• Sonuç bulunamadı

5. BÖLÜM: TARTIŞMA

5.1. SURİYELİ KADINLARIN DEMORAFİK BİLGİLERİ

yaptığı Türkiye’deki Suriyeli Kadınlar araştırmasına göre kadınların %63.9’u ilkokul ve daha az (okuma yazma bilmeyen %20.9, okuma yazma bilen %7.9, ilkokul %35.1), %19.8’i ortaokul, %10.0’ı lise, %6.2’si üniversite ve üzeri eğitim düzeyine sahiptir. 2017 yılında yaptığı araştırmaya göre (AFAD, 2017, s. 50) ise --Türkiye’deki Suriyelilerin Demografik Görünümü- katılımcıların %37.5’ini okuma yazma bilen/bilmeyen (okuma yazma bilmeyen %23.0, okuma yazma bilen %14.5) ve %26.0’ını ilkokul mezunları oluşturmaktadır. Benzer biçimde UN WOMEN ve SGDD’nin (2018, s.18) Suriyeli kadın ve kız çocukları üzerine yaptığı araştırmada kadınların eğitim düzeyinin düşük olduğu (okuma yazma bilen/bilmeyen %35.0; ilkokul %27.0) görülmektedir. Erdoğan ve diğerleri (2017, s. 12) Elite Dialogue araştırmasında, Türkiye’ye gelen Suriyeliler arasında düşük eğitim düzeyine sahip olanların oranının %72.0 olduğunu (GİGM ve BMMYK işbirliğinde kayıtların yenilenmesi sürecinde alınan verilere göre

%33.0’ından fazlasının okur yazar olmadığı, %13.0’ının okula gitmeden okuma yazma öğrendiğini belirttiği, %26.0’ının eğitim düzeyi hakkında hiçbir beyanda bulunmadığı), üniversiteye giden ya da mezun olanların gerçek oranının %2.0’ın altında olduğunu belirtmiştir. Bu bulgular araştırma sonuçlarıyla paralellik göstermektedir.

Araştırma kapsamına alınan kadınların meslek dağılımları incelendiğinde;

%86.5’i ev hanımı, %7.0’ı terzi/kuaför ve %3.0’ı öğretmendir. UN WOMEN ve SGDD (2018, s. 19) yaptıkları araştırmada kadınların %85.0’ı ev hanımıdır.

Çalışan kadınlar arasında hizmet sektörüne göre dağılımı incelendiğinde, çalışan kadınların %40.0’ı öğretmen, %24.0’ı terzi, %15.0’ı tarım işçisi, %13.0’ı kuaför, %5.0’ı sağlık hizmetlerindedir. Benzer biçimde AFAD (2014, s. 28) araştırmasında kadınların %86.9’u ev hanımı (% 56.7 ev hanımı; %30.2 mesleği yok), %1.4’ü terzi/kuaför (terzi %0.8, kuaför %0.6), %3.7’si öğretmendir. Bir diğer araştırmasında kadınlar mesleklerine göre kategorilendirildiğinde; ağırlığı geleneksel cinsiyet rolleriyle yakından bağlantılı olan el işçiliği (%34.10) oluşturmaktadır. Bunu sırasıyla %1.2’sinin zanaatkar, %1.1’inin ofis çalışanı,

%0.7’sinin sırasıyla tarım-hayvancılık ve mimar/mühendis/müteahhit, %0.6’sının sağlık çalışanı ve %0.5’inin devlet memuru kategorisinde yer alanların izlediği görülmüştür (AFAD, 2017, s. 53-56). Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler

araştırmasında “şu anki çalışma durumunuz nedir” sorusuna Almanya’da (1065 kişi kadın,%45.2) yaşayanların % 23.1’i, Fransa’da (600 kişi; kadın %47.2) yaşayanların ise %25.8’i ev kadını cevabını vermiştir. Aynı soruya Belçika’da yaşayan kadınların (kadın 199, erkek 201) %18.0’ı ev kadını/ev kızı cevabını vermiştir (Kaya ve Kentel, 2008). Bu bulgular, araştırma bulgularıyla paralellik göstermekte ve hem çalışma bulgularında hem de diğer araştırma sonuçlarında kadınların geleneksel cinsiyet rolleriyle ilişkili mesleklerde çalıştıkları görülmektedir.

