• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:

3.1. ALMANYA: KISA GÖÇ TARİHİ

3.1.2. Çokkültürlülük ve Vatandaşlık

Dünyayı basitçe, ulus-devlet sınırları ile çerçevelenmiş ülkeler toplamı, sınırları çizilmiş farklı (söylemsel olarak homojen) kültürler toplamı olarak görmekten, ‘çokkültürlü’ bir yaşam formuna geçiş, özellikle Avrupa’nın deneyimlediği bir gerçeklik olmuştur. Farklı nedenlerle gerçekleşen büyük nüfus hareketleriyle birlikte, ağırlıkla siyaset bilimi tarafından güncel bir konu olarak popülerlik kazanan çokkültürlü yurttaşlık, farklı ülkelerin farklı yöntemlerle düzenlediği bir konu olmuştur.

Bu doğrultuda, vatandaşlığın ne olduğunu tanımlayan yaklaşımlar, Glick-Schiller ve arkadaşlarının tespit etmiş olduğu, ulus-devlet çerçeveli zihni dünyadan kaynaklanmıştır. Nitekim çok yakın zamana kadar Hollanda, İsviçre, Belçika,

108 Buradaki sınıfsallık klasik Marksist çerçeveyle anlaşılabileceği gibi yeni bir sosyal kategori olarak örneğin konuyla doğrudan bağlantılı olarak “göçmenleri” kapsayacak genişlikte ve güncellikte de düşünülmelidir. Nitekim Almanya’daki derneklerin bir çoğunda temel tespit göçmenlerin kimlik adalarına bölünmelerinden dolayı politik arenada etki gücü olabilecek bir birliğin oluşamadığı yönündedir.

Almanya gibi birçok Avrupa ülkesi vatandaşlığı kan bağına/soya dayalı (jus sanguini) olarak tanımlamıştır (Yalçın 2004: 162–163). 1990’larla birlikte bu tanım yerini toprağa/coğrafyaya (jus soli) dayalı yoruma bırakmaya başlamıştır. Kişilerin ulus-ötesi coğrafi trafiklerini109 (mobility) dikkate alan yaklaşımlarla birlikte,

İsviçre 1990’da, Hollanda 1991’de çifte vatandaşlık hakkını kabul etmiş;

Belçika 1991’de çıkardığı bir yasayla üçüncü kuşak yabancılara otomatik olarak vatandaşlık hakkı vermiştir. Almanya ise, 1993 yılından beri yaşları 16–23 yaş arasında olan yabancı çocuklarına 8 yıllık oturumdan sonra vatandaşlık hakkı vermektedir. (…).Zorluğu yaratan en büyük engel, Almanya’nın çifte vatandaşlığı kabul etmemesi nedeniyle, Türklerin Türk vatandaşlığından ayrılmak istemeleri durumunda bu işlemin çok yorucu bir süreç olmasıdır.

Yalçın, 1997/1998 yılları arasında Avrupa ülkelerinde vatandaşlığa geçiş oranlarını değerlendirmektedir. Dayandığı verilere göre, Hollanda ve Belçika’da Türkiyeli göçmen nüfusun yaklaşık %50’si, Fransa’da ise %80’in üzerinde bir kısmı içinde bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmiştir. Almanya’da ise bu oran

%10’un altında kalmaktadır (Yalçın 2004: 166). Nitekim aynı bilgi Çağlar tarafından da doğrulanmaktadır (2002: 140).

Diğer Avrupa ülkeleri ile Almanya’daki vatandaşlık oranları konusundaki niceliksel farkın öncelikli nedeni Almanya’nın yurttaşlık kavramını 2001 senesine kadar kan bağı esasına göre dayalı düzenlemiş olmasıdır (Abadan-Unat 2002: 254).

2001 senesinde toprak bağı doğrultusunda yaptığı tanımsal güncellemeden sonra da, çokkültürlülük ile çifte vatandaşlık bağı arasında bir doğal sonuç bağı kurmamayı tercih etmiştir. Vatandaşlık koşullarını, göçmenlerin ulus aidiyetlerini (sadakat ve samimiyet gibi informel/sübjektif düzlemlerde) sınayan tarzda zorlaştırmayı sürdürmüştür. Toprağa bağlı tanıma rağmen, genç kuşağın 18–23 yaşları arasındayken Almanya veya Türkiye vatandaşlığından sadece birini tercih etmesi yasal koşulu nedeniyle aslında paradoksal bir sonuç ortaya çıkmakta, çifte vatandaşlık olanaksızlaşmaktadır (Yurdakul 2006: 438).

