• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DEN ALMANYA’YA, ALMANYA’DAN BERLİN’E

2.3. ÖRNEKLEMİN GENEL ÖZELLİKLERİ

2.3.2. Örneklemin Aidiyet Çerçevesi: Göçmenlik ve Aidiyet

Evlilikle ilgili ön bilgilere geçmeden önce ailelerdeki medya kullanımı kısaca yorumlanacaktır. Görüşmelere ve gözlemlere bağlı olarak ortaya çıkan bilgiler konuyla ilgili genel kabullerle çelişkilidir. Almanyalı Türklerin ağırlıkla Türk kanallarını izledikleri tespitleri yapılmaktadır. Bu çalışmada bu konuda daha farklı bir sonuç ortaya çıkmıştır. “Genellikle hangi kanalları izlersiniz” sorusuna verilen ilk cevap, sıklıkla “her iki tarafa da bakarız” olmuştur. Eşlerin tercihleri ayrı ayrı sorulduğunda ise farklı cevaplar verilmiştir. Fakat genel görünümde en belirgin sonuç, medya tercihinin her ikisini de içerdiği olmuştur. Burada da kadınların Alman medyalarındaki tercihlerinin ağırlıklı olduğu tespit edilmiştir.61 Kadınlar hakkındaki dil ve medya kullanımı konusunda buradaki bilgilerin, göçmen kadınların geneline yaygınlaştırılmaması gerektiği özellikle belirtilmelidir.

Güncel hayatı ulus-ötesi boyutlara taşıyan en önemli faktörlerden biri medyadır. Fakat diğer önemli unsur olarak kişilerin mekansal/coğrafi hareketliliğinin ulus-ötesi boyutları da unutulmamalıdır. Bu doğrultuda kişilere izin dönemlerini nasıl geçirdikleri, Türkiye’ye hangi sıklıkla gittikleri sorulmuştur. Genellikle senenin altı ayını Türkiye’de, altı ayını Almanya’da geçiren yaşlı kuşak bu kategoride dışarıda bırakılmıştır. Görüşülen ailelerin neredeyse tamamı izin dönemlerini hala Türkiye’de geçirmektedir. Dikkat çekici olan bir aylık izin süresinin ağırlıkla tatil bölgelerinde geçirilmekte olduğudur. Görünen odur ki, memlekete ancak yaşlı kuşak ve Türkiye’deki yaşlı akrabalar hatırına gidilmektedir. Orta yaş kuşağının önemli bir kısmı açısından memleket bağları zayıflamıştır. Bu konuda bir değişim daha izlenmektedir. İzin dönemi seyahatleri artık her zaman ailece yapılamamaktadır.

Önceden aileleriyle birlikte hareket eden çocuklar, artık gençlik dönemlerine girmişlerdir, ailelerinden bağımsız olarak, kendi planları ve takvimleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Ama bu, Türkiye’nin cazip bir tatil seçeneği olmasını gençler açısından bakıldığında da değiştirmemektedir.

kökensel yurt ile söylemsel ve hissel bağların tamamen yok olduğunu söylemek doğru olmaz. Bu bölümde aidiyeti belirleyen unsurların nasıl ve ne tür bir dengeyle kullanıldığına daha yakından bakılacaktır. Özellikle dikkat yöneltilmesi gereken ise söylemlerdeki pragmatik ve stratejik kaymalardır.

Kökensel yurda bağlılık uzak coğrafyadaki yeni yaşam koşullarında, önemli ölçüde imgesel olarak kuruluyor. Appadurai’nin de belirttiği gibi, göç ardyöreli topluluklar geride kalana her baktıklarında yaptıkları ‘sıla’yı imgelemlerinde tekrar inşa etmektirler. Orada memleket vardır; Tunceli, Erzincan, Varto, Rize, Tokat vardır. Memleketleri sorulduğunda söze dökülen yerler buralardır. Nostaljik ifadeleri aktaran yöndeki bu söylemlerden, coğrafya ile somut ilişkilenişin nasıl olduğunu izlemeye yöneldiğimizde, karşımıza daha pragmatik bir bağ çıkmaktadır. Bu bağ,

“Türkiye’de sağlık hizmetleri kötü. Orada insana kıymet değer verilmiyor. Orada yaşamak istesek de bir gün, gene de buradan ayağımızı kesmeyiz.” yaygın ifadesinde karşılığını bulmaktadır.

