• Sonuç bulunamadı

1.2. Geleneksel Dönem ve Tüketim

1.2.3. Tüketimsel Farklılıklar

1.2.3.4. Cinsiyet ve Tüketim

Cinsiyet açısından yapılan çalışmalar, kadının genelde toplumsal cinsiyet boyutunu serimleme çabaları şeklinde görülmektedir. Geleneksel toplumlarda kadın, genelde daha çok aile, sınıf, ırk gibi sosyal aidiyetler dâhilinde bir varlık olarak görülmüştür.

Modernleşmenin önemli sacayaklarını oluşturan süreçte ve Aydınlanma döneminde de kadınlar geri planda yer almaktadır. Söz gelimi, Aydınlanma dönemi Fransız düşünürleri, kadın konusunda daha geleneksel bir duruş sergilemişlerdir. Hatta

bu duruma itiraz mahiyetinde 1792 yılında İngiliz bir yazar olan Mary Wollstonecraft, kadın hakları savunması konulu bir kitap kaleme alır. Bu kitapta aydınlanmacı ruhun neşv ü nemâ bulmasının gerçekleşebilmesi için, toplumun yarısını oluşturan kadının bu projeye aktif dâhil edilmesini savunmuştur. Aksi takdirde hedeflenen değişimin gerçekleşemeyeceğini ileri sürmüştür (Sherman, 1991: 70).

Cinsiyet-tüketim ilişkisi, hem genel tüketim hem de gösterişçi tüketim davranış kalıpları açısından üzerinde durulması gereken önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Stearns’e göre, modern dönemler ile kıyaslandığında, toplumsal rollerin birey tercihlerinin üstünde oldukça etkin olduğu geleneksel toplumlarda, kadınların tüketim davranışları ile cinsiyetleri arasında güçlü bir korelâsyonun olduğu göz ardı edilemeyecek bir olgudur. Modern dönemlerde toplumsal cinsiyet kavramsallaştırması çerçevesinde oluşturulan rol tanımlamaları, haklar, yükümlülükler ve beklentilere yönelik eleştirel çıkışlar ve yaygınlaşan tasavvurlar, cinsiyet bağlamında var olan birtakım kabullerin değişimini beraberinde getirmiştir (2006: 165). Bu değişim toplum merkezli davranış ve rol sergilemeleri yerine daha çok birey merkezli yaklaşımları olumlamış ve mevcut durum cinsiyet eksenli tüketim kalıplarında da değişimi getirmiştir.

Dolayısıyla modern öncesi dönem davranış ve tüketim kalıplarının cinsiyet üzerinden belirleyiciliği, bu dönemin tüketimsel alışkanlıklarının anlaşılması noktasında önem arz eder. Cinsiyet belirleyicidir. Bu dönemde kadın tüketim kalıpları daha normatiftir ve alan kendi içinde birtakım farklılıklar içermesine karşın, eril davranış kalıpları ile kıyaslandığında daha sınırlıdır (Stearns, 2006: 165). Cinsiyet temelli farklılıklar erkeklerin ve kadınların hiyerarşik değerlendirilmesi ile de yakından ilgilidir (Stearns, 2006: 15-16; Stearns, 2001c: 37). Ortaçağ düşünce dünyasında kadın, erkeğe göre bütünüyle ikincildir. On beş ila on sekizinci yüzyıllar arası gerçekleşen Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma hareketlerinin insan potansiyeline yaptıkları vurgu, etkin birey eksenli bakış açısı, kadın cinsiyetine yönelik yeni tartışma ve tasavvurlar ortaya çıkarmıştır (Mayhall, 2001: 45). Buna paralel olarak geleneksel dönemde tüketim alanında kadın birey, kadın olması hasebiyle, tüketimsel davranışları sergileyen gibi görünen ancak daha çok eril birtakım statüsel ve sınıfsal değerleri temsil etme görevi olan bir gerçekliğe tekabül etmektedir. İleride gösterişçi tüketim konusunda detaylı bir şekilde değinileceği gibi, başkası namına tüketen kadın profili daha çok göze çarpar. Bu bağlamda tüketen kadın, kendi bireysel tercihinden çok eşinin, ailesinin ya da grubunun,

kabilesinin, sınıfının statü ve şanını temsil kabilinden birtakım tüketimsel davranış kalıpları ortaya koyar. Gösterişçi tüketim açısından yapılan analizde buna vekâleten aylaklık/başkası namına aylaklık (vicarious leisure) denir. Amaçlanan hedef, vekâleti yürüten üzerinden sahibinin iktidar ve ihtişamının tebarüzüdür (Veblen, 2005: 54).