Katılımcı kadınların %86.5’i çalışmamakta, çalışanlar arasında ise çok az bir oranı (%6.5), günlük/aralıklı değişik işlerde (%53.8), eşit oranlarla tam zamanlı (%23.1) işlerde ve yarı zamanlı (%23.1) işlerde çalışmaktadır. Ülkesinde çalışmayan kadınlar çoğunlukla göçün ardından da çalışmamakta, çalışanlar ise çoğu zaman eğitim ve statülerinin altında, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmaktadırlar (Buz, 2009, s. 316). UN WOMEN ve SGDD (2018, s. 19) araştırmasında kadınların Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de gelir getirici bir işte çalışmadığı, çalışanların %15.0’lık kısmının, %10.0’ının düzenli, %4.0’ının düzensiz ve %1.0’ının ise mevsimsel işlerde çalıştığı belirtilmiştir. Kadınların Türkiye’de yaptıkları işler incelendiğinde; en fazla eşit oranlarla terzi (%30.8) ve öğretmen (%30.8) olduğunu belirtenler, bunu %15.3 ile evde tütün sardığını ve eşit oranla kuaförlük (%7.7), karton/kağıt toplama işi (%7.7) ve sipariş üzerine yemek yaptığını (%7.7) belirtenler izlemektedir. UN WOMEN ve SGDD (2018, s. 19) araştırmasında çalışan kadınlar (%15.0) arasından %50.5’i hizmet,

%26.6’sı tekstil, %9.8’i tarım sektöründe çalışmaktadır. Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler araştırmasında Almanya’da (1065) ve Fransa’da (600) yaşayan Türkler ağırlıklı olarak hizmet sektöründe (ustabaşı, fabrika/atölye işçisi %16.6;

aşçı, fırın-pastane, lokanta işçisi %2.8; temizlik işçisi, kapıcı, bekçi, müstahdem, bahçıvan, gündelikçi %4.7; berber, kuaför, terzi vb. ücretli zanaatkarlar %2.8) çalışmaktadır. Kaya ve Kentel (2005, s.62) Fransa’daki Türklerin çoğunlukla mavi yakalı işçi olduğunu Almanya’daki Türklerin ise iş alanında çeşitlilik gösterdiğini belirtmiştir. Belçika’da yaşayan Türklerin ise %16.5’inin hizmet sektöründe, %26.3’ünün ise tarımsal olmayan üretim ve ulaşım işçisi olarak çalıştığını belirlemiştir (Kaya ve Kentel, 2008). Kadınlar çoğu zaman toplumsal

olarak yüklenen sorumlulukları ile uyumlu iş ve statülerde yoğunlaşmak zorunda kalmaktadır. Bu da toplumda görülen farklı eşitsizliklere neden olmakta, başka bir ifade ile işgücü piyasasında görülen hiyerarşik ayrılma ve bölünme kadınların ev içindeki yükümlülükleri ve sorumlulukları çerçevesinde belirlenmektedir. İşgücü piyasasında kadınlar kendilerine düşen görevlerin uzantısı olan “kadın işlerinde” yoğunlaşmaktadır (Urhan, 2016, s. 122-140).

Kadınların Türkiye’de algıladıkları gelir düzeyine bakıldığında; % 70.5’i gelirlerini düşük, %29.5’i orta düzeyde algılamaktadır. Gelir düzeyini yüksek algılayan kadın bulunmamaktadır. Suriye’deki geliriyle karşılaştırıldığında %60.5’i gelirlerini “kötü” (“kötü” %58.0 ve “daha kötü”%2.5) , %30.5’i “iyi” (“iyi %25.5 ve

“daha iyi” %5.0) bulmaktadır. Suriyelilerin genellikle ağır çalışma koşullarında ve düşük ücretlerle çalıştırıldığı bilinmektedir. Çoğunluğu apartman dairelerinde kalsa da bunların yaşam koşulları açısından yetersiz olduğu, kira oranlarının çok yüksek olduğu ve gelirlerinin büyük bir kısmını kira harcamalarına ayırdıkları da bilinmektedir. Bu olumsuzlukların Suriyelilerin gelir algılarını etkilediği düşünülmektedir. Suriyelilerin bu koşulları ve gelir algıları çeşitli araştırmalar tarafından da dile getirilmiştir. Erdoğan (2017, s. 34) Suriyeliler Barometresi adlı araştırmasında, Türkiye’deki Suriyelilerin %17.2’sinin düzenli bir geliri bulunmadığını, %45.2’sinin düşük, %34.7’sinin ise orta gelire sahip olduğunu belirtmiştir. Çalışma koşullarının ve emeklerinin karşılığını alamamalarının Suriyelilerin şikâyet ettiği konular olduğu dile getirilmiştir (Erdoğan, 2017, s. 38). Aynı araştırmada (Erdoğan, 2017, s. 34) Türkiye’deki Suriyelilerin koşulları genelde kötü olsa da kentsel alanlarda çoğunlukla apartman dairelerinde (%64.4) kira ödeyerek yaşadıkları belirlenmiştir.

