• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE KURAMSAL ARKA PLAN

2.8. KONUYLA İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMALAR

2.8.2. Yurt Dışında Yapılan Araştırmalar

rahatlığa sahip olmalarına rağmen, göç sonrası yoksullukla karşı karşıya kaldıklarını saptamıştır. Evin geçimini sağlamakla yükümlü erkeğin iş bulamaması sonucu, evin geçiminin genç erkeklerin, kadınların ve çocukların sırtına yüklendiği belirlenmiştir.

Buz’un (2002) çalışmasında Türkiye’de BMMYK Ankara ofisine sığınma amacıyla başvuran, Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden gelen ve başta Ankara olmak üzere Konya, Karaman, Isparta ve Burdur illerinde ikamet eden ve üçüncü bir ülkeye gitmeyi bekleyen zorunlu göç edenlerin sığınma sürecinde karşılaştıkları sorunlar incelenmiştir. Sağlık, eğitim, ekonomi, çalışma yaşamı ve uyum sorunlarının incelendiği araştırma 506 zorunlu göç eden ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucunda katılımcılardan, çocuklarından eğitimine devam edemeyenlerin %90.0 oranında olduğu, %80.6’sının herhangi bir sağlık sorunuyla karşılaştığında sağlık sorununu çözemediği, %69.6’sının herhangi bir gelire sahip olmadığı, %69.5’inin kısa süreli de olsa hiç çalışmadığı, %99.0’ının uyum ve sosyal ilişki kurma sorunu yaşadığı saptanmıştır.

Cesur-Kılıçaslan (2001) Ankara ilinde bulunan BMMYK’ya sığınma başvurusu yapan kadınlarla gerçekleştirdiği “Mülteci Kadınların Sorunları” araştırmasında, göç sonrası geniş ve çekirdek aile oranında düşme gözlendiğini, parçalanmış aile oranında ve aile reisi kadınların oranında artış olduğunu saptamıştır. Eşleri yanında olmayan kadınların, bazı sorunlarla karşılaştığı, en çok karşılaştıkları sorunlar arasında aile gelirini tek başına karşılama ve çocukların bakımını tek başına üstlenme konularının geldiği bulunmuştur. Zorunlu göç eden kadınların karşılamakta güçlük çektiği temel ihtiyaçları arasında sırasıyla; barınak, gıda, sağlık ve giyim olduğu belirlenmiştir.

sosyo-demografik özelliklerini, kaçış nedenlerini ve yaşadıkları travmaları incelemiştir.

Afganistan, Suriye, Irak, İran, Somali, ve Eritre ülkelerinden gelen toplam 663 kadınla yapılan araştırmada, kadınların kendilerini ya da aile üyelerini tehdit eden savaş ve terör nedeniyle kaçtıkları, %87.0’ının kaçakçılar aracılığıyla Avrupa’ya geldiği, genel yaşam kalitelerinin orta derecede (ortalama: 3,23) olduğu ve bunun nispeten Avrupa nüfusunun (ortalama: 3,68) yaşam kalitesinden daha kötü olduğu saptanmıştır. Araştırmada ölüme yaklaşma, aile üyelerinin saldırıya uğraması, sağlık hizmetlerinin yokluğu, hasta olma durumu düşük yaşam kalitesi ile ilişkilendirilmiştir.

Doocy ve Lyles (2017), BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisinin ulaşabildiği bölgelerden elde edilen verilerden (Şam, Halep, Haseke, Hama, Tartus), yerinden edilmiş, evin başında/reisi olan ve büyük ölçüde kentte yaşayan Suriyeli kadınların ihtiyaçlarının belirlenmesini konu alan araştırmada, katılımcıların demografik özellikleri, ev ekonomisi, barınma, su, sağlık, hijyen, yemek sorunları araştırılmış ve 2405 aileye ulaşılmıştır. Araştırmada hassas grubun hedef alındığı, yerinden edilmiş kadınların, yerinden edilmeyen ve evin başında/reisi olan erkeklere göre daha korunmasız olduğu, araştırmaya konu olan ailelerin yaklaşık yarısının sosyal yardım almasına rağmen karşılanmayan ihtiyaçlarının çoğunlukta olduğu saptanmıştır.

