• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Dezavantajlılık Kavramı

2.1.3. Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk

Sosyal dışlanmayı ortaya çıkaran en önemli gerekçe yoksulluktur. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yoksullukla ilgili çalışmalarda temel veri kaynağı bireylerin ve bunların oluşturduğu hane halkının tüketimlerini, gelir düzeylerini, sosyoekonomik kesimler ve nüfus tabakalarına ve bölgelere göre ortaya çıkaran “Hane Halkı Bütçe Anketleridir”. Kurum, 2002 yılından itibaren her yıl düzenli olarak hane halkı bütçe anketleri uygulamaktadır. TÜİK, (2013) yoksulluğu şöyle tanımlamaktadır:

İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlamak mümkündür. Dar anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade eder. TÜİK, yoksulluğu mutlak ve göreli yoksulluk olarak ikiye ayırmaktadır:

Mutlak yoksulluk: Mutlak yoksulluk, hane halkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek

asgari refah düzeyini yakalayamaması durumudur. Bu nedenle, mutlak yoksulluğun ortaya çıkarılması, bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan minimum tüketim ihtiyaçlarının belirlenmesini gerektirir. Mutlak yoksul oranı, bu asgari refah düzeyini yakalayamayanların sayısının toplam nüfusa oranıdır. Bu çalışmada, gerek gıda, gerekse gıda ve gıda dışı harcama bileşenlerini içeren mutlak yoksulluk sınırları hesaplanmıştır.

Göreli yoksulluk: Bireylerin, toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının

altında olması durumudur. Buna göre toplumun genel düzeyine göre belli bir sınırın altında gelir ve harcamaya sahip olan birey veya hane halkı göreli anlamda yoksul olarak tanımlanır. Refah ölçüsü olarak amaca göre tüketim veya gelir düzeyi seçilebilir. (www.tuik.gov.tr, 2013)

TÜİK’in yoksulluk tanımının benzerlere alan yazında rastlanılmaktadır. Yoksulluk, günlük temel ihtiyaçların tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli gelire sahip olmama anlamına gelse de, yoksulluğu dar ve geniş anlamda tanımlamak mümkündür. Dar anlamda yoksulluk (mutlak yoksulluk), açlıktan ölecek duruma gelme ve barınacak yeri olmamayı; geniş anlamda ele alınan (nispi ya da göreceli yoksulluk) ise bireylerin ya da ailelerin gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde, bu imkânların toplumun genel refah düzeyinin gerisinde kalması durumunu ifade etmektedir. Mutlak yoksulluk temel ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalmayı ifade ederken, göreli yoksulluk ekonomik ve sosyal olarak daha iyi durumdaki fertler ve ailelerle bir kıyaslama yapıldığında belirli bir seviyenin altında kalmayı tarif etmektedir. Bu nedenle günümüz kalkınma ekonomisinin en önde gelen amaçlarından birisini yoksullukla mücadele oluşturmaktadır (Uzun, 2003).

Bir birey, gelir ve gider dengesi içinde toplumun belirlediği yaşam standartlarını tutturamıyorsa yoksulluk içerisinde yaşıyor demektir. “Böyle bir durumda, yoksul kesim, bir dizi sorunu birlikte yaşamaya mahkûmdur: İşsizlik, düşük gelir, kötü yerleşim koşulları, sağlık hizmetlerinden yeterli düzeyde yararlanamama ve kültür, spor, dinlenme ve eğitim olanaklarına yaşam boyu ulaşmada engeller. İktisadi, toplumsal ve kültürel hayatta diğer insanların doğal hayat akışı içerisinde yapa geldikleri etkinliklere hakkıyla katılamazlar ve temel haklarına ulaşımda zorluklar yaşayabilirler.” (Lofça ve diğerleri 2010: 45)

