• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM:

1.4. TÖRENLER VE TÖRENSEL ETKİNLİKLERİN ÖZELLİKLERİ

Kavram olarak tören bir yanıyla modernleşme ve toplum yorumlarının önce antropolojiye teslim ettiği, sonra da tarih içinde eskittiği bir kavram gibidir. O nedenle Aydınlanma’nın bakış çerçevesinden gelen rasyonel söylemin ön plana çıkmasıyla törenin veya törensel iletişim formunun gittikçe azalmasından söz edilmiştir.

Cheal’e göre (1992: 364) Habermas, törene Durkheimcı, dini odaklı ve arkaik bir perspektiften bakmış, bu anlayışını Weber’in modernleşme anlatısıyla birleştirerek yorumlamıştır. Böylece, dinin büyüsünün bozulması (demistification) ile sosyal gelişmenin olanaklılığı arasında doğrusal bir bağ kurmuştur. Sonuç olarak Habermas, rasyonel iletişimsel eylemin evrimsel sürecinde törensel etkinliklerin

sosyal görünürlüğünün azalacağını varsaymıştır. Oysaki sosyal ve kültürel yaşamda, törenin basitçe ‘akıl’ kabına sığmayan, rasyonalite çerçevesinden ziyade rasyonelleştirme pratiklerine açılan bir duygu ve etki alanı vardır ve bu niteliğiyle birçok sosyal topluluk için törenler hala önemli rol oynamaktadır.

Görünmez sayılmasına ve literatürde görünmez kılınmasına rağmen tören iletişimi kendi içinde birçok iletişimsel durum içermektedir. Törenler, yinelemeli uygulanışlarıyla, ilişkileri taşıyan bilişsel örüntüleri ve topluluğun anlamsal uylaşımlarını pekiştirirler. Katılımsal yapılarıyla, semboller ve deneyim aktarımı yoluyla, paylaşılan inançları, değerleri hatta kimliği görünür kılarlar. Törensel etkinlikte aktarılan sözlü, sözsüz ve performatif ifadeler, bireylerin ve kolektifin görünmeyen, içsel varoluşunu dışsallaştırırlar, öznelerarası sosyal dünyanın inşasında hayati rol oynarlar (Moore ve Myerhoff’dan aktaran; Cheal 1992: 366-367).

Tören hakkında klasik sosyal bilim kuramı, modern din sosyolojisinin kurucusu olan Emile Durkheim’a atfedilmiştir. Durkheim tören ve kolektif etkinliklere ilişkin yorumlarını din sosyolojisi içinde geliştirmiştir. Törenin, topluluk açısından bir öz-onaylama etkinliği olduğunu kabul etmiştir (Durkheim 2005).

Durkheim töreni, topluluktaki dayanışma ruhunun inşasıyla ve sürdürülmesiyle bağlantılandırılmış, bu yanıyla kolektifi tanımlayan bir etkinlik olarak değerlendirmiştir. Geertz ise, sosyolojik ve antropolojik yaklaşımlardaki bu tanımlamanın altyapısındaki değerler ve inançlara dikkat çekmiştir. Toplulukların, törensel veya mitik sembolizasyonlarla yaptığı, kendi kendini onaylamasının yanında, sosyal bağlarını öznelerarası düzlemde işleyecek şekilde tesis etmektir.

Yani topluluğun sosyal yapısını güçlendirmek ve sürekli kılmaktır (1973: 142-143).

İletişimin terminolojisinden eklenebilecek bir vurgu farkıyla devam edersek,

“…kendi kendimize toplu iletiler göndermek için törenler yaparız.” (Leach 1976:

45’den aktaran; Bell 1997: 64). Dolayısıyla törenler, bir tür inşa olmanın ötesinde bir süreçtirler ve yaşamda doğrudan sonuçları vardır (Couldry 2003: 30).

Günümüzde, klasik kolektif törenler pek konu edilmese de, törensel olanı sorgulama alanı olarak tamamen dışarıda bırakmayan çalışmalar da vardır. Örneğin Stuart Hall ve Jefferson (1976) ve Hans-Georg Soeffner (1992), kentsel sosyal yaşam

alanlarında ortaya çıkan, alternatif yaşam tarzlarıyla bağlantılanan, anti-tören32 olarak görülen güncel ‘direnme törenlerinden’ söz etmektedirler. Böylelikle, toplulukların törenlerinin aslında farklı formlarda ve içeriklerde, farklı motivasyonlarla hala sürdüğünü örneklemişlerdir. Bunların dinsel referanslara başvurmadığı, hatta çoğunlukla muhalefet ettiği açıktır. Sosyal hayatı rasyonalize etmekten bilinçli bir arzuyla kaçınmaya çalışan pratiklerdeki artışın göze çarptığı veya törenselleştirmenin medyanın da kullandığı bir imgesel, sözel dil ve retorik alanı olarak keşfedildiği günümüzde, töreni yeni bir bakışla sorgulamak çok önemlidir (Cheal 1992: 368). Nitekim Couldry yeni bir olgu olarak, özellikle medya varlığı ve etkisiyle ortaya çıkan, biçimsel ve içeriksel törenselleşmeyi örnekleyen (ritualisation) durumlardan söz eder (2003: 29–30). Bu tespit aslında medya metinlerinin törenselleşmesiyle sınırlı düşünülmemelidir. Medya ile toplumun etkileşimi bağlamında, toplumdaki işleyen törenlerin ‘yeniden törenselleşmesine’

doğru ilerleyen yeni gelişmeye de dikkat yöneltmek gereklidir.

