• Sonuç bulunamadı

BETİMSEL BİR DEĞERLENDİRME

4.1. DÜĞÜN, AİLE TOPLULUK: SOSYAL ANTROPOLOJİK BİR GİRİŞ Düğün, aile ve topluluğu biçimlendirmesi ve sosyal hayatı düzenlemesi nedeniyle

4.1.1. Türkiye’de Düğün

Anadolu kökenli toplumların genelinde, evlilik törenleri, evlilik veya evlendirme niyeti ile başlayıp, kız isteme, söz kesme, nişan, düğün olarak devam eder. Düğün sözcük anlamıyla “bağlanma, bağlama” anlamını taşımaktadır ve aslında başlangıcından sonuna kadar olan etkinliğin bütünü düğün olarak adlandırılmaktadır. Geleneksel düğünlerdeki törensel dizgenin aşamalarına baktığımızda, Boratav (2003: 217) ve Örnek’de (2000: 190-199) karşımıza aynı sıralama çıkmaktadır.134

Düğün Öncesi:

a. Görücülük, dünürcülük, kız isteme b. 1. Söz kesimi, 2. Şerbet, 3. Nişan c. Düğün okuntusu

d. Çeyizin gitmesi ve sergilenmesi e. Gelin Hamamı

Düğün:

a. Kına geceleri; 1. Kız Kınası, 2. Oğlan Kınası b. Gelin Göçürme

c. Nikâh d. Gerdek

e. Gerdek ertesi (duvak-paça).

Düğün Sonrası:

Gelinlik ve güveylik töreleri (el öpmeye gitme).

Belirtilen tören aşamaları genel olarak bu şekilde sıralansa da, topluluğun yaşam koşullarında ortaya çıkan değişikliklere bağlı olarak bazı güncellemeler her zaman mümkündür. Koşullar doğrultusunda törene yeni unsurlar eklenebilir, bazı uygulamalar eksiltilebilir veya bazı uygulamaların içeriğinde ince ayrımlar ortaya çıkabilir. Özellikle iç göç ve dış göç topluluklarında evlilik buluşmalarında törensel eşik olarak işaretlenen aşamalar dönüşüm geçirmiştir. Düğünler, kent ortamlarında, köy manzarasının içindeki gerçekleşme rotalarını aynen sürdürememişlerdir. Yeni bir

134 Törensel etkinliklerin dini ve inanca özel içerimleri bu sıralamada izlenememektedir. Halkbilim araştırmaları içinde etniye ve dine göre ayrıştırmadan ziyade folklorik, genelleyici betimsel dizgelere ulaşılabilmiştir; Sünni Müslüman – Alevi Müslüman, Türk – Kürt düğünleri konusunda detaylı bir karşılaştırma çalışmasına rastlanmamıştır.

mekân ve zaman pratiğine göre farklılaşmalar ve dönüşümler ortaya çıkmıştır. Kına töreni ile birlikte en fazla iki güne yayılan düğün kutlamaları yeni kombinasyonlarla karşımıza çıkmaktadır. Basit örneklerle izleyecek olursak, kent koşullarındaki düğünlerde, gelinin eve girişinden ziyade salona girişi öne çıkmaktadır, töreleme, takı, hediye verme, gibi etkinlikler salondaki büyük buluşmada “takı merasimi”

olarak yaşanmaktadır. Köyde sağdıcı tarafından at üstünde oğlan evine getirilen gelin, kent düğünlerinde, düğün salonuna, arabayla gelmekte, salona damat ile el ele girmektedir. Hatta köylerdeki düğünlerde gelinin eve geldiğinde başından aşağı dökülen buğday, bozuk para, meyve gibi şeylerin yerini salonda yukarıdan aşağıya boşaltılan konfetiler almaktadır. Alan görüşmeleri sürecinde, düğündeki pasta ikramı ve çiftlere içirilen alkollü içki veya meşrubatı, törenin belli aşamalarında karşımıza çıkan “şerbet içme” ile bağdaştıranların olduğu da görülmüştür.

Şimdi kısaca, Türkiye’de evliliğin ve evlilik törenlerinin kısmen antropolojik, özellikle aile ve toplum bağlamında, sosyal ve ekonomik boyutları üzerinde durulacaktır. Önce düğün, aile topluluk bağlantısı betimlenecek, devamında evlilik törenlerinin aşamaları hakkındaki bilgiler özetlenecektir. Düğün etkinliğini izlemede işlevli görülmesi açısından, kültürel topluluklar, daha önce de belirtilmiş olduğu üzere dayanışma grupları (solidarity groups) olarak çerçevelenmiştir.