Suriyeliler arasında iyi evlerde yaşayanlar olmakla birlikte, genel olarak yetersiz koşullarda yaşayanlar da bulunmaktadır. Küçük, lavabosu ve banyosu olmayan konutları bazen yedi sekiz kişilik aileler bir arada kullanmakta, bir lavaboyu birçok aile birlikte kullanmakta, rutubet oranı çok yüksek, sağlık açısından risk oluşturan barınma koşullarında yaşamını sürdüren çok sayıda Suriyeli bulunmaktadır (MAZLUMDER, 2014, s. 25). Apak’ın (2014, s. 49) Mardin ilinde yaşayan Suriyeliler üzerine gerçekleştirdiği araştırmada katılımcıların %60,6’sı Suriye’dekine kıyasla gelirlerini “çok kötü” (%28.8) ve “kötü” (%31.8)

bulmaktadır. Sağır’ın (2018, s. 99) %75.1’ini kadınların oluşturduğu Suriyeliler araştırmasında katılımcıların Türkiye’deki (ilk 1-1.5 yıl) ekonomik durumları ile Suriye’deki durumları karşılaştırmalı verilmiştir. Buna göre Suriye’de iyi (çok iyi

%34.7; iyi %54.7) olduğunu belirtenlerin oranı %89.4 iken Türkiye’de (iyi %48.0;

çok iyi %3.2) bu oran %51.2’ye kadar inmiştir. Suriye’de kötü olduğunu belirtenlerin oranı %8.5’lerde iken (kötü %2.1; çok kötü %6.4), Türkiye’de bu oran %42.9’a kadar (kötü %11.7; çok kötü %31.2) çıkmıştır. Türkiye’de ekonomik durumu iyi olanların sayısında azalma olurken, kötü olanların sayısında artış olmuştur. Gelir konusunun göç edenlerin ortak sorunu olduğunu söylemek mümkündür. Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler araştırmasında (Almanya, 1065; Fransa, 600) “bugünkü ekonomik ve sosyal durumunuzu geçtiğimiz on yıla kıyasla nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusuna katılımcıların

%53.9’u kötü (çok daha kötü %5.2; daha kötü %30.2; aynı %18.5) cevabını vermiştir. Benzer biçimde Belçika’da yaşayan Türkler üzerine yaptıkları araştırmada aynı soruya katılımcıların %43.6’sı kötü (çok daha kötü %6.0; daha kötü %13.3; aynı %20.8; yanıtsız %3.5) cevabını vermiştir (Kaya ve Kentel, 2008). Federal Almanya’da Yaşayan Türklerin Aile Yapısı ve Sorunları Araştırması’nda (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2005, s 42) da

“geliriniz ihtiyaçlarınızı karşılamakta yeterli mi” sorusuna katılımcıların %28.1’i yetersiz cevabını vermiştir.

Kadınların tamamına yakını (%96.0) Halep şehrinden gelmiştir. Bu bulgu Ravenstein’in Göç Kanunlarında bahsettiği göç edenlerin büyük çoğunluğu sadece kısa mesafeli bir yere göç ederler teorisi ile örtüşmektedir (Çağlayan, 2006,s. 69). AFAD (2014, s.16-17) araştırmasında Türkiye’deki Suriyeli kadınların %44.0’ı Halep’ten gelmektedir. Halep’ten Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısının bu kadar yüksek olmasının nedeni ise Türkiye sınırına çok yakın olması ve yoğun çatışma merkezlerinden biri olmasıdır. 2012 yılı tahminlerine göre Halep 4.6 milyonluk nüfusu ile Suriye’nin en kalabalık şehridir. Aynı araştırmada kadınların %82.0’ı ulaşım kolaylığı nedeniyle Türkiye’yi tercih ettiklerini belirtmiştir (AFAD, 2014, s. 9).

