• Sonuç bulunamadı

Türkiye ile Gagauz Türkleri Arasındaki İlişkiler

Ortodoks Hristiyanlığı inancına sahip olan Gagauz Türkleri, bu nitelikleri nedeniyle gerek Osmanlı idaresinin ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgisini çeken bir topluluk değildi (Duman, 2008, s.36). Balkanlarda Osmanlı idaresinin sona ermesinin ardından genç Türkiye Cumhuriyeti ile Gagauz Türkleri arasındaki temasların başlaması 1930’lu yıllara rastlamaktadır (Anzerlioğlu, 2006, s. 31). Mustafa Kemal Atatürk, Balkan devletleriyle daha yakın iş birliği kurmak için 1923 yılından itibaren ağırlığını koymuş, komşu ülkelerle resmî ilişkileri mümkün olan en kısa zamanda yenileyip iyileştirmeyi ve konsolosluklar ile elçilikler açmayı arzu ettiklerini beyan etmiştir (Gnkur.,2006, s. 146). Bu iş birliği isteğinin temel nedeni Balkanlardaki Türk nüfusudur. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sanayi, tarım, ekonomi, eğitim ve kültür gibi alanlarda ülkesini kalkındırmaya çalışan büyük önder Atatürk, Türkiye dışındaki Türk halklarıyla da yakından ilgilenmiştir. Bu halklar arasında Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan’da yaşayan Gagauzlar da bulunmaktadır. Yabancı devletlerde yaşayan Türk halklarının Türklüğü ayakta tutmalarından dolayı asimile olmalarının engellemesi gerektiğini savunan Atatürk, bu Türk halklarının Türkiye’ye yerleştirilmesini planlamıştır (Zanet, 2013, s. 4). Bu planlamada önemli bir nokta da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu yıllardaki nüfus sıkıntısıdır. Çünkü Balkan Savaşı’yla başlayan, I. Dünya Savaşı’yla devam eden ve Millî Mücadele ile sonuçlanan on yıllık bir dönemde Anadolu nüfusu 18 milyondan 13 milyona düşmüş, % 30’a yakın bir nüfus kaybı yaşanmıştır (Tekeli, 1990, s. 59’dan aktaran Duman, 2008, s. 24). Buna bir de Avrupa’da hala Anadolu’nun bir Türk yurdu olma özelliği kazanmadığı ve Türkiye’nin gösterildiğinden daha az bir nüfusa sahip olduğu iddiaları (Duman, 2008, s. 25) eklenince, Atatürk’ün Gagauz Türklerine olan ilgisi artmıştır. Bu ilgi doğrultusunda Gagauzların ayakta kalması için, 20 Ağustos 1916 tarihinde dondurulan ve 20 Haziran 1922 tarihinde yeniden başlatılan (Gnkur., 2006, s. 145) Türkiye ve Romanya arasındaki ilişki ve anlaşmalarda Gagauzlar ön planda tutulmuş, onların sosyal, ekonomik ve kültürel olanaklar kazanmaları sağlanmıştır. Bu durum, 1918 ile 1944 yılları arasında Romanya Krallığının egemenliği altında yaşayan, ana dilini sokakta konuşması yasaklanmış ve Romence öğrenmek zorunda bırakılan (Karanfil, 2013b, s. 111) Gagauz Türkleriyle Türkiye arasındaki ilişkilerin başlangıç noktasını oluşturmuştur.

Türkiye ile Gagauz Türkleri arasındaki ilişkilere yön veren isimlerin başında 25 Mayıs 1931 tarihinde Bükreş’e birinci sınıf elçi olarak tayin edilen Hamdullah Suphi Tanrıöver gelmektedir. Tanrıöver, bilgi, görüş ve isteklerini her fırsatta Atatürk’e ulaştırmıştır.

44

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgeye (Hariciye Vekâleti, 1932, s. 1-14) göre, Tanrıöver, henüz elçilik görevine atanmadan önce Bükreş Elçiliğine bağlı bulunan Köstence ve Varna konsolosluklarından Gagauzlar hakkında rapor hazırlamalarını ve Dışişleri Bakanlığına göndermelerini istemiştir. Köstence Başkonsolosu M. Rağıp imzasını taşıyan ilgili ilk raporda Gagauzların adı ve kökenine dair Dimitrof, Yriçek, Oçakof gibi bilim adamlarının görüşlerine ek olarak Gagauz Türklerinin yaşadığı yerler ve nüfusuna da yer verilmiştir. Varna Konsolosluğundan Dışişleri Bakanlığına gönderilen raporda ise Gagauz Türklerinin kökenine dair bilgilere ek olarak ahlak, adet ve din özelliklerine de yer verilmiştir. Tanrıöver, bu raporlarla birlikte kendi gözlem ve görüşlerini harmanlayarak, göreve başlamasından kısa bir süre sonra, 18.01.1932 tarihinde Dışişleri Bakanlığına gönderdiği “Gagavuz Türkleri” başlıklı raporuyla (Hariciye Vekâleti, 1932, s. 15-29) onları Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemine almaya başlamıştır. Bu raporun son bölümlerinde Tanrıöver, Gagauz Türkleri hakkındaki hayallerini şöyle yansıtmaktadır:

“ … Türk istilasına uğrayan Romanya’da, Sırbistan’da, hatta Müslümanlığa ve birçok muhtelit izdivaçlara rağmen, Arnavutluk’ta, Bosna Hersek’te halkın yerli dilleri mahfuz kalmıştır. Ve Türk idaresi hiçbir yerde mahalli dilleri kaldırmaya ne tevessül etmiş ne de buna muvaffak olmuştur. O halde Gagavuzların Türk olduğunu kabul etmek en iptidai akıl ve mantık işidir. Eğer Türk milliyetperverliği, eski Rumeli’nin koskoca bir parçasında asırlardan beri ana dillerini sadakatle muhafaza eden bu iyi ahlak sahibi, sağlam ve güzel Türk halkı ile alakadar olmaya başlar ve bunlara tarihi hakikati telkin ile kendilerini Türk camiasına davet ederek başka milletlerin arasında büsbütün eriyip kaybolmalarına mani olursa ve nihayet ümit ve temenni ettiğim üzere Anadolu’nun kapılarını Türk ırkının bu öz evladına açar ve eski maruf tesamuhuna göre onlara dini hürriyetleriyle beraber yer ve yurt gösterilirse, boş olan Anadolu kendisine sadakatle ve merbut kalacağı muhakkak olan yepyeni bir kuvvet kazanır.” (Hariciye Vekâleti, 1932, s. 28)

Gagauz Türklerini Anadolu’ya getirmeyi düşünen Tanrıöver, onların da Anadolu’ya gelme konusunda istekli olduklarını hazırladığı raporda Gagauz gençleriyle yaptığı sohbetlerle dile getirmektedir:

“… Evet hakkın var, bizim dilimize Gagavuzca da derler, Türkçe de derler. Hislerini yoklamak istedim. Sana bir şey soracağım, doğru cevap ver: -Eğer Türkiye kapılarını açarsa ve sizi içeri almak isterse gider misin?

-Bir şey soracağım dedin sanki bu da laf mı? Devlet bizi çağırırsa biz burada niçin sürüneceğiz. İki üç gün sonra çarşıda gezerken Kastamonu havalisinde pek çok tesadüf edilen kırmızı saçlı, kırmızı bıyıklı Türkleri hatırlatır bir adam selam vererek yanıma geldi, selam verdi:

-Negro Voda sokağında bir Türk paşası oturuyormuş, o sen misin? dedi.

45

Gülerek dedi ki:

-Elçi olduktan sonra elbet paşa da olursun.

Bu esnada dikkatimi celbeden bir hadise cereyan etti. Dükkânının kapısı önünde duran bir eczacı, Romence, hiddetli bir tavır ile benimle konuşan adama bağırdı. Bu daha yüksek bir sesle cevap verdi. Merak ederek:

-Ne var ne için bağırıyorsunuz, dedim.

-Seninle Türkçe konuşuyorum deye kızdı. Eyi karşıladım. Bereket bizim orada devletimiz var, babamız var, siz olmasanız bunlar bizi ayakaltında ezerler, ne vakit bizi toplayıp kaldıracaksınız?” (Hariciye Vekâleti, 1932, s. 18,19)

Tanrıöver, bu gibi örneklerin tüm Gagauz halkını bağlamayacağını ancak genel görüşün bu yönde olduğunu, hatta Gagauz köylerinin Köstence Konsolosluğuna başvurarak Anadolu’ya nakledilmek istediklerini belirtmektedir (Hariciye Vekâleti, 1932, s. 19).

