• Sonuç bulunamadı

1.3. Modern Dönem ve Tüketim

1.3.5. Bilimsel ve Teknik Gelişmeler

Modernleşmenin önemli bileşenlerinden biri de bilimsel ve teknik gelişmelerdir. Modernleşme sürecinin anlaşılması noktasında teknik alanlarda yaşanan değişimler ve ilerlemeler, hem değişimi hızlandırmış hem de yeni birçok yapısal formun sürdürülebilirliğine ve yayılmasına olanak sağlamıştır.

Ancak, bilimsel ve teknik gelişimin modernleşme sürecinin maddi boyutu olarak önemi, sosyal ve politik alana dışsal, izole ve bağımsız bir değişken olarak görülmesi anlamına gelmemektedir. Zira bilimsel ve teknik gelişimler, sosyo teknik etkileşim sonucu oluşan ilerlemelerdir. Eş deyişle teknik gelişimler, uygun sosyal ve politik zeminlerde etkin biçimde ortaya çıkarlar. Genelde tarihsel teknik gelişmeler, özelde sanayi devrimi öncesi ve sonrası artış gösteren teknik ve bilimsel gelişmeler, ortaya çıktıkları toplumların sosyopolitik ve sosyoekonomik zeminleriyle yakın ilişkilidirler. Öyleyse sosyal süreçler, deterministik teknolojik gelişimlere uyum gösteren yapılar değil, onlar ile çatışma, uzlaşma, müzakere gibi etkileşimsel ilişkiler geliştirebilen görüngülerdir (Bruland, 2001: 14).

Günümüzde de teknik ve diğer alanlardaki gelişmeler farklı sosyal ve kültürel formlar dâhilinde teşvik bulmakta ya da engellenmektedir. Söz gelimi, Nobel ödülleri küresel ölçekte gelişimsel alana sunulan sosyal ve ekonomik katkı ve destek görevi görmektedir. Keza ulusal ve uluslararası diğer birtakım ödüller ve onur seremonileri,

bilimsel ve teknik alanlardaki gelişmelerin sosyal, ekonomik ve politik boyutunun önemini ortaya koymaktadır (Mokyr, 2003: 36). Kuşkusuz belirli alanlarda etik anlamda birtakım engelleyicilerin rolü de bilim ve teknoloji ile kültürel kodların ilişkisini ortaya koymaktadır. Söz gelimi öjenik (eugenic) birtakım teşebbüslerin, yaratacakları tehlikelerden ötürü engellemeler ile karşılaştığı bilinmektedir. Öyleyse bilimsel ve teknik yenilikler, kendilerinden menkul vakalar olmayıp, tarihsel ve toplumsal boyutları olan gelişmelerdir. Sanayi devrimi de bu bağlamda değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Sanayi devrimini mümkün kılan teknik gelişmeler, dönemin sosyal değişim ve dönüşümü ile alakalı olarak hız kazanmıştır. Aksi takdirde sosyal yaşam teknolojiye sekonder ve bağımlı bir değişken olarak görülme riski ile karşı karşıya kalır. Oysa, bilimsel ve teknik gelişim ile toplum arasındaki ilişki sembiyotik bir ilişkidir. Bu perspektiften hareket ile sanayi devriminin özelliklerine bakmakta yarar vardır.

Demiryolları ve buharlı gemi, on dokuzuncu yüzyılın birinci yarısında ulaşım olanaklarını olabildiğince hızlandırmıştır. Telgrafın bulunması da iletişimde devrim yapmıştır. Odun kömürü yerine kömürün kullanılması, çelikte Bessemer işlemi yöntemi, matbaanın otomatikleşmesi, hayatı kolaylaştıran peş peşe gelen yeniliklerdir. 1870’e gelindiğinde, elektrik ve gaz ile çalışan motorların kullanımı ile bazı tarihçilerin ikinci sanayi devrimi olarak nitelediği gelişmelere tanıklık edilmekteydi (Bruland, 2001: 19).

