• Sonuç bulunamadı

SUUDİ ARABİSTAN’IN DİNİ YAPISI (VEHHABİLİK)

2. SUUDİ ARABİSTAN’IN ÖZNİTELİKLERİ

2.4. SUUDİ ARABİSTAN’IN DİNİ YAPISI (VEHHABİLİK)

Suudi Arabistan devletinin kuruluş temelinde İslam dininin Vehhabi yorumu ve düşünce yapısının önemli bir etkisi vardır. Vehhabilik, zamanında Osmanlı’nın hâkimiyetinde olan topraklarda, Arap Yarımadasında ortaya çıkmış ve hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bu düşüncenin hızlıca yayılmasında Suud ailesi ile yapılmış, karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı önemli bir anlaşma yatmaktadır. Ancak siyasi ilişki ve sonuçlarına geçmeden evvel Vehhabi düşünce sistemini, onu diğer mezheplerden ayıran noktaları iyice anlamak gerekir.

Vehhabi hareketinin kurucusu olan Abdülvehhab, 18. yüzyılda Arap yarımadasında dünyaya gelmiştir. Abdülvehhab’nin ortaya çıkardığı Vehhabi düşünce yapısı, esasen Hanbeli mezhebinin etkileri olan Selefi geleneğine bağlı olan ve onun Arap Yarımadasındaki bir yorumundan başka bir şey değildir. Kısaca Vehhabilik, İbn Hanbel ve İbn Tevmiye tarafından oluşturulan bir anlayışın devamıdır. Bu nedenden dolayıdır ki, Suud ailesi Vehhabilikten ziyade kendilerini Selefi olarak nitelendirmişler ve anayasada Vehhabiliğe yer vermemişlerdir. Konuyu dağıtmadan, Vehhabiliğin daha iyi anlamak adına İbn Hanbel ve İbn Tevmiye’yi anlamak gerekir.

İbn Hanbel, İslamiyet’teki dört hak mezhepten biri olan İbn Hanbeli mezhebinin kurucusudur. İbn Hanbel, 9. yüzyılda Abbasi devletinde doğmuş ve dönemin halifesi ile büyük fikir çatışması yaşamış biridir. Abbasi devleti, fetihlerle sınırlarını genişleterek, farklı ırk ve dini kültürleri içinde barındıran bir yapı haline dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak, devletin ve toplumun kültürel yapısı aynı anlayışla devam etmemiştir. Abbasi devletinde; felsefe, kelam, şiir, müzik önceden haram olarak algılansa da zaman içinde günlük yaşantının içine yerleşmeye başlamıştır. Bu değişim, dönemin ulema kesimi tarafından eleştiriye uğramıştır.

Dönemin halifesinin, Fars kültürünü ve Farslıların dini anlayışını daha çok ön plana almaya başlaması ayrıca Mutezile mezhebinin devletin resmi mezhebi olarak ilanı, ulema üzerinde büyük bir baskı yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim saf olarak ne anlattıysa onun uygulanması gerektiğini savunan ve sünneti onun yanında esas alan Selefilik ile Kuran’ı anlamak için mantık çerçevesinde yoruma dayalı Mutezile arasında büyük

bir tartışma başlamıştır. İbn Hanbel, Kur’an ve sünnete dayalı anlayışı, yoruma ve kelama muhalif duruşuyla Mutezile anlayışına karşı çıkmıştır. İbn Hanbel, İslamiyet’in içine giren farklı yorumlara ve bunu ulemayı zorlama aracı olarak kullanan devlet yönetimine muhalif olarak Hanbeli hareketinin lideri olmuştur.

Aslında Vehhabiliğin de temel dayanak noktalarından olan, sonradan dini kalıpların içine yerleştirilmeye çalışılan Bid’atlerle mücadele yoluna girmiştir. Böylece Selefiliğin temelleri bu dönemde atılmıştır64.

İbn Tevmiye ise, Hanbeli mezhebine dahil olmuş ve İbn Hanbel’den sonra mezhep üzerinde önemli bir etkisi bulunmuş bir din alimidir. Onunda aslında isminin Hanbeli mezhebinde öne çıkmasının sebebi, yaşadığı dönemin sorunlarla dolu olmasıdır. O dönemde, Moğol istilası ile birlikte Abbasi devleti yıkılmış ve siyasi istikrarsızlık doruk noktasına çıkmıştır. Bahsi geçen istikrarsızlık dönemi içinde toplum yaşantısında bid’atler, hurafeler yayılmaya başlamıştır. İbn Tevmiye, Anadolu coğrafyasında ortaya çıkan tasavvuf inancı içinde yer alan vahdet-i vücut anlayışına, kabir ziyaretlerine ve onlardan şefaat istenilmesine karşı çıkmış ve bunları şirk olarak yorumlamıştır. İbn Hanbel gibi o da bu düşünce yapısı ile mücadele etmiştir.65

İbn Abdülvehhab ise, Arap yarımadasında 18.yüzyılda yaşamış; İbn Hanbel ve İbn Tevmiye’nin oluşturduğu Selefilik anlayışını burada uygulamıştır. Yukarıda da bahsedildiği üzere, Hanbeli mezhebinin iki önemli âliminin ortak noktası olan, karşıtlarıyla mücadele ruhunun Arap yarımadasındaki tezahürüdür. Aslında temelde farklı bir görüş olmasa da coğrafi değişim ile beraber, isminin Vehhabi olarak anılmasına sebep olmuştur.66Aldülvehhab da; Haneli mezhebinin iki öneli âliminin yaşadığı ortama benzer bir ortamda yaşamış ve Sunni mezhebin içindeki kendine göre farklı yönelimleri değiştirme amacı gütmüştür. Abdülvehhab’ın ortaya koyduğu Vehhabi düşüncesi iki farklı başlık altında anlatılacaktır.

