Faysal, Suriye ve Lübnan’ın Fransız nüfuzuna bırakılmasından memnun değildi ve bu yüzden halkı kendi yanına çekmek amacıyla, Fransa aleyhine propaganda çalışmalarına başladı. Ayrıca bir heyetle Londra’ya giderek resmî makamlara itirazlarını sundu. Fransa’nın Lübnan’da hakimiyet kurması, Faysal’ın Büyük Suriye projesine büyük bir darbe vuruyor ve Faysal’ı Suriye meselesinde de endişelendirmeye başlıyordu. Nitekim Faysal, Avrupa’da bulunduğu süre boyunca Fransa’nın kendisine karşı sert bir tavır takındığını görmüştü. Bunun yanında Aralık 1918’de Londra’ya geçmiş ve Sykes-Picot paylaşımının gerçek olduğunu tüm gerçekliğiyle öğrenmişti.150

Fransa, Suriye’de, Musul hariç, istediği kazanımları elde etmiş ve ayrıca Anadolu’nun güneyinin de mandasını üstlenmesine konferansta karşı çıkılmamıştır.

Ancak Fransa, bu bölgeyi direkt olarak hakimiyetine alamamıştır. Öyle ki Fransa’nın Türkiye’deki durumu ise, 1920 yılı başlarında çok kritik bir hal almıştır. Antep, Maraş

148 Bige Yavuz, a.g.e., s. 53-56.

149 Ali A. Allawi, Irak Kralı I. Faysal, çev. Hakan Abacı, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016, s. 178-179.

150 Derviş Kılınçkaya, a.g.e., s. 114-115.

ve Urfa’da çok büyük bir direnişle karşılaşan Fransa, neticede bu bölgede manda rejimini ayakta tutamayacağını anlamıştır. Bu sebeple Fransa, bölgenin Osmanlı toprağı olarak kalmasına karar vermiş ancak bölgedeki ekonomik çıkarlarından taviz veremeyeceğini müttefiklerine belirtmiştir.151 Ortadoğu’nun petrol zenginliğinden dolayı İngilizler, Fransa’ya Ortadoğu topraklarında pek taviz vermemiş ve bölgede Fransız aleyhtarı her ayrılıkçı hareketi de gizliden gizliye desteklemiştir. Bunlara ek olarak, Güneydoğu Anadolu ve Kilikya’daki Türk milis kuvvetlerinin, Fransız ordusunun ilerleyişini durdurması ve Fransızları ağır kayıplara uğratması, Fransa’nın politik durumu tekrar gözden geçirmesine neden olmuştur. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın, Suriye’deki Arap milliyetçiliğini desteklemesinin ana nedeni, Kilikya, Maraş, Urfa ve Antep’teki Fransız birliklerinin Suriye’den yardım almasını engellemekti. Son olarak Faysal’ın da Suriye’de bağımsızlığını ilan etmesi ve ayaklanması üzerine Fransa, Türk topraklarındaki birliklerini takviye etme konusunda çok büyük zorluk yaşamaya başlamıştır. Bütün bunların sonucunda Fransız birlikleri, Maraş, Urfa ve Pozantı’dan çekilmek zorunda kalmıştır. 1920 Mart ayında Fransa’nın İngiltere’den bağımsız olarak Ankara ile görüşmesi, İngilizleri rahatsız etmiştir. Fransa için önemli olan konu, Suriye’deki isyanın durdurulmasıydı, bundan dolayı Ankara ile görüşmekten kaçınmamış ve daha fazla önem verdiği Suriye meselesine eğilmiştir. Türklerin Suriye’de etkisini iyice hissettirmesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın Halep’te “Türk milletinin yaşamak için mücadele edeceği” şeklinde bildiriler dağıttırması üzerine, Fransızlar oldukça endişelenmiştir. İleride görüleceği üzere San Remo Konferansı’nda Suriye’nin Fransız mandasına bırakılması kararı alınmış ve bu sayede Fransa, Suriye’yi işgal için gerekli desteği almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın işgalcilere karşı Arap milliyetçiliğini desteklemesi ve isyana teşvik etmesi, Fransa kadar İngiltere’yi de korkutmuştur. Her ne kadar isyan Suriye’de çıkmış olsa da, İngilizler, Irak’ta da bir isyan dalgasından endişelenmiştir. Bu gelişmeler yaşanırken İtilaf devletleri, Osmanlı taksiminin son durağı olan San Remo Konferansı’nda Osmanlı topraklarını pay etmiştir.

Fransa’yı rahatlatan haber, San Remo Konferansı’nda, müttefiki İngiltere’den gelmiştir.

