• Sonuç bulunamadı

DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KENTLİ AKTİF VATANDAŞLIK

3) Sivil Toplum Kuruluşlarının Çalışmaları: Araştırma sonuçlarına göre bu kuruluşların cinsiyet ve vatandaşlık ile ilgilenme konusunda da

2.3.1. Türkiye’de Vatandaşlığın Gelişimi

Türkiye, sosyal ve siyasi alanlarda çok önemli gelişmelerin olduğu hem sivil hem de siyasi nitelikteki uzun seferberlik öyküsü nedeniyle dikkate alınması gereken son derece önemli bir devlet olarak görünmektedir. Bu yüzden de vatandaşlığın gelişimi konusunda derin analizlerin yapılması gerekliliği söz konusudur. Türk vatandaşlığının analizini yaparken din, dil, kültür gibi birçok farklı ölçekte değerlendirme yapmak gerekmektedir. Özellikle vatandaşlığın çerçevesi belirlenirken siyasi, sivil ve sosyal hak iddialarının gözetilmesi ve farklılıkların dikkate alınması gerekir. Ama genel olarak bakıldığında Türkiye’de vatandaşlığın sivil, siyasi veya sosyal haklar kapsamında yukarıdan verilmiş olduğu ve aşağıdan talep edilen ve mücadeleyle kazanılan haklardan pek söz edilemediği dikkat çekmektedir (Kadıoğlu, 2012: 171).

Türkiye’de vatandaşlığın gelişimi konusunda II. Meşrutiyet dönemi milat olarak kabul edilmektedir (Üstel, 2009; Kadıoğlu, 2012; Çakmaklı, 2017). Bu dönem genel olarak siyasi krizlerin etkili olduğu bir dönemi kapsamaktadır. Ayrıca gittikçe zayıflayan bir imparatorluğun yerine yeni bir devlet kurma çabaları dikkat çekmektedir. Yeni devlet kurma hedefleri bağlamında atılacak en önemli adımlar olarak toplumsal dönüşüm ve değişimi gerçekleştirmek olduğu gerçeği bu dönemde dikkat çekmektedir. Özellikle eğitim alanında gerçekleştirilen yenilikler toplumsal yapının dönüşümünde oldukça etkili olmakta ve tebaadan vatandaşa geçişin ilk adımları atılmaktadır. Bu dönemde dikkat çeken en önemli kavramlar vatan-millet-devlet ekseninde gerçekleştirilen toplumsal dönüşüm çabalarıdır. Parçalanma süreci geçiren “devlet”, Batı’da yükselen ulusçuluk akımlarının etkileriyle siyasileşen

“millet” ve yitirilen toprakların etkisiyle yeni bir düşünüş biçimine giren “vatan”

kavramları o dönemde kapanan bir devir ve hazırlıkları yapılan yeni bir devir için önem arz eden ateşleyiciler olarak bireyin karşısına çıkmaktadır (Üstel, 2009: 95-97).

Bu dönemde gerçekleştirilen siyasi ve sosyal hareketler, vatandaşların dini, kültürel veya siyasi farklı ikilemlerin sınırlarını aşarak akla uygunlukla temellendirilmiş doğru-yanlış davranış sistematiğine sahip olmalarına imkân sağlamaktadır (Üstel, 2009: 320-328). Özerkleşmenin ve bağımsızlaşmanın bir işareti olan bu dönüşüm, imparatorluktan ulus devlete geçişte öznenin vatandaşa

184 dönüşümünde önemli bir zemin oluşturmuştur (Çakmaklı, 2017). Kuruluş sürecinde gerçekleştirilen politikalar güçlü bir devlet yapılanması hedefiyle gerçekleştirilmiştir ama asıl hedef ise tarih boyunca bireyi ve toplumu devletten uzak tutan anlayışın kırılmasına yönelik hamleler olma özelliğidir. Cumhuriyetin kuruluşu esasen eğitimden sağlığa, ekonomiden siyasete vatandaşın ortak olduğu bir demokratik yönetim anlayışını hedeflemektedir. Çünkü Cumhuriyetin kuruluşu yine birlik ve beraberlik içinde bir araya gelen vatandaşların sayesinde gerçekleşmiş ve bunu hak etmiştir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki Türkiye’de sivil, siyasi ve sosyal haklar özellikle Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yukarıdan aşağıya seçkinlerin ortaya koydukları haklar olarak gerçekleşmiştir. Bu vatandaşlık tipinin ortaya çıkışı kentleşme ve ekonomik özgürlük kazanma gibi diğer haklardan çok daha önce kazanılmış bir niteliktir. Özellikle konumuz itibariyle Avrupa ile karşılaştırıldığında kent olgusuyla bağlantısında eksiklik dikkat çekmekte, ulusal birlik elde etme temelli bir anlayış vatandaşlığın temel ateşleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani haklardan ziyade ulusal birliği oluşturmaya yönelik görevler temelli bir vatandaşlık ön plandadır (Kadıoğlu, 2012: 34).