Hamdullah Suphi Tanrıöver, bir yandan Gagauzlarla ilgili tahkikat yaparken bir yandan da onlar için çalışmaya devam etmiştir. Bükreş’teki Büyükelçiliğin kapılarını Gagauz Türklerine sonuna kadar açmış, sefaret çalışanlarını Gagauz Türklerinden seçmiştir (Bulgar, 2010, s. 43). Ancak onun en önemli çalışmaları eğitim alanında olmuştur. Hamdullah Suphi, yakın zamana kadar yaşadıkları arazide bir millileştirme siyasetinin olmaması dolayısıyla Türklüklerini muhafaza eden Gagauzların, bir asır süresince ortaya çıkan yeni tedbirler sonunda erime ve dağılma tehlikesiyle yüz yüze olunduğunu belirtmekte ve bunun da eğitim yoluyla yapıldığını ifade etmektedir. Bulgar, Romen ve Yunan okullarında bu dilleri öğrenen Gagauzların yok olmasını engellemenin temel yolu Türkçe eğitimi hareketinin başlatılmasıdır (Anzerlioğlu, 2006, s. 38). Romen hükümetiyle iyi ilişkiler içinde olan Tanrıöver, yirmi altı Gagauz köy ve kasabasında Türkçe öğretim yapan okul açtırmıştır. Bu okullara Müslüman Mecidiye Semineri mezunlarından öğretmenler tayin ettiren Tanrıöver, okutulacak kitapları da Türkiye’den getirtir (Argunşah H, 2001, s. 142,143; Hariciye Vekâleti, 1935, s.1-3). Ayrıca, 40’a yakın Gagauz gencinin Türkiye’ye gönderilerek çeşitli okullarda ve üniversitelerde okumalarına imkân tanınmıştır. Bu dönemde Türkiye’ye giden ve buradaki orta ve yüksekokullara devam eden Gagauz gençlerinin bir kısmı daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçerek geri dönmemiştir (Argunşah H, 2001, s. 142,143, Anzerlioğlu, 2006, s. 32; Yavuz, 2010, s. 182; Zanet, 2013, s. 4,5).

Tanrıöver’in uğraş verdiği bir diğer mesele Gagauzların Anadolu’ya göçüdür. 93 Harbi’nden sonra başlayan ve kimi zaman kitlesel nitelik kazanan Romanya’dan Türkiye’ye yönelik göçler, Cumhuriyet Dönemi’nde de sürmüştür. 1923–1933 ve 1934–1938 dönemleri olmak üzere iki ayrı kesitte incelenebilecek olan bu göçler neticesinde yüz binin üzerinde Türk, Anadolu’ya göç etmiştir. Balkanlarda etnik kimliğin en önemli belirleyicisi, öncelikle ırk ya

46

da dil değil, dindir. Türkiye’nin, eski Osmanlı tebaası olan Müslümanları (Boşnak, Arnavut ve Pomakları) Türk olarak kabul etmesi ve onların özgürce Türkiye’ye gelip yerleşmelerine imkân tanıması, burada dinsel kimliğin bir kriter olarak kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü Hristiyanlığın Ortodoks Mezhebine mensup olan Gagauz Türklerine aynı hak tanınmamıştır. (Gökdağ, 2012, s. 5). Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından her iki dönemde de sadece Müslüman Türklerin göçüne izin verilirken, önemli bir nüfusa sahip Hristiyan Gagauz Türklerinin göçüne ise soğuk bakılmış, bu husustaki talepleri geri çevrilmiştir (Duman, 2008, s. 23).

Oysaki Tanrıöver, Gagauz Türklerinin Marmara Havzasına yerleştirilmesini planlıyordu. Şayet II. Dünya Savaşı çıkmasaydı Gagauzların Türkiye’ye göçü belki de büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktı. Fakat II. Dünya Savaşının çıkması üzerine Besarabya 1940’da, Dobruca da 1944’te Kızılordu birlikleri tarafından işgal edilmiş ve böylece Tanrıöver’in bütün hayalleri yıkılmıştır (Yavuz, 2010, s.182,183; Argunşah H, 2001, s. 143). Benzer olarak Çobanoğlu da, Atatürk’ün Gagauzları köy köy, kiliseleriyle birlikte Bursa tarafına yerleştirmeyi planladığını, ancak savaşın başlaması, Atatürk’ün rahmetli olması ve arkasından İnönü’nün gelmesi nedeniyle bunun unutulduğunu vurgulamaktadır (Çobanoğlu, 2008, s. 17).

II. Dünya Savaşı sonrasında dünya yeniden kurulurken Moldova, Romanya’dan ayrılarak Sovyet topraklarına katılır. Dünya gibi Türkiye de değişmeye başlamıştır. Atatürk ebediyete göçmüş, Türkiye dışındaki Türklerden bahsetmek artık tehlikeli bir iş haline gelmiştir. Böylece diğer dış Türkler gibi Gagauzlar da Türkiye’nin gündeminden silinmiştir (Özkan, 2002a, s. 66). Böylece Gagauz Türkleri ile Türkiye arasında 1990’lı yıllara kadar sürecek olan karanlık dönem başlamıştır.

