• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM:

1.5. YÖNTEMİN KURAMSAL ALTYAPISI

1.5.3. Kültürel Olan Nasıl Araştırılır?

Kültür tanımları konusundaki tartışmalara bir önceki bölümde değinilmişti.

Bu bölümde, kültürel olan nasıl araştırılır genel sorusu üzerinden, önce Antropolog Geertz’in kültüre ilişkin anlam odaklı (semiyotik) yaklaşımına yeniden dönülecektir.

Kültürel’i yöntemselleştirmeyi merkeze alan bu soruyu özellikle törenler konusu örneğinde sorduğumuzda, iletişimsel, performatif, gösterisel, oyun ve sahneleme ile

benzeşen etkinliğin bizzat kendisi yeni yöntembilimsel taleplerde bulunacaktır.

Kolektif etkinlik olarak törenlerden söz ettiğimizde, a) kendini kendine gösteren (kendini seyreden) b) kendini ‘biz’in dışındakilere (ötekilere) gösteren

c) birbirini birbirine gösteren ve onaylayan bir etkinlikten söz etmekteyiz.

Törenlerde, kolektif ahengi sergileyen, bilinen bir kurguyu doğaçlayan bir faaliyet alanına bakmaktayız. Dolayısıyla konu bizden özellikle eylemsel olanı görebilmenin ve olayı/pratikte gerçekleşeni, metinsel olana aktarabilmenin yöntemsel koşullarını talep edecektir.

Eylem, bedensel ve sözel katılımın (performance), duygu olarak ifadenin (expression), iletişimin sözlü ve sözsüz unsurlarının ortaya çıkardığı bir çerçevedir.

Bu çalışmada, törensel etkinliğin eylemsel boyutunun analiz odağında olacağı daha önce belirtilmiştir. Fakat konu ile ilgili tartışmaları biraz daha derinleştirmek önemlidir. Özellikle bağlamsal durumun, eylemin kendisinin, metne aktarımındaki, bilgiye dönüştürülmesindeki temel sıkıntıyı Geertz, etnografın ne yaptığını betimlemeye çalışırken tartışmaya açar.

Etnografın yaptığı sosyal söylemi kaydetmektir; onu kağıda dökmektir. Bu yolla etnograf, sadece ve o ortaya çıkış anında var olan, ilerleyen bir olayı, kendisinin kayıtlarında varlık gösteren ve yeniden değerlendirilebilir olan bir açıklamaya dönüştürür (1973:19).

Dolayısıyla, gözlemlenenden ve sorgulamadan araç geliştirmeye (yönteme), geçilen aşamada yapılan ister istemez, süreçsel olanı, akış halinde ilerleyen olayın kendisini, bir açıklama olarak, metnik yapı içinde sabitlemektir. Geertz’in sorusunun kılavuzluğunda devam edersek;

Yazmak neyi sabitler? Burada, olay olarak konuşmayı değil, daha ziyade

“söylenen” olarak konuşmayı kastediyoruz, ki burada “söylenen”den, söylemin inşa edici amacının niyetsel olarak dışsallaştırılmasını anlıyoruz.

“Sagen”in [söylemenin] Aus-sage39 –telaffuz edilen olmayı- asıl fikir olmayı istediğini anlarız. Kısacası, bizim yazdığımız konuşmanın noema’sıdır [fikridir]. Bu, söz ediminin anlamıdır, olay olarak olayın anlamı değildir (1973: 19).

39 Almanca’daki Aus-sage sözcüğü anafikir anlamına gelir. Tire ile ayrılmış haliyle ise, “dışa-söyleme” olarak dışsallaştırma içeriğiyle birlikte çevrilebilir.

Eylem ile metinselleştirme arasındaki mesafeyi işlemselleştirmek yöntembilimin temel sorularından biridir. Geertz bu soruya “metni bir çeviri, tefsir, ikonografi” olarak görmek zorunluluğuna işaret ederek cevap üretmeye çalışır.