Almanya’da çifte vatandaşlığa ilişkin esas karmaşa 2000 senesinde başlamıştır. 2000 senesinden itibaren uygulanan yasaya göre, çifte vatandaş durumunda olanlardan, birini bırakmaları şart koşulmuştur. Almanya’nın çifte

109 İngilizcedeki mobility sözcüğünün karşılığı olarak hareketlilik yerine trafik kelimesi tercih edilmiştir. Trafik sözcüğünün anlamı daha iyi taşıdığı düşünülmüştür.

vatandaşlığı kabul etmemesi, Türkiyeli göçmenlerin Alman vatandaşlığına geçmeleri konusunda olumsuz bir duygusal reaksiyonu beraberinde getirmiştir. Yeni düzenleme birçok kişiyi Türk değil de Alman vatandaşlığını bırakmaya yönlendirmiştir. Nitekim sayısal verilere bakıldığında, Almanyalı Türklerin vatandaşlığa geçme sayısı 1999’da 7.398 ile en yüksek sayıya ulaşmışken bu rakam 2000 senesindeki göç yasası düzenlemesinden sonra hızla düşmüştür. Zira çifte vatandaşlığın engellenmesi gönülsüzlük yaratmış, Türkiye’nin formülleştirdiği pembe kart uygulaması da Almanya’nın çizdiği olumsuz tabloda zaten seçenek veya alternatif olmaktan çıkmıştır. Sonuç olarak, çok-kültürlülüğün kabulünden vatandaşlığın çok-laşmasına izin veren yasal esneme Almanya’da hala geçerli değildir.

Abadan-Unat’a göre, günümüzün olağan verilerinden olan ulus-ötesi kimliğin ve aidiyetin en tutarlı koşulu, çokkültürlülük ile çokyurttaşlılığı buluşturabilmektir;

dolayısıyla çifte vatandaşlık veya çoklu vatandaşlık bugünkü koşulların doğal bir getirisidir. Nitekim bu bağlamdaki “fiili durumlar, yasa koyucuları normatif bir düzenlemeye doğru zorlamaya” başlayacaklardır (Jelineck’den aktaran; Abadan Unat: 2002: 293–294). Betigül Ercan da çokyurttaşlılığı yeni kimlik konfigürasyonun doğal talebi olarak biraz daha farklı bir vurguyla savunmaktadır (2003: 1–10).

Kymlicka’ya göre ise, yurttaşlık vaadi olmaksızın çokkültürlülük, genelde dışlanmayı akılcılaştıran bir reçetedir.” (Kymlicka 2004: 499).

3.2. BERLİN: TÜRKİYE’NİN DÖRDÜNCÜ BÜYÜK ŞEHRİ 3.2.1. Savaş, Duvar, Göçmenler

II. Dünya Savaşının savaş müttefikleri arasındaki siyasi çatışmanın gerilimini hiçbir kent Berlin kadar dramatik yaşamadı. 1930 senesinde, beş milyon civarında nüfusuyla bütün Avrupa kıtasının en büyük kenti olan başkent Berlin, savaş sonrasında, 1945 senesinde harap görünümüyle ve üç milyonun altına düşen nüfusuyla bir hayalet kent haline gelmişti. Savaş sonrasında uzun süre çözülemeyen siyasi çatışmalar nihayetinde, kent fiilen ikiye bölünmüş, kentin Batı kesimi Fransa, İngiltere ve Amerika arasında paylaşılmış, Doğusu ise Sovyet yönetiminin kontrolüne geçmişti. 1961’de dramatik bir çözüm olarak Berlin Duvarı’nın inşa edilmesiyle birlikte Batı Berlin Doğu Almanya sınırları içinde bir adacığa dönüşmüş

ve soğuk savaş dönemini sürmeye başlamıştı (Bark ve Gres 1989: 119, 466). Kentin coğrafi yalıtıklığı özellikle Türkiye’den gelen göçmenler bağlamındaki özgüllüğü değerlendirmede de önemlidir. Kente en yakın kayda değer Türk nüfusunun olduğu kent 280 km uzaklıktaki Hannover’dir (Greve 2006: 173).