Ben biraz param olursa Türkiye’ye de gitmek istiyorum, orası benim memleketim çünkü. Ben ömrümü burada tüketmek istemiyorum ama burası da benim yani. Biz arada kalmışız. Buradan da kopamıyoruz Türkiye’ye kesin dönüş de yapamıyoruz. Ya insanın maddi durumu iyi olmuş olsa Almanya Türkiye arası mesela en güzeli bize. Öyle diyeyim ben sana.

Temelli Almanya’da kalacağım diye de bir şey yok.62

“Biz arada kalmışız” göçmenlerin sık kurduğu diğer bir cümledir. Oysaki M.T.’nin “Almanya Türkiye arası mesela en güzeli bize” ifadesi, Kaya’nın kitabındaki Azize A.’nın vurgusunu yinelemektedir (Kaya 2001: 202). Azize A, Almanca’daki arada kalmak deyimine (Zwischen zwei Stühlen sitzen) cevap vermektedir; iki sandalyesinin arasında bir üçüncü sandalye vardır. Yani göçmenlerin durumu bir sıkışma veya arada kalma olarak yorumlanmamalıdır.

Nitekim, görüşülen kişilerin neredeyse tamamı kendisini Almanya’da (Berlin’de) evinde hissettiğini belirtmiştir. Bu hissiyatın geçerliğini ekonomik yatırımların adresindeki değişim üzerinden de yorumlamak mümkündür aslında.

Görüşülen ailelerin önemli bir çoğunluğunun Türkiye’de yatırımı vardır fakat, bunun yanında Almanya’da yatırım da yavaş olmakla birlikte gelişmeye başlamıştır.

62 Me.T ve Mu.T ile görüşme protokolünden (21 Ağustos 2007).

Somut coğrafi bağların izi sürüldüğünde, görüşmelerde, köy/memleket (hometown) bağının, toprağa bağlı değil, insanlara bağlı kurulduğunu izlemek önemlidir. Süren ilişkilere ve sosyal bağlara dayalı bir tanım ve bu yönde beslenen duygusal yatırım, göçün mekansal boyutunun yanında zamansal boyutunu akla getirmektedir. Çünkü zaman ilişkilerin ömür süresi üzerinden akıp gitmektedir.

Mekanla bağ kuran bellek, artık uzaktaki bu yerlerle bağ kuramamaktadır. İzin dönemlerinde memlekete ancak orada kalan yakınları ziyaret etmek üzere gidilmesinin nedeni budur. Bir çok kişinin, Türkiye’deki memleketlerinde insanlar dışında yatırımları neredeyse hiç kalmamıştır. Görüşülenlerden biri, „köyde bir tek anneannem var, o da ölürse artık hiç kimsemiz kalmaz“63 cümlesini, Türkiye’deki memleketine neden çok az gittiğini açıklarken bir çok kişi adına kurmaktadır.

Nitekim görüşülen bir çok kişi64 Türkiye’deki memleketine gittiğinde sıkıldığını, zira artık köyünde neredeyse hiç bir tanıdığının kalmadığını belirtmiştir.65 Çünkü oraya gittiğinde, kalacağı bir evi yoktur. Başkalarının evine misafir olmanın ise sadece fizik yorgunluğu yoktur, bu aynı zamanda huzursuzluk da vermektedir.

Kısacası ailelerinin göç ettiği, kendilerinin de çocukluk sonlarına kadar yaşadıkları memleketler, genellikle yakınların kalmaması nedeniyle ıssızlaşmış yerlerdir.

Dolayısıyla görüşülen kişilerin çoğu için artık yabancı hissettikleri yer Almanya değildir; „orada kendimizi yabancı hissediyoruz“ derken kastettikleri yer Türkiye’deki memleketleridir.

50 yıla yaklaşan dış göç tarihi sürecinde, geride kalan ve geçmiş ile bağı güvenceye alan kişilere, akrabalara ne olmuştur peki? Bunu düşünürken, iç göçün kabaca 60 yıllık, dış göçün ise 50 yıla yakın bir dönemi kapsadığını, iki göç deneyiminin birbiriyle kesiştiğini göz önünde bulundurmalıyız. Yani aslında bir yandan insanlar Avrupa ülkelerine göçerken, eşzamanlı olarak geride kalan yakınlar da iç göç sürecini yaşamaktaydılar. Bu yanıyla memleket bağı çift yönlü olarak çözülüyordu. Göçmenlerin, izin dönemlerinde gittikleri yerlerin köyleri,

63 P.D. ve E.Ç. ile görüşme protokolünden (20 Temmuz 2007).

64 Burada kastedilen özellikle aile birleşmesiyle 1970’li yıllarda gelen yaş grubundan kişilerdir.

Almanya’ya daha geç tarihlerde ve yaşlarda gelmiş olan kişiler için bu yorum onların biyografik geçmişleri bağlamında her zaman geçerli olmamaktadır.