Sekülerleşen dünya görüşleri sonucu ortaya çıkan yeni siyasal ve yönetsel tasavvurlar ile teknik ilerlemelere bağlı olarak artan nesne üretimi, iki noktada değişime zemin oluşturmaktaydı; seküler kuramsal yönelimlerin vücuda getirdiği modern birey prototipi ile Reformasyona bağlı olarak ortaya çıkan dindar bireysellik tipi yayılmaktaydı. Gelişmeler eşya üretimini hem yaygınlaştırmakta hem de retrospektif ölçekte görece tüketim olanaklarını arttırmaktaydı. Gelişen yeni durum, modernleşme zemininin taşlarını yavaş yavaş örerken, günümüzün tüketim toplumlarının temel unsurlarının ilk örneklerini de vermeye başlıyordu.

1.3.6. Modern Dönem ve Tüketim

Modern toplum, gelenek karşıtlığına dayalı gelişen, insanı merkeze alan, çevresi ile olan ilişkisinde daha etkin ve belirleyici olan bireyleri öne çıkaran bir özelliğe sahiptir (Ercan, 1996: 29). “Modernite, modernizasyon yoluyla oluşan bir ilerleme deneyimine ilişkin olduğundan, bu konuda yazılanlar, daha çok uzay ve mekânda

olmayı (being) değil, olmaklığı (becoming) süreci şeklinde geçiciliği vurgulama eğilimindedir” (Harvey, 1992: 205). Max Weber’e göre modernlik gökle yer arasındaki ittifak ve birliği kaldırır ve dünyanın büyüsünü bozar (Touraine, 2012: 126).

Baudelaire, “modernite ile dünyeviliği, geçiciliği, olumsallığı, diğer yarısı ebedi ve ölümsüz olan sanatın öteki yarısı olduğunu kastediyorum.”der(Jennings, 2006: 24). Ona göre modernite, sadece ussallığa dayalı bir olgu değildir. Çünkü modernlik, aşırı spontanlığa alan açar ve imkân tanır (Benjamin, 2006: 139). Baudelaire’in bu tanımı, tüketim toplumu modernlik ilişkisini daha iyi tanımlamaktadır. Çünkü ağrılıklı olarak modernite, saf rasyonalitenin izdüşümü gibi mülahaza edilir. Oysa bu sadece yaygın bir yanılgıdır. Baudelaire’in Paris Kasveti’ndeki (Paris Spleen) nesir şiirlerine bakıldığında, dönemin olumsallığına ve genel kabul gören etik anlayışın olmadığına dikkatleri çeker. Paris Kasveti eserinde Paris’i ve moderniteyi anlatan Baudelaire, yeni ahlâk anlayışının önceden belirlenen üzerinden, yükümlülükler ve yasaklar ortaya koyan ve deneyimi belirleyici olan bir ahlâk olmadığını; aksine modern dönem ahlakının deneyimlenen pratiklere o an verilen kararlar ve tepkilerle ortaya çıkan bir şey olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla dogmatik ve önceden belirlenmiş olan bir ahlâkı değil, yaşarken edinilen bir nitel durum olarak ahlakı tanımlar. Geçiciliğe, değişime ve göreceliliğe vurgu yapar. Bu anlamda modern tepkileri, geleneksel kurallar çerçevesinde oluşan tepkilere tercih eder ve kural eksenli ahlaki tepkilerin sahte olduğunu ileri sürerek, modernliğe bakışı olumlar. (MacKenzie, 2008: xxiii).

Modern dönem tasavvuru, lineer (Beriş, 2005:484) bir anlayış temeline dayalı olduğundan geçmiş ile ya da geleneksel dönem ile arasına mesafe koymayı ve hiyerarşik bir üstünlüğü ileri sürmektedir. Callinicous’a göre “Modernlik, tarihsel olarak geleneksel toplumun durağan doğasından radikal bir kırılmayı temsil eder” (Ercan, 1996: 29).