Geertz kültür kavrayışında daha önce de değinildiği üzere ‘anlam odaklı’ bir yaklaşımı merkeze alır. Kültürün, insanların zihinlerinde ve kalplerinde yer ettiğini, bir topluluğun kültürünün, kişilere, toplumsal olarak kabul edilebilir işlemler düzeneği sunan bir oluşum olduğunu belirtir (1973: 11). Bu oluşumu aktarmaya çalışan antropolojik metinlerden, nesnelerle ve pratiklerle bağ kuran, kaçınılmaz olarak “yorumsal” olan içerikler olarak söz eder (Geertz, 1973: 5-15). Kültür ve iletişim bağlantısını törenler pratiği üzerinden tartışan Rothenbuhler ise, zihinlerdeki ve kalplerdeki bu anlamsal örüntüyü izlenebilir hale getirmeye çalışır. Bu bağlamda konuya yaklaşırken, araştırmacının yöntemsel düşün tasarımını sentetik bir anlayışla yapılandırması gerektiğini savunur. “İnsanın sadece ekmekle, hesaplarla ve tek başına yaşamayan” niteliğini yinelerken, Durkheim’a yaslandığını belirtir. Fakat Durkheim’in izlediği idealist kavrayışın ve perspektifin ötesinde, materyalist bakışı dikkate almak da vazgeçilmez önemdedir. Rothenbuhler, idealist ve materyalist bakışı buluşturmaya çalıştığı kendi sentezcil düşünsel tasarımının kaynağını, iletişimin gerçekleşme anının, doğrudan pratiğin/eylemin kendisinin sağladığını belirtir:

İletişimin her anı, açıkça ve özünde ideal olan ve materyal olanın sentezini, birey ile kolektifin biraradalığını taşır. İletişim durumu olarak tespit edilen her durumda, fikri düzlem (anlamlar, hisler, içsel deneyimler vs.) ve materyal düzlem (yazılı, sözlü, konuşmaya dayalı, kaydedilmiş, dışsallaşmış vs.) birlikte vardır. Bu sentetik görünüş, birey ile toplum, materyal ile idealistik olanı bir arada düşünmemizde bize iyi bir araç sağlar (1998: xii).

Ne var ki Rothenbuhler, kuramsal olarak sentetik bir yaklaşımı savunmakla birlikte, bunu nasıl teknik açıdan nasıl yöntemselleştirmek gerektiği hakkında bilgi vermez. Tören gibi bir birime bakmanın karmaşıklığını ve yöntembilimsel izini, bir kez daha Bourdieu’nun 1977’deki çalışmasında, Outline of a Theory of Praxis’de sürebiliriz. Bourdieu yöntembilim tartışmalarının temeli sayılan bu çalışmasında, doğrudan töreni konu edinmiştir. Cezayir, Bairne köyündeki Kabylia toplumunun evlilik törenlerini antropolojik olarak incelemiştir.40 Çalışmasında aktörlerin pratiğini

40 Antropoloji ile başlayıp sosyoloji alanına yönelmiş olan Bourdieu ile yaklaşık aynı süreci deneyimlemiş Durkheim arasındaki benzerlik bu anlamda ilginçtir. Zira Durkheim da en önemli

incelemiş, onların hareket alanlarını, toplumsal kabullerden ve yaptırımlardan kurtulan stratejik tutumlarını izlemeye çalışmıştır. Rothenbuhler’in Bourdieu’ya hiç referansta bulunmaması ilginçtir. Oysaki yazarın dillendirdiği ‘sentezci’ yaklaşımın yöntembilimsel açıdan daha verimli ve derinlikli tartışmasının kaynaklarının önemli ölçüde Bourdieu’da olduğu bir gerçektir.

Evlilik törenlerini incelemiş olan Bourdieu’nun temel sorunsalı da gene teknik olarak yöntem üzerine değil, yöntembilim (metodoloji) üzerineydi ki bu konudaki yaklaşımları bir önceki başlıkta özetlenmiştir. Şu halde, kolektif performansa dayalı, sadece sözlere değil, sözlerin de eylemsel etkileriyle dahil olduğu sürece, eylem/performans dizgesinin akışına dayalı bir olgu nasıl araştırılabilir sorusu hala tam olarak cevaplanmamıştır. Nitekim böyle karmaşık bir soruya cevap üretmek bu çalışmanın da iddiasını aşar. Gene de, konu etrafında biraz daha dolaşmak iyi olur.

Şimdi daha operasyonel bir çerçeve üzerine düşünmek için yeni kişilere başvurmak yerinde olacaktır. Bunlardan biri Leeds-Hurwitz’dir. Kültürlerarası düğünleri konu edinen İngiliz iletişimci, kendi çalışmasını göstergebilim ile dil ve sosyal etkileşim alanındaki çalışmalara katkı olarak nitelemektedir. Kitabında yöntemsel olarak ‘iletişim etnografisi’ ile çalışan yazara, Geertz ve Turner’in yaklaşımları kılavuzluk etmiştir.