Performans ve tören çalışmalarının önemli isimlerinden antropolog Victor Turner, van Gennep’in geçiş ayinleri (rites of passage) olarak tören kavramlaştırmasından kendi eşik/eşiksel (liminal/liminoid) yaklaşımına ulaşır. Geçiş ayinleri ile kastedilen, kişinin çocukluktan kadınlığa veya erkekliğe, birey olmaktan kolektifin unsuru olmaya, tek bir birey olmaktan aile kurumu olmaya geçişinin kolektif katılımla onaylanmasıdır. Turner törenin aşamalarını liminality (eşik/sınır) durumları olarak işaretler ve ayrışma (seperation), marjin (margin) ve bütünleşme (aggregation) olmak üzere üç aşamada izler (Turner 1995: 94-95).

Ayrışma, bireyin önceki konumundan kopması, ayrışması sürecini tanımlar.

Evlilik törenleri örneği üzerinden düşünüldüğünde, evlilik kararından itibaren genç kadınların ve erkeklerin eş/aile olmaya adım atması bu konumu örnekler. Marjin ise, geçiş aşamasındaki ara, belirsiz döneme denk gelir. Bu aşamada kişi, toplumsal tanımlanmış ve onaylanmış kategorilerin dışında, bir nevi ‘araf’da olan niteliğiyle risk ve gerilim unsurudur. Törende bu kritik anın aşılması, bir kuralın içine, o kuralı ihlal ederek girmeye, onay verilmesiyle olur. Tabusal olandan onaylanana geçilir. Bu belirsiz anlar, toplumun biraradalığıyla aşılır. Evlilik örneği üzerinden düşünmeyi

32 Bu etkinlikler, birincil referansları açısından hala törenleştirme olarak görülen etkinliklerdir.

sürdürürsek, evlilik kararı olmakla birlikte henüz evli olmayı tanımlayan asıl adım atılmamıştır. Kişiler bir araya gelemezler. Bu adımın öncesi, pazarlıkların, gerilimlerin, stratejilerin ve taktiklerin ve büyük hazırlıkların aşamasıdır. Evliliğin törensel içeriğini düzenleyen bu aşamada, sorunu çözecek olan hedef organize edilmeye çalışılır. Nitekim birçok törensel aşamadan oluşan evlilik töreninin en belirleyici anı olan düğün, belli ölçülerde doğaçlamaya izin verse de, bir tür senaryo olarak bu aşamada, adım adım düzenlenir. Nihayetinde, üçünü aşama olan bütünleşme, belirsizliğin çözülmesi, yeni durumun onayının verilmesidir; bireyler yeni toplumsal statüleriyle birlikte topluma dâhil edilirler. Bu kısım, evliliğin, toplumun şahitliğiyle ve kabulüyle düğün anında gerçekleşir.

Yukarıda belirtilen değiniler ışığında, törensel performansların yayıldığı geniş bağlamlar düzlemini görmek gerekir. R. Langer ve arkadaşlarının (2005: 25-26) metninden hareketle biraz daha somutlamak gerekirse, törenin bağlamları aşağıdaki gibi sıralanabilir.Törenin,

-coğrafi-mekansal alan,

-kültürel (sembolik), dinsel, politik, ekonomik, sosyal boyutlar -toplumsal cinsiyet

-taşıyıcı gruplar (kuşaklar, bellek aktarıcıları) -senaryo ve sahneleme

-yapı, gelenek, görenek -performans

-gösteri

- ve eğlence yanı vardır.

Bütün bu unsurlar, topluluğun iletişim ve etkileşim sürecindeki öz-göndermeler ile bütünleşir. Dolayısıyla çok katmanlı bir pratik ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha tespit etmiş oluruz.

Buradaki konunun düğünler olduğunu aklımızda tuttuğumuzda, törenin seküler boyutunun, özellikle de eğlence içeriğinin ne kadar önemli olduğunu ayrıca aklımızda tutmamız gerekecektir. Eğlence, kolektif yanıyla ve maddi ve manevi tüketimi içeren niteliğiyle düğünün özel bir bileşenidir. Aşağıdaki alt başlıklarda, törensel etkinliklerin yorumlanmasında dikkat yöneltilmesi gereken bazı temel kategoriler maddeler halinde açıklanmaktadır.

