• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DEN ALMANYA’YA, ALMANYA’DAN BERLİN’E

2.3. ÖRNEKLEMİN GENEL ÖZELLİKLERİ

2.3.3. Berlinli Olmak

göçmen toplulukların en çok eksikliğini çektiği budur.69 Nitekim, Almanya’nın göçmen siyasetini olumlayan bir çalışma dahi, Türkiye kökenli göçmenlerde, haksızlığa uğradığını düşünenlerin % 69 oranında olduğunu belirtmek durumunda kalmış, ne var ki bu veriyi yorumlamaktan kaçınmıştır (Wilamowitz-Moellendorf 2003: 24). Göçmen toplulukta, “ilk geldiğimizde bizi çiçeklerle karşıladılar” cümlesi neredeyse, kuşaktan kuşağa aktarılan, serzenişli bir slogana dönüşmüştür. Sonuç olarak, 1980’lerden itibaren gündelik hayatta kendini gösteren yabancı düşmanlığı ve özellikle son yıllarda sertleşen göçmen yasaları, Türkiye kökenli göçmenlerin aidiyet ifadelerini kırılmaya uğratmaktadır. Hissiyat olarak göçmenlik kendini, özellikle vatandaşlığın yurttaşlık olarak özümsenmediği örneklerde göstermektedir.70 Gene de, bir sonraki başlıkta da takip edilebileceği gibi, Berlin kenti, göçmenlerin aidiyet bağları açısından özgül koşullar sunmaktadır.

P.D.’nin, Berlin’de evlilik töreni konusunda Berlin’de uygulanan bazı pratiklerin ilk referansı olarak Türkiye’yi görmemesi ilginçtir. Ona göre bunlar Berlin’de yaratılan, yerleşikleşen ve gelenekleşen bir kültürel yapıya işaret etmektedir. Kendisi Türk’tür, yaşadığı yer ise Berlin’dir. Bu kentsel toplum içinde

“kendi toplumu” vardır.

Benzer bir yorum, ailesinden öğrendiği gelenekleri titizlikle sürdürdüğünü belirten Y.S.’de de vardır. Farklılaşmaktan ürkmeyen, “biz Türk’üz ama elbette biz burada sosyalleştik. Türkiye’dekilerden farklıyız”74, demektedir. Bu örneklerle dikkat çektiğim elbette (görüşmelerde kimi zaman milliyetçi tonlara bürünen) Türklük vurgusu değildir. Bunlar, Berlin’in memleket olarak sahiplenilmesinin boyutlarını göstermektedir.

Bazı pratikleri Berlin’e has olarak, geleneksel olarak tanımlamak aslında burayı sahiplenmenin açık göstergelerinden biri olarak okunabilir. Bu tutumla yapılan, bir anlamda Berlin’i “kendisinin yapmaktır”. Burayı, sahiplenilecek bir geçmişi olan, hatta gelenekleri olan, bir memleket olarak tanımlamaktır. Kenti kendinin yapma ile Türkiye’nin bir kenti yapma arasındaki bağlantıyı ise Ö.H.’nın söyledikleri kurmaktadır:

Küçük yaşta gelmiştim ben; 10 yaşında, 11 filan. O sıralarda geldim. Belki o zamanlar yabancılık çekmişimdir ilk geldiğimde ama şimdi kendimi hiç hissetmiyorum öyle yani. Normal bir yerden bir yere taşınmış gibi. (…) Ben kendimi göçmen gibi pek hissetmiyorum. Hani mesela Türkiye’de bir yerden bir yere taşınıyorsun, mesela ben Hataylıyım diyelim. Normal şeye taşınmışım Antep’e veya İstanbul’a, öyle kendimi hissediyorum, yani mesela oradan buraya normal taşınmış gibi hissediyorum. Göçmen olarak değil. Bir yabancı falan gibi hiç kendimi hissetmiyorum. Almanlardan da pek o şeyi görmedim yani, o hissi. Şey yapacak şeyi görmedim yani. İyiler. Buradakiler iyiler, Almanlar, artık bilmiyorum diğer semttekiler nasıllar da…75