Hem aktörler, hem içinde eyledikleri tören dizgesi, hem de bu ikisinin birbiri ile olan etkileşimsel bağı üzerine düşünmede, Turner bazı temel kategoriler önermiştir. Turner’in Gennep’den aldığı rites of passage (geçiş ayinleri) kavramından hareketle oluşturduğu kategoriler, törenin eylemsel dizgesini işlemselleştirmek adına bölümlemede olanak sunmaktadır. Turner’den hareketle genel kategoriler olarak izleyebileceğimiz bu aşamalar elbette sabit değillerdir.

Törensel olanın senaryo ile hatta bir tür kolaj ile bağını kuran Tulloch’dan (1999: 4-5) hareketle, senaryonun içeriğini düzenleyen koşulların değişimi her zaman söz

sosyolojik çalışmalarından sayılan The Elementary Forms of the Religious Life adlı eserini, Avustralya yerlileri üzerine bir çalışması sonucunda yazmıştır.Nitekim, bu iki yazarın temel eserlerinden hareketle, Wacquant’ın yorumlamasına göre, Durkheim’in Suicide eseri ne ise Bourdieu’nun Distinction’ı da odur; ikisi de görünmeyen bir olguya toplumsal görünürlük vermeye çalışmış, temel argümanlarını sınamışlardır (Wacquant 2000: 105-119).

konusudur. Nitekim bu araştırmanın temel rotası da değişimi izlemek doğrultusunda kurulmuştur. Törensel olarak tespit edilen aşamaların gerçekleşme (eklenme veya kaybolma) sürecini, tören etkinliğinde/pratiğinde ve sıralamasındaki farklılaşmaları izlemede Turner’in işaretlediği noktalar bütünsel eylemi incelenebilir parçalara bölmede kolaylık sunmaktadır.

Turner’in kategorilendirmesinin izinde yol alırken, Geertz’e ait olan yoğun betimsellik (thick description) yaklaşımı ayrıca önemlidir. Aslında Geertz bu kavramı doğrudan yöntem önerisi olarak geliştirmekten kaçınmıştır. Betimi yoğunlaştırma önerisi, ‘anlam’ inşa etme konusunda yorumsallığı vurgulamasıyla bağlantılıdır. Araştırmacının kendi yorumsal metnini oluştururken başvurması gereken alçakgönüllü bir titizliktir.

Yoğun betimlemenin ne tür bir bilgi üretmeyi önerdiği sorusu bizi fazla geniş bir tartışmanın içine sokabilir. Bu çalışmada ‘betimleme’ işlevsel olarak, bir ara basamak olarak kullanılmıştır ve iki nedenle önemli olmuştur. Öncelikli beklenti, heterojen bir yoğun metnin, teorik düzeyde tartışılan kültür, kimlik, bellek ve medya kavramlarını, gündelik yaşam deneyimlerinden sağlanan veriler yığınıyla birlikte yorumlamaya olanak sağlayacağıdır. Böylelikle kavramların gündelik yaşam içindeki öz-deneyimlerini izlemek mümkün olabilecek, aceleci genellemelerden kaçınılabilecektir. İkincisi, heterojen, öngörülemez ve öznelliği de kucaklayan yorum ve betimlerin, teorik tartışma alanına yeni sorular üretebileceğine duyulan inançtır.

Bu doğrultuda, küresel ile yerelin epistemolojik düzlemde iç içe geçtiği saptaması, seçilen örneklem bağlamında kültürel yaşamın içinde takip edilecek, tarihsel boyutlarıyla da birlikte tartışılabilecektir.

Burada, postmodernizmin yöntemsel uygulamalara ilişkin meydan okuyucu sorularını, nesnel yapılar (objective structures) tutamağı ile aşmaya yönelen Bourdieu’nun izinden gitmek tercih edilmiştir. Dolayısıyla, alan deneyimi, antropolojik bir yöntemsel uygulamadan, sosyolojik bir soyutlamaya köprü kurmaya izin verecek şekilde dizayn edilmeye çalışılmıştır.

Kültürel olanın iletişimselliği üzerine vurgu yeterli ölçüde yapılmıştır. Fakat iletişimi gerçekleştiren failler üzerine pek bir şey söylenmemiştir. Aşağıdaki başlıkta, kültürel aktarımın iletişimsel yönüne ilişkin yeni kavramlardan söz edilecektir.