64 Ferhat Koca, “İslam Düşünce Tarihinde Selefilik: Tarihsel Serüveni ve Genel Karakteristiği”, İlahiyat Akademi Dergisi, Cilt:1, Sayı:1-2, s.22.

65 Zeki İşçan, Tarihten Günümüze Selefilik- Selefiliğin Temel Esasları ve Sosyo-Politik Arka Plan, ,İslami İlimler Araştırma Vakfı, 1.Baskı, 2013, ss:101-103.

66 Hasan Gümüşoğlu, “Ehl-i Sünnet, Şia ve Vehhabilik Arasındaki İnanç Farklılıklarının Sosyal Barış Açısından Değerlendirilmesi”, 2011, Hikmet Yurdu Düşünce ve Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Cilt:4, Sayı:8, s.218.

a-)Tevhid

Abdülvehhab, Tevhid inancını üçe ayırmıştır. Bunlardan ilki, Tevhüdü’r Rububiyye’dir. Tevhüdü’r Rububiyye, Allah’tan başka yaratıcının olmamasıdır. Bu inanç konusunda genel manada alimler arasında bir tartışma yoktur. Ancak Abdülvehhab, bu inanışın İslam açısından yegâne inanç olmadığını söylemektedir.

Cahiliye döneminin Arap toplumunun, Allah’tan başka yaratıcının olmadığına inanıyor olması, onları Allah’tan başka varlıkları Allah’a ortak koşmalarına neden olan engelleyici unsur olarak yer almıştır. İkinci olarak ortaya koyduğu Tevhidü’l Uluhiye ise ibadet konusunda Allah’tan başka ilahı tanımamaktır. Abdülvehhab, bu konuda şefaat dilekleri, kabir ziyaretlerini Tevhidül Uluhiye dairesi içinde şirk olarak görmüştür. Burada Abdülvehhab’ın en önem verdiği nokta, Tevhidü’l Rubabiye’nin, Tevhidü’l Uluhiyeden ayrılarak ayrıca üstüne düşülmesi gerektiğidir. Ayrıca Tevhidü’l Uluhiye’ye uymayanları kafir olarak görmüş ve onlarla savaşılması gerektiği konusunda fikir beyan etmiştir. Tevhid inancında üçüncü nokta ise, Tevhüd’l Esma’dır. Allah’ın, bizim tarafımızdan kendisinin anlaşılması için bize bildirdiği sıfatlarıdır. Allah’ın, vahiy ile bildirdiği bütün sıfatlarını kabul etmek Müslümanlara farzdır.67

b-)Bid’at

Kelime anlamına bağlı kalarak din konusunda icat etmek olan Bid’at, kelimenin köküne bağlı kalarak önceden var olmayan, sonradan ortaya çıkarılmış uydurmalar anlamında kullanılır. Vehhabi inancına göre Bid’ad, Peygamber döneminden sonra ortaya çıkarılmış, hiçbir temele dayanmayan bir inanışlar kümesi olarak tanımlanmıştır. Ancak bid’atin bütünüyle reddedilmesi bazı sorunlara yol açabileceğinden bu kavramda bazı ayrımlara gidilmiş; iyi bid’at ve kötü bid’at olarak ikiye ayrılmıştır. Minare yapımı, teravih namazı gibi uygulamalar iyi bid’at olarak kabul edilmiştir. Allah’tan başka şefaatçi aramak, ölen kişilerin kabirlerini ziyaret

67 Türk Diyanet Vakfı, “Vehhabilik”, Erişim Tarihi: 25.12.2020.

Url:https://islamansiklopedisi.org.tr/vehhabilik.

etmek ise kötü bid’at olarak nitelendirilmiştir. Bu konuda Anadolu’daki tasavvuf öğretisine karşı bir duruş sergilendiği ortadadır.68

Vehhabi inancının, Kuran’ın lafzi yorumu ve sünneti baz alarak yorumladığı düşünce yapısında bid’at, sünnetin zıttı olarak görülmüştür. Selefi öğretisi, yukarıda anlatılan bid’at ayrımını uygun bulmamış ve peygamberden sonra ortaya çıkan her şeye karşı konulması gerektiğini savunmuştur. Abdülvehhab, bid’at konusunda İbn Tevmiyye’nin görüşünü benimsemiştir. Çünkü bu konuda İbn Tevmiyye, İbn Hanbel’e nazaran daha sert bir duruş sergilemiştir.69