Tanımda dikkat edilmesi gereken husus, birey-aile-hane ve grupların, maddi kaynaklarının toplum yaşam standartlarına uygun yaşayamamasıdır. Yaşam standartlarının toplumdan topluma, dönemden döneme, değişken bir yapıya sahip olması yoksulluğun teşhisini zorlaştırmaktadır Yani, burada kullanılan kavram esas itibariyle “göreli bir yoksulluk” tanımından kaynaklanmaktadır. Yoksulluğu belirleyen, içinde bulunulan toplumun genel durumudur. Yine UNICEF'e göre, yoksulluğun tek bir göstergesi yoktur ve bu nedenle nicel terimlerle ifadesi her zaman kolay değildir. Tek başına gelir düzeyi anlamında bir yoksulluk tanımı, yoksulluğun örneğin ayrımcılık, toplumsal dışlanma ve saygınlığın yitimi gibi yönlerini dikkate almaz (UNICEF, 2005).

UNICEF’in yoksullukla ilgili değerlendirmesi yoksulluk kavramının sadece ekonomik nedenlerle açıklanamayacak kadar geniş bir kavram olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksulluk- sosyal dışlanma ilişkisi 1980’li yıllardan itibaren iktisatçılar ve

sosyologlar arasında tartışma konusudur. (Böhnke, 2001) yoksullukla sosyal dışlanma arasındaki farkları şöyle tespit etmiştir:

Tablo 2

Sosyal Dışlanma ve Yoksulluk Kavramlarının Karşılaştırılması

Yoksulluk Sosyal Dışlanma

Temel Varsayım • Eşitsizliğin bir çeşidi olarak

düşük gelir

• Toplumsal katılım şansının düşüklüğü ve bunun toplumsal istikrar için oluşturduğu tehdit

Referans Noktası • Eşitlik/Eşitsizlik

• Kaynak Dağıtımı • Minimum Gelir

• Toplumun parçası olmak ya da olmamak

• Sosyal katılım/bütünleşme • Sosyal haklar

Nitelikler • Tek Boyutlu

• Durum

• Yapısal etkenlerle ilgilenir

• Çok boyutlu

• Kümülatif nitelik/süreç • Yapısal etkenler ve bireysel algılama ile ilgilenir

Sosyal Eşitsizlik Boyutu • Dikey • Dağıtık • Kutuplaşmış (iç/dış) • Dağıtık ve katılımsal

Göstergeler Gelir Ekonomik, sosyal, politik ve

kültürel boyutlarla ilgili çeşitli göstergeler

Kaynak (Böhnke, 2001: 11)

Yoksulluk, temel ihtiyaçlar boyutundan yaklaşarak bireyin gereksinimlerini karşılamak olarak tanımlandığında, ihtiyaçların cevaplanmaması durumu bireyde yoksulluk ve bu yoksulluk duygusu üzerinden ise sosyal dışlanmaya sebep olur. Yoksulluk ve sosyal dışlanma ilişkisi çok boyutlu olduğu için aynı zamanda dezavantajlılık durumunu da yaratır.

Sosyal dışlanma ile yoksulluk arasındaki ilişki hakkında tartışılan bir konu da yoksulluğun mu dışlanmayı doğurduğu yoksa dışlanmışlığın mı yoksulluğu doğurduğu sebep sonuç ilişkisidir. Adaman ve Keyder’in (2006) konuya şöyle açıklık getirmiştir:

Maddi imkânsızlıklar beraberinde dışlanmayı mı getirmektedir?”, yoksa “Ekonomik olmayan nedenlerden kaynaklanan dışlanmanın mevcudiyeti maddi imkânsızlıklara mı yol açmaktadır?” şeklinde basitçe ifade edilebilecek olan bir sorgulama çerçevesinde, gerek kuramsal gerek uygulamalı araştırmalar dikkatleri maddi imkânsızlıklar dışlanma sarmalına çevirmiş durumdadırlar. Devlet kaynaklı güvenlik ağlarının bulunduğu ve hatta politik ve hukuki boyutlarda dışlanmanın karşısında politikaların olduğu durumlarda bile, kültürel düzeyde dışlanma işlemeye devam edebilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise, politik ve hukuki güvenceler vatandaşlık

kavramının tüm vaatlerini sağlamaya yetmeyebilmektedir. Her iki bağlamda da yerleşik olduğu varsayılan bir topluluğun içine dışarıdan yeni bir grup geldiği zaman bu kesim istenen düzeyde

toplumun içine alınamayabilmekte ve dışlanma sorunları gündeme gelebilmektedir. Adaman ve