Araştırma kapsamına alınan kadınların %60.5’inin evli, %19.5’inin eşinin öldüğü, %13.0’ının eşinden ayrı yaşadığı ve %7.0’ının boşandığı bulunmuştur.

Kadınların %45.0’ı 6-15, %20.5’i 5 yıl ve altı, %18.5’i 16-25, %16.0’ı 26 yıldan daha fazla evlidir. %48.5’i 3-5, %31.5’i 0-2, %14.0’ı 6-8 arasında çocuk sahibidir. Araştırmanın örneklemini evli ya da evlilik geçirmiş kadınlar oluşturduğu için çocuk sayısı beklenen bir durumdur. Gallagher (2012) zorunlu göç öncesi Suriye üzerine yaptığı araştırmada kadınların düşük istihdam oranı nedeniyle çocuklarını uzun vadeli güvenlik ihtiyacı olarak gördüklerini belirtmiştir. Finanslarına bakacak iki veya üç oğlan çocuğu ve yaşlılığında kendisine bakacak kızlarının olmasını istediklerini, çocuklarını güvence olarak gördüklerini belirtmiştir. Ancak yeni neslin baskıya rağmen çocuk sayısını daha az düzeyde tuttuğunu belirlemiştir. Al- Krenawi ve diğerleri (1997, s. 448; 2002, s. 448) de araştırmalarında kadının toplumdaki statüsünün evlilik ve çocuk yetiştirmesine bağlı olduğunu ve çocuğun erkek olanının tercih edildiğini belirtmiştir. UN WOMEN ve SGDD’nin (2018, s. 20) Suriyeli kadın ve kız çocukları üzerine gerçekleştirdiği araştırmasında kadınların %45.1’i 0-2 (%19.1 hiç çocuğu olmayan; %12.0 1 çocuk; %14.0 2 çocuk), %38.0’ı 3-5 (%15.0 3 çocuk; %13.0 4 çocuk; %10.0 5 çocuk), %18.0’ı 6-8 arasında ve 8 üstü sayıda (%6.0 6 çocuk; %4.0 7 çocuk; %8.0 8 ve üstü çocuk) çocuk sahibidir. Cesur-Kılıçaslan (2001) tarafından yapılan Mülteci Kadınların Sorunları adlı araştırmada katılımcıların (Irak %52.6; İran %43.2; Etiyopya %4.2) %34.5’i 3-5 arasında (3, %14.8; 4, %14.8; 5, %4.9) çocuk sahibidir. Kaya ve Kentel’in (2008) Belçika’da yaşayan Türkler (400 kişi) üzerine gerçekleştirdiği araştırmada katılımcıların %24.5’i 3-5 arasında (3, %13.5; 4, %8.5; 5, %2.5) çocuk sahibidir. Benzer biçimde Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler araştırmasında da Almanya’da (1065 kişi) yaşayan Türklerin % 36.5’i (3, %17.4;

4,%10.3; 5 ve üstü %7.9), Fransa’da (600 kişi) yaşayan Türklerin % 42.5’i 3-5 ve üstü sayıda (3, %18.8; 4, %13.8; 5 ve üstü %9.9) çocuğa sahiptir. Türkiye Aile Yapısı Araştırması’nda (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014a, s. 151) kadınların %36.0’ı 3-5 (3, %20.4; 4, %10.3; 5, %5.3), %55.9’u 0-2 arasında ( 0,

%7.7; 1, %16.4; 2, %31.8) çocuk sahibidir.

Kadınların doğurganlık tercihlerinde meydana gelen değişimler bireyin yaşam koşullarındaki değişikliklerden etkilenmekte, yaş, eğitim, evlilik durumu ve kişinin sosyo-ekonomik durumu gibi birçok etken ile ilişkilendirilmektedir (Karakaya ve diğerleri, 2017, s. 424). Araştırma kapsamına alınan kadınlara

“bakabileceği kadar çocuk sahibi olma konusundaki fikirleri” sorulduğunda “evet bakabileceğimiz kadar çocuk olmalı” (%74.5) diyenlerin oranı “hayır çocuk sayısına sınırlama getirilmemeli” (%25.5) diyenlerin oranından fazladır.