Gagauz Yeri’nin özerk bölge uğraşları içinde olduğu 1990’lı yıllarda Türkiye ile ilişkilerinin de arttığı görülmektedir. Gagauzların bağımsızlık mücadelesine Sovyetlerin ve Moldovalıların bakışı Gagauzlar arasında hayal kırıklığı yaratmış, gözlerin Ankara’ya çevrilmesine neden olmuştur (Başdoğan, 2002, s. 70).

Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 16 Mart 1991’de Moskova’ya tarihî bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyaretle birlikte hemen hemen 50 yıl ara verilen Türkiye ve Gagauzlar arasındaki ilişkiler de yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu ziyarette Özal ile görüşen Gagauz Cumhurbaşkanı Stepan Topal, 1990’da ilan ettikleri cumhuriyeti, Türkiye’nin desteklemesini istemiştir (Webster, 2007, s. 249). Bu ziyaret sonrasında 1991 yılının haziran

47

ayı içinde Türk Dünyası Vakfı’nın davetlisi olarak İstanbul’a gelen Stepan Topal, Süleymaniye Kültür Merkezinde düzenlediği toplantıda, Gagauzların özbeöz Türk boylarından biri olduklarını, Türkçe konuştuklarını, Türkiye Cumhuriyeti ile kültürel ve sosyal alanlarda temasta bulunma istediklerini şöyle sıralamıştır (Başdoğan, 2002, s. 70,71): 1. İstanbul ile Komrat şehirleri arasında hava bağlantısı kurulması,

2. Türkiye televizyonunun Gagauzlar tarafından seyredilebilmesi, 3. Türkçe öğretimi ve özelleştirme için iş birliğine gidilmesi, 4. Hastane ve üniversite kurulmasına yardımcı olunması,

5. Ekonomide ve altyapı sorunlarının çözümlerinde destek ve yardımcı olunması,

6. Bütün bu isteklerin yerine getirilebilmesi için bir Türk-Gagauz dostluk derneğinin kurulması gerektiğini belirtmiştir.

Moskova Ziyareti sonrasında Türkiye, bölgedeki etkisini arttırmaya başlamış ve bu etki üç aşamada kendini göstermiştir. İlk olarak Türkiye, bölgeyle ilgili stratejik bir plan oluşturmuştur. Daha sonra bölgedeki Türk halklarını özellikle de Gagauzları yönetmek için yardım faaliyetleri başlatmıştır. Üçüncü olarak da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 1994 yazında Moldova’yı ziyaret etmiş ve Türkiye’nin bu bölgede üstlendiği rol zirve yapmıştır (Webster, 2007, s. 250). Bu ziyarette Moldova Cumhurbaşkanıyla birlikte Gagauz Yeri’ne gidip Çadır-Lunga kasabasında Gagauz liderleriyle görüşmüştür. Moldova-Gagauz Yeri- Türkiye arasındaki üçlü görüşme Gagauzlar açısından büyük önem taşımıştır. Özerklik mücadelesi içinde Türkiye’den gelen bu destek, uluslararası alanda Gagauzların saygınlığını arttırmış, aynı zamanda onların Türk kimliğine daha sıkı sarılmalarını sağlamıştır (Velev, 2007, s. 134). Nihayetinde “Gagauz Yeri” kanun tasarısı 23 Aralık 1994’te Moldova Parlamentosu tarafından kabul edilmiş ve Moldova Cumhurbaşkanı Mirça Snegur tarafından 13 Ocak 1995 tarihinde imzalanıp yayımlanmıştır (Velev, 2007, s. 135). Böylece Türkiye’nin de desteğiyle Gagauz Yeri, Moldova’ya bağlı özerk bölge olarak varlığını sürdürmeye devam etmiştir.

Türkiye bir yandan Gagauzların politik ve siyasi problemlerini çözmeye çalışırken diğer yandan ekonomik, kültürel ve sosyal ihtiyaçlarına da yardımda bulunmuştur. Türkiye’nin yurtdışındaki faaliyetlerini düzenleyen TİKA aracılığıyla 1993-2013 yılları arasında Gagauz Yeri’nde tamamlanan projeler şunlardır (TİKA, 2013, s. 1-35):

48

1. 1999 yılında Türkiye ve Moldova Cumhuriyeti arasındaki protokolle açılan ve T.C. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından görevlendirilen öğretmenlerle eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren Kongaz Süleyman Demirel Türk-Moldova Lisesine teknik destek sağlanmıştır. 2. Başkent Komrat’ta TİKA tarafından 1998 yılında açılan Atatürk Kütüphanesi, Gagauz halkına ve üniversite öğrencilerine hizmet vermektedir. TİKA, kütüphanenin kitap ihtiyacını karşılamıştır. Burada Gagauz dilinin tanıtılmasının yanı sıra çeşitli seminer, toplantı ve sanatsal etkinliklere de ev sahipliği yapılmaktadır.

