• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Dezavantajlılık Kavramı

2.1.4. Sosyal Dışlanma ve Göç

Göç; insanların ekonomik, savaş, terör, coğrafi olaylar (sel, deprem, kuraklık, erozyon…), daha iyi eğitim ve sağlık koşulları gibi nedenlerle uzun süreli veya kalıcı bir şekilde yer değişikliği yapmasıdır. İnsanların göç etmesi insanlık tarihi kadar eskidir. Dünyada bütün kıtalar kendi içinde hatta kıtalar arasında göçler, insanlığın değişiminde ve dönüşümünde çok etkili olmuştur.

Erder’e göre, “Çeşitli toplumlarda, çeşitli dönemlerde toplumsal değişmenin niteliğine ve hızına bağlı olarak birbirinden çok farklı nitelikte göç hareketleri

gözlenmiştir. Bu nedenle de göç olayının tanımlanması ve olayının açıklanması konusunda bugüne kadar yapılmış olan çalışmalar oldukça karmaşık bir yapı göstermektedir” (Erder, 2006: 24).

Özcan, göçle ilgili olarak, “Basitçe insanların yaşadıkları yeri terk edip devamlı olarak yaşayacakları başka bir yere gitmeleri olarak tanımlanabilecek göç olgusu aslında iki kavramı içerir; yer ve zaman. Göç bir yerden diğerine hareketi yani alan değiştirmeyi ve bunun için bir mesafe kat etmeyi içerir. Çoğu zaman bu alan sınırları idari bölünmeler esas olarak belirlenir. Başka bir yerde ne kadar kalınırsa bu hareket göç sayılır? Bu konuda, göç çalışan sosyal bilimciler arasında bir birlik yoktur. Bazılarına göre bu süre. 1 yıl ve 1 yıldan daha fazla olmalıdır” (Özcan, 1998: 80) demiştir.

Türkçede çok yalın olarak bir ailenin, bir grubun evi-barkı, çoluk çocuğu ile bir yerden başka bir yere taşınması, yani yer değiştirmesi olayıdır. Göç olgusuna değişik bilimsel yaklaşımlardan bakabilir ama en önemlisi de göçün sosyolojik bir olgu olmasıdır. Çünkü toplumu, toplumsal hareketlilik biçimlerini, gelişmeyi, çatışmayı, kalkınma ve değişimi çok yakından ilgilendiren bir süreçtir. Bu bağlamda “göç: insanların, grupların demografik, coğrafik, ekonomik ve sosyopolitik nedenlerle zaman ve mekânda yer değiştirmesi ile eyleme dönüşen ve eylemin bitiminden sonra da etkileri devam eden bir süreçler bütünüdür” (Çakır, 2011: 210).

Daha iyi yaşam koşullarına sahip olma umuduyla göç eden insanlar, her zaman istedikleri hayata kavuşamadıkları gibi, göç ettikleri bölgede de sosyoekonomik, sosyokültürel ve şehirleşme sorunlarına sebep olmaktadırlar.

“Çok çeşitli sebeplerden kaynaklanan sosyal bir süreci ifade eden göçün hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Göç eden aileler bakımından olaya olumlu bakmak mümkündür. Çünkü kırsal kesimde yaşayan ailelerde ilköğretim sonrası çocuklarını okutma şansı ya kısıtlı ya da hiç yoktur. Bu sebeple kentlere göç eden aileler çocuklarını temel eğitim sonrası da okutma şansını elde ederler” (Alpar ve Yener, 1991: 79). Türkiye’de özellikle 1950’li yıllardan itibaren köyden şehre göçün artarak devam etmesinin altında yukarıdaki gerekçelerin rol oynadığı bilinmektedir.

1950’li yıllarda Türkiye’de tarım alanındaki gelişmeler (tarımda makinalaşma, tarım alanındaki kazancın köylüye yetmemesi, yanlış tarım politikaları, toprak ağalarının köylüye emeğinin karşılığını vermemesi…) köylünün kentlere göçmesine zemin

