• Sonuç bulunamadı

Kültür son zamanlarda sık sık değinilen kavramlar arasındadır. İnsan tarafından toplumsal yaşamın bir sonucu olarak üretilen ve gelecek kuşaklara aktarılabilen olgulardır. Kültürün gelecek kuşaklara aktarıldığı ve özellikle kırsala göre çok daha hızlı bir dönüşüm geçirdiği mekânlar kentlerdir. Kent ve kültür ilişkisi karmaşıktır ancak temel motifler her iki durumda da benzerlik gösterir; fiziksel yapısı ve uzmanlıklar yanında kültürü de kent çalışmalarında önemli bir yere sahiptir (Park ve ark., 1967: 3). İnsanların toplu halde yaşama ve buna bağlı olarak buluşma merkezleri sağlama gereksinimi olarak ortaya çıkan bu alanlar, pazarların kurulması, siyasi ve hukuksal toplantıların yapılması ve dinî ihtiyaçların giderilmesi için kullanılan toplanma yerleridir. Bu özelliğinden dolayı da yerel toplulukların kültürel ifadesi olarak değerlendirilmektedir.

Kentler kültürel yapının ve modernliğin mekânıdır. Toplumsal mekân üretim tarzına hem sebep, hem de sonuç olarak müdahale etse de, bu üretim tarzıyla birlikte değişir. Bir başka deyişle toplumlarla birlikte değişir. Mekânın tarihi vardır. Mekân zihinsel olanla kültürel olanı, toplumsalla tarihseli birbirine bağlar. Karmaşık bir süreç oluşturur: yeni mekânların keşfi, topluma özgü örgütlenmenin üretimi, yapıtların ve kentin yaratılması (Lefebvre, 2016: 25). Kentlerin çok kültürlü bir yapıya sahip olması ise bu sürecin karmaşıklığını artırır. Yeni mekânlar, örgütlenmeler ve yeni yapıtlar bu çok kültürlü yapıyla yoğrulur ve farklılıklar ortaya çıkar.

Farklılıklar arasında yaşanan çatışmalar, kentlinin aktif faaliyetlerde bulunmasına ve hoşgörüye müdahale ederek risk ortamı yaratabilmektedir. Farklı kültürlerin ortak kamusal alanlarda etkileşime girme biçimleri çoğunlukla çatışma ve bölünme kaynağı olarak görülmektedir (Carvalho, 2011: 3). Bundan dolayı kent mekânı kentlinin düşünme ve faaliyete geçme durumlarına etkide bulunmaktadır.

25

“Yakın fiziksel ilişkilere karşın uzak sosyal bağlarla” (Wirth, 1938: 14-15) tanımlanabilen kentsel yaşam daha çok görsel özellikleriyle ifade bulmaktadır. Kent bir eser dünyasıdır ve kültürel yapılanmanın mekânıdır. Bundan dolayı da bu dünyada duyarlılık kazanma ve doğa dünyasından uzaklaşma eğilimi olan kentlilik anlayışı sürekli mevcuttur. Kültürel sermaye unsurlarının etkin olduğu kentler toplumun rekabet alanı halini almıştır. Sürekli olarak kentlinin faaliyetlerine müdahale etme özelliğine sahiptir.

Özellikle sanat ve kültür kavramlarının iç içe geçtiği bu mekânlar, ekonomik gelişmelerle paralel bir dönüşüm izleyerek, sürekli yeniden yapılanmakta ve yaşam alanlarının düzenlenmesine etki etmektedir. Dolayısıyla insan topluluklarının kültürel temelde arzu ve taleplerinin yansımaları şeklinde de düşünülebilir. Kentsel dönüşüm projeleri, soylulaştırma uygulamaları ve yeni yapılanma modelleri bu tür kültürel yansımaların sonucu olarak görülmektedir. Bu dönüşümler ve kültürel yansımalar kentlinin yaşam alanını seçmesinde, sosyalleşmesinde ve farklı açılardan katılım sağlamasında etkili olduğu yadsınamaz bir gerçektir (Markusen, 2014: 570-584). Kısacası mekâna ve kültürel yapıya bağlı olarak davranış şekilleri şekillenmekte; kent bir bakıma bireyin yaşam tarzının bir sonucu halini almaktadır.

