• Sonuç bulunamadı

1.3. Modern Dönem ve Tüketim

1.3.11. Moda

Moda, toplumun belirli bir kesimi tarafından farklı ve önde olma arzusuyla sıradanlaşma kaygısından uzaklaşmayı hedefleyen bir davranış kalıbıdır. Wilson moda fenomenini şöyle tanımlar: Moda kent kökenli bir görüngüdür. Güzellik, başarı ve kenti birbirine bağlar. Önceleri kentli olan moda, daha sonraları anakentli ve şimdilerde

dünyalı (cosmopolitan) oldu. Tüm ulusal, yerel ve bölgesel farklılıkları kullanmaya başladı (2003: 9). Genel geçer olana ve yaygın olana bir tepki veya farklılığı koruma biçimidir. Bu anlamda moda seçkinci bir reflekstir ve her zaman var olma noktasında kendisini yeniden üretir (Simmel, 2013: 104). Varlığını öz karşıtlığına ve öz-çelişkiye borçlu bir fenomendir. Modanın işlevsellik noktasında ayırıcı ve birleştirici bileşenleri içermesi ve bunları senkronize bir tarzda gerçekleştirmesinin yanı sıra ontolojik moda fenomeni geçicilik, daralma, normtaiflik ve hız olgularını içkindir (Wilson, 2003: 3-6). Ancak bu geçicilik, göreceli bir durum olup tarihsel ve toplumsal faktörlerce belirlenir. Geleneksel toplumlarda moda, sınıfsal ayrımları ve sınırları belirleyen bir olgu olarak daha seyrek yenilenen, ancak uzun erimli bir nitelik taşır.

Sınıflararası akışkanlığın olmadığı veyahut oldukça yavaş olduğu dönemlerde moda fenomeni istikrarlı (Simmel, 2013: 127) bir seyir takip etmiştir. Zira alt ve orta kesimlerden yukarıyı zorlayan şartlar oluşmadığından moda olan bir kalıbın değişimine pek ihtiyaç duyulmamıştır. Bu anlamda modanın istikrarsız ve dalgalanmalı yapısı ve hızlı değişime uğraması daha çok on dokuzuncu yüzyıldan sonra rastlanan bir durumdur. Hayat tarzlarında, üretim teknik ve biçimlerinde yaşanan değişim bu konuda oldukça etkili olmuştur. Seri üretimin maliyetleri düşürmesi, özellikle giyim kuşam alanında farklı tarzları deneme imkân ve zeminini daha ulaşılabilir kılmıştır. Wilson, ilk dönemlerde zengin ve soyluların tüketimsel davranış kalıbı olan modanın, sanayileşme ile birlikte sair grupları da pazar alanına dâhil ederek, kendilerini ifade etmelerini ve geliştirmelerini sağladığını ifade eder (2003: 12). Yüzyıllar boyu insanların giyim tarzı ile sınıfları arasında bir korelasyon söz konusuydu. Kıyafetin gelenek ve kültür ile belirlenimi doğal bir durum olarak algılanmaktaydı. Bu konuda bir diğer grubun kıyafet ya da stiline öykünme yoluna gidilmezdi; zira farklılık, doğal bir hususiyet olarak mülahaza edilirdi. Bu kabul öylesine güçlüydü ki birinin kıyafet değiştirmesi kendi varlığını ya da sınıfını değiştirmesi ile eş anlamlıydı (Barthes, 2013: 60).

Dolayısıyla, lüks ya da moda giysilerin kullanımı görece istikrarlı bir seyir takip etmekteydi. Değişim uzun aralıklar ile mümkün olabiliyordu. Feodal ve geleneksel toplum yapılarında yaşanan hiyerarşik yapının sınırlarının silikleşmesi ve tabakalaşmalarda yaşanan akışkanlık, moda eğilimlerin daha hızlı değişimini ortaya çıkarmıştır.

İnsanlar, bir üst yapının davranış kalıplarına öykünmenin yanı sıra arzulanan taklidi gerçekleştirme imkânı bulmuştur ve bu durumda olgusal modanın varlık sebebi

olan seçkincilik alanını tehdit ettiğinden, varlığını farklılık ve dar bir biçimsellik üzerinden yeniden üretmek zoruna kalan moda, görece istikrarsızlaşmıştır. Yaygınlaşan bir biçim artık moda olarak tanımlanamaz, çünkü sıradanlaşmıştır. Simmel, bu özelliği şöyle açıklar: “modanın yaygınlaşması aynı zamanda onu yokoluşa sürükler, çünkü yaygınlaştığı zaman ayırt edici olmaktan çıkacaktır… O daima geçmiş ile geleceğin eşiğinde durur ve bu sayede bize, en azından doruk noktasında olduğu müddetçe, başka pek az fenomenin verebileceği güçlü bir ‘şimdi duygusu’ verir” (Simmel, 2013: 110).