Jameson, modern insanın bu tasavvuru içselleştirdiğini anlatmaya çalışır. Modernite sözcüğünün kavramsallaştırması, geleneksel dönem karşıtlığı ile öylesine özdeşleşmiş bir durum ki; milattan sonra beşinci yüzyılda Pope Gelasius’un modernite tabirini kullanması oldukça şaşırtıcı gelmektedir. Oysa, o dönemdeki çağrışım günümüzde olanın, geçmişe karşı imtiyazlılık ve üstünlüğünü ifade etmemektedir. Orada geçmiş ve şu an bir devamlılık halindedir ve ayrışma yakın geçmiş ile şu an arasında olmaktan ziyade mevcut zaman ile İsa’yı canlı görenlerin dönemi arasında bir ayrım olarak ifade edilir. Bu anlamda modernus şu an, mevcut dönem demektir ve bu

ayrım sadece lineer düzlemdeki kronolojik ayırımı verir. Ayırım, hiyerarşik bir değer ya da bakışı içkin değildir (2002: 17). Ancak tersi yaklaşımlar daha yaygın görünmektedir. Söz gelimi, Krishan Kumar, Jameson’un tersi bir tanımlama yapar: Bu kavramın antik ile keskin bir ayrışmayı ifade ettiğini dile getirir. Antik dünya pagandı, ancak modern dünya Hıristiyan’dı. Modern dönem aydınlık, antik dünya ise karanlık dönemdi. Öyleyse modernite, orta çağ Hıristiyanlığının icadı bir kavramsallaştırmadır (2005: 91). Her iki durumda da ortaya çıkan tarihsel analiz, “modern” kavramsallaştırmasının, Hıristiyan kültüründe var olan bir dönemselleştirmeye tekabül ettiğidir. Oysa, Kumar’ın ifade ettiği gibi genel algı modern dönem kavramsallaştırmasının, Aydınlanma felsefi alt yapısına dayalı seküler bir dönemi ifade ettiği şeklindedir. Genelde on yedinci yüzyılda bu fikrin doğduğu tezi kabul edilir (2005: 99). Jameson’un tanımında modern olan şu anı yakın geçmişten ayıran nötr bir nitelik iken, Kumar’da daha yeni olana referans söz konusu olduğundan değer yüklüdür.

Konumuzun modernlikle olan bağlantısı daha çok üretim-tüketim ilişkileri çerçevesinde olduğundan, bu döneme dair – konuyla doğrudan bağı görece az olan- modernleşme bileşenlerine kısaca değinilmesinin daha sağlıklı olacağı düşünülerek modernleşmenin tarihsel süreçte geçirdiği evrilmelere kısaca değinilmiştir. Bu bölümde, modernleşmenin tarihsel sürecinde giderek artan seküler bireyselliğe ve maddi alanda yaşanan gelişmelerin kolaylaştırdığı tüketim olanaklarına paralel olarak artmaya başlayan tüketimsel davranışlar, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.

Modern dönem tüketim ilişkilerinin sağlıklı analizlerinin yapılabilmesi için, modern dönemi geleneksel dönemden farklılaştıran üretim-tüketim korelasyonu çerçevesinde birtakım bileşenlere göz atmakta yarar vardır.

Bilimsel alanda yaşanan gelişmeler, üretimde ortaya çıkan yeni gelişmeler, makineleşme ve seri üretim tarzları, modernleşmeyle birlikte hız kazanan kentleşme ve metropol hayat tarzları, evren ve insan tasavvuru konularında görülen paradigmatik değişimler ve kırılmalar, totalde insanların hayat algısını geleneksel toplum yapısına göre oldukça değiştirmiş ve bu değişim tüketim alanında da gözle görülür şekilde farklılaşmayı ortaya çıkarmıştır.