Kültürle ilgili olarak üç yönlü yaklaşımdan bahsedilebilir: küresel, yerel ve kent kültürü. Son dönemde post-modern durum5 küresel kültür öğelerini ön plana çıkarmaktadır. Amaç kent ve yerel kültürü kapsayarak kitle üretimi ve tüketiminin gerçekleştiği kent mekânına hâkim olmaktır. Bu bakımdan yerel ve küresel ilişki ağlarının kesişme noktası olarak kentler, hem bulunduğu bölgenin kültürel mirasını yansıtır hem de küresel olana uyum sağlama savaşı verir. Küresel olana karşı yerel olanın hayatta kalma mücadelesi vermesi, düzensizlik ve karmaşanın habercisidir (Özden, 2014: 58). Gelir farklılıkları, hızlı ve çarpık kentleşme, işsizlik gibi sorunlar ile kırsalın samimi ilişkilerinin yerine kalabalığın ve yabancılaşmanın etkin olduğu bir ortam ortaya çıkmıştır. Kent kültürü, özgün ve yerel niteliklere sahiptir ve ayrıca küresel kültüre de açık bir özelliğe sahiptir. Kent, bireysel sahipliklerle küresel değerler arasında köprü vazifesi görür. Aradaki bu bağ kurulamadığı takdirde yabancılaşma ortaya çıkar (Görmez, 2004: 47).

5 Lyotard (Lyotard, 1997) bu kavramı 20.yy. ikinci yarısı itibariyle ortaya çıkan bilgisayarlaştırılmış toplumlarda bilginin geldiği son noktayı ifade etmek için kullanmaktadır. Habermas’ın yaklaşımdan farklı olarak modernitenin devamı olarak görülen post modernizmde Lyotard bilginin doğasını ve hangi yönde gelişeceğini anlamaya çalışır.

26 Günümüzde küresel kültür öğelerinin kentler üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir. Küreselleşmenin baskısı altında çok yönlü ve hızlı bir dönüşüm geçiren kentler sermaye, bilgi, imaj ve düşünce akışlarının yoğunlaşmasıyla siyasi yaşamın merkezi halini almıştır (Yalçıntan, 2000: 55). Küresel ekonomilerin iktidarı ele geçirme mücadelesi verdikleri büyük kentler giderek ekonomik, sosyal ve siyasi çerçevede daha da büyümekte ve bireyin ihtiyaçlarını karşılama konusunda daha fazla gayret göstermektedir. Fakat bazı mega kentlerin hızla gelişmesi ve küreselleşmenin faydalarını görmeleri mümkünken bazı kentler ise büyürken ekonomik, siyasi ve toplumsal problemlerle karşılaşmaktadır. Bu kentler işsizlik, gecekondulaşma, kirlilik ve diğer sıkışıklık problemleri ile karşılaşır (Ploeg &

Poelhekke, 2008: 484). O zaman küreselleşme kentleşmenin önemli bir özelliğidir ama yan etkilerini de gözden kaçırmamak gerekir.

Kentler sanatçıların, tasarımcıların ve oyuncuların ürettiği ve eserlerini sattığı kültürel endüstrilerin bölgeleridir. Birbiriyle yarışan sembolik önemi olan farklı mesajlar içeren çok yönlü bir çevre sunar (Flanagan, 2010: 10). Kültürel temelde özellikle eğlence endüstrisi küresel kültür öğelerinin dönüşümünde önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu küresel dönüşüm projeleri bir yandan gelişmekte olan kentlerde bütünleşmeyi sağlarken diğer yandan toplumsal dışlanma ve kurallara uygunsuzluk içeren ikili bir süreçte gerçekleşmektedir. Bu durum hem iktisat politikalarının yeniden gözden geçirilmesine sebep olmuş hem de refah devleti yapılarının erozyona uğramasına sebep olmuştur (Bayat, 2006: 27-28). Bu yüzden de diyebiliriz ki, küresel kültür öğeleri son dönemde kentleri şekillendirme konusunda güç kazanmış durumdadır.

Küresel müdahaleler sosyal değişimde önemli etkiler göstermiş kültürel alternatiflerin artmasına sebep olmuştur. Yani insan kırsal mekânda karşılaştığı tekdüze hayattan koparak ekonomik, dinî ve sosyal ilişkileri bağlamında birçok alternatifle karşı karşıya kalmakta, böylece örf ve adetlerin gücünü yitirerek küresel olana göre zayıf kalmasına sebep olmaktadır. Yani küresel kültür öğeleri hem yeni kent kültürü oluşumunu sağlamakta hem de örf ve adetlere karşılık gelen yerel kültürün öğrenilmesine mani olmaktadır. Teknolojinin çoğunlukla bu üst kültür öğelerine hizmet ettiğini de hesaba katarsak, öğrenilen kültür çoğunlukla geleneksel olana karşı gelmektedir.