Cherri, Cuesta, Rodriguez-Llanes ve Guha-Sapir (2017) zorunlu göç nedeniyle Lübnan’a giden Suriyeli kadınlarda erken evlilik ve doğum kontrolünde engeller konulu araştırmasında, üreme yaşındaki 108 Suriyeli kadınla 11 odak grup görüşmesi gerçekleştirmiştir. Araştırma kapsamına alınan kadınların yaklaşık

%24.0’ının 15-49 yaş arasında olduğu belirlenmiştir. Katılımcı kadınlar, Suriye’deki normlar, finansal durum ve belirsizlik nedeniyle erken yaş evliliklere maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Lübnan’daki hayat pahalılığının, gebelik korunmasına engel olduğu belirtilmiş, bazı kadınların üreme sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğundan haberdar olmadıkları saptanmıştır. Araştırmada evlilik, gebelik, aile planlaması gibi davranışların çatışma öncesi dönemden nispeten farklı olduğu bulunmuştur.

Al- Krenawi ve Kanat-Maymon (2017), tek eşli ve çok eşli evliliğin Suriyeli kadınlarda kendine güven/özsaygı ve yaşam doyumları üzerindeki etkisinin karşılaştırılması amacıyla 276 kadınla Halep bölgesinde yaptığı araştırmada, 163’ünü çok eşli evlilik yapan kadınlardan ilk eş, 113’ünü tek eşli evlilik yapan kadınlar oluşturmaktadır. Araştırma sonucunda çok eşli evliliklerdeki ilk kadınların, tek eşli evlilik yapan kadınlara göre daha çok öz güven sorunu yaşadığı, yaşam doyumlarının düşük olduğu ve depresyon, düşmanlık gibi daha fazla mental sağlık problemleri yaşadıkları saptanmıştır.

Benage, Greenough, Vinck, Omeria ve Pham (2015) tarafından Lübnan’da bulunan Suriyeli kadınlarda doğum öncesi bakımı konu alan araştırma, hamile olan 420 Suriyeli kadın ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada kadınların demografik özellikleri, hamilelik yaşı, barındıkları yer, doğum öncesi/hamilelik bakımı ve aile planlaması konusundaki algıları ve pratikteki durum incelenmiştir.

Araştırmada kadınların %82.9’unun doğum öncesi/hamilelik bakımı aldığı, bunların %63.8’inin bir kez, %31.9’unun bir veya iki kez bakım aldığı ancak

%4.3’ünün hiç doğum öncesi bakım almadığı saptanmıştır. Sonuç olarak Lübnan’da bulunan ve hamile olan Suriyeli kadınların, standart doğum öncesi bakımı edinemedikleri belirlenmiştir.

Al-Krenawi (2013) çok eşli evlilik ve mental sağlık konulu araştırmasında, Suriyeli kadınlarda öz saygı, yaşam doyumu, evlilik doyumu ve aile fonksiyonunu incelemiştir. 2010 yılında Rakka’da 64 çok eşli, 72 tek eşli toplam 136 kadın ile gerçekleştirilen araştırma sonucunda çok eşli evlilik yapan kadınların tek eşli evlilik yapan kadınlara göre daha düşük öz saygı, düşük yaşam doyumu ve düşük evlilik doyumuyla ve daha fazla mental problemlerle karşılaştıkları belirlenmiştir.

Deacon ve Sullivan (2009) tarafından zorunlu göç eden kadınların çoklu sorumluluklarını konu alan araştırma, ABD’de bulunan, Irak, Afganistan, Sudan, Somali ve Suriye’den zorunlu göç eden evli ya da evlilik geçirmiş kadınlarla gerçekleştirilmiştir. 19-63 yaş aralığında olan 31 kadınla gerçekleştirilen araştırmada, yeniden yerleşim sürecinde sosyo-demografik

özelliklerin önemli olduğu, yeni bir ülkeye yerleşmenin kadınları stres, zorluklar ve önemli ihtiyaçlara gereksinim duyma sorunlarıyla karşı karşıya bıraktığı saptanmıştır.

Maziak ve Asfar (2003) tarafından düşük gelirli Suriyeli kadınların fiziksel şiddete uğrama sıklıklarını konu alan araştırma, Halep şehrinde 411 kadın ile gerçekleştirilmiştir. Fiziksel şiddetin sosyo-demografik ve düşük gelir ile ilişkisinin incelendiği araştırmada, 13-61 yaş arasında olan katılımcı kadınların

%88.0’ını evli kadınlar oluşturmuştur. Evli kadınların bekâr, boşanmış veya dul kadınlara oranla daha çok istismar edildiği saptanmıştır. Düzenli şiddet gören kadınların tamamının evli olduğu ve eşlerinin çoğunluğunu kadına şiddet suçu işleyenlerin oluşturduğu belirlenmiştir. Fiziksel şiddetin, kadının eğitimi, yaşı, dini, medeni durumu, ekonomik statüsü, ruhsal sıkıntıları, sigara kullanma durumu ve yaşadığı yer ile ilişkilendirildiği araştırmada katılımcılar arasında fiziksel şiddetin yaygın olduğu ve bunda kadının eğitim durumunun önemli değiştirici faktör olduğu belirtilmiştir.