65 F.T. (31 Ağustos 2007), F.V. (26 Ağustos 2007), P.D. (20 Temmuz 2007), Ö.H. (9 Haziran 2007) ve alan günlüğünde yer bulan Davulcu C.A. ile görüşmeden.

memleketleri değil de, İzmir, Antalya, İstanbul gibi Büyükşehirler olmasının bir nedeni de bu olmalıdır. Yani, onların ulus-ötesi hareketliliği basitçe gurbet-sıla66 rotasında salınmamaktadır. Dolayısıyla memleket ile olan bağ hem iç göç nedeniyle, hem Almanyalı Türklerin memlekete yönelik değil, tatil bölgelerine ve Büyükşehirlere yönelik yatırım yapmasıyla, hem de ölümlerle gelen kuşak kaybına bağlı olarak hızla zayıflamaktadır. Fakat bu madalyonun bir yüzüdür.

Kimlik ve aidiyet ilintileri elbette duygusal ve nostaljik demirlemelere de hala bağlıdır. Doğma büyüme Berlinli, politik olarak aktif, genç bir Kürt kadının dudaklarından dökülen “…gene de insanın vatanı gibisi yok”67 cümlesinin aslında öğrenilmiş nostaljinin bir uzantısı olduğunu düşünürsek, durumu fazla mı hafife almış oluruz? Aşağıdaki örnekte, aileden oğula aktarılmış nostalji duygusunu, vatandaşlık bağı ile aidiyet bağı arasındaki kırılmayı bir arada izleyebiliriz:

Hedef Türkiye’nin iyi bir yerine yerleşmek olabilir. Bir daire alsak… Ama işte yerleşmekte değil mesele, mesele bir de çevre… Çevre sorunumuz var Türkiye’de. Biz burada kendimizi halen yerleşmiş sayamıyoruz ev de alsak, arsa da alsak, iş yeri de kursak… Yani yıllardır Alman vatandaşıyım ama sadece formalite… Alman yasalarından faydalanmak için … şu kadarcık yere Türksün diye sokmuyorlar yani niye faydalanmayayım. Almanız ama onlar bizden Türklüğü alamazlar, o bizim içimizde yaşayan bir özlem… ki bu özlemi benim çocuğum yaşıyor tişörtleri hep kırmızı beyaz. Düğünlere giderken hep onları giydi. Oğlum giyme şunları böyle abartılı görünüyor diyordum ama o, onunla gurur duyuyor; kendi alıyor kendi istiyor.68

Fa.T.’ın oğlu Burhan’ın hareketlerini ve tercihlerini yönlendiren duygu nostalji midir? Ulus-ötesi insan (ulaşım), mal (ticaret) ve bilgi hareketliliğinin (medya teknolojileri) sonuçlarının gündelik hayatta açıkça izlenebildiği bir dönemde bu soru da şüphelidir.

Söz konusu olan, kuşaklararasındaki ilişkide dolaşımını sürdüren nostaljinin, bir duygu olarak deneyimlenmekten ziyade küreselleşmenin ekonomik boyutuyla

66 Sıla burada ulus-devlet verisine bağlı değil, memleketi çerçevelemek üzere tanımlanmıştır. Nitekim, bu kabulü destekler şekilde, iç göç yaşayanlar açısından, göç ettikleri Büyükşehirler de gurbet (veya ilk gurbet) olarak deneyimlenmiştir.

67 Bu cümleyi Berlin’de doğup büyümüş olan kendini Kürt olarak tanımlayan ve politik olarak da aktif olan 18 yaşında bir genç kız kurmuştur. Burada özlenen bir Kürdistan mıdır söz konusu olan, yoksa Türkiye midir, pek anlaşılamamıştır. Kaldı ki “vatan” söyleminin siyasi olarak kurulan, retorik olarak oynanan bir söylem alanı olduğunu göz önünde bulundurmak ayrıca önemlidir.

