• Sonuç bulunamadı

1.3. Modern Dönem ve Tüketim

1.3.9. Tüketim Kurgusunda Yaşanan Değişimler

Seri üretim merkezlerinin demografik yapısı da, tüketimi tetikleyici unsurlardan biri olarak görülebilir. Bilindiği gibi makineleşme ile birlikte imalat merkezleri ve fabrikalar, geniş alanlara yayılmış ve dağınık biçimde yerleşmiş bulunan nüfusları bir araya getirme işlevi görmüştür. Bu anlamda, sanayi merkezleri çok kısa sürede tarihte eşi benzeri görülmemiş bir hızda yoğun nüfus akımları yaşamış ve oluşan yeni kent merkezleri sosyal ilişkilerde eskiye göre hatırı sayılır değişimleri meydana getirmiştir. 1801- 1851 arası İngiltere’de sanayileşmenin yoğunlaştığı bölgelere olan istihdam ve daha iyi bir yaşam amaçlı göç akımları, bu demografik değişime örnek olarak verilebilir (Sherman, 179-181). Oluşan yeni demografik yapı, hayata dair önceliklerin değişimi ve tüketimsel kalıplarda farklılıkları beraberinde getirmiştir.

Kent merkezlerinde farklı kültürleri ve ortamları bagajlarında getiren değişik gruplardan ve kültürlerden insanların bir aradalığı ile birlikte, karşılıklı etkileşim daha komplike yaşam biçimlerini tetiklemiştir. Bu anlamda, etkileşime dayalı yeni talep biçimleri oluşmuş, bu talep biçimleri görecelilik üzerinden tüketimi etkilemiştir. Daha sonraları literatüre izafi mahrumiyet olarak giren kavram bir bakıma kentleşme, mobilite, iletişim ağları gibi modernleşme unsurlarının gelişimi sonrası farklı gelir gruplarının tüketim biçimleri üzerinden ortaya konmuş bir tanımlama olarak karşımıza çıkmaktadır.

On dokuzuncu yüz yılın son çeyreğinden itibaren modern yoksulluk kuramcıları yoksulluğu tanımlama biçimleri geliştirmişlerdir. Bunlar başlıca, geçimlik, temel ve izafi olmak üzere farklı biçimlerde değerlendirilmiştir. Yoksulluğun geçimlik olanı; fiziksel yeterliliği sürdürmek için asgari gerekli olan miktarı esas alır. Bu tanıma dönük eleştiriler, 1970’li yıllarda yeni bir yoksulluk tanımının ortaya konmasını sağladı; temel ihtiyaçlar ölçeğinde yoksulluk. Yeni tanım iki unsurdan oluşmaktaydı. Birincisi, bir ailenin minimum tüketimi, ki buna temel yeme, içme ve barınma ihtiyaçları girer. İkincisi ise toplum tarafından ve toplum için gerçekleştirilen temiz su tedariki, toplu taşımacılık, genel sağlık, eğitim gibi hizmetlerdi. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru izafi yoksulluk tanımı geliştirildi; daha çok sosyal bir tanımlama olup önceki dönemler

ile başkaları ile kıyaslama, çevresel olanaklar, sosyal yaşamdan dışlanmayı önleyen ve makul katılıma imkân tanıyan kapasiteden yoksunluk olarak tanımlanır (Townsend, 2006: 5-6).

Bu bağlamda, gelişen modernleşme olanaklarının demografik ve sosyal dokuya olan etkileri, kısa sürede tüketim kalıplarına yansımış ve insanlar geçmişe göre daha fazla tüketen özellikler sergilemiştir. Modern dönemde karşılaşılan bu yeni durum daha doğrusu seri üretim ve seri üretim merkezlerine doğru gerçekleşen yoğun akınlar, tüketimi hem bireysel hem de toplumsal bir olgu olarak belirginleştirmeye başlamıştır. Zira alım gücünde yaşanan değişimler – hem yeni istihdam biçimleri ve olanakları hem de teknik gelişmelerin olanaklı kıldığı belirli ürünlerin daha ekonomik bir hüviyet kazanması- tüketim alanında görece kitlesel tüketime imkân sağlamıştır. Stearns’e göre sanayileşme dönemi ile birlikte giderek artan tüketim kültürü, eskiye göre tamamen yeni bir durum olmayıp, talep edilen nesnelerin ve tüketimsel arzuların geleneksel döneme kıyasla sadece seçkin ve varsıl kesim arasında sıkışıp kalmaması, giderek artan oranda toplumun geneline yayılma olanağı bulmasıydı (2001b: 2). Premodern dönemlerde zenginler dışındaki insanların genel olarak alım gücü görece daha düşüktü (Stearns, 2001b: 6).