hazırlamıştır. Kamu hizmetlerinin (sağlık, eğitim, güvenlik…) kırsal kesime yeterince ulaştırılamaması bu hizmetlerin var olduğunun hayal edildiği şehirleri birer cazibe merkezi haline getirmiştir. Devletin sanayi yatırımlarını büyük şehirlere kurması ile doğan işçi ihtiyacını yine kırsaldan göçenler karşılamıştır. “Ayrıca ülkede özellikle eğitim örgütlenmesinin kentlerde konuşlanması, yatırımı özendirici politikalar nedeniyle kentlerle kırsal yerleşmeler arasında belirginleşen ara farkların oluşması, kentsel yatırımların yanı sıra, sanayi yatırımlarının büyük ölçüde büyük kentlerde konuşlanması kentleri çekici kılmış ve büyük nüfus kitlelerini gerekli maddi birikimden ve kentin gerektirdiği yaşam ölçütlerinden yoksun bir şekilde kentlere doğru itmiştir” (Özdemir, 2012: 14). Bu göçlerde dikkat çekici olan durum, kırsal kesimden göçenlerin göçe gönüllü olmalarıdır. 1960-1990’lı yıllardaki göçler benzer sebep ve sonuçlar içerirken; 1990 yılından sonraki göçler, zorunlu olması nedeniyle farklı sebep ve sonuçlar içermektedir.

1990’larda başlayan Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki güvenlik nedeniyle köy ve mezraların boşaltılması yeni bir göç olgusunu karşımıza çıkarmıştır. Zorunlu göçe bireyler hazırlıksız yakalandıkları için birey üzerindeki etkisi de gönüllü göç edenlere göre farklı olmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki geleneksel göç hareketleri çoğunlukla bölge dışındaki kentlere doğru yaşanmaktadır. Bu bölgelerden başta İstanbul olmak üzere İzmir, Ankara, Bursa, Adana, Mersin gibi kentlere göç edilmektedir. Oysa zorunlu göç hareketleri büyük ölçüde bölge içindeki kentlere yönelmiştir. Bu göçten Doğu Anadolu'da en çok etkilenen il Van iken, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Diyarbakır, Gaziantep, Urfa, Batman gibi kentlerde nüfus birikmiştir. Sözü edilen bu kentlerin alt yapısı ve ekonomisi yeni göç edenleri ememeyecek kapasitede olduğu için yaşanan sorunlar batıdaki kentlerden farklı olmuştur (Erkan, 2011: 198).

Sonuç olarak göçlerin ortaya çıkardığı sonuçlar, sosyal dışlanmaya sebep olmaktadır. Göçmenlerin, sosyal dışlanma karşısında başvurduğu bazı hayatta kalma yöntemleri, sosyal dışlanmayı tekrar tekrar yaratan bir kısır döngüye dönüştürmektedir. “Masraf olmasın diye çocukların okula gönderilmemesi veya çocukların sokakta veya kapalı mekânlarda çalışarak eğitimden uzaklaşmaları ve sağlıklarının bozulması göç etmiş ailelerin ikinci kuşaklarının da sosyal dışlanmadan kurtulamaması sonucunu doğuruyor” (Yükseker, 2012: 296). Eğitimsiz bir bireyin düzenli bir iş bulması olasılığı yüksek olmadığı için göçmenliğin getirdiği yükün üstüne bir de yoksulluk eklenmektedir. Avrupa ülkelerinde ve Amerika’daki göçmenlerin durumu ile Türkiye’deki göçmenlerin durumu farklıdır. Başta Amerika, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya İtalya

olmak üzere refah düzeyi yüksek olan bu ülkeler; Afrika, Uzak Doğu, Güney Amerika ve Asya ülkelerinden göç almıştır. Öyle ki bu göçmenler artık birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşak göçmenler olarak sınıflandırılmaktadırlar. Dezavantajlılıkla mücadeleyi genelde göçmenler üzerinden değerlendiren bu ülkelerde konuyla ilgili çalışmaların sayısı oldukça fazladır.

İngiltere’de ikinci nesil dezavantajlı göçmen ailelerin ilkokulda okuyan çocukların öğrenme yetenekleri ile ailelerinin durumu arasındaki ilişki incelenmiştir. “Dört farklı etnik grubun öğrenme yeteneğini değerlendirdik. Bunlar: Ebeveynleri İngiltere veya Avrupa'da doğmuş olanlar, Güney Asya'da doğmuş olanlar, Karayipler’de doğmuş olanlar ve diğer ülkeleri kapsayan farklı kombinasyonları. İngiltere’de yaşayan azınlıklar ilkokulda düşük sonuçlar elde etmeye devam ederken sonraki okudukları okullarda beyazlara yetiştikleri görülmektedir. Güney Asyalı ve Afro-Karayipli aileler belirgin bir şekilde matematik ve dilde daha düşük sonuçlar elde etmişlerdir.” ( Meunier, Coulon, Gutierrez ve Vignoles, 2013: 106) Bu farkın büyük bir kısmının göçmenliklerinden ziyade sosyoekonomik geçmişleri, ailesel eğitimleri ve kaynak eksikliği nedeniyle alakalı olduğu ortaya çıkmıştır.