‘İletişimsel bellek’ ve ‘kuşak’ olarak tartışılacak bu kavramlar, çalışmanın içeriğini düzenlemede kategorik katkılar sağlamaktadır.

a. İletişimsel Belleğin ‘Kuşakları’

Bu çalışmada ‘iletişimsel bellek’ kavramı törenler ve bellek aktarımı arasındaki süreçsel bağlantıyı izlemede potansiyel sunması açısından tercih edilmektedir.

İletişimsel bellek Assmann’a ait sosyal bellek kategorilerinden biridir. Süre olarak yaklaşık 80 yıllık bir dönemi kapsar ve 3-4 kuşak aralığına, yakın geçmişe denk gelir (Assman 2001: 54). Bu süreç, iletişimin belirsizliği üzerinden ilerler. Kuşakların aynı zaman diliminde iletişimsel olarak etkileşimde bulunduğu bu alanda kurallar, dizgeler ve aktarıcılar gerçek anlamıyla yoktur. Assman iletişimsel bellek sürecini gündelik ile örtüştürür. Gündelik olan dünyevi ve biyografik olanın alanıdır. Kültürel belleği ise bir insan ömrünün tüketnişiyle, doğrudan bellek aktarımının sonlandığı an ile başlatır ve gündelikten ayrışan “bayramlık” bellek birimi olarak değerlendirir, kökensel ve kutsal olan ile, geçmiş ve kurumsal ile bağlantılandırır ve tarihsel olarak yerleştirir. İki bellek kategorisi arasında kendisinin kutuplaşma olarak nitelediği bir bağ kurar. Aşağıdaki yazarın kitabından aynen aktarılan şemadan (2001: 59) hareketle Assmann’ın kategorilerini özetle izleyebiliriz.

İletişimsel Bellek Kültürel Bellek İçerik Bireysel Biyografiler çerçevesinde

tarihsel deneyimler.

Efsanevi köken tarihi, ulaşılamaz geçmişte yaşananlar.

Biçim Gayri resmi, az biçimlendirilmiş, doğal, iletişimsel alışveriş içinde gelişen, gündelik.

Planlanmış, çok iyi biçimlendirilmiş, törensel iletişim, bayram.

Araçlar Organik belleklerdeki canlı anılar, deneyler, aktarılanların anlatımı.

Kesin nesneleştirme, söz, görüntü ve dans yoluyla geleneksel sembolik kodlama, sahneleme.

Zaman Yapısı

80-100 yıl, şimdiki zamanla bağlantılı 3-4 kuşaklık zaman ufku.

Kesin geçmiş, efsanevi bir geçmiş zaman.

Taşıyıcılar Belirsiz, bir hatırlama grubunun tanıkları

Uzmanlaşmış, gelenek taşıyıcıları

Bu çalışmanın sorguladığı bellek formu Assmann’ın ayrıştırdığı iki kategoriyi birleştirmekten geçmektedir. Söz konusu birleştirme, konu özelinde işlevsel bir uyumlama değil, Assmann’a yönelik eleştirilerle yapılanmak durumundadır.

Öncelikle bu iki kategori iletişimsel boyutu basitçe alıcının ve göndericinin bireylerle somutlaştığı teknik bir aktarım olarak değerlendirmekte, iletişimsel olanın hem sürecini ve içeriğini hem de dönüştürme kapasitesini görmezden gelmektedir.

Aslında buradaki eleştirinin daha geniş bağlamlı olduğu söylenmelidir. Assmann’ın çalışmasının da önemli bir kısmına yayılan, biyografi ile tarih, sözlü kültür ile yazılı kültür, metin ve görüntü arasındaki ayrımlaştırma sistematiğinin getirdiği kavrayıştan kaynaklanan bir sorundan söz edilebilir. Oysaki bu kategoriler aslında birbiri içinde işlemektedir. Simgelerle, materyal unsurlarla desteklenen kültürel bellek aktarımları, kaçınılmaz olarak iletişimsel belleğin içinde gerçekleşmektedir. Simgelerin ve anlamların ömür sürmelerinin, onların rutin dışı da olsa gündeliğin içine eklendikleri ve etkileşime girdikleri anlardır tören anları. Sonuç olarak bellek (kültürel veya iletişimsel) insan ve anlam dünyasında güncelleşerek ömür sürer. Dolayısıyla bu çalışmanın gözlem alanı olarak evlilik törenleri, Assmann için “kültürel bellek” alanı olarak sabitlenmiş olsa da, aynı zamanda kaçınılmaz olarak iletişimsel belleğin (üstelik gene Assmann’dan hareketle belirtilen sınırları) içinde gerçekleşmektedir.