Berlinli olmak artık önemli ölçüde benimsense de, kimliği kuran aidiyetler yelpazesi biraz daha karmaşıktır. Berlinli olmak yetmez. Aidiyetin toprak ile ve kültür ile bağını kurarken özellikle romantik bağları korumaya çalışan orta yaş kuşağından kişiler kendileri ile çocukları arasındaki farkı betimlemeye çalışırken,

“bizim ayağımız bir toprağa bastı”, “geldiği yeri bilmeyen gideceği yeri de bilmez”,

“Bazı şeyleri de bırakmayacaksın yoksa insan hiçbir şeye inanmazsa kötü anında

74 Y.S. ile görüşme ile görüşme protokolünden (26 Temmuz 2007).

75 Ö.H. ile görüşme protokolünden (9 Haziran 2007).

sarılacağı bir şeyi olmuyor.”76 vs. gibi ifadelere yaslanmaktadırlar. H.V., “nedendir bilmesek de, yani absürd bile bulsak devam edeceğimiz şeyler vardır”, derken, B.E., N.T. ve F.T. de gene bazı adetlerin (kökensel açıklamalarından ziyade) uygulama/performans boyutuyla ilgilendiklerini sergilemekte ve bunlardan vazgeçmemek gerektiğini belirtmektedirler. Evlilik töreni üzerinden örneklere bakarsak, onlar için kına karma, kuşak bağlama, damadın ayakkabısını saklama, gelinin ayağının dibinde tabak kırma, başından buğday, pirinç atma gibi uygulamalar

„güzel şeylerdir“. Bunu söylerken, unutulmaması gereken bir lezzet gibi anlayışlı ve şevkatli bir tona bürünmektedir görüşülenlerin sesleri. Devamında ise savunmacı bir refleksle, „burada iki kültür olarak yaşıyoruz. Bunları yapmayalım da Almanlaşalım mı?“ sorusunda buluşmaktadırlar. Diğer yandan “Almanlaşma“yı bir tehdit olarak yorumlarken, özellikle dil kullanımlarındaki Almanca Türkçe arası geçişler söz konusu olduğunda, “biz de biraz Almanlaştık galiba, öyle mi diyelim?” diyerek mahcup bir kabul ifadesiyle konumlarını esnetmektedirler. Bir yandan bir köken gönendirilirken ve genç kuşaktan „kayıp kuşak“ diye söz ederken, diğer yandan da çocuklarının aslında iki ayrı ülkede yaşamakta olduğunu, pratiğe ilişkin gözlemlerinden hareketle kabullenmektedirler (B.E ve Fa.T.). Aidiyetin tek yönlü kurulmadığını, sadece kişilerin başvurduğu kökensel referanslarla oluşmadığını, etkileşimsel ve söylemsel olarak da kurulan bir süreç olduğunu, özellikle kültürlerarası karşılaşma arenasındaki deneyimlerine dayanarak belirten Fa.T. bunu şöyle aktarmaktadır:

Şimdi, kendini… sana bırakmıyorlar zaten. Her yerde sen Türksün diyorlar, her köşeden vuruyorlar bunu sana… Mecbursun sahiplenmeye başka bir şans bırakmıyorlar sana. (…) …mesela ben sana oğlumun bir hikayesini anlatayım. Okula gittiğinde yuva dönemlerinde ben çalışıyordum tabi her zamanki gibi… Yuvaya bıraktım, yuvadan geri almaya geldim işte; anne ben bugün bir şey yemedim… Niye yemedin oğlum, dedim … Bana bugün Schweinefleisch var dediler, domuz etli dediler, yemek vermediler… Ben gittim eğitmenlerle konuştum işte benim çocuğa niye yemek vermediniz siz?