Türkiye’de evliliğe ve düğünlere ilişkin sosyolojik yorumlar kırsal, folklorik pratiklerden hareket etmektedir. Ülkenin 1950’lerden bu yana yaşamakta olduğu iç ve dış göç süreçlerinden sonra, evlilik ve düğün pratiklerinin kentsel görünümlerini izlemek ve yeniden yorumlamak hala bir ihtiyaçtır ve eksiktir. Konuya ilişkin doğrudan kaynakların olmaması nedeniyle bu çalışmada ilgili alan ancak genel betimsel bilgilerle izlenecektir.

a. Aile-Toplum-Dayanışma Toplulukları

Evlilik yoluyla kurulan aile birimi, toplumun değer yargılarının, inanç yapılarının en temel taşıyıcısıdır. Aynı zamanda toplumu çoğaltan doğurgan bir birimdir. Bu saptamalara, Bourdieu ve Halbwachs’tan hareketle ailenin sadece sosyal ve ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik bir birim olduğunu da ekleyebiliriz.

Halbwachs için evliliğin en önemli işlevinin kişilerin ilişkisini akrabalık bağına çevirmesinde ve topluluğa yeni (doğurgan) bir ‘aile’ (hane) kazandırmasında olduğu

daha önce belirtilmişti (Halbwachs 1992: 57). Akrabalığın temel koşulu kan bağı ilişkisiyle açıklanabilir. Kan, birçok toplulukta temizlik, kirlilik, saflık, yücelik gibi bağlamlarda ritsel/ayinsel etkinliklerin temelini oluşturmaktadır. Nitekim kan dökülmesi, kan karışması, kan bedeli, kan hakkı gibi ifadeler, kültürel topluluklarda farklı tören bağlamlarında sıklıkla dile getirilmektedir.135 Aynı bağlamda kan, kırmızı rengin sembolleştirilmiş görünümleriyle evliliğin ritsel aşamalarında izlenebilmektedir. Düğünde kan, hem doğrudan anlamı ve görünümüyle hem de sembolik içeriğiyle önemlidir. Kırmızı kuşak, kırmızı duvak örtüsü, kırmızı kına ve çarşaf üzerindeki kan izi ile kırmızı renginde sembolleşen kan, törensel etkinliğin aşamaları boyunca belirleyici olmaktadır.136 Sembolik anlamıyla birlikte kan etrafındaki ritsel aşamaların göç ardyöreli toplulukların evlilik törenlerinde nasıl değiştiği, çalışmanın takip edeceği konular içindedir.

Halbwachs evlilik yoluyla akrabalık tesis edilmesini vurgularken, bunun ilk kez gerçekleştiğini söyler gibidir. Oysaki Türkiye’de ve başka birçok toplumda, zaten akrabalık bağı olan kişilerin birbirleriyle evlenmeleri bilinen ve sıklıkla rastlanan bir olgudur. Dolayısıyla burada söz konusu olan Halbwachs’ın söylediğinin bir adım ötesidir. Yani burada evlilikle gerçekleştirilen, sadece ve basitçe tanışıklık ilişkisini akrabalık/soy ilişkisine dönüştürmek değildir. Bu ilişkiyi sosyo-ekonomik koşullar doğrultusunda pekiştirmek ve ilişkinin sürekliliğini güvenceye almaktır.

Kırsalda sosyo-ekonomik hayat, emek ve işgücü yorumları toprağa bağlı biçimlenmektedir. İnsan faktörü ekonomik olarak değiş tokuşun bir unsuru olarak değerlendirilmektedir. Soy devamının erkeğe bağlı yapılandığı paternalist toplum yapısındaki Türkiye’de bu nitelik evliliklerde, kadının ekonomik ve sosyal değişim unsuru olmasıyla kendini göstermektedir. Böyle bakıldığında kadın, erkek reisliğinde tanımlanan aileden kopan ve başka bir aileye giden emek gücüdür. Aynı zamanda doğurganlığıyla potansiyel işgücü kaynağıdır. Bu kavrayışın ve pratiğin birkaç

135 Sosyal bilimlerdeki özcülük tarihsel olarak elbette ulus-devlet sürecinin oluşumuyla başlatılmaz ama sıklıkla çakıştırılır, ulus-devletin pekiştiriciliğinden söz edilir. Bir çok ülkede uygulanan, kan bağına dayalı vatandaşlık hakkı bunun en görünür örneğidir.