ABD’de belirli bir kültürel gruptan gelen bireylerin kendi çevreleri içinde zorlanan bireylerin farklı bir kültür karşısında yaşadıkları stres, yabancılaşma duygusu ve diğer olumsuz koşulları yaşadıkları görülmüştür. Bireylerin kendi kültürlerine ve yeni kültürlere alışmaları gerektiğini ve bunun için eğitimin önemli bir rolünün olduğu tespit edilmiştir (Albert ve Trıandıs, 1985).

ABD’de göçmenler, özellikle ten rengi farklı olanlar ve onların çocukları ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kaldığı için okulda öğretmenleri ve arkadaşlarıyla olumsuz ilişkiler geliştirmelerine sebep olmuştur. Parlak bir eğitim geçmişine sahip olsalar bile ileriki yaşlarında bu ırkçılık ve ayrımcılık bütün ilişkilerine yansır. Sonuç olarak eğitimli ailelerin çocukları az eğitimli ailelerin çocuklarına göre bir işin üstesinden gelmede daha başarılıdırlar (Shields ve Behrman, 2004).

Afrika ülkelerinden Amerika’ya gelen göçmenler, “yeniden şekillenen toplumun içerisinde, kendi duygusal ve kültürel çatışmalarıyla baş etmeye çalışırken kültürel etkileşimle ilgili bir strese maruz kalmaktadırlar. Bu strese ilişkin problemlerin kişilerarası çatışmalar, rol çatışması, aile içi kendisi ile ve ailedeki rolün algılanmasına

dair çatışmalar, düşük özgüven veya kontrolün kaybından kaynaklı olmasından bağımsız olarak yer değiştirmeden kaynaklı değişimlerin psikolojik, manevi, duygusal ve bilişsel sonuçları yaşamaktadır. Sosyal izolasyon, kültürel şok, kültürel değişim, mücadele gerektiren stres, göçmenlerin maruz kaldıkları tespit edilen dört önemli deneyim olarak öne çıkmaktadır” (Kamra, 1996: 159).

Kamra (1996), çalışmasında, göçmenlerin manevi refahlarının sağlanmasının ancak onların kültürel ve sosyal özellikleri ile birlikte değerlendirilmesi ile mümkün olacağını dile getirmiştir. Bu tip çabaların, göçmenlerin daha iyi anlaşılmasını ve nihayetinde onlara göre daha uygun program ve politikaların üretilmesini sağlayacağını belirtmiştir.

Meksikalı göçmen (aileler göreceli olarak düşük eğitim becerileriyle gelmektedirler.) ailelerin eğitim düzeylerini artırmak için yapılan yetişkin okuryazarlık programlarının çocukların eğitimleri açısından neticelerini ölçmeyi hedefleyen bir çalışmada ise, Amerika’daki bu programlarla yapılan bir yıllık eğitimin çocukların kelime saptama ve kavramaya yönelik test sonuçlarında ciddi bir artışa sebep olduğu tespit edilmiştir Crosnoe (2005).

Büyük ihtimalle, bu da daha iyi eğitim sonuçları alınmasına, dolayısıyla Meksikalı çocukların yetişkin olduklarında yoksulluk çarkını kırmalarına katkıda bulunacaktır. Okul tarafından finanse edilen ders dışı sosyal aktiviteler katılım, çocuğun bilişsel olmayan yetenekleri üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu için, çocuğun akademik başarısına da olumlu katkı sağlayacaktır. Bu nedenle, biz, ilkokul düzeyinde, Meksikalı çocukların çoğunluğu oluşturduğu bütün düşük sosyoekonomik düzeye sahip aileler için okul sonrası özel dersler ve okul bazlı müfredat dışı faaliyetleri tavsiye ediyoruz. (Crosnoe, 2005: 1557)

ABD Princeton Üniversitesi’nin (Shields ve Behrman, 2004) “Göçmenler ve Göçmen Çocuklarının Yaşadığı Zorluklar” üzerine yaptığı bir çalışmada Amerika’nın göçmen ailelere sağladığı imkânlara rağmen bu ailelerin çocuklarının; sınırlı dil becerileri, düşük düzeydeki aile desteği ve sosyal yaşantılarındaki dezavantajlı pozisyonlardan dolayı bazı sorunlar yaşadıklarını tespit etmiştir.