1.4.1. İletişim Formu Olarak Tören

İletişimin törene açılan penceresi en genel çerçeveyle, “iletişim kültürdür, kültür de iletişimdir” tanımına tutunur. Bu bağlamda iletişim, paylaşılan inançların ve değerlerin temsili olarak yorumlanabilir. Törenin iletişimsel içeriğine dikkat yönelten ilk önemli isimler olarak Moore ve Myerhoff anılmaktadırlar (Cheal: 1992:

366-367). Konuyu ‘tören iletişimi’ (ritual communication) olarak doğrudan iletişim alanının içine taşıyan ise Eric W. Rothenbuhler olmuştur (1998). Rothenbuhler (1998: 18), törensel etkinliğin katılıma ve kolektif olarak deneyimlemeye dayalı olmasını, pekiştirici yinelemeler ve sembolik, materyal desteklerle, içeriği hem belirlemesine hem de aktarmasına, özellikle “kültür olarak iletişim” bağlamında işaret eder.

Tören kavramı üzerine, iletişim çalışmaları içinden bir bakışla düşünmeye yöneldiğini belirten Rothenbuhler, töreni belirgin özellikleriyle kategorilendirerek tanımlamaya yönelir. Törenin eylemsel yanı, gönüllülük esasıyla sürdürülen niteliği, performatif niteliği yazarın üzerinde durduğu özelliklerden bir kaçıdır. Bunların yanında, törenin sosyal bir etkinlik olduğu, araçsal olmayan (non-instrumental) ve irrasyonel niteliği de vardır ki, bu özellikler, törensel etkinliği oldukça karmaşık bir hale büründürmektedir. Bu karmaşık yumağı çözümleme konusunda yazar, bu çalışmada da konu edilen bir çok düşünürün geldiği yere, yöntembilimsel tartışmalara gelir. Rothenbuhler’in de önerdiği ‘sentezcil’ yaklaşım Yöntem başlığında, Bourdieu, Appadurai, Marcus, Kansteiner ile buluşacak ve tartışılacaktır.

1.4.2. Kültürel kimlik pratiği olarak Tören

Törenin bu çalışma için de çok önemli olan özelliklerinden biri, kültürel kimliği kuran öz-göndergesel yanıdır. Törenler, toplulukların kendi kendilerine kolektif mesajlar aktardığı/ilettiği etkinliklerdir. Diğer bir deyişle, toplulukların törenler yoluyla yaptıkları, kendi bütünlüklerini, kendi varlıklarını kutlamaktır.

Baumann bunu şu örnek üzerinden ifade eder: Altın Buzağı etrafında dans eden Yahudiler, aslında kendi kimlikleri etrafında dans etmektedirler (2006: 130). Kolektif kimlik bağlamında, törensel içeriğin kolektif hayatı nasıl düzenlediğini akılda tutarak, aile ve evlilik törenlerine yeniden bakarsak; evliliğin törensel içerimlerinin, kolektifin içinde bulunduğu sosyal düzeni güvenceye aldığını belirtebiliriz.

Törenler, ‘aile’den kimlikler etrafında buluşan kolektif bütüne doğru, etnik, dinsel ve dilsel topluluğa ve hatta ulusa doğru uzanan dizgeyi gerçekleştirirler.

Örneğin, evlilikle adım atılan aile kurumunun, zorunlu his dünyasına uzanan bir söylem alanı vardır; aile çerçevesinde, sevecenlik, fedakarlık, dayanışma, annelik ve babalık, bütünleşme gibi duyguları çerçevelerler. Nitekim, doğum günleri, evlilik yıldönümleri ve hatta ailenin bir aradalığını gösteren aile fotoğrafları bunun için vardır. Ailenin bütünlüğünün rotasının, aileden ulusa doğru genişleme kapasitesini izlemek için basitçe, Türkiye’deki evlilik törenlerinin materyal çeşitliliğini aklımıza getirebiliriz; bayrak, dinsel unsurlar, kırmızı kuşak, kına, etnik ve politik semboller

“biz bir aileyiz” mesajının yayılım alanını genişletmek için vardırlar.

Maddi kültür unsurları, Douglas ve Isherwood’un ifadesiyle “anlamın sürüklenişini kısıtlamaya yarayan” törenlerin en önemli unsurlarındandır. Topluluk içinde kamusal tanımlar kuran gelenekler oluşturmak yoluyla, bir tür ‘işaretleme hizmeti’ olarak işlev sunan törenler olmaksızın yaşamak demek, net anlamlar ve muhtemelen anılar olmaksızın yaşamak demek olurdu. Maddi unsurlar ise işaretleme işlemine anlam, renk katan şeylerdir; törenlere eşlik ederler (Douglas ve Isherwood 1999: 80-91). Törende, maddi kültür nesnelerinin fiziksel olarak topluca tüketilmesinden duyulan kolektif haz, hizmetin yalnızca bir bölümüdür. Diğer bir bölümü ise gene Douglas’ın belirttiği üzere isimleri paylaşmanın hazzıdır (1999: 90).