Bu dönemde “makbul vatandaş” anlayışı ön plandadır. Sadece modernleşme hareketlerinin öznesi olarak değil ayrıca yurtseverlik çerçevesine de yerleştirilen bu vatandaşlar batıcılık anlayışına uygun politikalarla güçlendirilmektedir. Hak ve sorumluluklarının farkında olan bireyler olarak vatandaşlar, önceki yönetim sistemlerinin tehdidinden de korunmak amaçlı politikalara da destek vermektedir.

1950’li yıllara kadar olan bu dönem aslında köy-kent gibi en yakın idari çevreye, daha kapsamlı olarak misak-ı milli sınırlarına ve Türkiye Cumhuriyetine aidiyet duygusu geliştirmeye yöneliktir. 1950 ve 1980 yılları arasındaki dönem ise vatandaşlığın yeni bir anlam kazandığı dönem olarak dikkat çekmektedir. Oy veren, askerliğini yapan ve vergilerini ödeyen bu vatandaş, daha çok siyasi vatandaş olma yönünde izler taşımaktadır. Hatta bu vatandaşların siyasi olma durumu aşırı hâle geldiğinde 80 darbesiyle birlikte üstten gerçekleştirilen yeni bir yapılanma süreci içerisine sokulmuş ve siyasilikten uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Ulus devlet anlayışının gereklerini yerine getirmeye çalışan yeni politikalar ve yasal düzenlemelerle vatandaşlığa yeni bir yön verme gayreti içinde yönetenler eğitim programlarını değiştirerek yeni bir anlayış ortaya koymaya çalışmıştır. Amaç, din, dil ve kültürel farklılıkları kendi içinde eriten yeni bir ulus vatandaş tipi geliştirmeye

185 yöneliktir. Böylece toplumun refah düzeyi yüksek ve daha sağlıklı olacağı düşüncesi belirmektedir (Üstel, 2009: 320-328).

90’larla birlikte tüm dünyada meydana gelen ekonomik, sosyal ve siyasi dönüşümlerin etkisi ile Türkiye yeni bir yönetim anlayışı içerisine girmiştir. Bu dönemde üstten verilen hak ve sorumluluklar ötesinde toplumsal faaliyetlerin önemi anlaşılmış, vatandaşların farklı amaçlarla bir araya gelerek seslerini duyurmaları konusunda yapılanmalara izin verilmiştir. Bu dönemde oluşan sivil toplum kuruluşları toplumsal hak ve özgürlüklerin dile getirilmesi, bireyciliğin öneminin vurgulanması ve katılımcı demokrasi fikrinin benimsenmesi konularında oldukça faydalı oluşumlar olarak dikkat çekmektedir. Esas önemsenmesi gereken nokta, bu tür kuruluşların bu dönemde devletten bağımsız toplumsal yaşamı harekete geçirmesi ve yukardan yönetilen yönetim anlayışı yerine görev temelli vatandaşlık anlayışının benimsenmesine yardımcı olmasıdır. Devletin ancak bu şekilde güçleneceği düşüncesi giderek artmaktadır. Demokratik yönetim anlayışına vurguyu gördüğümüz bu dönem, bireysel veya toplumsal özerklik, çoğulculuk ve hak ve özgürlüklerin verilmeyip alınması gerektiğinin vurgulandığı dönemdir (Keyman & Gumuscu, 2014: 155).

2000’li yıllar itibariyle ise bu tür gelişmelere ek olarak Avrupa Birliği uyum sürecinde gerçekleştirilen politikaların da etkisiyle sivil toplum kuruluşlarının daha da güçlendiğini ve katılımcı anlayışın önemi giderek daha da artmaya başladığı görülmektedir. 2001-2004 yıllarında kabul edilen anayasa değişiklikleri ile temel hak ve hürriyetlerin kapsamı genişletilmiştir. Bu süreçte ulus vatandaşlık anlayışında dönüşümlere tanık olunmaktadır. Yapılan düzenlemeler dilsel, dinsel ve kültürel farklılıkların normal karşılanmasına yardımcı olmaktadır ve farklılıkları, çeşitlilikleri içinde barındıran toplum anlayışı önem kazanmaktadır. Bunun için gerçekleştirilen iki önemli süreç dikkat çekmektedir. Bunlardan biri vatandaşlığı yalnız kimlik ve pasaport vatandaşlığı olarak görüp ulusal seçimlerde oy kullanma hakkı verme görüntüsünden uzaklaştırıp, dilsen, dinsel ve kültürel farklılıkları kapsayan yeni bir kavramlaştırma yapmaktır. Farklılıklar ve çeşitliliğe paralel olarak haklar ve sorumluluklar da farklılık ve çeşitlilik gösterebilir anlayışı hâkimdir. İkincisi ise Türk ulusal kimliğinin oluşumu sırasında yaşama geçirilen dışlama ve özümseme politikalarının öncesinde bu toprakları zenginleştiren geçmiş kimlikleri hatırlama girişimlerini içeren süreçtir (Kadıoğlu, 2012: 46-48).