Başkası namına aylaklık ve gösterişçi tüketim günümüzde de sürmektedir. Hatta orta sınıf ev reisleri, günümüz ekonomik koşullarından dolayı çoğu zaman gösterişçi tüketim ve aylaklık etkinliklerine giremezler, bu yüzden kendilerinden çok eşleri gösterişçi tüketim davranışları sergiler. Sanayi dönemi sonrası toplumlarda, erkeğin eşinin gösterişçi tüketim ve gösterişçi aylaklık yapması için daha fazla kazanma gayreti içinde olduğu görülmektedir. Daha fazla üretim, daha fazla kendi namına ortaya konan vekâleten gösterişçi tüketim ve aylaklık; dolayısıyla itibar ve imaj devşirme imkânı demektir (Veblen, 2005: 65).

Diğer yandan erkek, maddi tüketim kalıplarından davranışsal tüketim etkinliklerine kadar birçok işleyişte görece daha aktiftir. Ortaya koyduğu davranış ya da etkinlikler ya kendi tercihi ya da ait olduğu yerin, sınıfın, gelir grubunun bir yansıması şeklindedir. Erkeklerin güç gösterisi şeklinde beliren birtakım davranışları, sosyal hayatın gereği olarak görülür ve bu anlamda eril tüketimsel kalıplar, kadınlarınkine göre daha bireysel tercih gibi görünse de, toplumsal inşa yönü ağır basan bir hususiyet ortaya koyar. Kadınlar arası sınıfsal ya da kültürel farklılıklar erkekler arası olan ile kıyaslandığında, gruplar arası farklılıklar kimileyin grup içi farklılaşmalardan daha az belirgindir. Zira kadınların genel toplumsal statüleri cinsiyet temelli olduğundan, baskın belirleyici unsur çoğu zaman grup ya da sınıf olmaktan çok cinsiyetin kendisi şeklindedir. Dolayısıyla farklılık, tercih ötesi toplumsal, normatif bir öğe olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak yukarıda yapılan değerlendirmeden kadınların tercih olanaklarının olmadığı anlaşılmamalıdır. Simmel’e göre, sınırlı alan dâhilinde farklılıklar şaşırtıcı düzeyde olabilmekte ve bu çeşitliliğe neden olan faktörler, cinsiyet eksenli sosyal estetik anlayışlardan, kadına getirilen dayatmalara kadının tepkisi şeklinde de olabilmektedir (2013: 117). Dolayısıyla cinsiyet faktörünün tüketim olgusuna olan etkisi, tarihsel süreçte hem kadın hem de erkek üzerinde – eril ve sınırlı oranda belirginleşmiş bireysel tercihler görece farklılıklar gösterse de- daha çok toplumsal tercihler ya da etkiler ve belirleyiciler şeklinde olmuştur.

Simmel, zayıf yapıların baskın başat kültürel normlara daha sıkı sıkıya bağlılık ortaya koyduğunu, bunun nedeni olarak zayıfların (geleneksel kadınların) bireysel

sorumluluklardan ve dirençlerden uzak durmaları ve dış baskı ya da tehditlere karşı korunaklı alanları ve imkânları tercih etmeleri şeklinde ileri sürer. Ancak, sığınak olan istikrarlı gelenek ve görenek formlarının güvenli nesnel dünyası, kadının öznel dünyasında tehditkâr bir durum ortaya koyar. Bu paradoksal durum, geleneksel kadın özne ile yaşamsal formlar (kurumlar, gelenekler, dönemsel dini yorumlar) arasında gerçekleşir. İkincil tehdit ve baskıdan kurtulmak isteyen zayıf kadın, bireysel olarak göğüsleyemeyeceği tepkiyi yeni bir form üzerinden devreye sokar. Bu da modadır. Moda ile toplumsal kurumlara karşı bir direnç geliştirir. Böylece kadın, bireysel tercihin kolektif düzleme taşınmasıyla bireysel tercihin ortak tercih şeklinde hayatiyet bulması sayesinde sorumluluktan kurtulur. Diğer yandan ise, belirli bir dikkat çekicilik üzerinden bireyselliğini ortaya koyma fırsatı yakalar. Bu tespitini on dördüncü ve on beşinci yüzyıl Almanya’sı ile İtalya’sı kıyaslaması üzerinden izah eder. O dönemde Almanya’da bireysellik popüler bir kültüre dönüşmesine karşın, kadınlar bu deneyimden uzak tutulmaktaydı Dolayısıyla dönemin Almanya’sından kadınlar, tuhaf ve sıra dışı moda giysileri ile varlıklarını ve bireyselliklerini deneyimlemeye gitmekteydiler. Oysa aynı dönemin İtalya’sında kadınlar daha aktif olduklarından bireyselliklerini moda sahasında gerçekleştirmeye ihtiyaç duymamışlardır Modern kadın stereotipinin moda ile olan ilişkisine değinen Simmel, şu tespitlerde bulunur: Bireysellik ve kolektiflik güdüleri arasında bir denge ve orantı söz konusudur. Bu anlamda bireyselliğini ve çok yönlülüğünü ortaya koyma fırsatı bulan modern kadın; erkeğin kişiselliğine, mesafeliliğine ve hareketliliğine yaklaşma trendine girerken modaya görece daha uzak durmuştur (2013: 116-118).