3. Gagauz Yeri Özerk Bölgesinin en önemli sorunlarından olan su problemi, TİKA’nın destekleriyle çözüme kavuşturulmuştur. Bölgenin en büyük ikinci şehri olan Çadır- Lunga’da gerçekleştirilen projeyle şehrin içme suyu şebekesi, arıtma istasyonu ve su pompaları yenilenmiştir. Projeyle şehirdeki bütün evlerin şebeke bağlantıları yapılarak kullanımına hazır hale getirilmiştir. Kıpçak köyündeki su kuyuları da yeniden inşa edilmiştir.

4. Komrat şehrinde bulunan Gagauziya Başkanlık Komitesi ve Gagauziya Halk Topluşu İdare Binası’nın giriş, koridorlar, merdivenler ve halk meclisi toplantı salonu ile Başkanlık makamı gibi temsilde ön planda görünen alanlarının geniş çaplı bakım ve onarımı yapılmıştır.

5. Gagauz Radyo Televizyon Kurumu’nun (GRT) kurulması ve tüm teknik donanımların sağlanmasıyla birlikte, bunların zaman içinde ihtiyaç duyduğu modernleştirilme çalışmaları yapılmıştır.

6. Çadır-Lunga kasabasında 1960’dan bu yana onarım görmeyen Çadır-Lunga Şehir Stadyumu yenilenmiştir.

7. Gagauz Türkçesi ile ilgili ilk önemli gazete 1988’den beri yayınlanan Ana Sözü’dür. Onu 1994’ten beri çıkan Gagauz Sözü gazetesi, 1996’dan beri çıkan Sabaa Yıldızı dergisi takip etmektedir. Bu üç yayın organı da TİKA tarafından desteklenmektedir (Özkan, 2002a, s. 68).

8. Komrat Şehir Konseyi tarafından 1972 yılında kurulan ve o tarihten bu yana ciddi bir onarım görmemiş olan Komrat Huzurevi’nin kötü durumda olan binasının geniş çaplı tadilatı yapılmış ve kapasitesinin iki katına çıkarılmıştır.

9. Vulkaneşti Bölge Hastanesinin ameliyathaneleri, yoğun bakım, hasta kabul ve röntgen bölümleri ile kalorifer ve doğalgaz tesisatları yenilenerek Vulkaneşti halkının hizmetine sunulmuştur.

49

10. Gagauzların tarih, kültür, dil ve edebiyatlarının araştırılması ve ortaya konması adına düzenlenen kongre, sempozyum ve çalıştay gibi bilimsel etkinliklerin birçoğu TİKA tarafından desteklenmiştir.

11. Kırtasiye yardımı, otobüs hibesi, belediyelere donanım desteği gibi onlarca yardım faaliyeti TİKA tarafından Gagauz Türkleri için yapılmıştır ve bu hizmetler devam etmektedir.

Gagauz Yeri için çalışmalar düzenleyen bir diğer devlet kurumu da T.C. Sağlık Bakanlığıdır. Bakanlık tarafından görevlendirilen yetkililer, 1-4 Nisan 2009 tarihleri arasında Gagauz Yeri’nde incelemeler yapmış, mevcut durum ve ihtiyaçlar konusunda rapor hazırlamıştır. Rapor doğrultusunda Komrat, Çadır Lunga ve Vulkaneşti bölgelerinde bulunan hastanelere tıbbi teçhizat yardımı yapılmıştır. Bununla birlikte sağlık personelinin eğitimi için Ankara’da bir aylık eğitim seminerleri düzenlenmiş ve elliye yakın personelin mesleki gelişimine katkıda bulunulmuştur (SB, 2011, s. 1-46).

Kısaca, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlayan Türkiye ile Gagauz Türkleri arasındaki ilişkiler, 1940-1990’lı yıllar arasında kesintiye uğrasa da 1990’dan sonra tekrar canlanmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurum ve kuruluşları, Türklüğün en batıdaki bu değerli temsilcilerini desteklemiş, altyapı çalışmalarından, kültür etkinliklerine kadar birçok alanda Gagauz Yeri Özerk Bölgesinin inşasında pay sahibi olmuştur.