İşte domuz etli diye dediler… Schweinefleisch benim oğlum yemeyecek diye bir kanun var mı dedim. Ya da çocuk yemese bile başka bir alternatif yok mu dedim… Yok dedi. Yuvadaki Türk aileler karar almışlar domuz eti çocuklarına yedirilmeyecekmiş, dediler. Ama dedim ben bu kararın içinde olmadığıma göre bana soracaktınız dedim. Eğitmenler dememişler aslında oğluma arkadaşları demiş bu domuz eti. Demişler senin yememen lazım… O

76 Fa.T. (25 Temmuz 2007), H.V. (5 Eylül 2007), F.T. (31 Ağustos 2007) ile görüşme protokollerinden.

da çocuk ya yememem lazımsa yemeyeyim o zaman demiş. (…) Şu kadarcık yere Türksün diye sokmuyorlar yani niye faydalanmayayım ben. Almanız ama onlar bizden Türklüğü alamazlar, o bizim içimizde yaşayan bir özlem…

Ki bu özlemi benim çocuğum da yaşıyor.77

Berlin’de doğmuş büyümüş ve üniversite eğitimini ekonomist olarak tamamlamış olan ve şu anda bir Alman firmasında çalışan L.T. ise, Alman vatandaşlığına geçiş sürecinde, göçmenler ile aynı uzun sırada beklerken „asla Alman olamayacağını“ hissettiğini, karşılaştığı muamelenin onu hem şaşırttığını hem de incittiğini dile getirmiştir.78

Sonuç olarak görüşülen kişiler kendilerini konumlarken, hem Almanya politikalarıyla hem de Türkiye bağlarıyla birlikte düşünmektedirler; birbirine “ama”

ile bağlanan cümlelere başvurmaktadırlar. Aidiyetlerini betimlemede başvurdukları kombinasyonlar bir kez daha ulus-devletin toprak bütünlüğünün kırıldığı deneyim alanına işaret etmektedir: “Alman değilim ama ‘buralıyım’” veya “’buralıyım’ ama Türküm” benzeri ifadeler bu durumun en belirgin göstergeleridir.

Evlilikler ile ilgili genel bilgilere kısaca bakacak olursak, toplam 25 aile görüşmesinde 5 ailede eşlerden biri evlilik göçüyle gelmiştir. Genelleştirilemez bir bilgi olduğuna özellikle dikkat çekmekle birlikte, görüşülen ailelerde, evlilik göçüyle gelen erkeklerin sayısının daha çok olduğunu belirtmem gerekir. Beş aileden dördünde erkek Türkiye’den evlenmek için gelmiştir. Gelin olarak Türkiye’den gelen sadece bir kadın vardır. Evlilik göçü yapmış kadınların hayatları ve deneyimleri, dramatik sonuçları nedeniyle sıklıkla dikkat çekilen bir konu olmuştur. Diğer yandan, erkeklerin evlilik yoluyla göçü gene kadınların toplumsal pozisyonu üzerinden yorumlanabilir. İkinci kuşaktan genç kadınların önemli bir kısmı Türkiye’den akrabalarını bu yolla Almanya’ya getirmişlerdir. İthal gelin, ithal damat olarak adlandırılan bu olguya ilişkin detaylı istatistik veriye maalesef rastlanmamıştır. Eşini Türkiye’deki erkeklerden seçen Almanyalı Türk kadınların hem sosyal ilişkiler hem de sosyal cesaret anlamında önemli avantajlar edindiğinin gözlendiğini belirtmek de önemlidir.

77 Fa.T. ve H.T. görüşme protokolünden (25 Temmuz 2007).

78 L.T. ile görüşme protokolünden (2 Ağustos 2007).

Burada kuşak karmaşasını kısmen aşmak üzere belirtmekte yarar vardır; zira evlilik göçleri, sık başvurulan ikinci kuşak sınıflamasını bulandıran unsurlardan biridir. Türkiye doğumlu olup 16-25 yaşları arasında Almanya’ya gelmiş olan erkek ve kadınlar bugün orta yaş kuşağına dahil olmakta, fakat orta yaş kuşağı içinde evlilik göçü yapan bir ara kategoriyi oluşturmaktadırlar. Türkiye’den evlilikler 1990’ların sonlarına kadar yoğun olarak sürmüştür. 1990’ların sonlarından itibaren ise ağırlıkla Almanya’da doğma büyüme gençlerin evlilikleri söz konusu olmaktadır.

