• Sonuç bulunamadı

DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KENTLİ AKTİF VATANDAŞLIK

3) Vatandaşlar arasındaki farklılıklar: Sadece kent mekânı, nüfus büyüklüğü veya belediyelerin yönetim hamleleri değil ayrıca vatandaşlar arasındaki

2.2. DÜNYADA KENTLİ AKTİF VATANDAŞLIK GÖRÜNÜMLERİ

2.2.3. Orta Doğu’da Kentli Aktif Vatandaşlık

Modern Orta Doğu, parlamenter sistemin olduğu demokrasiler (Türkiye, Lübnan, İsrail ve İran) ve büyük çoğunluğunun totaliter rejimler (Fas, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi monarşi veya Mısır, Tunus ve Filistin Otoritesi gibi askeri / parti devletleri) ile yönetildiği ülkelerden oluşmaktadır (Jawad, 2008: 10). Bu ülkelerdeki aile ve akrabalık ilişkileri devlet ve sivil toplumda öncelikli olduğundan gerek ülke yönetimlerinde ve gerekse kentlileşme ölçeğinde aile yapısı büyük önem ifade etmektedir. Yönetimlerde ve kaynaklara ulaşımda akraba ilişkilerini önceleyen davranışlar, siyasi erkin meşruiyet kazanmasında etkili olmakta politikaların çoğu bu çerçevede gelişmektedir. Vatandaşlığın genel olarak aile üyeliği ile ilişkili olduğu da

175 söylenebilir. Ataerkil bir yapının baskın olduğu Ortadoğu toplumlarında, ulusal ve en önemlisi yerel düzeyde birliktelikler ve sosyal örgütlenmelerin kaynağı bu çerçevede gelişmektedir (Joseph, 1996: 7-9).

Ortadoğu kentleri ise genel olarak dünya geneliyle karşılaştırıldığında daha eski dönemlere ait izler taşımaktadır. Kudüs, Beyrut gibi birçok kent klasik çağlardan kalmadır ve kentsel gelişim modelleri diğer ülkelere örnek teşkil etmiştir.

İmparatorluklar ve din savaşları bu kentler üzerinde her daim fiziksel baskılar bırakmış, sömürge dönemlerinde farklı kültürlerin izlerinin de etkisi altında kalarak çok kültürlü bir gelişim izlemiştir. Bundan dolayı Mısır’dan Türkiye’ye birçok ülke sosyal çeşitlilik göstermektedir. Fakat bu sosyal çeşitliliğin üzerinde dinin de büyük etkisi olmuştur. Çünkü günümüzde bile başta ağırlıklı olarak Müslüman toplum yanında Yahudi, Hristiyan ve daha pek çok dine inananlar bu çeşitliliği devam ettirmektedir. Kudüs’te, Beyrut’ta vb. kentlerde bu görüntü bariz bir şekilde görülmektedir (Silver, 2010: 346-347).

Özellikle İslamiyet’in bu bölgede doğuşu bu yapılanmaların seyrine önemli etkilerde bulunmuştur. İslamiyet sonrası camilerin ve etrafına kurulan kamu binaların kent merkezine kurulması o dönemden bu yana biçimini korumuştur. Daha sonra pazar yerinin de bu merkezi mekâna eklenmesi ekonomik gücün de kamunun kontrolü altında tutulması bakımından önem arz etmektedir. Özellikle 7-11.yy.lar kentleşmenin arttığı ve kırsaldan aşırı göçün olduğu dönemlerdir. Zamanla

“darülimare”nin yanına divanlar, hapishane ve emirlik hamamı inşa edilmesi; su ihtiyacını karşılamak için yerleşim merkezlerine kanallar açılması önemli gelişmelerdir (Kayaer, 2015: 13-14). İslam kentlerinin önemli özelliklerinden biri de ticaret ve ikamet alanlarının birbirinden ayrılmış olmasıdır. Belirli bir tarihi döneme (Osmanlı devrine) ve belirli bir coğrafi bölgeye (Akdeniz’deki Arap ülkelerine) gönderme yapan bu kentler, modern dönemlerle birlikte diğer bölgesel unsurlarla ve coğrafyalarla değişime uğramıştır. Fas’ta ve Afganistan’daki çarşıların merkeziliği ve mahallelerin yapısı, buralarda yaşayan Müslümanların dinî ve kültürel gelenekleri vasıtasıyla kentlerin organizasyonlarını nasıl derinden etkilediklerini gösterir. Bu kentler, örgütlenme biçimleriyle değil ancak bu derin etki sebebiyle Müslüman olarak nitelendirilebilir (Kayaer, 2015: 34).