Böylece, kolektif belleğe ve kimliğe eklenen maddi unsurlar isim olarak dil ile ve anlamlar alanıyla bütünleşirler. Örneğin ‘kına’nın paylaşılmasından duyulan haz bu bağlamda düşünülebilir. Evlilik törenlerinin maddi kültür unsurları ve sembolleri, çalışmanın devamında alan verilerinden hareketle somut olarak konu edilecektir.

Törensel etkinliklerin, kültürel kimlik ile bağlantısı özellikle kimliğin mekansallığı ve zamansallığı ile birlikte düşünülmelidir. Bu rota bizi, törenler yoluyla topluluğun belleğinin ve aidiyetinin inşasına götürür. Durkheim’in düşünce izleğini takip eden Halbwachs da (1992: 59), törensel olanı, kolektif belleğin temel tutamaklarından biri olarak görmüştür. Halbwachs, kolektif belleğin inşasında, özellikle ev, toprak, aile sabitlerini analiz merkezine alır ve belleğin ‘yerel’ olduğunu iddia eder (1992: 52). Dar ve geniş anlamlarıyla birlikte aile, bu çerçevenin içinde toplumun ruhsal enerjisinin, hissel atmosferinin yönetildiği bir birim olarak önemlidir. Bu konuda özellikle yaşlı insanların taşıdıkları bellek izleri aktif rol oynar.

Törenlerin yaptığı kolektif belleği canlı tutmak ve şimdiyi, ilgili geçmiş ile ve hatta gelecek ile bağlantılandırmaktır (Douglas 1984: 64’den aktaran; Couldry 2003:

25). Tören mekanı ve zamanı ‘gerçek’leştirir; kişileri, konumları ve ilişkileri gerçekleştirir. Özellikle belleğin “inşa” edilen niteliğini göz önünde bulundurursak, törenin kendini dayandırdığı eşik/sınır (liminality) durumlarının aslında keyfi olduğu ortadadır. Fakat törenler, söz konusu eşiği keyfiliğinden kurtarır, onu etkisi ve sonuçları üzerinden somutlar, diğer bir ifadeyle ‘gerçek’leştirir. (Couldry 2003: 30).

Couldry törenleri bir yanıyla kurumlar ayini (rites of institutions) olarak da tanımlar.

Bu aile kurumu, paternal toplumsal kurum ya da statüleri çerçeveleyen kurumlardan biri olabilir. Buradan bakıldığında törende önemli olan aslında sadece bireyin bir aşamadan diğerine geçmesi değildir; daha da önemlisi toplumun bu geçilen aşamayı görmesi, o ana tanıklık etmesidir (2003: 27-28).

1.4.3. Tören ve Gündelik hayat ilişkisi

Toplumsal düzene yaslanan törensel uygulamalar, aslında gündelik yaşamın inanç ve değer sistemlerini düzenlerler; gündelik hayatın akışını denetim altına alırlar. Evlilik töreni ailenin kutlanması olarak, toplumsal cinsiyet olarak kadınlığı, erkekliği hatta çocuğun pozisyonunu ve aile içi ekonomiyi düzenler. Değerler, normlar ve inançlar dizgesi içinde önemli sınır aşma evrelerinin her birinde, topluluğun bakışlarının talep ettiği olağana işaret eder. Evlenen çiftlerden, toplum ile uyumlu bir yaşam tarzı talep eder. Leeds-Hurwitz’in deyişiyle, özellikle evlilik törenleri, topluluğun duygusal altyapısını ve yatırımlarını artıran niteliğiyle, gündelik hayatın draması, operası gibi işlerler (2002: 28). Kural ve sistem dünyasının sürekliliğini sağlar, toplumun dinamiğini çeviren mekanizmalar olarak işlev görür.

Tören, eşik durumların kontrollü bir şekilde atlatılmasını sağlayarak, toplumun devamlılığını düzenleyen, varlığını dayandırdığı değer ve inanç yapılarıyla birlikte, topluluğun talep ettiği gündelik hayatın içeriğini güvenceye alır (Rothenbuhler 1998:

12-14). Çalışmaya konu olan örneği sürdürürsek, evlilik törenlerinin yaptığı, aile anlayışını, aile ahlakını, aile varlığını “kamusal bakış”ın denetimine teslim etmektir;

Türkçe’den basit bir deyişiyle “iş evlenmekte değildir, sonrasındadır”. Nitekim, topluluklarda boşanmaların önünü alma stratejileri gene gündelik rutini düzenleme adına bir telaştır.

1.4.4. Kendini İzleme, Performans ve Gösteri Olarak Tören

Gösterinin kaynağı dünyanın birliğinin kaybedilmesidir ve modern gösterinin devasa boyutlarda yayılması bu kaybın bütünlüğünü ifade eder (Debord 2006: 46).