68 Fa.T. ile H.T. ile görüşme protokolünden (25 Temmuz 2007). Ailenin oğlu 18 yaşındadır, Berlin doğumludur.

birlikte, tüketim dolayımında şekillenmesidir. Nostaljinin eksiklik ve özlem duygusundan beslendiğini, bir daha ulaşılamayacak bir geçmişe ilişkin imgelemin harekete geçirdiği duygusal bir durum olduğunu hatırlarsak, bugünün yeni koşullarında soruyu yinelemek anlamlıdır. Nostalji günümüzde ne ölçüde geçerlidir?

Eğer nostalji hissi göçmenliğin varoluşunun bir koşuluysa, nostaljinin tükendiğini söylediğimizde, bundan göçmenliğin de bittiği sonucu mu çıkar? Konuyu bu kadar karmaşıklaştırmaya gerek yok. Mevcut koşullara ve pratiklere bakmaya devam edelim.

Nostaljinin, geride kalan ile hatırlanan arasındaki geçitte, tatlar ile, kokular ile, temas ile bağı kurulur. Uzakta kalan her şey iç yakan bir özlem olarak yaşanır.

Küreselleşmenin uzağı yakın ettiğini söylerken, bunun göçmene sunduğu somut olanaklara bakmada örnekleri çoğaltalım. Önceden göç yollarında, Türkiye’den Almanya’ya dönerken, bagajlar memleketten yiyeceklerle dolduruluyordu.

Kıyafetler, işlemeler, kurutulmuş bitkilere saklanmış kokular, mektuplar ve fotoğraflar göçmenin bavulunda yolculuk ediyordu. Şimdi ise Türkiye’ye gittiğinizde ne getirirsiniz sorusunun cevabı görüşmelerin tamamında „bir şey getirmeyiz, burada her şey var“ olarak veriliyor.

“Artık eve dönüş mümkün değildir” (Chambers 2005: 99) tespitine bir cevap göçmenin “kesin dönüş” hayalinin zaten çoktan zayıflamaya yüz tutmuş olmasıdır.

Görüşülen kişiler için de, Türkiye’ye kesin dönüş yapmak gibi bir plan veya özlemin sürdüğünü söylemek neredeyse imkânsızdır. Eryılmaz ve Jamin’in (1998) derlediği çalışmaya başlık olan „Yaban sılan olur“ ifade olarak birinci kuşaktan bir göçmenden ödünç alınmış, nostaljik bir ifadedir. Bugün ise sıla ile yaban arasındaki tanımlayıcı ve ayırıcı çizgiler karışmaktan öte, gereksizleşmiştir. Memleket artık hem Türkiye’dedir hem Almanya’da, Berlin’dedir.

Fakat bu bilgiler, görüşülen kişilerin önemli bir çoğunluğunun kendini

“göçmen hissettiği” gerçekliğini de değiştirmemektedir. Görüşülen kişilerin önemli çoğunluğunun da işaret ettiği göçmenlik hissiyatı, özellikle Türklerin simgesel sermayelerinin yükselmemesine ilişkin veriler üzerinden yorumlanabilir. Zira simgesel sermaye dışarıdan onaylanmayla ilişkilidir ve Alman toplumu içinde

göçmen toplulukların en çok eksikliğini çektiği budur.69 Nitekim, Almanya’nın göçmen siyasetini olumlayan bir çalışma dahi, Türkiye kökenli göçmenlerde, haksızlığa uğradığını düşünenlerin % 69 oranında olduğunu belirtmek durumunda kalmış, ne var ki bu veriyi yorumlamaktan kaçınmıştır (Wilamowitz-Moellendorf 2003: 24). Göçmen toplulukta, “ilk geldiğimizde bizi çiçeklerle karşıladılar” cümlesi neredeyse, kuşaktan kuşağa aktarılan, serzenişli bir slogana dönüşmüştür. Sonuç olarak, 1980’lerden itibaren gündelik hayatta kendini gösteren yabancı düşmanlığı ve özellikle son yıllarda sertleşen göçmen yasaları, Türkiye kökenli göçmenlerin aidiyet ifadelerini kırılmaya uğratmaktadır. Hissiyat olarak göçmenlik kendini, özellikle vatandaşlığın yurttaşlık olarak özümsenmediği örneklerde göstermektedir.70 Gene de, bir sonraki başlıkta da takip edilebileceği gibi, Berlin kenti, göçmenlerin aidiyet bağları açısından özgül koşullar sunmaktadır.