Özetle İslam kentlerini kale, saray ve üst kademe yöneticilerinin oluşturduğu yönetici merkez, Cuma camisi, hanlar, bedestenler ve açık pazar oluşumunu ihtiva eden kent merkezi, mahalleler ve dış mahalleler (Aslanoğlu, 2000: 54) olmak üzere

176 beş bölüme ayırmak mümkündür. Kentlerin büyümesi diğer ülkelerde olduğu gibi özellikle ekonomik gücün artmasıyla gerçekleştiği, haberleşme biçimlerindeki dönüşümün ve nüfus yoğunluğunun Ortadoğu kentlerinde biçimsel değişikliklere sebep olduğu söylenebilir. Sahip olduğu zengin yer altı kaynaklarından dolayı sürekli dış ticaretin gerçekleşmesi ve dolayısıyla Batı ile sürekli temaslar, tüketim kültürünün bu ülkelerde ve özellikle kentlerde etkin olduğu açıktır. Ayrıca bu kentlerin bir diğer ortak özelliği ise kent meydanları yerine cami avlularının aynı işlevleri yerine getirmesidir. Bu nedenle kente yeni eklemlenen alanlar için camilerin varlığı; sosyal olgular-mekânsal süreçler etkileşiminde benzer tarihsel çizgiyi izleyebileceklerini düşündürmektedir (Aslanoğlu, 2000: 201).

Modern dönemle birlikte Ortadoğu ülkelerinde kentleşme, üretim tarzlarına göre değerlendirilerek dört tipte dönüşüme uğradığı düşünülmektedir (Silver, 2010:

347). Bunlardan biri Tunus ve Fas gibi sömürge devletlerinde görülen kentleşme düzenidir. Önemli limanlara sahip bu ülkeler, dış kaynaklı ihracat eğilimi gösterir ve Avrupa temelli turizm bağımlılığına sahiptir. Bir diğeri Cezayir, Suriye ve Irak gibi sosyalist yapıdaki devletlerdir ve bu devletler sömürgecilikten kurtularak kendi ekonomik güçlerini elde etme girişimindedirler. Üçüncüsü Ürdün, Mısır ve Lübnan gibi turizm, finansman ve kültürel açıdan dış yardımlara bağımlı hâle gelen ülkelerdir. Sonuncusu ise körfez ülkelerini içerir. Ekonomisi petrol üzerine olan bu ülkeler genel olarak dış ülkelerden elde ettiği emek yardımıyla kentleşmektedir.

70’li yıllardan sonra neo-liberal politikalar da Ortadoğu kentleşmesinde önemli etkiler yaratmıştır. Her ne kadar Beyrut gibi kentlerde neo-liberal politikalarının etkinliğinin yitirildiği iddia edilse de (Bayat, 2012: 117), yapılan bilimsel çalışmalar bunun aksini ifade etmektedir. Neo-liberalizm ve kent hakkı arasındaki ilişkinin incelendiği bir çalışmada (Fawaz, 2009), kente yeni gelenlerin konutlarının ve mahallelerinin üretimine katıldıkları tarihsel yerler olduğunu iddia edilmektedir. Ayrıca sosyal hizmetlerin yerel ve devlet dışı aktörler olan STK’lara devredilmesi (özellikle siyasi partiler) kalkınma projelerinin çoğalmasına ve bu düzenlemelerden dolayı kentlerin çekiciliğini koruduğunu rapor etmektedir. Düşük gelirli kent sakinlerinin mekân üretimine katılma konusundaki yetersizlikleri, yalnızca toplumsal adaletsizliğin yükselen modellerini yansıtmakla kalmayıp, aynı zamanda neo-liberalizmin alanları yeniden şekillendirmesinin yolsuzlukları daha da şiddetlendireceğini öngörmektedir (Fawaz, 2009: 848-849).