Topluluğun kendi kimliği etrafında buluşması ve kendini gönendirmesi olarak düşündüğümüzde olağan olarak aslında “kendini seyretme” etkinliği üzerine de biraz daha detaylı bakmak gerekir. Kendini izlemenin Narcissus’un hikayesinden de önce törenlerde, kolektifin paylaştığı duygu alışverişi altyapısında aranması yanlış olmaz.

Bu anlar, topluluğun öz-imgelem dünyasını harekete geçirdiği, görünür kıldığı anlardır. Topluluğun kendini seyretme anı olarak düğünlerde, kişilerin ortam ile uyumlu, kontrollü, ortamı onaylayan jestler içinde olmaları, kendi gözlerinin kendileri üzerinde olmasıyla bağlantılıdır. Törenin içinde yer alanların, ortama aykırı fikir ve yanlarını serimlemesi onaylanmaz; kişiler de genellikle bu riski göze almazlar. Topluluğa katılan yeni ailenin sevincini paylaşmak, aile kurumunu gönendirmek, eğlenmek, gülümsemek, tebrik etmek, dansa/oyuna/halaya katılmak, bu kolektif etkinliğe eklenmek bir koşuldur. Bu yanıyla tören, Leeds-Hurwitz’in de ifade ettiği gibi, anlam yaratırken, bir yanıyla da sorgulamayı örtmektedir (2002: 87).

Tören ortamını özellikle araştırmacının da varlığıyla birlikte düşünen Geertz’in buradaki en önemli katkısı, törenin görme ve sergileme (exibition) ile bağlantısını kurmasındadır. Törene katılanlar için etkinlik birleşme, maddileşme, gerçekleştirme ve anlatı sürecidir; bir yanıyla plastik dramalar olarak karşımıza çıkan bu etkinliklerde kişiler kendi resmettikleri/gösterdikleri halleriyle, kendi inanç ve güven evrenlerine ulaşırlar. Süreç, görme ve görülme olarak işler. Katılımcı konuklar için törensel performanslar doğaları gereği bir dini kültürel perspektifin sunumudurlar; bu nedenler estetik olarak taktir edici veya bilimsel olarak parçalıdırlar; sergiseldirler, seyirliktirler (Geertz 1973: 113-114).

Törende yaşanan dünya ile hayali dünya tek bir sembolik içerik yapısı aracılığıyla birbirine geçişir, birbirinin içinde erir: İkisi aynı dünya haline dönüşür.

Böylelikle kültürel performanslar olarak törenler, gerçeklik duygusunda şahsa özgü (idiosyncratic) bir dönüşüm üretirler (Geertz 1973: 112).

Kontrollü bir temsil olarak törenin medya ile kurduğu bağın da buradan beslendiği düşünülebilir. Kişinin/toplumun kendi imgesini görünür kılmasının birinci

koşulu tören ise, ikinci koşulu bakıştır. Bu noktada medyayla birlikte yaşanan küçük bir kaymadan söz edilebilir; topluluğun tören anlarında kendine bakması, bir yanıyla gözün ayna ile kurduğu bağdan, vizörün “bakış” ile kurduğu bağa dışsallaşmıştır.

Artık topluluk üyeleri, toplumu ve kendilerini görmek için kendi gözlerinin eşzamanlı etkinliğine bağlı değildir; hem eşzamanlı olarak hem de daha sonraki zamanlarda, ekranlardan izlerler kendilerini. Kendini izleme deneyimi dışsallaşmış olarak devam etmektedir.

“[Tören] kendini hem bizzat toplum olarak, hem toplumun bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar.” Bu tanım aslında Debord’un ‘gösteri’

için yaptığı tanımdır; yani Debord burada, alıntıya benim yerleştirdiğin ‘tören’

kelimesinin yerine gösteriyi koymaktadır (2002: 36). Gösterisel olanın sektör ile olan bağını, doğrudan bakış ve bilinçleri bütünleyen niteliğiyle, bir dünya görüşü (Weltanschauung) olarak tanımlayan Debord’a göre (2006: 37) gösteri “gerçektir”, aynen törenin gerçek olduğu gibi. Tören ile gösteriselliğin ortaklıkları burada da bitmez, her ikisi de kendisi için bir iktisat geliştirir. Kendini

“gösteren/gösteriselleştiren” an, somut olanın, gündelik olanın değerini yitirdiği, gerçekliğin felsefileştirildiği bir andır. Bu tespitin törenler için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim, gösterisel olan ile törensel olanı buluşturan önemli olaylar (ünlü kişilerin evlilikleri, ulusal törenler) medyada tam da bu gündelikten ayrıştırıcı, olanı felsefileştirici söylemsellikleriyle yerlerini almıştır. Medyaya akseden büyük törenler sıklıkla araştırma konusu edilmiştir (Couldry 2003;

Dayan&Katz 1992; Bell 1997; Rothenbuhler 1998). Fakat tersi için aynı şey söylenemez; törenlere akseden medya unsurları neredeyse hiç sorgulanmamıştır.