Burada iletişimsel belleğin kendini gerçekleştirme sürecine bakarken, yaşayan ve oluşaduran (becoming) kültürel belleği görmenin olanakları yaratılmaya çalışılacaktır. Assmann’ın kutuplaşma olarak yerleştirdiği ayrımlaşmanın açtığı yöntemsel kopukluk giderilecektir.

Tekrar iletişimsel belleğe ve kuşaklar çerçevesine dönersek, ilk bakışta bu çalışmanın konusu için isabetli görünen bir zaman aralığından söz ederiz.

Almanya’ya göçün tarihi açısından, 50 yıla yaklaşan tarihsel dönem, kabaca üç yaş kuşağını içine almaktadır. Ne var ki, ‘kuşak’ hem bu araştırma açısından, hem de genel olarak tartışılması gereken bir kavramdır. Kuşak ayrıştırmasına ilişkin en erken tartışmalardan biri Mannheim (1964: 290) tarafından yapılmıştır. Mannheim kuşak kategorisinin, yer ve bir sosyal bütün içindeki bireylere göre belirlendiğini belirtir.

Doğum ve ölüm aralığındaki yaşam süresini baz alan antropoloji ve sosyoloji kuşaklarının sabit olduğunu düşünür ve bu tür kuşak yaklaşımını, sosyal ilişkisellik ve tarihsel akış ile bağ kurmadığı için eleştirir. Aslında somut bir grup olarak

değerlendirilemeyecek kuşağı yorumlamada yaslanılabilecek ‘nesnel olgular’

oluşturulmasının mümkün olup olmadığını sorgular. Ne var ki Mannheim’in tartışması konu ile ilgili nihai bir öneride de bulunmaz.

Toplum akışlarının bir çok tekcil kavramı ve kategoriyi parçaladığı dönemde, kuşaksallaştırma sınırlarının karışmaması zaten şaşırtıcı olurdu. Özellikle zincirleme göç olgusu, kuşak pozisyonlarını bulandırmıştır. Biyografik aktarımlar özgülleşirken ve kategorileri zorlarken, tarih yazımının steril kalmasını beklemek de pek mümkün olmaz. Bu nedenle, yöntemlerin çoğullaşması bir yanıyla zorunlu ihtiyaçtır; fakat karmaşayı düzenlemek için değil, karmaşa içinde yürümeyi başarabilmek için.

Bu bölümde, çok-mekanlı, çok-yönlü ve çok-yöntemli bir etnografinin çerçevesi sorgulanmaya çalışıldı. İçine girilen alanın bağlamsallığı ve ilişkiselliği ayrıca akılda tutulmalıdır. Bu doğrultuda, çalışmada sorular ve sorunsallaştırmalar, kimliğe sıkışan değil, kimlik sınırlarının esnediği alanları soruşturan bir analiz ve bakış çerçevesiyle oluşturulmaya çalışılmıştır. Eylem ve eyleyenlerin merkeze alınması hem kuramsal olarak gerekçelendirilmiş hem de yöntemin olanaklarının bu doğrultuda genişletilmesi hedeflenmiştir. Son olarak bellek birimi materyalleri ve eylemi araştırmada görselliğin yöntem tartışmalarındaki yerine değinilecektir. Zira görsel materyaller, bu çalışmanın başvurduğu temel kaynaklardan biri olmuştur.

b. Görüntülerin Araştırma Aracı Olarak Kullanılması

Görsel repertuvarın materyal alanının somut işlevlerine geçmeden önce, görselliğin üretim ve tüketim aşamalarıyla birlikte bireysel ve kolektif belleğe demir attığını akılda tutmak çok önemlidir. Görüntünün görmek, bakmak, göstermek, seyretmek ile bağlantısı ile pratik alanına yayılan boyutları da göz önünde bulundurulmalıdır. Bütün bu etki ve anlam alanlarıyla birlikte görselliğin, “algıların, düşüncelerin, hayallerin ve projeksiyonların bir birleşimi olarak” düşünülmesi gerektiği özellikle yöntemin altyapısını betimlemek açısından özenle vurgulanmalıdır (Burnett 2007: 273).