Ayrıca Almanyalı Türklerin akrabalık bağıyla evlilik organize etme yönündeki tercihleri de zayıflamış görünmektedir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. En önemlisi Almanya’daki genç kuşakla Türkiye’deki kuşağın arasındaki sosyalleşme farkının somut sonuçlarının izlenmeye başlamasıdır. Türkiye’den evlilikler sosyal hayatta en başta dil olmak üzere önemli sıkıntıları taşımak anlamına gelmektedir ki bu artık pek göze alınmamaktadır. Ayrıca görüşme yapılan kişiler, bu yolla yapılıp olumsuz sonuçlanan evliliklerin, akrabalık bağları nedeniyle geniş aile içinde büyük problemler olarak yaşandığını aktarmışlardır. Diğer yandan, göçmenlik ve yabancılar yasasındaki sertleşmelerle ve Almanya’daki genel çalışma ve iş koşullarındaki sorunlar nedeniyle, Almanya’nın cazibesinin azaldığı belirtilmiştir. Üstelik artık Almanyalı Türk nüfus da yeterli ölçüde büyümüştür. Gençler Türkiye yerine Almanya’daki sosyal çevrelerinden eş seçebilmektedirler, hatta bunu tercih etmektedirler. Dolayısıyla Türkiye’den evlilikler özel durumlar dışında hızla azalmaktadır.

Görüşmelerin yapıldığı 25 aile içinde doğrudan akraba evliliği oranı % 48 olarak görülmektedir. Evliliklerde eşler arasında ilk tanışma çoğunlukla izin dönemlerinde memlekette veya düğünlerde gerçekleşmiştir. Tanışma ortamının arkadaş çevresi, komşuluk ilişkisi ve sosyal faaliyetler alanına taşmasıyla birlikte akraba evliliklerinin de azalmaya başladığı izlenmektedir.79 Alman-Türk evliliği toplam üç ailede söz konusudur. Bu İslam ve Hristiyan dinlerinden kişilerin evlilikleri olarak da, yani inançlararası bağlamda değerlendirilmelidir. Görüşülen ailelerde Almanyalı Türkler içindeki Alevi-Sünni Müslüman evliliği ise sadece iki adettir. Bu oran sadece derinlemesine görüşmelerin tamamlandığı 25 aileyi

79 Bkz. EK 2.

kapsamaktadır. Bu tabloya 2007 yazındaki katılımlı gözlem yoluyla izlenen düğünlerdeki dağılım eklendiğinde80 görünüm biraz daha farklılaşmaktadır (bkz.

Tablo 3). 2000’lerdeki düğünlerde (hem katıldıklarımda, hem görüştüğüm ailelerde) Almanyalı Türkler arasında memleketlerarası ve dinlerarası geçişlerin arttığı görülmüştür. Görüşülen kişilerin bilgilendirmesi ile gözlenen düğünlerin niteliği bu konuda tutarlılık göstermekte, bu veriyle uyum göstermektedir. Şimdilik son yıllarda söz konusu evlilik tutum ve yönelimlerinde önemli kriter farklılıklarının ortaya çıktığını belirtmekle yetineceğim. Konuya analiz başlığında detaylı olarak yorumlanacaktır.

Tablo 1: 2000 -2008 arası evliliklerde bölgesel dağılım

Berlin’de yapılan düğün törenlerinin medyada yer alması bu çalışmanın sorgu alanı içinde önemli yer tutmaktadır. Son olarak kısaca bilgi verilecektir. Toplam 25 düğün töreninin yedi tanesi medyada haber olarak yer almıştır. Yüzdelik olarak bu % 28’e denk gelmektedir.

80 25 aile içinde hem katılımlı gözlemle düğünleri izlenmiş hem de derinlemesine görüşme yapılmış üç aile vardır. Katılımla izlenen her düğün sonunda görüşme yapılmamıştır.