Bostean ve Gillespie (2018) tarafından yapılan göçmenlerde kültürleşme, kültürleşmede stres ve aile ilişkilerini konu alan araştırma Latin ve Asya Amerikalıları ile gerçekleştirilmiştir. Kültürel etkileşimde strese neden olan faktörlerin aile ilişkilerine etkisi, göç edenlerin ülkelerinden çıkışı, gelinen ülkeye kabul ve kendi ülkeleriyle akrabalık bağları incelenmiştir. Araştırmada profesyonel İspanyolca bilme ve etnik kimliğin aile davranışını sürdürmede etkili olduğu, profesyonel İngilizce bilmenin aile çatışmasını arttırmada etkili olduğu saptanmıştır. Ailede çatışmanın yüksek olduğu, kültürel değişim faktörlerinin bununla ilişkili olduğu belirlenmiştir. Ayrıca kültürleşmede strese neden olan (gönülsüz çıkış, istemsiz kabul ediş, ülkeleriyle sınırlı bağlar kurmaları) faktörlerin ailede çatışmaları arttırdığı saptanmıştır.

Montazer ve Young (2017), köken ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyini ve Kanada’ya göç sonrası iş ve aile çatışmasını konu alan araştırmasını, Kanada’da yaşayan yetişkin göçmen ve doğma büyüme Kanadalı göçmenler ile gerçekleştirmiştir. Gelişmemiş ülkelerden gelenlerle gelişmiş ülkedeki

göçmenlerin karşılaştırıldığı araştırmada, iş ve aile çatışması arasındaki ilişki incelenmiş, gelişmemiş ülkelerden gelen göç edenler arasında aile çatışmasının daha fazla olduğu, bunun doğma büyüme Kanadalılarda daha az olduğu saptanmıştır. Eksik istihdam ve stresli çalışmanın gelişmemiş ülkelerden gelen göçmenlerde çatışmayı büyüttüğü, yine gelişmemiş ülkelerden gelen erkeklerin güç ve cinsiyet ayrımı üzerinde şartlandığı bulunmuştur.

Cook ve Waite (2016) tarafından yapılan Britanya’da yaşayan Afrikalı ailelerin kuşaklararası ilişkilerini konu alan araştırma, 20 aile ile gerçekleştirilmiştir.

Araştırmada kuşaklararası ilişkileri düzenlemede, aile üyelerinin merkezi role sahip olduğu, ebeveyn zorlukları, roller, özgürlükler ve cinsiyetçi beklentiler belirlenmiştir.

Fisher (2013) tarafından gerçekleştirilen Avusturalya’ya yerleşen zorunlu göç edenlerde değişen cinsiyet rolleri, ailedeki roller ve ev içi şiddeti konu alan araştırma, 5 Afrika ülkesinden (Liberya, Sierra Leone, Etiyopya, Sudan, Somali) gelen, 54’ü zorunlu göç eden, 24’ü destek kurumlarında görevli toplam 78 katılımcıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, kuşaklararası ilişkiler ve bunun aile üzerindeki etkisi, ilişkilerde aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet, aile rolleri ve sorumlulukları incelenmiştir. Bu incelemede; “erkeğin evin ekmeğini kazanan rol statüsünü kaybetmesi”, “finansal bağımsızlık”, “sorumluluk ve beklentiler arasında uyumsuzluk” konuları ele alınmıştır. Ayrıca kültürel dönüşümün de ev içi şiddeti arttırdığı saptanmıştır.

Pho ve Mulvey (2013) tarafından yapılan, Lowell’deki Güneybatı Asyalı kadınları konu alan araştırma, yeniden yerleşimden kaynaklanan problemleri ve kadın ve aileleri için yeni olanakları incelmektedir. Araştırmada Güney Batı Asyalı kadınların entegrasyon süreciyle baş etmede pek çok faktörden etkilendikleri saptanmıştır. Bu faktörlerin sırasıyla geleneksel değerler, evlilikte, çocuk yetiştirmede ve ücretli bir işte çalışmada rol oynayan değişen cinsiyet rolleri, zorlu kazanç durumları, erken gebelik ve ev içi şiddet olduğu belirtilmiştir.

