• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM:

1.6. PARÇALARI BİRLEŞTİRMEK

Görüntüler, sadece yapılan görüşmeleri değil, çoğunlukla görüşmelerin içeriğini de önemli ölçüde farklılaştırmış, bellek ve çağrışım alanına adım atabilmede en büyük desteği sağlamışlardır. Diğer yandan, görüntülerin sosyal yaşamlarının (dolaşımlarının, izlenme biçimlerinin, çoğaltılmalarının, tahrip edilmelerinin vs.) takip edilmesi, tören, tekrar/yineleme, hatırlama ve bellek izleğini değerlendirmede olanak sunmuştur.

Nihai çalışma kaçınılmaz olarak metin olarak ortaya çıkmıştır. Fakat önemle belirtmek gerekir ki, bu çalışmada görüntüler sadece destekleyici olarak yerleşmemişlerdir. Onlar çalışmanın en önemli veri kaynaklarından biri olarak özellikle aranmış ve bulunmuştur. Görüntüler alanın süreçte oluşadurması aşamasında, çok önemli rota çiziciler olarak işlev görmüş, katılımlı gözlem, derinlemesine görüşme, genel gözlem gibi diğer tekniklerle bütünen diyalojik bir bağ kurmuşlardır.

kısıtlılıklarından hareketle, kökensel olana yaslanan topluluklar olarak kabul etmektedirler, hatta bu yönde bir kavrayışın içine sıkıştırmayı istemektedirler.

Bu çalışma ise göçmenlerin yaşam pratiklerinin, kökeni referans alarak geliştirilen birey ve topluluk ölçütlerine tam yerleşmediğini iddia edecektir. Göç ardyöreli toplulukların (aradıkları, arzuladıkları, imgesel olarak inşa ettikleri) köken bağları, kendi eyleme ve kavramlaştırma pratikleri içinde, kendiliğinden esnemektedir. Bu bağlamda göçmene yönelik tekinsizlik algısının kendisi, ulus-devlet çerçevelerinin sarsılmasıyla bağlantılı fikri tasarımın telaşı gibi de yorumlanabilir. Çalışmaya, söz konusu göçmenlik konumunu ‘diyasporik kimlikler’e atfedilen olumlu anlamla birlikte yorumlayan yaklaşımlar kılavuzluk etmektedir.

Şimdi, yukarıdaki kuramsal çerçeveleme doğrultusunda, tören etkinliğinin bu araştırmadaki yerleşimi nedir? sorusunu cevaplamaya çalışacağım. Tören, toplumun sürekliliğini güvenceye alan ve toplumu kuran niteliğiyle sabit, toplumdaki değişimi kontrol eden, daha yerinde bir ifadeyle sınırlayan, kendisi de değişime direnen yapılaşmış bir ifade birimi olarak görülür. Turner’in eşik kategorilerinden hareketle, törenin yaptığının, toplumun ‘yapı’sını, ortaya çıkan değişim/kriz/eşik aşamalarını yöneterek sağlamak olduğu söylenebilir. Değişim anları toplumun devamlılığı açısından aşılması gereken eşiksel (liminoid) durumlar yaratır. Bu eşiksel aşamaların, topluluğun kutsal ile seküler arasındaki ilişkiyi düzenleyen kültürel değer ve inanç yapılarıyla bağlantılı yorumlandığı hatırlanmalıdır. Şu halde, kültürel topluluğun

‘özcül’ iddialarının yerleştiği, değişime direndiği varsayılan, yoğun ve bağlamlararası yumaklardan birisi tam da burasıdır.

Cheal (1992: 363), törenin birlik üretme/kurma ve özdeşleşme hisleri oluşturmanın en etkin araçlarını sağladığının düşünüldüğünü ve bu nedenle konunun eleştirel düşünme biçimiyle, eleştirel rasyonelleştirmeyle bağının pek kurulmadığını belirtir. Zira, törenin kendisi etkinlik olarak sorgulanamaz niteliğiyle bu bağı olanaksız kılmaktadır (Leeds-Hurwitz 2002: 87). Fakat buradan törensel etkinliklerin değişime kapalı olduğu fikrine yönelmek doğru olmaz; törenin dinamiğine biraz daha yakından bakmak gereklidir. Toplumsal olarak eşik/kriz anlarında iş görür yanıyla törenin kendi içinde paradoksal bir niteliği vardır. Kaçınılmaz olarak değişim anlarında gerçekleşir, eşik geçme anlarındaki zorunlu değişimi kendi lehinde kontrol

etmeye, yönetmeye ve bu yolla kolektif kimliği, pratiği ve belleği sabitlemeye çalışır.