Tüketim kurgusunu değiştiren bir diğer neden olarak reklamcılık ve kitle iletişim araçları gösterilmektedir. Bu araçlar insanlarda arzu ve ihtiyacı kamçılamakta, bu da tüketimi daha cazip hale getirmektedir (Sennett, 2011: 89). Geleneksel dönemin panayır ve seyyar satıcısının yanı sıra dükkân ve büyük mağazaların ortaya çıkışı ve yeni pazarlama biçimleri, on sekizinci yüzyılda toplu tüketimciliğe önemli katkılar sunmuştur. Mağazalar promosyonlara o dönemde başlamıştır. 1670’te Fransa’da ilk kez ortaya çıkan stilistik çizimler içeren moda dergisi, 1770’te İngiltere’de basılı yayına geçmiş ve bunlar seçkin sınıftan ziyade, özellikle ortalama hanımefendilere hitap etmiştir (Stearns, 2001b: 16-17).

Aydınlanma ile birlikte artan seküler tasavvurun da bazı insanlarda yeni dönem tüketimciliğine katılma arzusu yarattığı söylenebilir. Zira insanlar sahip oldukları dini değerler gereği, rahat ve savurgan davranmanın doğru olmadığını genel olarak kabul etmektedirler (Stearns, 2001b: 29).

Ancak ileride postmodern/post-endüstriyel dönemin tüketim biçimlerine daha detaylı bakıldığında görüleceği gibi, sanayileşme ile birlikte artan modern tüketimsel davranış kalıpları, öncesine göre daha dinamik, daha kapsayıcı ve daha değişken

olmasına karşın, postmodern dönem ile kıyaslandığında daha statik ve istikrarlıdır. Stearns, sanayi devrimi ile artan tüketim kurgusunu kendi içinde iki döneme ayrırır: on sekizinci yüzyılda başlayıp on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar olan birinci evre tüketimcilik ile 1850’den sonraki evre. İkinci dönemde, tüketimcilik daha da yaygınlaştı ve daha farklı ürünlere yönelim arttı. Önceleri giyim-kuşam, mefruşat benzeri sınırlı kalemlerde gerçekleşen genel tüketimcilik bunların yanı sıra daha dayanıklı ve daha pahalı ürünlere yönelmeye başladı. Yine boş zaman anlayışı daha güçlü bir şekilde tüketimsel alana kaydı (2001b: 44).

Kapitalist birikim sistemi, erken dönemde bireyi ağırlıklı olarak proleter olarak görür ve onu üretici yanı ağır basan bir araç gibi görme eğilimindedir. İşçi ile boş zaman ilişkisi ihmal edilir ya da bu yön nerdeyse hiç düşünülmez. Meta üretiminde yaşanan bolluk, tüketim pazarlarını herkes için gerekli gören bir aşamaya gelince, üretici popülasyon olan proletarya tüketimin hedef kitlesi olarak belirlenir. Sistemin idamesi ve konsolidasyonu tüketici bireye ihtiyaç duyar olur. Böylece meta hümanizmi işçinin boş zamanını değerli bulmaya başlar ve bu alanı üretim gücünün bir unsuru yapmaya yönelir (Debord, 2012: 51-52). Artık birey, sadece üreten değil aynı zamanda ürettiğini tüketen olmak durumundadır. Bu nedenle tüketim pazarı sadece varlıklıları değil ücretlileri de önemli bir pazar olarak görüp bu yönde yeni kültürel kodlar geliştirmeye yönelmiştir.

İktisadi büyüme, doğanın boyunduruğundan kurtardığı toplumları yeni bir baskı alanına dâhil etmiştir. Bu yeni egemenlik, kurtarıcının hegemonik sahasıdır. Yani doğaya karşı geliştirilen ekonomik bağımsızlık, ekonomik bağımlılığa, metâya yöneltmiştir. Diğer bir ifadeyle, gerçek doğanın esaretinden sahte doğanın esaretine geçiş olmuştur. Sahte doğanın talebi, insan emeğinin sonsuza kadar hizmetinde olması şeklindedir (Debord, 2012: 50).

Zukin, günümüz tüketicisinin üretim bilgisinden yoksun olduğunu ileri sürer. Bir ineğin nasıl sağılacağını, ekmeğin nasıl pişirileceğini ve eşya muhafaza etmeyi bilemez olmuştur (Sennett, 2011: 91). Bu anlamda, tüketim bilgisine yönelen birey tiplemesine daha çok rastlamaktayız. Artık değerli olan, gündelik yaşamdaki bir nesnenin nasıl yapıldığı ya da nasıl onarıldığı değildir. Değerli olan tüketim becerisidir. Bir giysi söküğünün dikimi anlamlı değildir ancak hangi renk uyumunun daha incelikli ve estetik olacağı önemli olmaktadır. Yani üretim bilgisi değil tüketim bilgisi yükselen değer olmuştur. Baudrillard’a göre artan savurganlık, bir çöp sepeti uygarlığı ortaya

koymaktadır. Uygarlık konsepti tüketim üzerinden belirlenir bir hal alınca, kişinin nasıl bir birey olduğu, tüketim frekansı üzerinden ölçülmeye başlanmıştır (2013a: 38).