Araştırmada aile ilişkilerinde, anne ve kız çocukları ve erkek-kadın arasındaki ilişki merkez alınmış ve aile ilişkilerinin yeniden yapılanması, kültürel durum ve

yeni bir toplumda çocuklar, geleneksel değerlerle ilgili kişisel ikilemler ve değişen cinsiyet rolleri, topluluk üyeleri arasındaki sosyal problemleri çözmeye yönelik farklı yaklaşımlar ve ev içi şiddet üzerinde durulmuştur. Güney Batı Asya ailesinde, eşler arasında, ebeveyn çocuk arasında ve büyük küçük kardeşler arasındaki ilişkilerin geleneksel rollerle biçimlendiği, bu yapının bel kemiğini oluşturan değerlerin ataya saygı, itaat, aile üyelerine bağlılık, eğitim, aile ilişkileri, ailenin topluluktaki durumu, yumuşak başlılık gibi babadan kalma hiyerarşi olduğu saptanmıştır.

Khawaja ve Milner (2012) tarafından yapılan Avusturalya’ya yerleşen Güney Sudanlı zorunlu göç edenlerin evlilik ilişkilerinde kültürel uyum güçlüğünün etkisini konu alan araştırma, evli ya da evlilik geçirmiş on üç katılımcıyla gerçekleştirilmiştir. Yaş aralığı 22-44 olan katılımcıların, Avusturalya’da kalış sürelerinin 2 ila 10 yıl arasında olduğu, 8 katılımcının eşiyle yaşadığı, 5’inin ayrı/boşanmış veya eşini kaybettiği saptanmıştır. Katılımcı kadınlardan 2’sinin çalıştığı ve bunlardan 1’inin eğitimli olduğu, diğer 7’sinin devlet yardımlarından faydalandığı bulunmuştur. Erkek katılımcıların ise işsiz olduğu ve devlet yardımlarına bağımlı olduğu belirtilmiştir. Çiftler arasında çatışmaya neden olan konular arasında; ekonomi, aile eksikliği, sosyal destek ve kültürel uyum güçlüğü olduğu bulunmuştur. Kültürel uyum güçlüğünün, evlilik baskısıyla da ortaya çıktığı, çiftler arasında ilişkilerde çatışmaya sebep olduğu, bu çatışmaların; finans, sosyal destek, ailenin yokluğu, yeni roller ve beklentilerle ilişkilendirildiği bulunmuştur.

Goulbourne ve diğerleri (2010), bir zamanlar İngiliz sömürgesi olan Karayiplerden ve İtalya’dan gelerek İngiltere’ye yerleşen göçmen aileler ve kuşaklar arasındaki yabancılaşma, aile ve topluluktan kaçış üzerine yaptıkları araştırmada, göçmen ailelerdeki çatışma konularını incelemiştir. Ailede gerilim, uyumsuzluk, üyeler arasındaki zıtlık, cinsiyet ve jenerasyon farklılıkları, normlar ve değerlerden kaynaklanan aile birliktelikleri, beklentiler ve anlaşmazlıklardan söz edilmiştir. Araştırmada ev içi ve ev dışı çalışmanın cinsiyete göre şekillendiği saptanmıştır.

Huntington ve diğerleri (1998) tarafından Filistinli zorunlu göç eden kadınların ailedeki rollerine odaklanılan araştırmada evlilik modelleri, evlilik ilişkileri, ebeveyn ergen ilişkileri, cinsiyet rolleri, din ve başkaldırıya dâhil olma konuları incelenmiş, genç annelerin modern yaşam stilini benimsedikleri, erkeklerin ise önceki döneme kıyasla çocuk bakımı ve eğitimine yardım ettikleri, kadınların yemek hazırlamaya ve evde kalmaya devam ettikleri, eğitime erişmelerinin ve başkaldırıya dâhil olmalarının, özgür aile rolleriyle çok da ilişkili olmadığı saptanmıştır.

Lipson ve Miller (1994), 1 ile 13 yıl aralığında Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan, 32 Afganlı kadınla (21-75 yaş aralığında, evli, dul, boşanmış veya ayrı yaşayan kadınlar) yaptığı derinlemesine görüşmelerde, kadınların ailelerini, mallarını, eski yaşam tarzlarını kaybettikleri, zorunlu göç sonrası kültür çatışması, statü kaybı, ekonomik zorluklar ve travmatik stres bozukluklarına neden olan sosyal izolasyon sorunu yaşadıkları belirlenmiş, kuşaklararası ve cinsiyetler arası çatışma, geleneksel değerler ve yeni ülkede beklenilen roller ve ebeveynlik rollerinin çok sayıda kadının yaşadığı çatışma konuları olduğu saptanmıştır.