Keyder’in (2006: 8)

Sosyal dışlanma yoksulluk gibi durağan olmadığından birçok etkeni ve bileşeni içinde barındırdığı için geçmiş, şimdi ve gelecek şartlardan etkilenir ve etkilenmeye devam eder. Yoksulluk sosyal dışlanmayı ortaya çıkaran maddesel bir boyut olduğu için yoksulluğun ortadan kaldırılması sosyoekonomik koşullarla; dışlanmışlığın ortadan kaldırılması ise sosyal haklar, kabullenilmişlik, toplumda yer edinme, kendini değerli ve önemli hissetme gibi soyut kavramlarla ilgilidir. Yoksulluktan en çok etkilenen bireyler şüphesiz çocuklardır. Yeteri kadar beslenememe, sağlık imkânlarından yararlanamama ve daha önemlisi ekonomik nedenlerle okula devamın güçlüğü ve okul terkleri yoksulluğun sonuçlarındandır. UNICEF tüm ülkelerde, korunmasız sosyal gruplara mensup olan veya çok zor koşullarda yaşayan çocuklarla özellikle ilgilenmektedir.

UNICEF tarafından yayınlanan Dünya Çocuklarının Durumu 2005 raporuna göre ise yoksulluğun pençeleri bir aileye uzandığında, bundan en çok etkilenen, en çok zarar görenler; yaşama, gelişme ve büyüme hakları riske atılanlar, o ailenin en küçük üyeleridir. Günümüzde gelişmekte olan ülkelerde doğan her 10 çocuktan dördü aşırı yoksulluk içindeki bir dünyaya gelmektedir. Çocuk haklarının yaygın bir biçimde ihlali de temelde gene yoksulluktan kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle yoksulluk arttıkça evde paylaşılan besinler de azalır ve en çok annelerle, küçük bebekleri çaresiz kalır. UNICEF’e göre yoksulluk çocukların hem bedenlerini hem de zihinlerini tahrip eder ve sonuçta yoksulluk daha sonraki kuşaklara geçerek bir “kısır döngü” oluşturur.

UNICEF, Türkiye’de yoksulluk riski ile en fazla karşı karşıya olan çocuklar şu şekilde belirtilmektedir:

1. Ailenin geçiminin sadece bir kişi tarafından sağlandığı geniş ailelerde yaşayan çocuklar,

2. Eski tarım tekniklerinin kullanıldığı ve büyük pazarlara sınırlı erişimin olduğu, kurak, dağlık, kırsal alanda büyüyen çocuklar,

3. Tek ebeveynli ailelerde yaşayan çocuklar

5. Kayıt dışı ve geçici işlerde çalışan ve bunun sonucunda da düzenli bir gelire sahip olamayan ebeveynlerin çocukları,

6. Örgün eğitim almamış ya da çok az eğitim almış, çoğu zaman vasıfsız işçi olarak çalışan ve ortalamanın altında gelire sahip olan anne-babaların çocukları,

7. Uzun süredir işsiz olan, engelli olan ya da engelli birine bakmak zorunda olan anne babaların

çocukları UNICEF (2006: 9).

UNICEF, Türkiye’de Çocukların Durumu 2011 raporunda yoksul çocuklar başlığı altında çocuk yoksulluğunun sonuçlarına yer vermiştir:

1. Yoksulluk; çocukları, yetişkinlere göre daha farklı biçimlerde etkilemektedir ve bu etki çoğu kez daha ağırdır.

2. Yoksulluk, çocukların ilk dönemlerde yaşama ve dengeli beslenme, hastalık ve enfeksiyonlardan korunma şansını azaltmaktadır.