Çift No: Damat Gelin Akrabalık Tarih Din Etni

1. Amasya

(G.Doğulu) Amasya - Nisan 2007 Alevi Sünni Kürt-Türk

2. Rize Erzurum - 2007 Sünni Sünni Türk-Türk 3 Varto Bingöl - Mayıs 2007 Alevi Alevi Kürt-Kürt

4. Sivas Erzurum - 2007 Alevi Alevi Kürt-Kürt 5. Ankara

(Haymana)

Erzurum (Gelin Türkiye’den)

Akraba Haziran 2007 Sünni Sünni Kürt-Kürt 6. Muş Merkez Muş Merkez Akraba Haziran 2007 Sünni Sünni Kürt-Kürt 7. Rize Rize - Mayıs 2007 Sünni Sünni Türk-Türk 8. Tokat Tokat - Ekim 2007 Alevi Alevi Türk-Türk 9. Erzurum Adana - Haziran 2007 Alevi Sünni Kürt-Türk 10. Elazığ Ürgüp - Ekim 2007 Sünni Sünni Türk-Türk 11. Erzurum Erzurum Akraba Mayıs 2007 Alevi Alevi Kürt-Kürt

12. Özlem Erzincan Hatay - 2002 Alevi Sünni Kürt-Türk

13. Pınarlar Denizli Çanakkale - 2003 Sünni Sünni Türk-Türk

14. Yasemin Samsun ? - 2004 Sünni Sünni Türk-Türk

15. Mehtap Tunceli Giresun - 2006 Alevi Sünni Türk-Türk

16. Birol Urfa Konya - Ağustos 2007 Sünni Sünni Kürt-Kürt

17. Burcu Rize Adapazarı - Haziran 2007 Sünni Sünni Türk-Türk 18. Reyhan Erzincan Varto - Nisan 2007 Alevi Alevi Türk-Türk 19. Sevilay Erzincan Erzincan Akraba Nisan 2008 Alevi Alevi Türk-Türk

20. Ergün Tunceli Alman - 200??? Alevi-Alman Türk-Alm.

21. Okan Adana Alman 2001 Sunni-Alman Türk-Alm.

22. Handan Alman Varto - 2006 Alevi-Alman Alm.-Türk

Katılımlı gözlem sürecinde araştırmacı olarak politik ve dinsel kimliğimin sıklıkla merak konusu olduğunu daha önce aktarmıştım. Bu doğrultuda, merakın giderilmesinin devamında benim sözel olarak tanımlanışım gündeme gelmiştir. Bazı görüşmelerde, konuklara tanıştırılırken benim için kullanılan “bacımız”, “o da candır81”, “bizdendir”, “yananlardandır”82 gibi tanımlamalar, topluluğun dilsel dağarına ve buradan hareketle yaşam pratiklerine ilişkin ilk yorumları yapmamı sağlamıştır.

Bahsedilen kırsal ve geleneksel söz dağarı kendini düğün ve evlilik konusunda da sıklıkla göstermiştir. Elfane, duvak, düyşü, kızoğlankız, kınacı, kocaya kaçmak, berbi ve mihir, şabaş, süt hakkı, kardeş yolu gibi sözcüklere, aynı şekilde bölgesel halayların isimlerine (Çepki, Sivas Bagisi, Erzincan’ın Laz Barı, Horon, Ellik vs.) Türkiye’de değil de, ilk olarak Berlin’de rastlamış olmak benim için özel bir karşılaşma olmuştur. Bu Avrupa’da bir metropolde kültürel yerelleşmenin ve toplulukların yeniden etnikleşmesinin sürecini anlama konusunda yeni sorular akla getirecek derecede önemli olarak değerlendirilmiştir. Görüşmeler sürecinde dilsel repertuar üzerinden tespit edilen bu yelpaze maddi ve materyal gündelik yaşam unsurlarına doğru genişletilmeye çalışılmıştır.