Sanayi devriminin gerçekleştiği on sekizinci yüzyıl’a ait yüz elli bin belge üzerinde online yapılan bir çalışmada tüketim (consumption) sözcüğü sadece yedi yerde geçmektedir (Bauman, 2007: 53).

Dolayısıyla tüketimin tarihsel ve toplumsal boyutunun irdelenmesi, daha sağlıklı çözümlemeleri sağlayacaktır. Modern dönemin tüketim kalıpları, geleneksel döneme göre, görece daha hareketli ve çeşitli olmasına karşın ileride göreceğimiz postmodern tüketim kalıpları ile kıyaslandığında daha zamana yayılan, daha istikrarlı ve daha az hızda değişen biçimlerdir. Bu anlamda modern dönem tüketim biçimleri, geleneğe göre daha ileri ve hareketli iken postmodern döneme göre daha geri ve durağandır, denebilir. Karşılaştırma ileride ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Modern dönem kültürüne öncülük eden sanatsal muhalif kültürler, on dokuzuncu yüzyılın başkentlerinde ortaya çıkmıştır (Seigel’den aktaran, Featherstone, 1996: 130). Aslında, postmodernlikle ilişkilendirilen gündelik hayatın estetikleştirilmesi ya da üsluplaştırılmasının temeli modernlikte yatmaktadır. Lyotard’ın, postmodernizmi sona ermiş modernizm sonrası bir durum olarak görmeyip süreğen bir modernlik (Featherstone, 1996:133) olarak tanımlaması bu anlamdadır. Ancak, tüketim kalıplarındaki yaygınlık ve yüksek kültürle sınırların ağırlıklı silikleşmesi, postmodern dönemde net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bohem hareketlere1, yine on dokuzuncu yüzyılda rastlanmaya başlanır. Söz gelimi, 1848 devriminden sonra Paris’te bu tür akımlar görülür. Ancak kökeni daha eskilere dayanır. Orta sınıf bohemler, geleneksel dönem karnavallarındaki birçok muhalif davranış biçim ve yaklaşımlarını farklı bir tarzda yeniden üretmiştir. Ortaçağ karnavallarında gündelik hayatın estetikleştirilmesiyle ilgili oldukça farklı davranış kalıplarına rastlanmaktadır. Tüm bunlar kesik yapılardan çok, sürekli olgusal yapıların farklılaşan biçimlerine dair ipuçları vermektedir. Yine panayırlar2 aykırı ve muhalif

kültürlerin hayat bulduğu ortamlardır. Çünkü panayırlar iktisadi işlevlerinin yanı sıra zevk ve eğlence merkezleridir. Yereldirler ve şenliklidirler. Ancak yerelliğin muhafazasının yanı sıra farklı kültürlerin melezleştiği etkileşim ortamlarıdırlar. Farklı mekânlardan ve sosyal sınıflardan insanları bir araya getiren yerlerdir. Yüksek kültür ile popüler kültürün buluştuğu mekânlar olmuştur. Panayırlar, on dokuzuncu yüzyılda gelişen ve artan alışveriş mağazaları ve alış veriş merkezlerinin bir bakıma öncüleri olmuştur (Featherstone, 1996: 135-137).

1 Bohem hareketlere ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Seigel (1986) Bohemian Paris, Newyork: Viking;

Hauser (1982) the Sociology of Art, London, Routledge&Kegan Paul.

2 Panayırların ticari ve kültürel işlevleri için bkz. Stalyybrass P. ve White (1986) The Politics and Poetics

Yeni tüketim kültürü, yaygınlaşan tüketimsel davranış kalıpları ve gelişen heterojen yaşam biçimleri ile sanayi devrimi sonrası toplumları, önceki kırsal yaşam biçiminden büyük oranda ayrışır. Yeni dönem hem üretim hem de tüketim açısından büyük bir değişim yaşamıştır. Üretim ile tüketim arasında mütekabiliyet esasına dayalı bir ilişki gelişmiştir. Tüketim, üretimi, üretim de tüketimi etkilemiştir.