136 Kan’ın ritsel niteliğinden Durkheim söz eder (2005). Anadolu Düğünleri ile ilgili kaynaklarda bu konuda bir yoruma rastlanmamıştır. Sadece Sadi Yaver Ataman çalışmasında düğünlerdeki kan ve ateş kültünden çok kısaca söz etmektedir (1992: 7, 35). Yazar, örneğim, günümüzdeki düğün mumları ile eski toplulukların ateş dansları arasında bir bağ kurmaktadır ki kurulan bu kökencil bağın yoruma açık olduğu ortadadır.

sonucu evliliğin yorumlanışındaki ve işlevindeki ölçütlerde kendini göstermektedir.

Bu konuda Toprak (2002: 58) geleneksel Türkiye toplumlarında evliliğin aşk, sevgi gibi bireysel motivasyonlardan ziyade, çocuk, ekonomik güvenlik ve namus kavrayışıyla belirlendiğini aktarmaktadır.

Başlık uygulaması evliliğe ilişkin ekonomik kavrayış çerçevesinin en açık göstergesidir. Başlık, evlenecek olan genç kızın ailesine ödenir. Yani geline değil, aileye verilir. Bunun dışında düğünün maddi yanını düzenleyen bir uygulama da Sünni Müslümanlarda İmam Nikâh’ının önemli bir unsuru olan mihir uygulamasıdır.

Mihir ödemesi, uygulanışına göre, mehr-i musamma, mehr-i muaccel gibi isimlerle adlandırılır. Eşlerin ayrılması veya erkeğin ölmesi durumunda kadına verilmesi gereken para anlamına gelir. Başlık ile karıştırılmaması gereken bu uygulamanın özellikle evlenen kadını güvenceye aldığı söylenmektedir (Örnek 2000: 202). Genç kadının yeni bir aileye gitmesi olarak “yuvadan uçma” ifadesiyle romantize edilen evliliğin maddi ve manevi boyutları, ana sütü hakkı, kardeş yolu gibi vesilelerle yeni maddi hediye talepleri de yaratmıştır. Düğünün maddi boyutuna ilişkin bu uygulamalar, hem kırsal hem de kentsel aile yapılarında giderek önemini yitirmeye başlamıştır. Fakat aslında, söz kesmede pazarlık konusu edilen hediyeler hala güncelliğini korumaktadır; dolayısıyla Toprak’ın da (2002: 72) belirttiği gibi bu uygulamaların ‘gizli başlık’ olarak varlığını sürdürdüğünü düşünmek yanlış olmaz.

Evlilikte ortaya çıkan maddi güvence mekanizmalarının sosyal ilişkileri düzenlemede ortaya çıkardığı manevi tedbir uygulamaları da önemlidir. Toprağa dayalı topluluklarda genç kızın mümkün olduğu ölçüde akrabalardan biri ile evlendirilmesi bu tedbir uygulamalarından biridir. Akrabalar arası evlilik topluluğa birçok avantaj sağlar: Öncelikle ekonomik olarak, genç kız tamamıyla yabancı bir topluluğa gitmemiş, böylece emek katkısı geniş ailenin içinde kalmış olur. Bunun ötesinde, topluluk içi aileler arasında evlilik bağı kurmak, ‘dayanışma grupları’nın ilişkisini pekiştirmekte, ilişkilerinin devamlılığını güvenceye almaktadır. Hatta iyi ilişki peşin bir taahhüt olarak da işleyebilir; iki ailenin çocuklarını evlendirmeleri, iyi ilişkiler ve dostlukların zirve noktası olarak görülür; aileler çocuklarını evlendirerek adeta bu bağı ‘taçlandırırlar.’ (Schiffauer 1987: 181–182).