İhlal sınırından ihlali de gerçekleştirmek suretiyle geçer (Bell 1999: 78). En azından özcül ilintileri olan bir pratiğe, özcül kategorilerin pencerelerinden bakmamaya çalışmak, nahif de olsa bir eleştirellik iddiası olarak görülebilir.

Kaldı ki bu çalışmanın eleştirellik odağı ve iddiası da aslında doğrudan törene bakış konusunda değildir. Daha makro düzlemde, teorik yaklaşımların kültür ve topluluk kavrayışları üzerindedir. Dolayısıyla burada tören, çalışmanın asıl sorguladığı yeni küresel kavramlar ve deneyimler ölçeğinde, kültür kavramını yorumlamaya hizmet eden bir ‘analiz birimi’ olarak yerleşmektedir. En basit ve betimsele izin verir haliyle yaşam biçimi olarak kültüre bakarken, toplumsal belleğin unsurları (mekan, zaman, sosyal etkileşim) ve kimliğin unsurları (aidiyet/iyelik) evlilik törenleri örneği üzerinden bize yeni neler söyleyebilir?

Tören, daha önce de belirtildiği gibi, genellikle geleneksel toplumlara has bir etkinlik olarak görülmüş, çok uzun yıllar antropolojinin konusu olmuştur. Kültür kavramını sosyoloji, antropoloji, iletişim ve medya çalışmalarının buluştuğu kavşakta yeni sorulara cevap üretmesi doğrultusunda esnetmek, kuramsal olarak ikna edici bir olgunluğa ulaşmıştır. Sosyal bilimler yelpazesinde pek varlık gösterememiş bir konu olarak töreni benzer doğrultuda dinamize etme çabaları ise hala zayıftır.

Bu çalışma, toplumların hareketliliğinin küresel ölçeğe uyumlandığı günümüzde, metropol ortamlarda, göç ardyöreli topluluklar açısından törensel olanın nasıl pratik edildiğini, hangi yeni dinamiklerle varlık gösterdiğini, evlilik törenleri örneğinde, betimsel olarak görmeye çalışacaktır. Bunu yaparken öncelikle antropolojik zihni coğrafyalardan sosyolojik zihni coğrafyalara geçişi görmeye çalışacaktır.42 Nitekim, tartışmanın temeli açısından, bütün kavramların harekete geçtiği an da burasıdır.

Ne yazık ki, törensel içerikler, sosyal bilimler içinde yerleşikleşmiş kategorik kabuller nedeniyle ihmal edilmektedir. Konu edilmesi halinde ise, çokkültürlülük tartışmalarında dahi kökenselliğe ve egzotik bakışa kurban edilebilmektedir. En basit haliyle bir topluluğa ait törene bakarken, akla gelen ilk merak kategorileri topluluğun

42 Burada antropolojinin ve sosyolojinin araştırma alanlarına göndermede bulunulmaktadır.

Antropolojinin mercek tuttuğu coğrafyalar uzak ve kırsal coğrafyalar iken, sosyoloji kent yaşamlarına dikkat yöneltmiştir. Oysaki göç süreçleri, bu ikisini, kent coğrafyaları içinde bir araya getirmiştir.

etnik ve dinsel bağları olabilmektedir. Deneyimin kırılma noktalarından ziyade, genellikle tarihsel olarak yerleşikleşmiş ‘aynılık/benzerlik’ kategorileri sınanmakta, en basit örneklemeyle, yerelleşme ile entegrasyon karşı karşıya koyulabilmektedir.

Öğrenilmiş ve toplumsal belleğe nakşolmuş törensel dizgelerin başka bir coğrafyada, göç yaşamış toplulukların deneyiminde devam etmesi, bakış farklılıklarına göre ya özcü kültürün devamı olarak gönendirilmekte, ya da aksine bu tespit tedirginlikle eleştirilmektedir. Dolayısıyla bir zihni düşünüm kategorisinin içine sıkışmaktan kurtulunamamaktadır. Nitekim geleneksel etkinliklerin kökenci olarak yorumlanmasındaki yaygın kabuller de bu tür kolektif etkinliklere disipliner ilgi göstermenin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm bu nedenlerle, bu çalışma göç ardyöreli topluluklarda tören etkinliklere daha yakından bakmak gerekliliği tespitinden yola çıkmıştır.