Küresel kültür yanında kentlinin yaşamında etkili olan ve bilinç düzeyini belirleyen bir diğer yaklaşım ise kent kültürüdür. Kent tarihine bakıldığında kent

27 kültürünün oluşumu insanlar arası ilişki boyutuyla açıklanabilir. Hem fiziksel hem de kültürel gücü yoğunlaştıran bu mekânlar anıtları, yazılı kanyakları ve gelenekleri sayesinde insani faaliyetlerin alanını genişletmeye devam etmektedir. Böylece binalar, sokaklar ve arşivleriyle karmaşık bir kültürü nesilden nesile aktarabilecek hâle gelmektedir. Tabi bunu yaparken sadece fiziksel araçları aktarma görevi değil, ayrıca bu aktarımı gerçekleştirecek insanları da bir araya getirme ve örgütleme görevini devam ettirmektedir (Mumford, 2007: 684). Bu gelişim modernleşme sürdükçe canlılığını korumaktadır. Başlangıçta yalnız bir toplanma yeri ve ticaret alanı olan bu yerler, daha sonra tüm toprakların yönetsel, dini, siyasi ve ekonomik merkezi halini almıştır (Pirenne, 2012: 48-49). Geçmişten günümüze kentlerde meydana gelen bu canlılığı kavramak için tarihini incelemek gereklidir.

Kentlerin ortaya çıkışı ve gelişimi sosyal, ekonomik, siyasi unsurlara bağlı olarak gerçekleşmektedir. İlk kentlere baktığımızda pazar yerleri, kaleler ve ibadet yerleri hem insanların bir arada yaşama gereksinimlerini yerine getirme hem de doğaya karşı yaşam mücadelesi verme hususunu ön plana çıkarmaktadır. Buradan hareketle kentler doğadan kopuş ve yeni yaşam tarzları kazanma mekânlarıdır diyebiliriz. Bu yeni yaşam tarzları doğaya karşıt olan kültürel öğelere karşılık gelir.

Yani kentlerin ortaya çıkışının temelinde doğa/kültür6 dikatomisi dikkat çekmektedir.

Burada bahsedilen kültürel öğeler kent ve insan için yeni sosyal, ekonomik, siyasi ve dinî ritüeller, semboller ve normlara karşılık gelir. Yani kente yeni gelen bir insan için yabancısı olduğu şeylerdir bunlar. Bu mekânda yaşamına devam edebilmesi için bu öğelerin özümsenmesi gerekir. Aksi takdirde sık sık belirttiğimiz gibi bireyselleşme, yabancılaşma… gibi olumsuz sonuçlar doğabilir.

Bu olumsuzluklara verilebilecek en güzel örnek mekânsal yakınlıklarına rağmen mahalle veya semt sakinleri arasında belli bir oranda uzak yaşam tarzlarıdır.

Modern toplumun belirleyici bir özelliği olan bu açıklık karşıtı durum, kapalılık olarak terminolojide yerini bulmakta ve geri kalmışlık özelliği olarak değerlendirilmektedir. Birey dışarıdan gelen etkilere karşı kayıtsız durur, başkalarına karşı soğuk ve ilgisiz davranırsa bir müddet sonra dar görüşlü bir yaşam tarzına bürünür. Bunun tam tersi de çok istenen bir durum değildir. Dışarıdan gelen müdahalelere tamamen uyumlu davranıp taklit yapma diğerlerinin kopyası olma

6 Ayrıntılı bilgi için bkz. Jenks, 2014: 159-178

28 durumunu ortaya koyar. Bir orta yol gerekir. Hem yoksul hem de zengin kesim bu kültürel yabancılaşmadan mutlaka etkilenmektedir (Özden, 2014: 60-61).

Sanayi devrimi ile birlikte kırsal bölgelerde yaşayan ve yeni umutlar peşinde koşan insanlar kentlere göç etmeye ve yeni yerleşim yerlerinde o mekânların kültüründen etkilenmeye ve yeni bir kültür oluşturmaya başlamışlardır. Böylece kent kültürü, kırsal ile kentlinin kültürünün sentezinden oluşmuştur. Hocaoğlu’nun da belirttiği gibi (1999: 66) bu yeni kültür gittikçe büyüyerek farklılaşmış, anomalileşmiş ve bireyin üstünde bireyin yarattığından çıkarak bireyi etkileyen bir konuma gelmiştir. Yani insanın kendi yarattığı bu kültür artık kontrolden çıkarak onu yönlendirmeye başlar. Bundan dolayı kent, konut, kitle nüfusu ve lojistik olmaktan çok daha fazlası haline gelir. Kent kültürü, kasabalarda yaşayan insanların yaşam biçiminin tamamıysa, hiyerarşilerini, katılım ve dışlama stratejilerini, varoluşlarının maddi koşullarını, umutları ve arzuları için ideal koşulları içermelidir. Kent toplumsal üyelerin bir araya gelmesidir. Modernleşme hareketleriyle birlikte kültürel öğeler daha belirgin hâle gelmiştir. Birikerek aktarılan ve kentsel yaşam sürecinde birbirini etkileyerek bütünlük kazanan kent kültürü aslında modern toplumlarda daha bireysel bir konuma girmektedir.