Araştırma bulguları göç sürecinin kadınların çocuk sayısı ve bakımı konusunda fikirlerini etkilediğini düşündürmektedir. Cevaplardan kadınların bakabileceği kadar çocuk sahibi olmak istediği belirlenmiştir. Ancak araştırmamızda aile gelirinden en çok payı alan harcama grubu içerisinde bebekler için bakım ve beslenme (süt, bez, mama vb.) giderlerinin olması doğurganlık sayısının azalmadığını düşündürmektedir. Erdoğan (2017, s. 32) Suriyeliler Barometresi adlı araştırmasında, Türkiye’de Kasım 2017 yılı itibariyle her gün doğan bebek sayısının 306 civarında olduğunu, 2011 yılından itibaren doğan bebek sayısının 2017 yılı sonuna kadar 305 bini aşacağını belirtmiştir. Bezer biçimde AFAD da 224,750 bin Suriyeli bebeğin Türkiye’de doğduğunu belirlemiştir (2017a, https://www.afad.gov.tr/upload/Node/2373/files/Suriyeli_Siginmacilara_Yapilan _Yardimlar+7.pdf, erişim tarihi 12 Nisan 2019). Karakaya ve diğerleri (2017, s.

420) araştırmalarında, katılımcı kadınlar çocuk sayısının belirlenmesinde daha çok erkeğin söz sahibi olduğunu ve erkekler için çocuk doğurduklarını belirtmiştir. Çocuk sayısının belirlenmesinde, erkek çocuğun etkisi, soyun devamı, mal devri ve daha sonra kendilerine bakma konuları yer almaktadır.

Kadınların %43.5’i geniş aile, %39.5’i çekirdek aile, %17.0’ı parçalanmış aile tipindedir ve tamamı (%100) sağlık güvencesine sahiptir. Türkiye’deki tüm Suriyelilere hukuken sağlık hakkı tanınmıştır ancak sağlık hizmetlerine erişim kayıt olma koşuluna bağlanmıştır (Özgür-Baklacıoğlu ve Kıvılcım, 2015, s. 48-49). AFAD (2017a, https://www.afad.gov.tr/upload/Node/2373/files/Suriyeli_

Siginmacilara_Yapilan_Yardimlar+7.pdf. erişim tarihi 12 Nisan 2019) Türkiye’de kayıtlı tüm Suriyelilere sağlık hizmetleri ve ilaçların ücretsiz sunulduğunu, Suriyeli ve Iraklı zorunlu göç edenlerin tedavileri kapsamında 953.466 bin ameliyat gerçekleştirildiğini, 1.143, 393 yatan hasta ve 25.919, 750 milyon

poliklinik hizmeti verildiğini belirtmiştir. AFAD (2014, s. 55) araştırmasında kadınların %75.4’ü kendileri veya yakınlarının sağlık hizmetlerinden faydalandığını belirtmiştir. UN WOMEN ve SGDD (2018, s. 30) araştırması kapsamındaki kadınların %86.0’ı sağlık hizmetlerine erişmektedir.

Erişemediklerini söyleyen kadınların %27.9’u kimlikleri olmadığı için erişemediklerini belirtmiştir. Erdoğan (2017, s. 35) Suriyeliler Barometresi adlı araştırmasında, Suriyelilerin %72.8 ile en fazla sağlık hizmetlerinden memnun olduğunu belirlemiştir.

Kadınların sağ olan eşlerinin %38.5’i 31-40, %23.7’si 41-50 yaşları arasında,

%21.7’si ise 30 yaş ve altındadır. Sağ olan eşin %66.5’i ilkokul ve daha az eğitim düzeyinde olup, %20.5’i ortaokul, %9.9’u lise, %3.1’i üniversite eğitimi düzeyindedir. Erkeklerin eğitim düzeyi düşük olmakla birlikte kadınların eğitim düzeyinden nispeten yüksektir.

Araştırmada birlikte yaşayan eşlerin (eşi ölmüş, boşanmış veya ayrı yaşayanlar hariç) %36.3’ü tam zamanlı, %25.7’si günlük/aralıklı değişik işlerde çalışmakta,

%26.4’ü ise herhangi bir işte çalışmamaktadır. Özkarslı (2014, s. 40) tarafından Suriyeliler üzerine yapılan araştırmada erkeklerin %36.0’ı sürekli çalıştıkları bir işleri olduğunu belirtmiştir. Aynı araştırmada katılımcı erkeklerin %43.0’ı aylık,

%35.0’ı günlük, %15.0’ı haftalık gelir elde etmektedir (Özkarslı, 2014, s. 48).

