• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.2. Dezavantajlı Olarak Kabul Edilen Çocuklar

2.2.3. Suçlu Çocuklar

Suç olgusunun, tarihin en eski devirlerinden itibaren insanın olduğu her yerde çeşitli sebeplerle toplumun huzur ve yapısını bozucu durum suç olgusunu ortaya çıkarmıştır. Dönmezer’e göre bu olgu; “evrensel, genel bir olaydır. İnsanların içinde ihtiraslarla birlikte toplum halinde çeşitli sosyal sınıfların varlığının gerektirdiği sosyal çelişkiler, uyumsuzluklar var oldukça suç da var olacaktır “(1984b: 18). Oysa Balcıoğlu’na (2001: 49) göre suçlar; “toplumların sosyal ve ekonomik şartlarına göre şekillenmektedir”. Suç olgusunda iki ana unsur önemlidir. Birincisi suçu ortaya çıkaran sebepler, ikicisi ise suç ortaya çıktından sonraki yaptırımlar. Suçu ortaya çıkaran sebeplerin başında sosyoekonomik yapı, eğitim, gelişmemişlik, şehirleşme, inanç sistemi, sosyal sınıf farkları, kültürel kopmalar vb gelmektedir.

Suç ve suçlu tanımı değişiklik gösterse de alan yazın tarandığında görünen o ki yoksulluk suçu ortaya çıkaran en önemli sebeplerin başında gelmektedir. Son yıllarda ekonomik ve teknolojik gelişmelere rağmen yoksulluk olgusu bireysel ve toplumsal anlamda özellikle suç ile ilgili olarak etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Yalnızca tek bir yönü olmayan bu sorun beraberinde başka sosyal sorunlara da yol açmaktadır. Bugün bu soruna dair göstergeler, durumun daha da kötüye gitmekte olduğuna dikkat çekmektedir. Özellikle de dünyanın gelişmekte olan ya da az gelişmiş bölgelerinde görülen yoksul insanların sayısının milyarlarla ifade edilir hale geldiği ve her geçen gün artmaya devam ettiği bilinmektedir (Eş ve Güloğlu, 2004).

Yoksulluk suç ilişkisini değerlendiren Suç Bilimi alanındaki alan yazının büyük bir bölümü de yoksulluk ile suç arasında bir ilişki olduğunu kabul etmektedir. Günümüz toplumlarının yapısı, başta ekonomik olmak üzere bireysel, sosyal ve kültürel çerçevede birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde değişmektedir. Bu yapı içerisinde bir yandan suçların niteliği ve çeşidi değişmekte, diğer yandan suç olayları sayısal olarak artmaktadır.

Kentleşme, işsizlik, göç gibi sosyal ve ekonomik sorunlardan hareketle pek çok araştırma, bireyin yaşamını doğrudan etkileyen bu olguların yoksulluğun ve bu çerçevede suç oranının artışına yol açtığını ileri sürmektedirler. Örneğin, “Fakirlik sebebiyle işlenmiş suçlardan bahsetmektedir. Aynı yazar mekânsal farklılıkların fakirlik ve onun getirdiği problemlerin de farklı olduğunu söylemektedir. Mesela, zengin metropolitan toplumlardaki fakirler bir şekilde hayatlarını idame ettirirlerken, fakirliğin daha yaygın olduğu üçüncü dünya ülkelerinde bu durum neredeyse suç işleyebilecek imkânların bile yokluğu şeklinde tezahür etmektedir” (Nandy, 2003: 118). Bu bağlamda günümüzde suç ve suçluluk açısından sosyal ve ekonomik etkenlere öncelik tanıyan görüşlerin giderek ağırlık kazandığı görülmekteyken toplumun bütün katmanlarında değişik suç ve suçlu türüne rastlamak mümkündür.

Evrensel bir olgu olan suçun, tarihin ilk dönemlerinden itibaren bütün toplumlarda ve her türlü sosyal tabakada var olduğu görülmektedir. Suç olgusu, tek tek bireylerin istek ve iradelerinin dışında, ekonomik, sosyal, kültürel vb. birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıkar. Suç bireysel değildir, her ne kadar suçu birey veya bireylerden oluşan gruplar işlese de suçu yaratan sebepler toplumsaldır. Genel olarak suç olgusu için geçerli olan açıklamalar çocukların suça itilmesi için de geçerlidir. Çocukların suça itilmeleri günümüzün önemli sosyal problemlerinden biridir. Çocuğun işlediği suç sadece kendisini ve ailesini değil aynı zamanda toplumu da olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuğun toplumdaki konumunu ilk önce ailenin sosyal ve ekonomik konumu belirler.

Çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren ilk karşılaştığı toplumsallaşma kurumu ailedir. Çocuğun aile tarafından istenen ve planlanmış bir çocuk olmaması, anne-baba tutumları, anne babanın fiziksel ve duygusal durumu, ailenin çocuğu ihmal ve istismar etmesi, aile içi çatışmalar, anne ve/veya baba yoksunluğu, ebeveynlerin madde bağımlılığı, evde yaşayan insanların sayısı ve ailenin gelir düzeyinin düşük olması ve buna bağlı olarak çocuğun sağlık, beslenme ve eğitiminin yeterince karşılanamaması gibi faktörler aile yapısını etkileyen önemli değişkenlerdir. Bu

değişkenler çocukların suça itilmelerinde önemli bir rol oynamaktadır (Temel ve Bayraktar,

2009: 214).

Çocuk, özellikle suç ortamında bulunuyorsa bunun olumsuz etkileri sorunun büyüklüğü oranında tüm topluma yansır. Toplum bir grup gencin suç ortamında bulunmasından ve bunun sonuçlarından huzursuz ve mutsuz olur. Böyle durumlarda toplum kendini güvensiz hisseder, geleceğiyle ilgili kuşku ve kaygılar üretir.

Çocuğu suça yönelten ortam olarak düşünüldüğünde ne tür ortamların çocuk ya da genci suça ittiği ya da yönelttiği sorusunun yanıtını aramak gerekir. Çocuğu olumlu ya da olumsuz etkileyen etmenler:

1. Aile ortanı (geniş aile, çekirdek aile, parçalanmış aile, üvey ana ya da baba ana ya da babanın eğitim öğrenim durumu, ailenin ekonomik durumu...)

2. Arkadaş ortamı (başıboş, ailesi ile bağları yok ya da zayıf çocuk ve gençlerle bir arada bulunan çocuk risk altındadır.)

3. Okul ortamı (diğer öğrenciler ve öğretmenler)

4. Genel çevre (alışveriş, pazar yeri, stadyum, memur, polis vb.)

5. Televizyon, kitap, dergi gibi kille iletişim araçları

6. Yoksulluk ortamı (yoksulluk başlı başına risk etmenidir)

7. Dengesiz ve adaletsiz gelir dağılımı

8. Göç ortamı

9. Bölgeler arası eşitsizlikler (Tomanbay, 2011: 18).

Çocuk suçluluğu, çocuk ve aile yapısı, arkadaşlık ilişkileri, okul ve mahalle özellikleri, gelişen teknoloji, yazılı ve görsel basın, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerin yetersizliği ile ilgilidir. Çocuk suçluluğunda en önemli faktör şüphesiz ailedir. Kırımsoy, suça karışmış çocukların ailelerin ortak özelliklerini şöyle sıralamaktadır:

1. Suça karışmış çocukların önemli bir kısmının aile üyelerinden en az birisi de suça karışmıştır dolayısıyla bir rol modellik söz konusudur.

2. Suça karışmış birçok çocuğun ailesinde işsizlik, yoksulluk, annenin dışarıda çalışması ya da aynı nedenlerle çocuğun sokakta çalışması gibi yetersiz ekonomik durumlar söz konusudur. 3. Suça karışmış çocukların birçoğunun ailesinde boşanma, terk, ölüm gibi nedenlerle

ebeveynlerden birisi ya da ikisinin de yokluğu söz konusu olmakladır

4. Çoğu zaman ihmal, bilgisizlik, hastalık, fiziksel özür nedeniyle anne babanın görevlerini yerine getirememeleri ve kontrol eksikliği söz konusudur,

5. Uygunsuz ve yetersiz bir konut, çocuk sayısının fazla olması sonucu ilgisizlik, aşırı baskı ve şiddet, kardeşler arasında kıskançlık ebeveynlerden birinin aşırı hâkimiyeti söz konusudur.

6. Evde alkolizm, madde bağımlılığı, çatışma, şiddet, cinsel istismar gibi aile içi suçlara maruz kalınması da ilerde çocuğu suça hazırlayan etkenler arasındadır.

7. Terör, siyasi mültecilik, doğal afetler, işsizlik, kan davası gibi nedenlerle ailenin göç etmesi

ve yeni toplumsal çevreye intibak edememe çocukları olumsuz etkilemekledir (Kırımsoy,

2011: 42).