Berlin, Batı Almanya’dan aidiyet anlamında da uzakta, devletin bireylere ve kuruluşlara destekleri ve teşvikleriyle yaşamını sürdürdü. Kemper, bu desteklerin hacminin 1985 senesinde Belediyeliklerin toplam bütçelerinin % 53’ünü oluşturduğunu belirtmektedir (Kemper 1998: 1766). Tarihsel metinden hareketle bakıldığında kentin somut ve hissel dokusu Silver’in deyişiyle süreksizliği hikâyelemektedir (2006: 4). Nitekim bu özelliği, Berlin’i ‘kent kimliği’ ve ‘kent belleği’ açılarından, Avrupa’nın Londra, Paris vs. gibi diğer büyük metropollerinden de ayrıştırmaktadır. Fakat Berlin’in kent belleğini kuran öznelerin kimler ve neler olduğuna ilişkin yorumlar başka bir çalışmanın konusu olabilecek kapsamdadır.

Yaklaşık 30 yıllık bir sıçramayla yakın tarihe gelecek olursak, 3 Ekim 1989 Berlin için (ve şüphesiz soğuk savaş sonrasını başlatan bir aşama olarak tüm dünya için) yeni bir dönüm noktası olmuştur. İki Almanya’nın birleşmesiyle birlikte kent 1991’den itibaren Başkent statüsünü yeniden kazanmış, sadece Almanya’da değil tüm Avrupa’da yeni bir sosyal ve ekonomik statü kazanmıştır. Bu yeni süreçte Berlin’in ekonomik yapısı önemli da ölçüde farklılaşmıştır. 2000’li yılların Berlin’i kendini bir dünya kenti (Weltstadt) olarak sunmaya yönelmiştir. Bu doğrultuda 1999 senesinden itibaren Alman hükümeti ile eyaletler yönetimi bir araya gelmiş ve sosyal olarak entegre olmuş yeni bir Berlin yaratma amacıyla, Sosyal Kent Programı’nı (Soziale Stadt Programm) başlatmışlardır (Silver 2006: 29).

Bu program dâhilinde “semt yönetimleri” 2000’li yıllardan itibaren yeni bir idare rejimini uygulama çabasına girmişlerdir. Sosyal Kent Programı dâhilinde kent içinde aktif çalışmalar yürütmeye ve yerleşimlerin profilini dönüştürmeye başlamışlardır. Kentin ilçe belediyelerinin, Eyaletlerin ve hatta Avrupa Birliği’nin dâhil olduğu ölçekte maddi ve manevi kaynak havuzları oluşturmak, bu programın hedeflerinden biridir.

Berlin için dillendirilen temel hedeflerden biri, birbiriyle entegre ve eşgüdümlü şekilde çalışabilecek küçük ‘yerleşim yönetimleri’ devreye sokmaktır.

Özellikle aktif niteliğiyle tanımlanan ‘semt idareleri’nin amacı (Quartiersmanagements) ise, ülke geneli ile kentler ve ilçeleri arasında, yatay ve dikey işleyen bağlar olarak kurmak, merkezi kurumlar ile yerel kurumlar, yönetenler ile kent sakinleri arasında karşılıklı yardımlaşma stratejileri oluşturmaktır.110 Silver geniş kapsamlı bu programı Berlin özelinde, eşitsiz, dışlayıcı ve ayrımcı koşulları yok saymayı, dezavantajlı grupları kentin belli bölgelerine hapsetmeyi sürdürmekle eleştirmektedir. Ayrıca, Berlin’deki birçok semtte, yerel organizasyonlardan ve orada yaşayanlardan ‘semt idareleri’nin uygulamalarına katılım olmadığını da eklemektedir (Silver 2006: 33–35).