Benzer biçimde Apak’ın (2014, s. 46) Mardin ilinde yaşayan Suriyeliler araştırmasında (kadın-erkek ayrımı olmadan) katılımcıların %64.4’ünün işsiz olduğu, %31.1’inin ise işçi olarak çalıştığı ortaya çıkmıştır. Düzenli ve güvenceli bir işte çalışamamanın göç edenlerin ortak sorunu olduğu görülmektedir. Kaya ve Kentel (2005) Euro Türkler araştırmasında “şu anki çalışma durumunuz nedir” sorusuna Almanya’daki (1065 kişi) ve Fransa’daki (600 kişi) katılımcıların

%33.1’i “düzenli bir işte ücretli-maaşlı olarak çalıştıklarını”, %2.6’sı “geçici işlerde iş buldukça ücret karşılığı çalıştıklarını”, %21.1’i ise işsiz olduklarını (işsiz işsizlik sigortasından yararlanıyor %10.2; işsizi işsizlik sigortasından yararlanmıyor %10.7; politik göçmen, devletten yardım alıyor %0.2) belirtmişlerdir. Belçika’da yaşayan Türkler üzerine yapılan araştırmada ise katılımcıların (400 kişi) %23.8’i işsiz olduklarını (işsiz, işsizlik sigortasından

yararlanıyor %11.5; işsiz, işsizlik sigortasından yararlanmıyor %12.3) belirtmişlerdir (Kaya ve Kentel, 2008).

Araştırma kapsamına alınan kadınların barınma durumuna bakıldığında;

%82.0’ı kiralık dairede, %17.5’i akraba yanında, %0.5’i akraba dışı birilerinin yanında kalmaktadır. Araştırmamızda ev sahibi olan hiç kimseye rastlanmamıştır. Araştırmamızda olduğu gibi UN WOMEN ve SGDD (2018, s.

22) “Türkiye’de Geçici Koruma Altındaki Suriyeli Kadın ve Kız Çocukların İhtiyaç Analizi” adlı araştırmasında da kadınların %55.7’si apartman dairesinde,

%26.4’ü müstakil evde, %11.4’ü bodrum katında, %4.2’si gecekonduda, %0.5’i akrabalarının yanında kalmaktadır. Barınma sorunu, sadece ülkemize zorunlu göç edenlerin sorunu değil, diğer ülkelere de göç edenlerin sorunudur. İtalya’da ve İspanya’da yapılan araştırmalarda göç edenlerin yüksek kiralar ve ırkçılık nedeniyle barınma sorunlarıyla karşılaştığı, uygun barınma koşullarında yaşamalarının zorlaştığı ve bu sorunların çözülemediği belirlenmiştir (Marconi, 2012, s. 132; Bellun, 2012, s. 224; Serrano ve diğerleri, 2012, s. 271; Madronal ve Bredy, 2012, s. 323). Benzer sorunlarla Vietnam savaşı sonrası Hint Çini bölgesinden ABD’ye göç etmek zorunda kalan (Kamboçya, Malezya, Myanmar, Singapur, Tayland, Vietnam) göç edenlerin de karşılaştığı, bunların %62.0’ının yüksek kiralardan yakındığı saptanmıştır (Meredith ve diğerleri, 1986, s. 93).

Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler araştırmasında da Almanya’da (1065 kişi) yaşayan Türklerin %84.5’i, Fransa’da (600 kişi) yaşayan Türklerin %68.7’si kirada oturmaktadır. Benzer biçimde Belçika’da yaşayan Türkler üzerine yapılan araştırmada da katılımcıların %35.0’ı kirada, %12.8’i aileden birine ait konutta kira vermeden yaşamaktadır (Kaya ve Kentel, 2008). Federal Almanya’da Yaşayan Türklerin Aile Yapısı ve Sorunları Araştırması’nda (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2005, s. 34) da katılımcıların %77.4’ü kirada oturmaktadır.