Evlilik bağı yoluyla aileler arasındaki ilişkinin pekişmesi iki şekilde işler;

öncelikle mevcut bağlar ve karşılıklı taahhütler maddi ve manevi açıdan yenilenir ve tazelenir. Akrabalararası evliliğin diğer bir pekiştirici etkisi ‘aile’ birimini koruma ve olası sorunlara karşı risk azaltma yönünde işler. Evlilik kurumuyla gelen roller alanı gelin, kaynana, kaynata, görümce, baldız, kayınço gibi adlarla çeşitlenir. Dışarıdan aileye ‘gelin’ gelen kadın, ailenin hiyerarşik yapılanmasında en altta yerleşir. Bu yapı, genç kadına karşı baskıyı sosyal olarak meşrulaştırır. Akraba evlilikleriyle, bu meşru baskı yumuşatılmaya çalışılır, evlilik ilişkisinin ortaya çıkardığı sosyal rollerin etki, etkileşim ve hareket alanları kontrol altında tutulur. Örneğin evlenen kadının

‘kaynana’sının, aynı zamanda ‘hala’sı olması, gelin-kaynana ilişkisini, aynı zamanda hala-yeğen ilişkisi olarak düzenleyecektir. Bu geniş aile içindeki baskı ve kontrol unsurlarının şiddetlenmesi halinde ‘tahammül edilebilir’ algılanmasını getirecek veya iletişimde ‘gelin’e yönelik baskının azalması olarak etki edebilecektir. Sonuç olarak, sosyal rollerin birbirine geçişmesi, evliliğe ilişkin sorunların tüm topluluğu etkileyecek bir olay olarak yaşanmasını getirecektir. Dolayısıyla bu topluluklarda, örneğin boşanmanın sadece kişilerin değil, ailelerin ilişkilerini de kopma noktasına getirmesi kaçınılmazdır. Bir başka örnek verecek olursak, aynı nedenlerle, ailelerden birinin çocuğunu evlendirme adımında, taraflardan birinin olumsuz cevap vermesi de kişiye yönelik değil aileye yönelik algılanacak, aileler arasında peşinen taahhüt edilmiş iletişimi zedeleyecektir (Schiffauer 1987: 189). Bir ailenin sorunu, ilişkilerinin sosyal, ekonomik ve simgesel sermayeler ilintileri açısından, onunla bağlantılı ailelerin bütününü sıkıntıya sokabilmektedir. Bu tür bir kolektif yaptırımlar düzeneği içinden bakıldığında, yinelemek pahasına dillendirmek önemlidir;

Türkiye’deki uygulamalarda, evlilik iki kişi arasında gerçekleşen bir etkinlik değildir; evlenenler bireylerden ziyade ailelerdir, hatta aşiret bağına kadar hacimlenebilen geniş ailelerdir.

Toprak, Türkiye’deki akraba evliliklerinin boyutlarını, 1968 ve 1983 senelerindeki akraba evliliklerinin bölgelere göre yüzdelik dağılımlarını karşılaştırarak aktarmaktadır (Tunçbilek ve Ulusoy 1993: 39’dan aktaran; Toprak 2002: 58).

Bölgelere göre akraba evlilikleri (yüzdelik verilerle)

Bölge 1968 1983

Ege ve Marmara 16,56 10,18 Güney Anadolu 38,00 29,36

Orta Anadolu 29,11 22,41

Karadeniz 26,04 21,78

Doğu Anadolu 37,80 32,86

Türkiye Ortalaması 29,20 20,92

Bu tablo, akraba evliliklerindeki sayısal azalmayı bölgesel karşılaştırmalar üzerinden göstermenin yanında, özellikle Karadeniz ve Güney ve Doğu Anadolu’nun, akraba evliliklerinin en yoğun yaşandığı yerler olduğuna da işaret etmektedir. Daha önceki bölümde belirtildiği üzere, Berlin’deki Türkiye kökenli göçmenler ağırlıkla Karadeniz ve Doğu Anadolu’dandır. Dolayısıyla bu ön bilgi, alan verilerini izleme ve yorumlamada ayrıca önem taşımaktadır.

