• Sonuç bulunamadı

II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE ULUSLARARASI SİSTEMİN YAPISI

Uluslararası yapı her dönemde durağan kalmamıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası yapı köklü şekilde değişikliğe uğramıştır. Uluslararası politikada I.Dünya Savaşı öncesinden II. Dünya Savaşı’na değin Avrupa merkezli bir yapı mevcut olmuştur. Avrupa’da belirlenen siyaset lokomotif görevi görürken, bundan etkilenen farklı coğrafyalardaki ülkeler vagon görevi üstlenmişlerdir. Bu konuda Monroe Doktrini bahsi geçen duruma karşı uygulanan, karşıt politikalar arasında verilebilecek en iyi örneği teşkil eder. ABD’nin kuruluşundan itibaren, Avrupalı devletler, ABD üzerinden siyaset üreterek, ABD’yi lokomotif siyasetin içine çekmek amacıyla uğraşmışlardır. Bu konuda ABD, bir kıta devleti olmanın avantajını da kullanarak kendini korumaya çalışmıştır. Aynı zamanda İspanya’da başlayan ayaklanmalar, İspanya’nın sömürgesi altında olan Latin Amerika ülkelerine de sıçramış ve İspanya bu ayaklanmaları bastırmak için aralarında Fransa, İngiltere ve Rusya’nın olduğu ittifaktan yardım talep etmiştir.81 Bu devletler İspanya’nın isteğini kabul ederken, ABD sürekli olarak uzak durmaya çalıştığı Avrupa ile komşu olma ihtimaliyle karşı karşıya kalmıştır. Başkan Monroe, karşılaşılan tehdidi bertaraf etmek adına meclise gönderdiği mesajda şöyle diyordu;

1-)“Birleşik Amerika, Avrupa’nın işlerine karışmamaktadır. Amerika’nın, Avrupa ile hiçbir politik ilgisi yoktur ve Avrupa işlerine karışmayacaktır. Buna karşılık; Avrupa devletleri de Amerika kıtasının içişlerine karışmamalılardır ve Amerika kıtasından uzak durmalılardır.

2-) Amerika’nın bu isteğine rağmen, eğer herhangi bir Avrupa devleti Amerika kıtalarına ayak basarsa ve bu kıtalarda bir sömürgecilik teşebbüsünde bulunursa, Amerika Birleşik Devletleri bu hareketi düşmanca bir hareket sayacak ve Avrupa devletleri Birleşik Amerika’yı karşısında bulacaktır.”82

81 Sümer Gültekin, “Amerikan Dış Politikasının Kökenleri ve Amerikan Dış Politik Kültürü”, Uluslararası İlişkiler, Cilt :5, Sayı: 19, 2008, s.123.

82 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 24. Baskı, Kronik Yayınevi, İstanbul 2018, ss:62.

Bu doktrinin ilan edilmesi sonrası Avrupalı devletler geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Böylelikle ABD hem kendini Avrupa’dan uzak tutmuş, hem de Avrupa’yı kendinden uzak tutmayı başarmıştır. Ayrıca görülmektedir ki, İspanya düşmüş olduğu sıkıntılı durumdan kurtulmak için dönemin güç dengesi içinde bulunan devletlerden yardım istemiştir. Bu da I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa siyasetinde yaşanan güç dengesi ve çok kutuplu yapının tezahürü niteliğindedir.

Avrupa’nın birinci önceliği var olan sistemin devamını sağlamak olmuştur.

Napolyon Savaşları, 19. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen devrimler, Avrupalı devletler arasında çıkara dayalı bir barış ortamını ve güç dengesini oluşturmuştur.83 Avrupalı büyük güçlerin mevcut durumun muhafazası adına ürettikleri siyaset bir süre sonra bazı Avrupalı devletlerin çıkarı ile bağdaşmamaya başlamıştır. Özellikle birliğini geç sağlamış ve dolayısıyla sömürgecilik yarışına geç başlamış olan Almanya açısından statükonun korunması pek de arzu edilecek bir durum olmamıştır. Çünkü gelişimini sağlamak adına kendine açmak istediği alanlar diğer ülkeler tarafından tutulmuş halde idi. Dolayısıyla I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasına yol açacak tüm nedenler ve zemin oluşmuştur. Bir tarafta statükocu devletler varken karşı cephede revizyonist ülkeler hizalanmıştı. I. Dünya Savaşının yol açtığı sonuç o döneme dek insanlık tarihinin görmediği bir vahşeti ortaya çıkarmıştır. Dünyanın tüm kıtalarından devletler birbirleriyle savaşa tutuşmuşlar;

savaş, tüm dünyayı etkileyen sonuçlara neden olmuştur. Savaş sonrasında ise barışın tesisi ve kalıcılaştırılması için kurulmaya çalışılan organizasyonların yetersiz kaldığı görülmektedir. I. Dünya Savaşı sonrası Paris Barış Konferansı’nda buluşan taraflar gelecekte tamiri mümkün olmayan sonuçlara yol açacak Versay Anlaşması’nı oluşturmuşlardır. Bu anlaşmanın, barış anlaşmasından ziyade intikam anlaşması rolüne bürünmesi bir sonraki dünya savaşına yol açacak tüm şartları oluşturmaya muktedir olmuştur. Versay anlaşmasını oluşturan devletlerin amacı, savaşın maliyetlerini de yenilenlere ödetmek, gelecekte benzeri bir siyaset izlemelerini engellemek olmuştur.84 Bunun karşısında barış ortamının devamlılığını sağlama yönünde idealist bir düşünce yapısına sahip olan ABD Başkanı Wilson’ın ortaya