Araştırma kapsamındaki kadınların barındıkları yerlerde %51.0’ının 4-6,

%27.0’ının 7-9, %10.5’inin 1-3 kişiyle kaldıkları ve kalabalık aile şeklinde yaşadıkları görülmektedir. Apak’ın (2014, s. 45) Mardin ilinde yaşayan Suriyeliler ile gerçekleştirdiği araştırmasında katılımcılardan %38.6’sı 8 ve

üzeri, %13.6’sı 6, %18.9’u 5 kişi ile aynı evde yaşamaktadır. UN WOMEN ve SGDD’nin (2018, s. 26) Suriyeli kadın ve kız çocukları araştırmasında katılımcı kadınların %41,2’sinin 4-6 kişiyle kaldıkları bulunmuştur. Bu bulgular, araştırma bulgularıyla benzerlik göstermektedir. Ayrıca Suriye’den İstanbul’a Gelen Sığınmacıları İzleme Platformu (2013, s. 41), 199 katılımcının toplam 24 konutta yaşadığını, konuttaki toplam oda sayısının 56 olduğunu, konutlarda oda başına ortalama 3.6 kişi düştüğünü, her 8.5 kişinin 1 banyoyu ve 1 tuvaleti kullandığını belirlemiştir. Akşit ve diğerlerinin (2016, s. 105) araştırmalarında katılımcıların kiraladıkları yerde mutfak, banyo, bir ya da iki odadan oluşan sobalı evlerde yaşadığını ve kişi sayısının 8 ile 15 arasında değiştiğini, bunların anne, baba, çocuk ve akrabaların yanı sıra göç sırasında yanlarına katılan ailesini kaybetmiş çocuklardan oluştuğunu belirlemiştir. Kaya ve Kentel’in (2005) Euro Türkler araştırmasında Almanya’da (1065 kişi) yaşayan Türklerin %52.2’si (4 %26.0; 5

%18.2; 6 %8.0), Fransa’da (600 kişi) yaşayan Türklerin %55.2’si (4 %22.7; 5

%23.2; 6 %9.3) 4-6 kişi ile kalmaktadır. Benzer biçimde Belçika’da yaşayan Türkler üzerine yapılan araştırmada da katılımcıların %51.4’ü 4-6 kişi ile (4

%21.3; 5 %20.3; 6 %9.8) kalmaktadır (Kaya ve Kentel, 2008). Kiraların yüksek olması nedeniyle göç edenlerin kötü barınma koşullarında yaşadığı, bazen birkaç ailenin bir araya gelerek yaşadığı yurt dışı araştırmalarına da yansımıştır.

İtalya’da ve İspanya’da yapılan araştırmalarda göç edenlerin uygun fiyatlı barınma imkanı bulmada karşılaştıkları zorluklar nedeniyle çok kalabalık ortamlarda, sağlıksız koşullarda yaşamak zorunda kaldıkları bulunmuştur (Marconi, 2012, s. 133; Poli , 2012, s. 183-186; Serrano ve diğerleri, 2012, s.

271; Madronal ve Bredy, 2012, s. 323).

Kadınların barındığı evin özellikleri ve kullanım durumu incelendiğinde; %68.5’i terk edilmiş bina/evde, %17.0’ı apartman dairesinde, 13.5’i gecekondu/müstakil evde kalmaktadır. %99.5’inin evinde akan su, %83.5’inin evinde sıcak su vardır.

%65.5’i kışın ısınabildiklerini, % 50.5’i eşit oranla eve yeterli miktarda gün ışığı girdiğini ve evde rutubet olduğunu, %56.5’i evin güvenli olduğunu belirtmiştir.

%87.0’ı barındığı evde banyo olduğunu, %87.0’ı banyonun ve %98.0’ı tuvaletin barındığı evin içinde bulunduğunu, %91.0’ı yeterli kanalizasyon sisteminin olduğunu belirtmiştir. Barındığı evde mutfak bulunanların oranı %97.5, mutfak

dolabı ve tezgahı bulunanların oranı %57.0’dır. Oturma alanını yatak odası olarak kullandıklarını belirtenlerin oranı %39.0, çocuk ve ebeveyn uyuma alanının ayrı olduğunu belirtenlerin oranı %47.5’dir. Kadınların tamamı evinde elektrik ve tuvalet olduğunu bildirmiştir. AFAD (2014, s. 42) araştırmasında kadınların %72.7’si ev/apartman dairesinde kalmaktadır.