1.4.5. Medya ve Tören İlişkisi

Geertz törenlerden, yaşanan dünya ile hayali dünyanın birbirine geçtiği an olarak söz ediyordu (1973: 112). Baudrillard ise güncel iletişim teknolojileri ile birlikte düşünerek, ‘simulasyon toplumu’ olarak çerçevelediği yeni toplumsal koşullarda hiçbir şey medya modellerinin dışında kalamaz, demektedir. Birbirine geçişen hayali dünya ve yaşanan dünyaya bir de medya dünyası eklenmiştir.

Günümüzde medya formu ile sosyal form birbirine geçişmektedir (Baudrillard 1983:

2’den aktaran Couldry 2003: 17).

Couldry, Rothenbuhler ve bunlara ek olarak C. Bell, medya ve tören bağlantısını değerlendirirken, genellikle önemli törensel televizyon metinlerini konu edinmişler, makro anlam ve söylem dünyasını yorumlamaya çalışmışlardır.

Dolayısıyla, medya metinlerinin içinden konuşmayı sürdürmüşler ve bu çalışmanın sormaya çalıştığı soruyu onlar da ıskalamışlardır.

Toplulukların yaşam alanlarında medyanın somut varlığı ortadadır. Fakat insanlar medya ile sadece izleyici olarak bağ kurmazlar. Bu çalışmada medya ve tören bağı, medyadan izleyiciye doğru akan metinler üzerinden kurulmamaktadır.

Temel ilgi noktası, evlilik törenleri örneğinde, doğrudan, düğün alanına dahil olan medya unsurları ve ürünleri bağlamında oluşturulmuştur. Zira, törenin bakışla ve seyirle yönetilen, görsel ve performatif niteliği, etkinliğin medya cihazları ve kayıt teknikleri ile çok çabuk ilişkiye geçmesini getirmiştir. Günümüzde özellikle kutlama içerikli törenler mutlaka görsel olarak kaydedilmektedir. Çoğunlukla atlanan medya-tören bağlantısı kolektif etkinliklerin değerlendirilmesinde önemli görülmelidir.

Konuyla ilgili literatürün tamamen boş olduğunu söylemek elbette haksızlık olur. Fakat çalışmaların teorik soru alanları oldukça dağınıktır. Topluluklarda medya araçlarının ve görsel materyallerin bireysel kullanımına değinen Bourdieu (1983), Weispfenning (2003: 165-176), Leeds-Hurwitz (2002), Kyoltk (1993: 435-449), Huyanen (1984), Chalfen (2002: 141-149), Wolbert (2001: 21-35) vardır.

Anıları/hatıraları dışsallaştırarak biriktirmek, bellek ve kimlik inşasında kullanmak bağlamında, bu kaynak alanının daha da genişlemeye ihtiyacı vardır. Özellikle, medya tüketiminin, törensel etkinliğin kendisine “medyalaşma” ve töreni “yeniden törenleştirme” süreçleri olarak dönüşünü izlemek önemlidir. Medya törenlerinin, gündelik hayatın törenleşmesi bağlamında etkilerine bakmanın önemine işaret eden bir tek Couldry’e rastlanmıştır (2003: 34). Evlilik törenlerinin medyalaşması bu çalışmanın ikincil sorgu alanlarından biri olarak yerleşmiştir.

1.4.6. Oyun, Sahneleme ve Dramatizasyon olarak Tören

‘Yaşam oyundur’un yandaşları, kendi bu tür çözümlemelerinin en verimli toprağı olarak yüz-yüze ilişkilere, flörte ve kokteyl partilere eğilim gösterirken ve “yaşam sahnedir” yandaşlarının ilgisi aynı nedenle tolu hareketlere, karnavallar ve ayaklanmalara yönelirken, “yaşam metindir”

yandaşları imgelemci metinlere, şakalara, deyimlere popüler sanatları incelemeye eğilim gösteriyorlar. Bunda ne şaşırtıcı ne de suçlanmayı hak

eden bir yön var; insanlar analojilerini doğal olarak en çok işlerine yarayacak görünen yerlerde deniyorlar (Geertz 2007: 45).