24 Nisan 1920 tarihli oturumda İngilizlerin, Suriye ve Lübnan’da bir Fransız mandası kurulmasını kabul etmesi üzerine, Fransa rahat bir nefes alarak Suriye’de resmî olarak faaliyetlerine başlamıştır. Neticede paylaşım anlaşmasından önce Fransa’nın meşru bir

151 Ahmet Hurşit Tolon, a.g.e., s. 152-154.

dayanağı bulunmamaktaydı ve bu sebeple Fransa, bölgede aleyhine yürütülen İngiliz propagandasını engelleyemiyordu. Ancak taksimin yapılmasıyla birlikte Fransa, İngiliz propagandası engelini aşmıştır. Artık Suriye ve Lübnan’daki Fransız birliklerinin takviye edilememesi için hiçbir sorun kalmamış ve Faysal’ın isyanı da asker sevkiyatının sağlanmasıyla, Fransa için önemli bir tehdit olmaktan çıkmıştır.152 Bu gelişmeler ışığında Fransa’nın Anadolu’daki millî hareketten etkilendiği açıkça görülmektedir. Bu suretle Ankara ile görüşmekten kaçınmamış ve İtilaf devletleri arasındaki bağların ne denli kırılgan bir yapıda olduğunu açıkça göstermiştir.

Fransa’nın Ankara ile görüşmesinde iktisadî çıkarlar da önemli bir rol oynamıştır. Nitekim her iki devlet de ticarî ve malî konularda birbirlerine ihtiyaç duyacaktı ve Fransa iktisadî ilişkilerin, siyasî gelişmelerden dolayı bozulmasını istemiyordu. İki taraf arasında kapitülasyonlar, borçlar, Türkiye’deki Fransız şirketlerinin durumu ve geleceği ile Osmanlı Bankası gibi çözülmesi zor sorunlar bulunmaktaydı.153

Kısaca özetlemek gerekirse Fransa’nın bölgede Osmanlı hakimiyetini istemesindeki neden, bölgenin Osmanlı idaresinde daha kolay sömürüleceği düşüncesidir. Fransa bölgeye masraf yapmadan, edindiği imtiyazlar sayesinde bölgenin zenginliğini ele geçirmeyi ve bölge için devlet hazinesinden yapılması gerekecek her türlü masrafı da Osmanlı maliyesine yüklemeyi düşünüyordu. Fransa’yı endişelendiren bir diğer mesele de Fransa’nın Suriye’ye girmesiyle birlikte, askerî masrafların da beraberinde geleceği idi. Cephane ve erzak giderlerinin yanında asker ve mühimmat sevkiyatı konuları da Fransa’yı düşündürüyordu. Zira Fransa’nın bölgeye girmesi, Suriye’deki Fransız aleyhtarı kesimin direnişe geçmesine neden olacaktı. Bu durum da Fransa’nın bölgeden elde ettiği zenginliğin, savunma masraflarına harcanması anlamına geliyordu. Fakat Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgede hüküm sürmesi, bu masrafların önemli ölçüde azalmasını sağlayacak ve Fransa’nın kapitülasyonlar sayesinde bölgeyi rahat bir şekilde sömürebilmesine olanak tanıyacaktı.154

Göz önünde bulundurulması gereken önemli bir nokta da Fransız sömürgelerinin konumudur. Fransa, sömürgelerini ağırlıklı olarak kendisine yakın tutmuştur. (Fransız Batı Afrikası) Fransız sömürgelerinin, İngiliz sömürgelerine nazaran dağınık

152 Bige Yavuz, a.g.e., s. 51-52 ve 87.

153 Bige Yavuz, a.g.e., s. 80.

154 Tuncer Çağlayan, a.g.m., s. 279.

olmamasının nedenlerinden biri de muhtemelen Fransa’nın bu tür masraflardan kaçınmak istemesidir. Zira ele geçirilen yerde yönetimi almak ve tam bir hakimiyet kurmak, uzun ve masraflı bir iştir. Bu faktöre istinaden, Fransız sömürgelerinin coğrafi konumunu ve Fransa’ya olan uzaklıklarını incelediğimizde Fransa’nın malî kaygılarını açık bir şekilde görmekteyiz. Bu malî kaygının nedenlerini de Yedi Yıl Savaşları, Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Napoleon Savaşları ve Kırım Savaşı silsileleri sırasında, Fransa’nın büyük bir malî kayba uğramasında irdelemek yerinde olacaktır.

Son olarak Fransa’nın İngiltere ile ilişkilerine değinmek yerinde olacaktır. Zira bu iki devlet, paylaşım anlaşmalarında hem en büyük iki destekçi hem de en önemli iki rakipti. Her ne kadar İngiltere, Fransız kamuoyu ve basınında bir “hain” olarak addedilse de, Fransa, İngiltere’ye ihtiyaç duyduğunun farkındaydı. Versailles Antlaşması’nın onaylanması ve yürütülmesinde Fransa’nın güvenebileceği en büyük dostu İngiltere idi. Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi iç meseleleri, Wilson’un kurulmasında öncülük ettiği Milletler Cemiyeti’ne girememesine neden olmuştu. Bu nedenle İngiltere, en büyük politik güç olarak tüm dengeleri elinde tuttu ve uluslararası alanda değişmez bir statüye sahip oldu.155