Kırımsoy’un suçlu çocuk aile ilişkisi tespitlerinin yanı sıra Erzurum E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, 18 yaş altı 18 tutuklu çocuğa yönelik yapılan çalışmada şu sonuçlar elde edilmiştir:

1. Aile yapısının suça yönelmeye etkisi vardır.

2. Ailenin göç etmiş olmasının suçluluğa etkisi vardır.

3. Ailenin konut ve demografik özelliklerinin suçluluğa etkisi vardır.

4. Arkadaş çevresinin suça yönelmeye etkisi vardır.

5. Okul çevresinin suça yönelmeye etkisi vardır.

6. Boş zamanların değerlendirilme şeklinin suça yönelmeye etkisi vardır (Avcı, 2010: 67).

Ailenin çocuk suçluluğunu artırıcı en belirgin özelliği, diğer üyelerin de suça karışmasıdır. Suç işleyen 500 ve suç işlemeyen 500 kişinin anne, baba ve akrabaları araştırılmış ve aşağıdaki neticelere varılmıştır:

1. Suç işleyenlerin % 40’ının, suç işlemeyenlerin % 16’sının babaları alkoliktir.

2. Suç işleyenlerin % 5’inin anası alkolik, suç işlemeyenlerin hiçbirisinin anası alkolik değildir.

3. Suç işleyenlerin % 42,6’sının büyük dede, amca, dayı halaları akıl hastası, suç işlemeyenlerin % 13'ünün yakınları akıl hastasıdır.

4. Suç işleyenlerin % 5,3’ünün yakınları saralı, işlemeyenlerin % 2’si saralıdır.

5. Suç işleyenlerin % 33,6’sının yakın akrabaları anormal ve şiddete yönelik karaktere sahip, suç işlemeyenlerin yakın akrabaları cebir ve şiddete yönelik değildir.

6. Büyük anne-baba, anne-babalardan küçüklere kusurluluğun geçme oranı % 80’dir

Çocukların suça bulaşmasında sanal ortamın çok büyük etkisi vardır. Çocukların, kontrolsüz sanal ortamda bulunması, kötü niyetli kimseler tarafından yapılan paylaşımlar, psikolojik gelişimlerini olumsuz etkileyebilir. Bu durum bireysel ve sosyal sapmaya tetikleyebilir, çocuğu muhtelif suçların mağduru veya suçlusu yapabilir. İnternetin ve medyanın çocukta tabi halde bulunan, saldırganlık ve cinsellik dürtülerini aşırı uyarması, çocuğu bu tür suçlara yöneltebilir.

Suça bulaşmış çocukların okula devamındaki ana amaç elbette akademik başarı değildir. Doğru yaklaşılırsa hem çocuğu suçluluk, yalnızlık ve dışlanmışlık duygularından kurtarır hem de doğru yönlendirilirse çocuklar, çeteleşme gibi suçun devamını içeren davranışlardan uzaklaştırılır. Çocukların çeteleşmesine etki eden bir faktörlerden bir de medyanın olumsuz etkileridir. Aile sevgi ve ilgisinden yoksun çocuklar kendilerini dizi kahramanlarıyla özdeşleştirirler. Türkiye’de özellikle son yıllarda yapılan bazı dizilerin baba sevgisinden yoksun erkek çocukların suçluluğuna ve çeteleşmiş suçlara etkisi kaçınılmazdır. Bu çeteler bazen de terör amaçları için oluşturulur.

Terörün yaygın olduğu muhitteki çocukların, kimi zaman mağdur, kimi zaman faili olması kaçınılmazdır. Bu muhitteki çocuklar, beyin yıkama ve kontrolü, vaat suretiyle, grup dinamiği içinde tedhiş suçlarına yöneltilebilirler. Hayal kırıklığına uğramış, hayatı anlamsızlaşmış çocukların; öz kimliğinden kaçmak, hayatını feda etmek, öne çıkmak suretiyle ona bir anlam katmak, kendisine ya da çevresine saygınlık kazandırmak gibi düşüncelerle tedhiş grupları arasına katılmaları mümkündür. Ortamın psikolojik yapısı, sosyoekonomik ve psikolojik bakımdan güçsüz durumda olan gençleri kendisine çeker. Şiddete maruz kalmış olanlar, daha büyük ve karşı bir şiddetle, haksızlıkların acısını çıkaracaklarına ya da şiddetten kurtulabileceklerine inanırlar. Oysa bunlar, faildeki şiddetin mağdura da bulaşmasından başkası değildir (Erdoğan, 2011:

121).