Törensel olanın “yeniden üretim” dinamiğinden yola çıkıp, oradan eyleme ve stratejiye (P. Bourdieu) veya aktörün sahneleme edimine (E. Goffman) ya da eylemin performatif niteliğine (V. Turner) ulaşmak zor değildir. Erwing Goffman gündelik hayatın pratikleri ile dramaturjik eylem arasında bağ kuruyor ve gündelik hayatın sahnelenişinden söz ediyordu (Smith 2005: 87). Bourdieu ise analoji olarak oyunları –daha ziyade spor oyunlarını- kullanır. Bourdieu bunu bireyin yönelimi/eğilimi üzerinden açıklamaya çalışır; kişinin amaçsal ve stratejik hareket etmekten ziyade, bazen kendini kaptırma, oyunun (içinde bulunduğu durumun) içine çekilme, hırs ve heyecana kapılmasını ve oyunun içindeyken ‘oyuna inanma’sını tartışma konusu yapar. Goffman’ın edim ve sahneleme arasında kurduğu bağ ise, izleyici ve oynayanlarla birleşen bütünleşik bir çerçeve olarak gösteri ile bağ kurar.

Bourdieu’nun analojisinde topluluktan ziyade bireyin motivasyonları, adımları, yönelimleri ve yer yer stratejileri biraz daha ön plandadır; fakat Bourdieu’nun bireyinin habitus’un içeriğiyle donandığını akılda tutmak gereklidir. Törenin işleyiş dinamiklerinin hem izleyenleri hem de eyleyenleri/sahneleyenleri içerdiğini göz önünde bulundurursak, Goffman, Turner ve Bourdieu’yu birleştirebiliriz. Böylece sahnelemenin kendisi, sahneleyenler ve izleyenler performe edilen bütüncül etkinlikte aktif ve görünür olur.

Törene bakarken aslında eylemin gerçekleşme anına, performatif olana bakmaktayızdır. Performans, ‘ifade olarak sözü’ (utterance as word) ve eylem olarak yinelenebilirliği/aktarılabilirliği içeren bir kavramdır; bununla birlikte değişebilir, direnme ihtimalini barındırır, her zaman öngörülemez olana işaret eder. Kişisel olanla toplumsal olanın birleştirilmesiyle ortaya çıkan bedensel hexis’i33 çerçeveler.

(Öztimur 2007: 585-592) Tiyatro araştırmalarından aktarılan bu kavrama ve getirdiği yaklaşıma, antropolojide, özellikle de tören araştırmalarında, eylem, etkileşim ve ilişkisellik bağlamında başvurulur. Peki, törensel eylemleri şeyleşmiş bir sistem olarak görmekten ziyade, serimlenen, katman katman açılan, performatif bir keşif olarak görmek bu araştırmaya ne sağlar? Bu aslında Tulloch’dan uyarlanmış bir sorudur (1999: 5). Bu soruyla açılan bakış bizi, metinsel açıklamadan ziyade bedene

33 Hexis Yunancada, mimikler, duruş biçimi, yürüme, jestler gibi bedensel hareketleri işaret eden sözcüktür.

bürünmüş retoriğe ve performansa dahil eder. Faillik, amaçsallık, doğaçlama, sınırlılık, yaratıcılık ve gösteriselliğin (spectatorship) doğasına içkin bir deneyim olarak katılım, performatifliğin kurucu kavramlarıdır. Performans olarak eylem, gerçek ile illüzyon arasında ilişki kuran bir etkinlik zeminini varsayar (Tulloch 1999:

7). Tören ile performans arasında özellikle bu yanıyla bağ kuran Rostas, töreni “bir tür niyet-dışı davranma yoludur… (…) ‘habitus’un bir parçasını sağlar” sözleriyle açıklar. Performansı ise “bilinçli olarak formüle edilmiş stratejilerin yerli yerinde uygulanması gerekliliğidir” sözleriyle tanımlar. Yazar, bunlar arasında sadece bir bağlantı değil, açıktan benzerlik ilişkisi kurmaktadır (Rostas’dan aktaran; Tulloch 1999: 7). Schiffelin de, aynı benzeşikliği bir başka yönden ele alır; hem tören hem de performans, “insan dünyasının hayali olarak yaratılmasını” ifade eder der (Schiffelin’den aktaran; Tulloch 1999: 9).

Bu çalışmaya konu olan evlilik seremonilerini yorumlarken, yukarıdaki kuramsal kılavuzlukla birlikte, ‘hayali’34 dünyadan, inşa edilen kimlik ve aidiyet tartışmasına doğru uzanan köprünün ayaklarını yerleştirebiliriz. Köprüyü inşa etmek ise, çalışmanın devamında, alan verilerinin analiziyle mümkün olacaktır.

1.4.7. Düğün Nasıl Bir Törensel ‘Metin’dir?

Kültürün performatif boyutundan ve bunun yöntemsel olarak araştırılabilmesinin koşullarından söz ettiğimizi, yöntemlerin çoğullaşmasının gereklerinden söz ettiğimizi hatırlarsak, metin kavramının bu çerçeveye nasıl yerleşeceğini tartışmanın gereği daha belirgin olarak ortaya çıkar. Zira kavram ilk bakışta sınırlayıcı görünmektedir.