Tamamlanmamış/harabe binalarda kalanların oranı %16.1, derme çatma geçici barınakta ya da plastik korunak şeklinde barınaklarda yaşayanların oranı

%10.0’dır. Araştırmada kadınlar barındıkları yerde ortalama 2 oda olduğunu belirtmiştir. Araştırmada barındıkları yeri güvenli bulanların oranı yükselirken (%77.3), büyüklüğünü (%58.7), rahatlığını (%57.6), iklime uygunluğunu (%64.1) yetersiz bulanların oranı da yükselmiştir (AFAD, 2014, s. 43). UN WOMEN ve SGDD (2018, s.22) kadınların %82.0’ından fazlasının makul denebilecek yerlerde yaşadığını ancak binaların bir çoğunun fiziksel açıdan yetersiz olduğunu belirlemiştir. Araştırma kapsamındaki kadınların %36.0’ı barındıkları konutların fiziksel açıdan kötü ya da çok kötü olduğunu, %62.0’ı makul evlerde,

%2.2’si çok iyi evlerde yaşadığını belirtmiştir. Suriye’den İstanbul’a Gelen Sığınmacıları İzleme Platformu (2013, s. 41) yaptığı araştırmada, Suriyelilere yüksek fiyatlarla kiralanan barınakların çoğunun yeterli gün ışığı almadığını, duvarlarının nemli olduğunu ve yeterli hijyen koşullarına sahip olmadığını, bazılarında birkaç ev tarafından ortak tuvaletin kullanıldığını, çoğunda ayrı banyonun bulunmadığını belirlemiştir. Barınma koşullarının tüm göç edenlerin ortak sorunu olduğunu söylemek mümkündür. Kaygalak (2009, s. 140) Mersin ilinde gerçekleştirdiği iç göç araştırmasında, göç edenlerin sadece %4.5’inin evinde fosseptik bağlantısı bulunduğunu belirlemiştir. %12.6’sında banyo,

%8.1’inde tuvalet, %9.4’ünde mutfak, %1.8’inde elektrik, %10.8’inde kanalizasyon sisteminin bulunmadığını, %4.9’unun evinde içme suyu olmadığını saptamıştır. Cesur-Kılçaslan (2001, s. 49) araştırmasında kadınların %38.9’u barınma yerine ilişkin fiziksel imkansızlıklar nedeniyle ev işlerini yürütürken sorunlarla karşılaştığını belirtmiştir.

Araştırma kapsamına alınan kadınlardan (%61.5) 3-4 ve (%31.5) 1-2 yıldır Türkiye’de kalanlar önde gelmektedir. Araştırmada kadınlardan %59.0’ı hiç Türkçe bilmediğini, %37.5’i biraz bildiğini belirtmiştir. Göç edilen ülkenin dilinin

bilinmesi ve eğitim imkanları, göç edenleri rahatlatmakta, entegrasyon sürecini hızlandırmaktadır. Ancak yabancı dil öğrenme olanağı olmayan ve formel eğitimden faydalanma olanağı düşük olan göçmen kadınlar için entegrasyon süreci güçleşmektedir (Dona, Berry, 1999 aktaran Deacon ve Sullivan, 2009, s.

273). Abadan-Unat (2017, s. 208) göç edenler arasında yoğun kimlik bunalımının en çok geldikleri ülkenin yetkilileri ve çocuklarıyla iletişim kuramamaktan kaynaklandığını belirtmiştir. Sağır’ın (2018, s. 101) %75.1’ini kadınların oluşturduğu Suriyeliler araştırmasında katılımcılardan %53.6’sı Türkçe bilme düzeyini kötü (çok kötü %32.9, kötü %9.0, hiç bilmiyor %11.7),

%35.3’ü iyi bulmuştur. Dil probleminin aile içi sorunları arttıracağı düşünülmektedir. Kaya ve Kentel (2005, s. 153-154) araştırmasında, Türkiye’den Fransa ve Almanya’ya sonradan gelen kadınların eşleri tarafından

“kayıtsız şartsız bağımlı halde tutulmak istediklerini” dile getirmiştir. Kadınların dil öğrenmesi, onların entegrasyon kapasitesini ve topum içinde başarı şansını arttırırken, aynı zamanda bu bağımsızlaşma erkeğin ve geniş ailenin korunma üzerine kurulu kültürünün yeniden üretimini riske sokmakta bu da korku ve şiddet potansiyeline yol açmaktadır. Araştırmada bu ailelerde, kadın üzerindeki eş, kayınpeder, kayınvalide, hatta oğuldan kaynaklanan şiddetin sıkça ortaya çıktığı bulunmuştur.