83 Emir Bakıncak- Aydın Aydın, “Uluslararası Güç Dengesi ve İki Kutupluluk Arasındaki İlişki”, C.Ü iktisadi ve İdari Bilimler Dergisi 2006, Cilt: 17, Sayı: 1, s. 99.

84 Ali Erhan Ertan- Tevfik Orçun Özgün, “I. Dünya Savaşı Ardından Yenidünya Düzenine Doğru: 1919 Paris Barış Konferansı”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2016, Cilt: 20, Sayı: 3, ss: 565.

attığı ilkeler dikkat çekmektedir. Bunlar; gelecekte yapılacak anlaşmaların şeffaf olması, karasuları haricinde kalan açık denizlerde serbestlik sağlanması, liberal ekonominin benimsenmesi, sömürge ve diğer muhtelif topraklarda yaşayan milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkının tanınması gibi geleceğe yön verecek gibi birçok ilke ortaya atmıştır.85

Bu ilkeler, savaş sonrası barış ortamının oluşması ve bir daha böylesi bir vahşet ve yıkıma maruz kalmamak amacı taşıyor gibi görünmektedir. Fakat ABD o dönem koşullarında savaş ile dünya siyasetinde kazanım elde edebilecek bir durumda olmadığından, diplomasi yolunu kullanarak dünya siyasetinde avantaj elde etmeyi amaçlamıştır. Öte yandan Avrupalı devletler yani siyasetin statükocu güçleri, Wilson’un ortaya atmış olduğu bu ilkelere yanaşma konusunda pek istekli görünmemişlerdir. Zaten bahsi geçen ilkeler, statükocu ülkelerce önemsenmemiştir.

ABD bir kez daha yalnızlık politikasına geri döndüğünden Avrupa merkezli güç dengesi sistemi iki savaş arası dönemde de devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı sonrasında yenilen devletler ile yapılan anlaşmalar, aslında onları savaş meydanından sonra masada da yıkıma uğratacak bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bu dönem özeti olarak değerlendirilebilecek önemli gelişmeler, Almanya’ya dayatılan ağır koşullar; savaş tazminatları ve bunların ödenmesi ile Lokarno Anlaşmalarıdır. Savaşın galipleri, savaş esnasında uğradıkları zararın temini amacıyla Almanya’dan yüklü miktarda tazminatı talep etmişlerdir. Bu işte en büyük pay sahibi ise Fransa olmuştur. Fransa zor durumda yakaladığı Almanya’yı borç ile iyice tüketmek istemiştir. Almanya’ya ödetilmek istenen yüksek borç, savaşta zaten yıpranmış Alman ekonomisine daha da zarar vererek Alman parasının günden güne değer kaybetmesine neden olmuştur.86 Yüksek borç sebebiyle Almanya borçlarını ödeyememe seviyesine gelince, Fransa bunu bahane ederek Ruhr bölgesini işgal etmiştir. Fransa’nın işgali, diğer devletlerin tepkisini çekince, Fransa Ruhr’dan çekilmiş ve yapılan Dawes Planı ile Almanya’nın borç yükü nispeten hafifletilmiştir.

Almanya’nın borç yükünü hafifletmek adına yapılan Dawes Planı, Fransa ile

85 Fahir Armaoğlu, a.g.e, s.112.

86 İbrahim Bakırtaş-Ali Tekinşen, “Dünya Savaşları ve Büyük Buhran Arasındaki Etkileşimin Ekonomi Politiği”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2004, Cilt:12, Sayı: 12, ss.86-87.

geliştirilecek barış ortamına yol açan Lokarno Anlaşmalarına sebep olmuştur.

Lokarno, 1922 yılında Almanya tarafından önerilen; Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika arasında bir daha savaşılmaması ilkesine dayanan bir anlaşma teklifidir.

Ancak o yıllarda Almanya’ya dayatılan savaş tazminatı ve Ruhr işgali sebebiyle Fransa buna yanaşmasa da Dawes Planı sonrası ikili ilişkilerin yumuşamasıyla beraber 1925 yılında Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya arasında saldırmazlık paktı yani Lokarno Antlaşmaları imzalanmıştır. Bu dönem iki savaş arası dönemin barış ve sükûnet ortamını yansıtmaktadır.87