Özellikle 2000ler, sosyal kent programına bağlı uygulamalarla birlikte, yerleşimler arasında önemli nüfus kaymalarının yaşadığı yıllar olmuştur. Süreç beklendiği üzere Almanyalı Türkleri de etkilemektedir. Wedding ve NeuKölln, özellikle konuttaki görece ucuzluk nedeniyle göçmenler açısından daha fazla tercih nedeni olmaya başlamış görünmektedir. Aynı doğrultuda, 1970’lerin sonlarından beri Almanyalı Türklerin önemli yerleşimlerinden sayılan ve Küçük İstanbul olarak bilinen Kreuzberg de değişim yaşamaktadır. Semtin sosyal ve ekonomik olarak hızla farklı yönde yapılaştığı yerleşimin sakinlerinin de izlediği bir süreçtir. Semte yerleşenlerin profilleri hızla değişmekte, yaşam ve tüketim standardı hem farklılaşmakta hem de artmaktadır. Öğrencilerin ve sol alternatif genç nüfusun arttığı semtte etnik işletmeler varlıklarını sürdürmeye devam etseler de, bu gelişmeler birçok Almanyalı Türkü Kreuzberg’den taşınmayı düşünmeye yöneltmektedir.

110 Bu konuda somut bir örnek Kreuzberg’deki 2007 1 Mayıs’ında izlenmiştir. Daha önceki yıllarda eylemlerdeki şiddeti denetim altına almakta zorlanan güvenlik güçleri, şimdi kent sakinleriyle görüş alışverişinde bulunup, eylemi kontrol altında tutmak yoluna gitmektedir. Bu doğrultuda tüm Kreuzberg’in yiyecek standlarıyla, karnaval unsurlarıyla bezenmesi yenidir. Hatta bu işbirliği, eylem gruplarının talep ettiği kişileri konser vermeye davet etmeye kadar varmaktadır.

a. Genel nüfus verileri ve İlçeler

Ekim 1989’dan önce, Berlin Duvarı hala varken, Doğu Berlin’in 11, Batı Berlin’in ise 12 ilçesi vardır. Birleşmeden sonra kent toplam 23 ilçeden oluşmuştur.

1990’ın başlarında bazı ilçeler birleştirilmiş, böylelikle ilçe sayısı 12’ye düşürülmüştür.

Berlin’in son verilere göre nüfusu 3.410.000 olarak belirtilmiştir. Bunun 474.100’ünü yabancı nüfus oluşturmaktadır.111 Göçmen nüfus Berlin’in yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturmaktadır ve nüfus değişimi tarihsel olarak incelendiğinde, kentte Alman nüfusun azaldığı, bunun aksine yabancı nüfusun düzenli olarak arttığı tespit edilebilmektedir. 1980’lerin başlarındaki, göçmen nüfusu azaltmaya yönelik çıkarılan özendirme yasası Berlin’deki rakamlara az yansımıştır. Greve’nin aktarımına göre 1983’de 117 370 olan kayıtlı göçmen sayısı 1984’de 109 630’a düşmüştür. Fakat 1985 yılında 111 618’e çıkan rakam, devam eden yıllarda düzenli olarak artmayı sürdürmüştür (Greve 1998: 17).

111 Amt für Statistik Berlin Brandenburg, Pressemitteilung vom 21.01.2008 – Nr. 22.

1993–2004 yılları arasında kentin toplam nüfusunda sürekli azalma yaşanmıştır. Ne var ki göçmen nüfusunda bir azalma söz konusu değildir, aksine bu verilerde düzenli artış izlenmiştir (Ohliger ve Raiser, 2005: 10). Ohliger ve Raiser, duvarın yıkılması sonrasındaki göçmen nüfusun artışını, Doğu Almanyalı göçmenlerin etkisi ve Eski Yugoslavya’daki savaşın sonucunda gelen yeni mültecilerin girişini ile açıklamaktadırlar. Bunların yanında, 1960’lardan beri var olan eski misafir işçilerin aile kurmalarını, onların çocuklarının evlenmesi ve genç kuşağın artmasını, yabancı nüfusun artışında temel nedenler arasında belirtmektedirler (Ohliger ve Kaiser 2005: 10). Aşağıdaki tablolarda, Almanların, Alman olmayan nüfusun ve Almanyalı Türklerin yaşa göre dağılımları izlenmektedir. Almanyalı Türklerde 5–40 yaş aralığındaki göçmenlerin daha yoğun olduğu görülmektedir. Gençlerin yüksek oranına ilişkin bu bilgi sadece sayısal yanıyla düşünülmemelidir. Nitekim genç kuşağın görünürlüğü ve etkileri sadece nüfus istatistikçilerinin dikkatini çekmemektedir. Almanyalı Türk nüfusun kentin etnik ekonomilerini yönlendirmedeki etkileri büyüktür.