3. Engelliler, yeterince gelişemeyenler ve kronik hastalıklara yakalananlar daha çok yoksul kız ve erkek çocuklardır. Yeterince beslenememe ve ilk dönem uyarımlar alamama nedeniyle bu çocuklar tam potansiyellerini gerçekleştirememektedir.

4. Yoksul çocukların kaliteli bakım alma veya okul öncesi eğitime katılma şansları da daha azdır. Ayrıca bu çocuklar okula erişimde, okul malzemelerini satın almada veya ders çalışacak yer bulmada da güçlüklerle karşılaşabilmektedir.

5. İçerdiği tüm risklere rağmen küçük yaşlarda çalışma yaşamına atılabilmektedir.

6. Ana babaları bu çocuklara yeterli bakımı ve desteği sağlayamamakta, bu yüzden çocuklar kazalara, suiistimale, sokak yaşamına veya suça daha açık hale gelmektedir birçok eşitsizlik ve riskin nedenidir.

7. Yoksulluk içinde büyüyen çocukların karşılaştıkları sorunlar, özellikle de eğitim alanındakiler, yetişkinlik dönemine yeterince hazırlanamamalarına yol açmaktadır.

8. Çocuk yoksulluğunun etkileri kuşaklar boyu aktarılmakta, sürmektedir.

9. Bu çocuklar yetişkin olduklarında düzenli iş bulamamakta, kamu hizmetleri almak veya çocuklarına yeterince bakmak için gerekli bilgilerden yoksun olabilmektedir. Sonuçta, kendi

çocuklarının da yoksulluk içinde büyüme riski artmaktadır. UNICEF, (2011)

Sonuç olarak yoksulluk ve sosyal dışlanma sorunu dünya gündeminden düşmeyen konulardır. Gelişmiş AB ülkelerinde bile yoksullukla ve sosyal dışlanma ile mücadele

devlet politikasıdır. Uluslararası alan yazında konuya ilişkin çalışmaların sayısı az değildir:

Sosyal dezavantajlar ve eğitimsel hükümler arasındaki negatif ilişki, ulusal ve uluslararası araştırma bulgularında iyi bir şekilde kurulmuştur. “Ekonomik açıdan dezavantajlı olan ailelerden gelen çocukların, okul açısından daha avantajlı olan yaşıtlarına göre akademik becerilerinin daha yetersiz olmaları önemli bir boşluk yaratır ve bu sonraki okul yıllarında çocuğun çocukluğunda yaşadığı farklı tecrübeler çocuğun okul hayatındaki yeteneklerinin şekillenmesinde büyük rol oynar. Ekonomik sıkıntı içinde olan aileler çocuklarına daha iyi çeşitli eğitim olanağı sağlama sınırlı kalır. Düşük kalitedeki ev yaşantısı düşük seviyede eğitim alma anlamına gelmektedir” (Magnuson, Meyers, Ruhm ve Waldfogel, 2004).

Hem İngiltere hem de Fransa’da, sosyoekonomik ve aile temelli faktörlerin, öğrencilerin bütün eğitimsel süreçlerindeki başarılarında önemli bir etkisi olduğunu göstermektedir. İngiltere Leicester Üniversitesi, İngiliz ve Fransız eğitim sistemlerinin; eğitimde fırsat sorunu, sosyal dezavantajlar ve eşitsizlik kavramlarına bakış açısını ve bu sorunlara karşı geliştirdikleri çözüm yollarını değerlendirmiştir:

Eğitimsel fırsat sorunu, sosyal dezavantaj ve eşitsizlik adres gösterildiğinde, İngiltere ve Fransa’nın eğitim sistemleri çok farklı yaklaşımlar geliştirmiştir. Eğitim sisteminin anayasal olarak geliştiği ve cumhuriyetçi bir geleneğin olduğu Fransa’da, öğrencilere farklı bir şekilde davranılması ahlakça kabul edilmemektedir. Buna karşın İngiliz eğitim sistemi, anayasal prensiplerden ziyade geleneksel bir yapıyı esas aldığından parçalı bir şekilde gerçekleşen kendi sistemini geliştirmiştir. Fransa’nın aksine İngiliz eğitim sisteminde kilise, gönüllü kuruşlar güçlü bir şekilde etkiliydi. Dini eğitim, çocukların kişisel ve sosyal gelişimi her zaman okulların görev alanlarının bir parçasını şekillendirmektedir (Osborn, Broadfoot, Planel ve Pollard, 2010). 1980’li yıllardan sonra hızla göç alan İngiltere ve Fransa eğitim sistemlerini de buna göre şekillendirmiştir.

Fransa, göçmenlerin yaşadığı dezavantajlı bölgelerdeki okulları yeniden yapılandırmak için reformlar yapmış; öğretmenlerin ders amaçlarını ve okullardaki eşitsizlikle ilgili kullandıkları stratejileri belirlemişlerdir. Bu bölgelerde çalışan öğretmenlerin istekli olmaları ön planda tutulmuştur. “Jospin Reformları, çocuklar arasında oluşan bireysel farklılıklardan ötürü sistemde daha fazla esneklik var olmasını

gerekmektedir (Öğretmek çocuklar üzerinde daha çok yoğunlaşmak gerektirmektedir).” (Osborn ve diğerleri 2010: 379).

Jospin Reformları, Fransa’da ulusal eğitim amaçlarıyla yerel amaçların ilişkilendirilmesini amaçlanmasına rağmen dezavantajlı bölgelerin eğitiminde pozitif ayrımcılığa müsaade etmesiyle (Her okulun kendi müfredatını ayrı ayrı yapabilmesi) İngiliz Okul Geliştirme Planıyla benzerdir. Bu reformda; öğrencilerin konuşma, okuma ve anlama yeteneklerinin geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. Okul gazetesi çıkarılarak, kütüphane ya da bilgi merkezi oluşturularak çocukların bağımsız birer birey olması hedeflenmiştir.

İngiltere’de düşük gelirli beyaz İngiliz öğrencilerin başarısını yükseltmek için öğrenmenin ana engellerini inceleyen bir araştırmada, İngiliz eğitim sistemi içerisinde düşük başarılı öğrencilerin büyük bir kısmının işçi çocukları olduğu tespit edilmiştir. Hatta bu başarısızlık oranının göçmen etnik gruplarının başarı oranlarından daha düşük olduğu deneysel sonuçlarla ispat edilmiştir:

Okullardaki çalışma (odak) gruplarında öğrenci başarısızlığının nedenleri arasında; ebeveynlerin çocuklarının eğitimine düşük özlemleri (arzuları) ve sosyal yoksunluk, düşük okur- yazarlık seviyesi, toplumda dışlanma hissi, toplumda ve okullarda sorumluluk eksikliğidir. Ebeveynlerin düşük sorumluluk seviyesiyle, yoksulluk ve dezavantaj döngüsünün kırılmasıyla ilgili sürdürülebilir destek hedeflerinin sadece okul tarafından karşılanamayacağını bu nedenle İngiliz Hükümetinin, önce işçi İngiliz öğrencilerin başarısızlığının sadece eğitimsel servisle yüzleşen bir sorun değil aynı zamanda çok ciddi bir durum olduğunun farkına varması gerekir

(Demie ve Lewis, 2011: 37).

Amerika Birleşik Devletleri Michigan Üniversitesi, “Uzun süreli dezavantaja maruz kalan mahallelerdeki gençlerin lise mezuniyet durumları” üzerine araştırma yapmıştır. Fakir mahallelerde çocuk bakım merkezlerinin ve çocukların gelişimini ve akademik başarılarını teşvik eden önemli kurumsal kaynakların eksik olduğu iddia edilmiştir. ABD’de çocuğun okul ortamının kalitesi, direkt olarak mahallenin sosyoekonomik durumu ile ilişkilendirilmiştir.