Göçmen ailelerin çocukları Amerika Birleşik Devletlerinde doğan çocuklardan farklı olarak anne ve babaları lise mezunu değildir. Yetersiz eğitime sahip bu aileler çocuklarına ödevlerinde yardım edememekte eğitimsel anlamda tartışamamakta çocuklarını başarıya teşvik edememektedir.

Amerika’da yaşayan tüm göçmen çocukların % 18’i evlerinde İngilizce dışında başka bir dil konuşmaktadırlar. Göçmen ailelerin çocuklarının ise % 72’si evlerinde İngilizce dışında başka bir dil konuşmaktadır. Aslında iki dil konuşabilmenin yararları vardır. Fakat ev halkından hiç kimse İngilizceyi tam anlamıyla kurallarına uygun konuşamadığı için bu ailelerin çocukları okul içinde ve dışında sosyal ortamlarda birçok zorluk yaşamaktadır.

Federal devlet ve yerel eğitim kurumları göçmen çocukları kaliteli eğitim programları güçlü destekleyici çabalarla sahiplenmeli çocukları ilkokul ve anaokuluna gelmeye teşvik etmeli özel eğitim kaynaklarından yararlanmalarını sağlamalıdır. Okullar ise eğitim konusunda aileler ile sürekli iletişim halinde olmalı dil becerileri konusunda yeterli olmayan aileler için dil destek gurupları oluşturulmalı, onları bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidirler (Shields ve Behrman, 2004).

Göçlerle gelen öğrencilerin okul başarısına etkisine ilişkin okul yöneticilerinin tamamı bu öğrencilerin okul başarısını olumsuz etkilediğini belirtmişlerdir. Okul yöneticilerine göre göçlerle gelen öğrenciler hem kötü notlarıyla sınıf başarısını hem de yapılan ulusal sınavlarda düşük puanlarla okulun genel başarısını düşürmektedirler. Ekonomik sıkıntıdan kaynaklanan çalışma ortamlarının olmayışı ve uyum sorunları bu öğrencileri başarısızlığa itebilir; fakat okul yöneticilerinin tamamınca göçle gelen öğrencilerin sınıf ve okul başarısını düşürdüğüne ilişkin görüşleri durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Göçle gelen öğrencilerin en kısa süre içerisinde yerleştiği yere uyum sağlaması, akademik başarının yükseltilmesi büyük bir önem arz etmektedir (Avcı, Koçoğlu ve Ekici, 2013)

Göç eden insanların ucuz konut ihtiyacına cevap veren gecekondu bölgelerini tercih ettikleri gerçeğinden yola çıkarak göçmen ailelerin yaşadığı; şehir hayatına uyum sorunları, ekonomik sıkıntılar, gıda ve giyim ihtiyaçları, nedeniyle çocukların ebeveynden daha mağdur olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Çocukların, kırsal yaşamdan şehir hayatına uyumu esnasında yaşadığı kültürel çözülme ve bozulmayı da unutmamak gerekir. Gecekondu bölgelerinde göçmen ailelerin çocukları, yeni çevrenin etkilerine açık olduklarından, bu çevreye uymak için suça yönelmektedirler.

Göç olgusunun eğitim ve öğretim aşısından çok önemli olduğu özellikle bir bölgeden farklı bir bölgeye taşınan bireylerin yeni geldikleri yere uyum sağlamaları kolay

olamamaktadır. Burada kültürel, sosyal ve demografik yapının rol oynamasının yanında var olan çevrenin kendilerini hemen kabul etmemesinin de etkili olduğu bilinmektedir. Eğitim kurumlarının üzerinde önemle durmaları, onların uyumlarını kısa sürede sağlayabilmelerine ortam hazırlayarak ortaya çıkabilecek problemlerin önüne geçmeleri açısından son derece önemlidir. Sonuç olarak; eğitim politikaları, zorunlu veya gönüllü olarak göç eden tüm ailelerin çocukları için önlem almalıdır.