Görsel kaynaklar, olayları hem tarihsel olarak hem de törensel sıralamayı kaçırmadan izleyebilmede en verimli kaynaklardır. Ayrıca özellikle hareketli görüntüler, ses ve görüntü birliği sayesinde, araştırma konusu edilen bağlamı en

zengin içerikle aktarabilirler. Ayrıca hareketli görüntüler tekrar tekrar izlenebilir, her defasında bağlamın başka bir unsuruna dikkat yöneltmeye izin verebilirler.

Alanda görsellik üretimi veya mevcut arşiv repertuarların kaynak olarak kullanılması özellikle görsel antropoloji sayesinde yöntem tartışmalarında bir konu olmuştur. Yöntemsel uygulamalarda bir takım yaklaşımlar ve konvansiyonların sınırlarının bulanması özellikle 1990’larda günümüze sıklıkla yapılan bir tespit olmuştur (Ruby 2000, MacDougall 1998: 61-92; Crawford 1992: 66-82).

Görsel etnografi çalışmaları içinde bu farklılaşma, bir yanıyla belgesel ve journalistik yöntemlerin sosyal bilimler alanına geri çağrılması olarak yorumlanmıştır. Aslında, Geertz’in yoğun betimi, görsel etnografinin kesit (episode) ve fenomenolojik uygulamaları, soyut, sosyolojik analiz düzleminden de önce, en basit haliyle “bu insanlar ne yapıyor?” sorusunu cevaplamaya yönelmiştir. Metin ile görüntünün farklılıkları üzerine sürdürülen tartışmalarda görüntünün ifade (utterance) olarak farklılığı vurgulanmıştır (Crawford 1992: 66-67) ve özellikle tören gibi kolektif etkinliklerde görüntülerin bağlamı en geniş şekilde sunabilir oldukları savunulmuştur. Ne var ki metin-görüntü ayrımı zaman zaman görüntünün

‘bilimsellik’ niteliğini konvansiyonel yöntemlerle sınayan, kimi zaman da görsel kaynakları, metnin destekleyicisi olarak konumlayan yaklaşımlar olmuştur. Bu tartışmalar görüntüyü metnin (logocentric zihni ve fikri dizgenin) baskınlığından kurtarma çağrısı yapan yaklaşım ve önerilere kadar çeşitlenmiştir.41

Alan çalışmasında görselliğin de önemli olduğu bu çalışma görsel antropoloji içindeki tartışmalardan beslenmiştir. Yöntem kullanımına ilişkin teknik bilgiler, alana ilişkin veriler kısmında detaylanacaktır. Burada kısaca, görsellik kullanımının nasıl temellendirildiği aktarılacaktır.

Törensel etkinlikleri izlemede görselliğin çok önemli katkıları olmuştur.

Öncelikle evlilik törenlerini tarihsel olarak izlemede görüntüler(video, fotoğraf vs.), kişilerle görüşmelerin tek başına sağlayamayacağı, bağlamsal zenginlikte bir içerik sunmuştur. Bunun yanında çokyöntemli (multimethodical) uygulamalarda, yöntemler bileşeninin dinamik ve harekete geçirici unsuru olarak önem kazanmışlardır.

41 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Paul Hockings 1995: 507-529; David MacDougall 1998: 61-92;

Ian Peter Crawford 1992; Jay Ruby 2000.

Görüntüler, sadece yapılan görüşmeleri değil, çoğunlukla görüşmelerin içeriğini de önemli ölçüde farklılaştırmış, bellek ve çağrışım alanına adım atabilmede en büyük desteği sağlamışlardır. Diğer yandan, görüntülerin sosyal yaşamlarının (dolaşımlarının, izlenme biçimlerinin, çoğaltılmalarının, tahrip edilmelerinin vs.) takip edilmesi, tören, tekrar/yineleme, hatırlama ve bellek izleğini değerlendirmede olanak sunmuştur.

Nihai çalışma kaçınılmaz olarak metin olarak ortaya çıkmıştır. Fakat önemle belirtmek gerekir ki, bu çalışmada görüntüler sadece destekleyici olarak yerleşmemişlerdir. Onlar çalışmanın en önemli veri kaynaklarından biri olarak özellikle aranmış ve bulunmuştur. Görüntüler alanın süreçte oluşadurması aşamasında, çok önemli rota çiziciler olarak işlev görmüş, katılımlı gözlem, derinlemesine görüşme, genel gözlem gibi diğer tekniklerle bütünen diyalojik bir bağ kurmuşlardır.