Modern kentlerin kırsal veya geleneksel kentlere göre ağırlıklı olarak heterojen kültür yapısına sahiptir. Kentlilerin bu yapıya hoşgörülü davranması ve saygı göstermesi beklenmektedir. Farklı ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklerde olan kentlilerin bir arada yaşaması ancak saygı ve hoşgörüyle mümkündür. Kentlilik bilincinin temel göstergelerinden olan bu kültürel özellikler diğer kentlere göre farklılıklar arz etmektedir ve kentlinin de bu özelliklere aşina olması bilincin gelişiminde önemli bir yer tutmaktadır (Şahin & Anık, 2016: 152-153). Fakat 70’li yıllarla birlikte durum biraz farklılık kazanmıştır. Bu durum günümüz kültürel yapısına karşılık gelen bir özelliktir.

İlişkiler temelinde gittikçe soyutlaşan sınırlı ilişkiler, doğal olarak yüz yüze temaslar zayıflamakta, arkadaşlık dışındaki ilişkilerin yerini, toplumsal hegemonyanın birey üzerine empoze ettiği anonim roller almaktadır. Böylece kent, yalnızca insanların içinde yaşayıp hareket ettikleri yer değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olarak algılanmakta ve kolektif yaşamın sahnesi olarak şekillenmektedir. (Çelik, 2013: 24)

Modernleşme ile birlikte kentlerde sanayileşme ve kırsaldan göçlerle birlikte nüfus hareketliliğinin ortaya çıkması, bilginin ve üretimin standartlaştırılması olarak değerlendirilirken, post modern dönemle birlikte bunun tam tersi olarak parçalanma

29 ve dönüşüm ortaya çıkmaktadır. Tüm ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda gördüğümüz bu yeni dönüşüm modernliğin kalıpları yerine kabuğunu kırmış kentliye karşılık gelmektedir. (Aslanoğlu, 2000: 107). Bu dönemle birlikte artık kent yaşamı, kültürel düzeyde içselleştirilmesi gereken zihniyet ve davranış özellikleri gerektirmektedir. Bu kültüre uyum sağlayabilmenin temel anahtarlarından biri de yeni kentli olarak sınırlı ilişkilerle hayatını devam ettirmek üzerinedir. Böylece kent kültürü ile birey arasındaki ilişki de ortaya çıkmaktadır.

Kurumsal yapının parçalanarak insanlardan bağımsız hâle gelmesi ve buna bağlı olarak da kamusal-özel alan arasındaki mesafenin giderek artması ortaya çıkan sonuçlar olarak gösterilebilir. Böylece gelenekselliği veya kırsal yaşamı temsil eden unsurların yok olması gerçekleşir ve sosyal ilişkiler komşuluklardan ve mahalle ortamı gibi yakın mekânlardan uzaklaşarak daha resmi bir şekle bürünür. Artık kentli, yalnızlaşmış durumdadır ve kurumsal araçlarla farklı olmaya doğru bir yönelimi tercih etmektedir (Çelik, 2013: 26).

Kısacası kentlinin yaşam tarzı, dilden sonra kültür aktarımının da bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Medeniyetin en değerli kolektif keşfi olan kent, başlangıcından itibaren kültür aktarımını, tüketim merkezli olgular çerçevesinde gerçekleştirmeye devam etmektedir. Servetin ve refahın artırılmasına yönelik tüm davranışların temelinde olan tüketim merkezde olmak üzere, kentli davranışlarına yön vermektedir. Özellikle işbölümü ve dayanışma olarak gerçekleşen bu davranışlar, kentler büyüdükçe farklılaşmakta ve sosyal bölünme, sivil örgütlenme ve siyasi politikalar olarak kendini göstermektedir. Dolayısıyla kentsel yaşamın örgütlenme, işbirliği veya kamusal yaşam gibi tüm unsurları, ekonomiden aşırı şekilde etkilenmekte ve kültürel öğelerin de sadece kentlere özgü olmasına sebep olmaktadır.