Kavram ilk bakışta sınırlayıcı görünmektedir. Sosyal dünyayı ‘metin’ olarak görmenin, yorumlayıcı, dil odaklı çalışmaların baskınlığı biçiminde eleştirildiği olmuştur. Dahası, kavram kendi içeriğini/kapsamını alabildiğine genişletmiştir; her şey metin haline gelmiştir. Bu, bir yanıyla metnin işgalci bir kavrama dönüştüğünü akla getirebilir, diğer yandan ise kendi bütünlüğünü zenginleştirdiği yönünde okunabilir.

34 Buraya, ilk Geertz’de kurulmuş olan ritüel-hayali bağının yanına, illüzyon, simülasyon sözcükleri de eklenebilir.

Geertz metin kavramını antropolojinin bakış noktasından hareketle değerlendirir ve metin merkezli çalışmaların perspektiflerinin nasıl daha derinleşebileceği üzerine kafa yorar. Geldiği noktada, bu kavramı kullanmaktan gene de vazgeçmeyen Geertz’in metin kavrayışı –bu açıklaması her ne kadar görsel antropologları tatmin edemese de- tefsire, çeviriye ve ikonografiye doğru genişleyen bir boyuttadır. Yazar bunu aşağıdaki şekilde ifade eder:

Eylemin yazısı nasıl ortaya çıkar, araçları nelerdir ve nasıl işlerler ve olayların akışında anlamın sabitlenmesi –olaylardan çıkan tarih, düşünmeden çıkan fikirler, davranıştan çıkan kültür- toplumbilimsel yorum açısından neyi ifade eder? Toplumsal kurumları, toplumsal adetleri, toplumsal değişimi bir anlamda „okunur“ olarak görmek, bütün yorum anlayışımızı değiştirmek, onu metin oluşturan, etken çözümleyen kişiden veya anketçiden düşünce kiplerine doğru yönlendirmek, daha aşina olunan çeviriye, tefsirci veya ikonograficiye yönlendirmek demektir. (2007: 43).

Kültürlerarası evlilikleri incelediği çalışmasında, konuya ‘iletişim etnografisi’nin ve ‘sosyal inşacılığın’ yöntembilimsel dayanaklarıyla yaklaştığını belirten Leeds-Hurwitz, metni, bir kültürde insanların anlam inşa ettikleri, belli bir düzen içinde hareket eden işaretler ve kodlar sistemi olarak değerlendirir; söz konusu işaretler maddi ve sembolik unsurlardan oluşur. Ayinsel unsurlar, yiyecek, müzik, kıyafet ve diğer nesneler törensel etkinliklerde düzenlenerek ve sembolleşmiş içeriklerin taşıyıcısı olarak bir araya gelirler. Bu çalışmaya konu olan düğün etkinliklerini düşündüğümüzde, dilsel kodlar yanında, müzik, halay, gelinlik, kına, kınalık, para, kırmızı kuşak, pasta gibi materyal unsurlar ve performatif kodlar bu dizgenin içinde aklımıza ilk gelenlerdir. İletişime kültür bilimi çerçevesinden bakarken, Geertz’in yaklaşımıyla paralel olarak Leeds-Hurwitz de, yöntemsel olarak bir ‘okuma’ inşa etmek gereğinden söz eder (2002: 23-24). Buradaki ‘okuma’ elbette materyal, sembolik, performatif ve görsel olanı okumak olarak düşünülmelidir.

Metinsel olanı ‘görmek’ ise yaklaşımın tamamlayıcı bileşenidir.

Şu halde düğünden ‘metin’ olarak söz ederken, Geertz’in ve Leeds-Hurwitz’in yaklaşımları izlenecektir. Peki düğün nasıl bir ‘metin’dir? Düğün başlı başına tören unsurları, ayrıca törensel, ayinsel, dinsel ve aynı zamanda seküler bileşenlerden oluşan, parçalı etkinlikler bütünü olarak ortaya çıkan, dil ve sosyal etkileşim çerçevelerini buluşturan, bütünleşik ve zengin bir toplumsal etkinliktir. Evlilik geçişinin eşiksel (liminoid) deneyiminde, kutsal/tabu olan ile kutsal olmayan arasındaki geçişi sağlar. Bireyin sosyal birey aşamasına geçişini; kadının ve erkeğin

erişkin/eş olmasını getirir. Kişilere yeni tanımlar kazandırır, yeni sorumluluklar ve sosyal roller yükler. En önemlisi, düğün, aile biriminin hane olarak gerçekleşmesini ve kabul görmesini düzenler. Anadolu’da, üç gün ile bir hafta arasına yayılan evlilik törenlerinde, toplumun içinden geçtiği mizansen, hem insanları, hem eylem dizgesini, hem duruma özel nesneleri konumlar. İletişimsel niteliği olan, gösteriyle bağ kuran, kültürel kimliği işaretleyen bir etkinlik sayılan evliliğin Türkiye’deki kültürel uygulamalardaki görünümü, kırsal ve kentsel formlarıyla birlikte alan bilgilerinin değerlendirildiği kısımda aktarılacaktır.