Hiçbir çocuk suçlu doğmaz, onu suça iten sebepler göz önünde bulundurulmalıdır. Bir toplumun geleceği olan çocukların sağlıklı koşullarda yetişmesi suça bulaşmaması ya da bulaştırılmaması ile ilgili koruyucu ve önleyici tedbirler almak yine kamunun görevidir. Kamu bu hizmeti yerine getirirken eğitim ve öğretim kurumlarından azami ölçüde yararlanmalıdır. Toplumda dezavantajlı konumda bulunan bireylerin eğitime katılmasıyla eğitimdeki başarı artmasa bile suç oranında çok ciddi bir düşüş görüldüğü alan yazında yer almıştır. Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde yapılan “eğitim süresi ve suç ilişkisini” inceleyen çalışmalarda, eğitim süresi ve düzeyi artıkça suç oranında

azalma tespit edilmiştir. Okul kalitesi ve okul türü ile suç arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların sonuçlarına göre ise dezavantajlı konumdaki çocukların (göçmen, yoksul, yoksun, madde bağımlısı, korunmaya muhtaç…) devam ettiği okullarda kalite düzeyinin yükseltilmesinin suç vakalarını azalttığı sonucuna ulaşılmıştır (ERG, 2010). Eğitim kurumları suçu önlemede kanunlardan önce görev yapmalıdır.

Türk Ceza Kanununun 6. Maddesinin birinci kısmına göre, “Ceza kanunlarının uygulanmasında, çocuk kelimesinden; henüz on sekiz yaşını doldurmamış kişi anlaşılır.” Maddenin ikinci yani ceza sorumluluğu esaslarına göre ise:

1. Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.

2. Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiili algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan on iki yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde yedi yıldan dokuz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte ikisi indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası altı yıldan

fazla olamaz (TCK, 2004).

Buna göre on iki yaşını doldurmamış yani ilkokul ve ortaokul çağındaki bir çocuk, isteyerek ya da ailesinin zoruyla cezai işlem gerektiren bir suç işlediğinde Ceza İnfaz Kurumlarına alınmamaktadır. Bu durumda çocuğun ıslahı hususunda eğitim kurumlarına büyük sorumluluk düşmektedir. Yapılan araştırmalarda böyle çocukların okulu terk ettiği, çok az okul idaresinin çocuğun okula döndürülmesi için çaba sarf ettiğini göstermektedir.

Erzurum E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiş ve kurumda tutuklu olarak bulunan 18 yaş altı toplam 18 çocuklar; eğitim-öğretim olanaklarından yararlandıklarını ve kuruma gelmeden önce devam ettikleri okullarında idareci ve öğretmenlerinden olumsuz ya da şiddet içerikli tutum ve davranış gördüklerini bu nedenle derslerinde başarısız olduklarını ifade etmiştir. Bu çocukların, okuldan soğuyup kaçtıkları ve sonuçta suçlu gruplara katılarak suç işledikleri tespit edilmiştir. Araştırmada, çocukların % 11,1’inin okur-yazar olup bir okul bitirmediği, % 27,8’inin ilköğretimin birinci kademesinden terk, % 11,1’inin ilköğretimin ikinci kademesinden terk, %5,6’sının

ilköğretimin ikinci kademesinden mezun, % 44,4’ünün ise liseden terk olduğu belirlenmiştir (Avcı, 2010: 64).

Çocuk suçluluğunda en riskli grup; okula gitmeyen, öğrenimlerini yarıda bırakan, evden kaçan çocuklardır. Bu çocuklar, birçok suçun mağduru olma riskiyle de karşı karşıyadır. Yoksulluğun, yoksunluğun, göçün, etkisiyle ailede, okulda, arkadaş çevresinde sağlıklı sosyalleşemeyen çocuklar, bu mağduriyetleriyle yine kendileri hayatları boyunca uğraşırlar. Bu mağduriyetin azaltılmasına eğitimin çok önemli bir rolü vardır.

İlköğretimin zorunlu olduğu Türkiye’de, MEB’in Genel Amaçlarının 2. Maddesini “Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek.” gerçekleştiremediğini iddia etmek mümkündür. Suç işlemenin psikososyal faktörlerinden birinin eğitimsizlik olduğu düşünüldüğünde Devletin uzun süre (ilköğretim, lise, yükseköğrenim) eğittiği bir çocuğun yine de suça yönelmesi düşündürücüdür.

Eğitimin amacı salt bilgi vermenin ötesindedir. Çocuk bilgiyi, belki fazlasıyla başka şekilde de alabilir. Sağlıklı aile ortamından gelemeyen; suça bulaşmış; suç işlemeye meyilli çocukların eğitim ve öğretim ortamına katılmasında okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin rolü çok önemlidir.