Alman Nüfusun yaş-nüfus dağılım piramidi (Berlin 2003)

Alman olmayan nüfusun yaş-nüfus dağılım piramidi (Berlin 2003)

Almanyalı Türklerin yaş-nüfus dağılım piramidi (Berlin 2003)

Grafikler Ohliger ve Raiser 2005: 15’den aynen alınmıştır.

Tekrar nüfus verilerine dönersek, 2003 senesinde Almanyalı Türk nüfus 120.684 olarak belirtilmektedir (Ohliger ve Raiser 2004: 13). Bu bilginin içine vatandaşlık hakkı almış (Eingebürgerte) Almanyalı Türklerin sayısı dâhil değildir.

2003 verilerine göre resmi olarak Alman vatandaşlığına geçmiş Türkiye kökenli göçmenlerin sayısı 2.745’dir. Bunun yanında gençlerin de 23 yaşına kadar otomatik olarak Alman vatandaşı sayıldığı ve onların da Türk vatandaşı rakamlarına dâhil edilmediği göz önünde bulundurulursa, Berlin’deki Almanyalı Türk nüfusun tabloda görünenden çok daha fazla olduğu tahmin edilebilir.

Bunun yanında, ilçelerin yeniden düzenlenmesiyle birlikte semtlerin demografik verilerinde, özellikle de göçmenler ile ilgili sayısal bilgilerde dikkatli yorumu gerektiren rakamlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Almanyalı Türklerin nüfus yoğunluğu birinci sırada Mitte’de, devamında ise NeuKölln’de dikkat çekmektedir.

Kreuzberg’in rakamsal verilerinin ise üçüncü sıraya gerilediği izlenebilmektedir. Bu rakamsal görünümün temel nedenlerinden biri Kreuzberg’in, Doğu Alman nüfusunun yoğun olduğu Friedricshshain ile birleşmiş olmasıdır.112 Mitte’deki Almanyalı Türklerin ilk bakışta şaşırtıcı görünen sayısal yoğunluğu ise, duvar sonrası dönemde ilçe sınırlarına dahil edilmiş olan Wedding’in ve Tiergarten’in varlığından gelmektedir.113

Şimdi Almanyalı Türk nüfusun kent içindeki yerleşimlerini harita üzerinden görmeye çalışalım. Aşağıdaki harita 2002 tarihlidir ve Türkiye ardyöreli göçmenlerin Berlin içindeki dağılımını göstermektedir. Açıkça görülebileceği gibi, Berlin Duvarı artık yerinde olmasa da, Doğu Berlin ile Batı Berlin arasındaki doğal sınır hala varlığını sürdürmektedir. Bu dağılım planı, duvarın kent sakinlerinin zihinlerindeki ve iletişim/etkileşim çerçevelerindeki varlığını hala sürdürdüğünü açıkça ispatlamaktadır. Rengin gittikçe koyulaştığı yerler, Almanyalı Türk nüfusun en yoğun yerleştiği yerlerdir.

112 Friedrrichshain-Kreuzberg’deki yerleşimin dağılımına bakıldığında, duvarın hala yaşatılmakta olduğu açıkça izlenebilmektedir. Almanyalı Türk nüfus eskiden ayrı olan iki semtin arasında sınır çizen Warschauer Strasse’yi hala sınır olarak görmektedirler.