186 Kısacası Osmanlı’dan günümüze vatandaşlık anlayışı genel olarak yukardan hak ve sorumlulukların verildiği ve gerektiğinde yeni politikalarla dönüşüme uğratıldığı bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Aydınlanmış, özgür ve aktif vatandaşlar yerine sadece görev ve sorumluluklarını yerine getiren iyi ve pasif vatandaşlık anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bireyin topluma, toplumun da devlete karşı vazifelerini vurgulayarak gelişim gösteren bu anlayış günümüze kadar gelişimini göstermiştir (Kadıoğlu, 2012: 181). Yani haklardan çok vazifeye dayalı olan bir anlayışın ön planda olduğu açıktır. Bu yüzden de son dönem gelişmelerle birlikte Türkiye’de vatandaşlık devlet merkezli, milliyetçi, pasif ve cumhuriyetçi olarak tanımlanabilmektedir (Çakmaklı, 2015: 432). Pasif vatandaşlar, daha önce de ifade edildiği gibi devlete karşı olan görevleri itibariyle tanımlanmaktadır ve bireysel haklar ve farklılıklar nadiren vurgulanmaktadır. Devlet merkezli yapılanma tarafından oluşturulan bu tip, farklılıkları göz ardı eden ve devletin birey üzerindeki egemenliğini önemseyen bir anlayıştır.

Devlete karşı görevlerini yerine getirme konusunda aktif, ancak haklarını devlete karşı koruma konusunda pasif (Bee & Kaya, 2017: 302) olan bu vatandaşlık anlayışı günümüzde dönüşüme uğramakta, her konuda aktif vatandaşlık anlayışı Türkiye’de de faaliyetlerle kendini göstermeye başlamaktadır. Sivil toplum kuruluşlarını merkeze alarak sosyal uyumu geliştirme ve bireyleri ve toplumu sorumluluk almaya teşvik eden bu vatandaşlık tipidir. Hakların ve sorumlulukların ele alınabileceği ve kazanılabileceği daha küçük yapıları temsil eden bu kuruluşlar, yerel yönetimlerle işbirliği halindedir ve bireyi devletten uzaklaştırma eğilimi göstermektedir (Çakmaklı, 2015: 432). Fakat bireyi devletten uzaklaştırmak ifadesiyle olumsuz bir durumdan çok devletle işbirliği içinde bir anlayışa karşılık gelmektedir. Devletten hizmet beklenen yerlerde sorumluluk alarak yönetime katkı sağlamak, sosyal bağlılık ve çeşitliliğe tolerans göstermek ve ortak bilinç geliştirmeye yönelik katılımlar gerçekleştirmek aktif vatandaşlığın temel prensibi olarak dikkat çekmektedir. Böylece toplumsal refah düzeyinin artmasıyla daha kolay yönetilebilir bir toplum anlayışı ile devlete yardımcı olan bir durum ortaya çıkmaktadır. Komşuluklardan başlayarak mahalle ve yerel yönetimlere katılım ağır işleyen devlet politikalarının etkin hâle gelmesine de yardımcı olabilecektir.

Bu bağlamda aktif vatandaşlık toplum katılımı ve sivil eylemlere teşvik eden bir politika aracı olarak günümüzde önemli derecede dikkat çekmektedir. Türkiye’de eğitim müfredatlarındaki değişiklikler, sivil toplum kuruluşlarının etkin hâle

187 getirilmesine yönelik politikalar ve demokratik katılımı teşvik eden uygulamalar bu önemi giderek daha da artırmaktadır. Bir politika aracı olarak devletin yükünü hafifleten bu uygulamalar, özellikle kentlerde ortak bilinç oluşturularak düzenli ve sağlıklı bir toplum ve çevre anlayışı kazandırmayı hedefleyebilmektedir.

Dayanışmayı artırarak birlik ve beraberliğe katkı sağlamak, siyasi katılımı teşvik ederek yönetsel faaliyetlerin etkinliğini artırmak ve son olarak sivil katılımın sergileneceği kuruluşları güçlendirerek refah düzeyi yüksek bir toplum anlayışı da diğer önemli hedefler olarak görülmektedir.