Toplulukların ilişkilerini pekiştiren ve varlıklarını sürdürmelerini güvenceye alan topluluk içi evlilikler, kırdan kente doğru akan iç göç deneyimleri sonrasında da teşvik edilmiştir. Elbette, kent ortamında, toplulukların motivasyonlarını belirleyen yeni koşullar vardır. Özellikle, zincirleme göçün sonucu olarak büyük şehirlerin periferilerine gelen ve gecekondu yerleşimlerini oluşturan göç ardyöreli topluluklarda, çocuklarını kendi aralarında evlendirmek, toprağa bağlı değil, ücretli emek koşullarına göre şekillenen türde ekonomik dayanışmayı getirmiştir. Kentsel ortamda kır kökenli toplulukların ‘birlik’ kaygılarının boyutları farklılaşmış, kendi içlerinde evliliklere başvurmaları ailelerarası ekonomik dayanışma olmanın ötesine geçmiştir. İşsizlik ve yeni kentsel kültürün etkilerine açık gençleri topluluk içinde tutmaya çalışma, onları ekonomik olarak korumaya alma biçiminde de işlemiştir.

Zamanla, gecekondu yerleşimlerinin heterojen dokusu içinde, topluluğun tanım çerçevesi de daha önceki kırsal/köy birimli kıstasın dışına taşmıştır; evlilik adımlarında akraba (aynı köyden) olmanın yanında, dini referanslar veya etnik referanslar belirleyici olmaya başlamıştır. Yani, daha önceki akrabalık bağının çerçevelediği kimlik, din veya etnik kimliğe doğru genişlemiştir.

Akrabalar arası evliliklerin sonunda ortaya çıkan aile sorunlarının bütün topluluğa yayılması ve etki etmesi, “akrabanın akrabaya yaptığını, el yapmıyor”

fikrini beslemektedir. Dolayısıyla kentlerdeki iç göç toplumlarının evlilik düzenlemelerinde akrabalık bağı hala belli ölçülerde teşvik edilse de, daha temkinli değerlendirilmektedir. Kentin sunduğu heterojen yaşam alanında, topluluğu tanımlamak ve bir arada tutmak adına başvurulan kriterler ağırlıkla din ve etnisite olmaktadır.

b. Düğün Törenlerinin Sosyo-ekonomik Boyutu

Burada törensel aşamaların tamamı üzerine detaylı bilgi verilmeyecektir.

Törensel etkinliklerin bölgesel farklılıklara göre çeşitlendiği ve zenginleştiği de göz önünde bulundurulursa, detaya yönelik iddia bu çalışmanın çapını hem aşacak hem de çarpıtacaktır. Burada sadece genel törensel aşamalardan söz edilecektir Girişte Boratav’dan aktarılan dizgenin de zorunlu olarak dışına çıkılacaktır, kentsel uygulamaların ortaya çıkardığı aşamalar doğrultusunda sıralama takip edilecektir.

Nitekim göç yaşamış toplulukların evlilik törenlerindeki yeni mekânsal deneyimleri tören aşamalarını yeniden düzenleyen niteliğiyle, önemli bir aşama olarak işaret edilmişti. Kentte ortaya çıkan sıralamadaki törensel aşamalar, Berlin’de de bazı farklılıklarla birlikte, genellikle sıra atlanmaksızın uygulanmaktadır. Törensel aşamalara ilişkin genel bilgi, Berlin’deki düğünlerde nelerin izlendiği konusunda izlek sağlayıcı olacaktır. Aşağıda düğün öncesi, düğün aşaması ve düğün sonrası olarak izlenecek sıralamada, düğün salondaki buluşma ve orada gerçekleşenler olarak yerleşmiştir.

Düğün Öncesi

Bu bölümün başında evliliğin ekonomik ve sosyal boyutlarına ilişkin değinilerde bulunuldu. Bu doğrultuda evlilik sözleşmesinin temel referanslarının kırsal yaşam koşullarının belirlediği kriterlerle yapılandığı, evliliğin önemli ölçüde ekonomik bir anlaşma olarak gerçekleştiği aktarıldı. Bu bölümde, evlilik ekonomisi ve ona bağlı olarak sosyal ilişkiyi düzenleyen uygulamaların, düğün organizasyonu içindeki aşamalarına ve temel uygulamalarına dikkat yöneltilecektir.

Türkiye’deki evliliklerde özellikle söz kesme, dini nikâh ve takı evliliğin ekonomik boyutunu kontrol etmede işlev görür. Evlenenlerin bireylerden ziyade aileler olduğunun somut göstergeleri bu aşamalarda kendini göstermektedir. Öyle ki, söz kesmede ve dini nikahta gelin ile damadın hiç bulunmaması, hatta onların