113 Kaynak: http://www.statistik-berlin.de/framesets/berl.htm /20 Şubat 2008.

b. Çokkültürlü Berlin

Bu bölüm aslında yukarıda alt başlıklarla düzenlenmiş betimleri bütün olarak yorumladığımızda nasıl bir Berlin resmi gördüğümüz üzerinedir. Berlin’in tarihi ve gündelik hayatı kaçınılmaz olarak sürekli çokkültürlülüğün karşılaşma pratiklerini örneklemektedir. Bu konuda özellikle Kreuzberg ve NeuKölln göçmen ardyöresi açısından önemli bir heterojenlik sunar. Buralarda en çok Türkiyeli göçmen olmak üzere, Eski Yugoslavya ülkeleri, Eski Sovyetler Birliği ülkeleri, Lübnan ve diğer Arap ülkeleri, Polonya ve Afrika’dan göçmenler vardır.114

Çokkültürlü hayat etnik işletmelerin sayısal çokluğunda da kendini göstermektedir. Hatta etnik nişler arasında izlenebilir geçişmeler ve ortaklıklar sözkonusu olabilmektedir. Örneğin NeuKölln’deki fastfood restoranlarında Çin ve Türk mutfağının aynı mekanda buluştuğu, marketlerde ise çoğunlukla Arap ve Türk ortaklıklarının varlığı gözlenmiştir. Eğlence sektörü yüzünü Batı kültürü ile kültürlerarası etkileşimlere ve ortaklıklara çevirmeye başlamıştır ki bunun en belirgin örnekleri Kreuzberg’de izlenebilir. Gene Kreuzberg’de, aynı sokak üzerinde Çin Mutfağını, Türk Mutfağını, Arap Mutfağını, Vietnam Mutfağını yan yana görmek mümkündür. Almanyalı genç Türklerin açtığı bar ve kafeler de gene daha çoğul bir hedef kitleye doğru yönelmiş görünmektedir. Bu örnekler, Berlin’deki işletmeler ve kurumlar düzleminde de izlenen ve teşvik edilen çokkültürlü tablonun içine kültürü çoklaştıran unsurlardan belki en belirleyicisi olarak yerleşmektedir. Fakat, kentin gündelik ritminde, popüler deyişiyle multi-kulti karşılaşmalar için neredeyse her fırsatta olanak yaratılmaktadır; örneğin festivaller bunun en belirgin örnekleridir.

Festivaller bizzat semt yönetimleri ve Belediyelerce maddi açıdan desteklenmektedir.

Kentte kaç tane farklı kültürün olduğu, çokkültürlü yaşamın görünürlüğünün betimlenmesi vs. Kültürel festival etkinlikleri, Kreuzberg Festivali, Richardplatz festivali, Friedrichshain Festivali, Karnaval der Kulturen, Türk Günü gibi etkinlikler

114 “Nationalitaeten in NeuKölln.” Bezirksamt Neukölln von Berlin. Abt. Jugend – Jugendhilfeplanung. Auskunft des Büros der Migrationsbeauftragten des Bezirksamts Neukölln von Berlin, 3.08.06. http://www.neukoelln-jugend.de/daten/nationalitaeten.pdf / 24.09.2008.

geleneksel olarak düzenlenmektedir. Bu tür etkinlikleri maddi olarak Berlin Belediyelerince de desteklenmektedir.115

Kültürlerarası karşılaşmalar ve etkileşim alanları elbette kimliklerin inşasında ve sunumunda yeni ‘ötekilik’ pozisyonları da işaretlemektedir. Bu konuda örnekler çoğaltılabilir. Burada sadece alan çalışması sürecinde tespit edilen birkaç örneğe yer verilecektir. Örneğin, kendini Türk olarak veya Kürt olarak tanımlayanların ‘öteki’si Araplar ve Eski Yugoslavya’dan gelen göçmenlerdir. Hatta salonlarını Araplara ve Yugoslavlara vermediğini belirten salon sahiplerine bakılırsa, bu ayrımlar, sektör açısından da belirleyici olabilmektedir. Diğer bir örnek dinsel ayrımlarda karşımıza çıkar. Aleviler kendilerini Sünni Müslümanlar üzerinden kurarken, onları tutucu olmakla ve geri kalmış olmakla nitelemektedirler. Nitekim Avrupa’daki İslam tedirginliği ile bağlantılı olarak Aleviler, kendilerini ayrıştırma ve sunma biçimleriyle, Almanların söylemlerinde de entegrasyona yatkın olarak değerlendirilmektedirler.116 Bununla birlikte, Alevi topluluklardaki cemaatçil/kolektif yönelimli yapılanmanın, Sünni Müslüman topluluklarla karşılaştırıldığında daha dikkat çekici boyutlarda olduğu gözlenmiştir.