Çalışma yukarıda eleştirilen düşünsel ve analitik kolaylaştırıcı kategorilerden sıyrılmış olduğunu iddia etmeyecektir fakat bir soyutlama olarak ‘kültüre’ değil, eyleyenlere dikkat yönelterek, zihni kategorileri sorunsallaştırma iddiası taşımaktadır. Ayrıca, aynen kültür kavramı yerine kültürel sözcüğünün tercih edilmesinden sağlanan ferahlama, ‘tören’den ‘törensel’ kavramına yönelmeyle mümkün olmuştur. Tanımsal karmaşadan doğan bu biçimsel esnetmeyle birlikte, konuya bakışta antropolojik kavram kıskacından da kurtulma olanağı sunmuştur.

Berlin’deki Türkiye kökenli toplulukların evliliğe ilişkin törensel uygulamalarına bakarken, eyleme ve performansa dikkat yöneltmek iki nedenle önemlidir: Öncelikle söz konusu topluluklar, hem mikro hem de makro hareket ve kavram alanlarını düzenleyen yeni ilişkiler ve iletişim ağları yaratmaktadırlar. Aktif olarak rol oynadıkları süreci sadece ve basitçe yeniden üretmemekte, aynı zamanda dönüştürmektedirler. Bourdieu ‘pratiğe’ vurgu yaptığında, “yeniden üretim süreçlerine” baktığı için olası dinamik, eleştirel açılımları yapamama tehlikesi içeren bir noktada durakladığı düşünülmüştür. Her ne kadar Bourdieu bunu yapılandırıcı yapı ve yapılanmış yapı aralığında, habitus (stratejik eyler) kavramı ile aşmaya çalışmış olsa da, bu eleştiriyi kısmen hak etmektedir. Fakat dikkat edilirse Bourdieu, kendi yaşam alanlarında yerleşik olan toplumları araştırmıştır; göç toplumlarını konu edinmemiştir. Göç deneyimleri üzerine çalışan Appadurai’nin habitus kavramını medya ve imgelemin ve kimliğin improvize (doğaç) görünümlerinin, güncel pratik

edilişini akılda tutarak güncelleştirmek gerektiğini söylerken, yaşam alanının sunduğu özgüllüğe yaslanması açısından haklıdır. Yazar, özellikle toplulukların ve bireylerin, yeni anlam üretme ve gerçekleştirme pratikleri üzerinden, his ve tahayyül alanına vurgu yaparak, habitus’a Bourdieu’dan daha güçlü bir eylemlilik ve değişim potansiyeli kazandırmaktadır. Nitekim, bu çalışmanın örnekleminin de, göç ardyöresi taşıyan topluluklar olarak, habitus’un stratejilerini izlemede gözlenebilir, izlenebilir veriler sunacağı düşünülmektedir.

Diğer yandan, göçmenlik kavramının sınırları da, ‘yerleşme’, ‘yerleşik hissetme’,

‘yerelleşme’ düzlemleriyle ve aidiyetin hissel yeterlik boyutlarıyla bulanmaktadır.

Kimin hangi nesnel koşullara göre göçmen kabul edileceği başlı başına bir tartışma konusudur. Çalışmanın örnek alanını da akılda tutarak düşünürsek, bir başka coğrafyada en az üç kuşak devirmiş olan toplulukların kendilerini göçmen olarak tanımlama tutumları ve koşulları, fikri tartışmaları sınayan bir veridir. Dolayısıyla bizzat göçmen kavramının kendisi, kendisiyle hesaplaşılması gereken bir kavramdır.

‘Göçmen’in yaşam deneyimine ilişkin yoğun betim, teorik çerçevede güncelleşen kavramlara somutluk sağlamada önemli görülmektedir. Göç ardyöreli kişiler ve topluluklar, konvansiyonel sosyolojik kategorilerin dışına taşan bir birim olarak tespit edilmiştir fakat potansiyelleri yeterli ölçüde gözlenmemiştir. Özetle burada yapılacak olan, Almanyalı Türklerin, topluluk imgelemi ve buna bağlı olarak kimlik, kültür, aidiyet kavrayışlarını, kolektif, iletişimsel bellek etkileşimlerini örnekleyen evlilik törenleri üzerinden yorumlanmaya çalışmak olacaktır. Burada, kültürel belleğin kavranışı konusunda ‘kopukluk’ nosyonundan ziyade ‘sürekliliğe’

yaslanıldığı vurgulanmalıdır. Diğer bir deyişle, çalışmanın bellek konusundaki tanımsal dayanağı, “değişim halindeki bireyin ‘yaşayan belleği’” olarak düşünülmüştür (Morley 2000: 42).