Modern sosyolojinin önde gelen düşünürlerinden olan Simmel, modanın felsefesini yaparken dikotomik bir uyumdan bahseder. Bunun temelinin insan hayatında ve tarihinde var olduğunu ve hayatın dinamik yapısının kendi deyimiyle ‘hayatın tininin’ temelini ve tüketilmemiş fırsatlar çokluğunu, bu zıtlığın oluşturduğunu ileri sürer. Var olan ikiliğin doğrudan tanımlanamayacağını, ancak somutlaşan formlar üzerinden anlaşılabileceğini veyahut gözlemlenebileceğini ifade eder. Bu konuda birçok örneğe başvurur. Söz gelimi, insan türünün hem harekete hem de sükûnete olan ihtiyacı bu ikiliğin önemli bir örneğini teşkil eder. İnsanlık tarihinde oluşan dinamik yapıda da bu ikilik gözlenir. Bir yandan benzerlikler, eşitlikler, sosyalleşme biçimleri; öte yandan farklılıklar, değişimler, biriciklik özlemleri; taklit ve kişisel üslup bileşenleri (Simmel, 2013: 102-103). Yapılarda yaşanan zıtlıkların aslında uyum biçimleri ve süreçleri olduğunu düşünen Simmel, modayı bu bakış açısıyla analize tabi tutar. Modanın barındırdığı ikiliği farklılaşma ve benzeşme ya da ayrışma ve eklemlenme olarak çözümler.

“Moda, verili bir örüntünün taklididir, bu nedenle de toplumsal uyarlanma yönündeki ihtiyacı karşılar; bireyi, herkesin yürüdüğü yoldan ilerlemeye sevk eder: her ferdin davranışını salt örnek haline getiren genel bir durum ortayakoyar. Aynı zamanda, ayırt edilme ihtiyacını, farklılaşma, değişim ve bireysel aykırılık eğilimini de tatmin eder” (Simmel, 2013: 104). Modayı biçimcilikten ziyade sosyolojik işlevselliği ve hayat dinamiğinin temel taşı olan ikili gerilimli yapısı açısından ele alan Simmel, devamında şu tespitte bulunur: “ O halde moda toplumsal eşitlenme eğilimi ile bireysel farklılaşma ve değişim eğilimini tek bir eylemde birleştirmemizi sağlayan çok sayıdaki hayat formunun özgül bir örneğinden başka bir şey değildir. Şimdiye dek sadece içeriklerinin gelişimi açısından incelenmiş olan modaların tarihini, toplumsal sürecin formu açısından taşıdıkları anlam itibariyle inceleyecek olsaydık, şunu görürdük: “Modaların tarihi, birbirine karşıt bu iki eğilimin tatmini ile zamanın bireysel ve toplumsal

kültürünün koşulları arasında giderek daha da kusursuz bir uyum yaratma yolundaki girişimlerin tarihidir. Modada gözlemlediğimiz tekil psikolojik özelliklerin hepsi, modanın bu temel özüne uyar” (Simmel, 2013: 104-105).

Modanın önemli bir bileşeni olan marka, tüketimi tetikleyici bir özelliğe sahiptir. Günümüz üretiminin çoğu, kullanım nesnesinde kısmi farklılıklar oluşturmak suretiyle marka oluşturmaktadır. Sennett buna ‘platform inşası’ demektedir. Tek tip seri üretimden farklılaşan bu üretim biçimi, ufak tefek farklılıklar yaratarak bir imaj meydana getirir. Bu modern platform üzerinde yapılan değişiklik kısmına ‘altın kaplama’ denir. İmalatçı, kısmi değişiklikleri alabildiğince abartılı göstererek ya da sunarak markayı ön plana çıkarır. Bu durumda marka, ürünün kendisinden daha değerli görünür ve daha pahalı olur. Yüzde onluk bir değişiklik, neredeyse yüzde yüzlük bir fiyat farkına götürür (Sennett, 2011: 91-92).