177 Bunun yanında kentsel alanlarda günlük yaşam tarzında da neo-liberal politikaların ve Batı’ya dönük bir bakış açısının hâkim olduğu söylenebilir. Bu durum kent yönetimlerine de etkide bulunmuş yönetişim, katılım, sivil toplum gibi ifadeler Ortadoğu ülkelerinde konuşulmaya ve tartışılmaya başlamıştır. Buradan hareketle kentlerde aktif vatandaşlık deneyimlerini ifade etmek için öncelikle Ortadoğu’da kentsel yaşamın çerçevesini çizme gerekliliği doğmaktadır. Genel olarak birçok ülkede gecekondulaşma, aşırı kamu istihdamı, kayıt dışı ekonomi gibi ifadeler duyulabilmektedir. Ayrıca yeterli odası olmayan gecekondular yüzünden kent sakinleri çoğunlukla günlük yaşamlarını kamusal alanda gerçekleştirmektedir (Bayat, 2012: 113-115). Düğün, bayram veya cenaze törenleri gibi faaliyetler de bu kamusal alanların temel uygulamalarıdır. Bundan dolayı Ortadoğu kentlerinde kamusal alan hem ekonomik geçim kaynağı, hem de kentlinin sosyal/kültürel etkinlikleri için vazgeçilmez bir mekân olarak hizmet vermektedir.

Bu yüzden bu kentlerde yerel ilişkilerin hâlâ insanlar için önemli olduğu söylenebilir; bu bakımdan cemaatler hayati önem taşır. Ama bu yerel ilişkiler, modern devletler ve kapitalizmin şekillendirdiği geniş çaplı faaliyetleri düzenlemeye muktedir değildir. Yeni kimlikler ve hareketler, sadece yeni toplumsal örgütlenme ve kültürel aktarım ölçeklerine cevaben değil, aynı zamanda o temelde ortaya çıkmışlardır. Yani modern İslami örgütlenmeler, sırf yerel tepkilerin değil, ekonomik, siyasi ve kültürel küreselleşmenin de ürünüdürler. Çoğunlukla Müslüman ülkeleri birbirine bağladıkları gibi, Batı’daki İslami yerleşim bölgelerindeki yaşam deneyimlerinden de beslenirler. Milliyetçi ideoloji ‘cemaat’ ve ‘aile’ retoriğini kullansa da, ulus, doğrudan doğruya kişilerarası ilişkilerden çıkan, dolayısıyla ister istemez daha yerel nitelikli bu gruplaşmalardan ciddi biçimde farklıdır (Calhoun, 2012: 128).

Ortadoğu’da aktif vatandaşlık deneyimleri ile ilgili en iyi örneği Arap baharı adındaki siyasi değişim süreci oluşturmaktadır. Lina’nın (Lina, 2011) 2005 yılında proje olarak başlattığı ve yaklaşık beş yıl süren araştırmasında Ortadoğu’daki üç ülkede aktif vatandaşlığın boyutları üzerinde çalışılmış ve Arap Baharı20 olarak bilinen siyasi değişim sürecinin de araştırma kapsamına alınmasıyla ortaya çıkan

20 Arap baharı vatandaşların demokrasi zaferi olarak kabul edilmektedir. Fakat demokrasiler genel olarak Ortadoğu ülkelerinde elitlere ve sosyal hareketlere odaklandığı için aşağıdan bakıldığında bu demokratikleşme süreçlerine sessiz kalınmaktadır (Donatella, 2013: 125).

178 yeni düzenlemelerin sonuçlarını irdeleme imkânı bulmuştur. Ortaya çıkan sonuçlar şu şekilde sıralanabilir (Lina, 2011: 444-445):

1) Seküler-Dini, Geleneksel-Modern: Vatandaşlık ve sosyal yetkilendirme