Okul kalitesi mahallenin genel durumunun muhtemel birincil mekanizmasıdır ve araştırma, çocukların eğitime harcadıkları sürenin, farklı okul çevrelerine göre hesaplanmasının önemli olduğunu göstermektedir. Fakir mahallelerde, ebeveynin yoksulluğu yanı sıra kaynak yokluğu, ebeveynleri çok daha zor bir durumun içine sokar.

Bu kısır döngü içinde yetişen çocuk için okul ve eğitim problemli davranışlar için caydırıcılıktan uzaktır. Çocukların gelişimlerindeki kaynak yoksunluğunun zararlı sonuçlarına sürekli maruz kalan dezavantajlı mahalleler, okul gelişimini geçici etkiler temel alındığında daha ciddi bir şekilde etkilemektedir (Wodtke, Harding ve Elwertb, 2011). Fakir mahallelerdeki bir başka dezavantajlılık sebebinin ise çocukların ırksal özelliklerinin olduğu tespit edilmiştir:

Karakteristik özelliklere bakıldığı zaman, siyah çocuklar büyük ölçüde, siyah olmayan çocuklardan daha dezavantajlıdır. Siyah çocuklar siyahi olmayan çocuklara oranla babanın evli olmadığı, çalışmadığı ya da 40 saatten az çalıştığı ailelerin parçasıdır. Ayrıca, ortalama bir siyahi çocuk düşük gelirli ve aile üye sayısının daha fazla olduğu bir ailede yaşamaktadır. Örneğin, siyahiler arasında, 10 yaşındaki siyah çocuğun %68.71 en dezavantajlı mahallelerde yaşıyor. 20 yaş öncesi siyahi ve siyahi olmayan çocuklarda yapılan bir istatistiğe göre, siyahilerde liseyi bitirmeme oranı %23.38 iken siyahi olmayanlarda bu oran %11.60’tır. Buna karşın, siyahilerde liseden mezun olma oranı %76.62 iken siyahi olmayanlarda bu oran %88.40’tır. Doğumda annenin medeni durumu dikkate alındığında, siyahilerin evli olmama durumu %41.97 iken siyahi

olmayanlarda bu yüzde %5.56’dır (Wodtke ve diğerleri 2011: 726).

Düşük gelirli 482 Afrikalı Amerikalı ve 52 Avrupalı Amerikalı anaokulu çocuklarının dil performanslarına bakılarak, bu nüfusun sosyoekonomik durumu ve dil performans testi puanları arasındaki bağlantı araştırılmıştır. Ortalama alındığında Afrikalı Amerikalı çocuklar ulusal düzeyde beklenen ortalamanın altında performans sergilemişlerdir. Düşük skorların sosyoekonomik faktörlerle bağlantılı olduğu yani bu faktörlerin dil yeteneğini de etkilediği görülmüştür. Annenin eğitimi ve medeni durumu, evdeki çocuk sayısı gibi şartların da çocuğun sınavdaki performansına yansımıştır.(Qi, Kaiser, Milan ve Hancock, 2006)

Sosyoekonomik durum, çocuğun sadece akademik başarısını etkilemez. Çin Halk Cumhuriyeti Pekin Üniversitesinde yapılan bir araştırma, çocuğun zekâ gelişiminin ailenin özellikle annenin sosyoekonomik durumu ile doğrudan ilişkisini ortaya koymuştur. “Sosyoekonomik statü ile zekâ yetersizliği arasındaki yakın ilişkiye rağmen daha az eğitim görmüş annelerin çocuklarında hem hafif hem de şiddetli derecede zekâ yetersizliği görülme riski artmaktadır. Özel bir ilginin ve rehabilitasyonun zekâ yetersizliğine sahip olan çocuklara sağlanması hem aileler için finansal ve psikolojik bir yük hem de hükümet için ekonomik bir zorluktur. Bu yüzden, erken müdahale için, bir

çocuğun zekâ yetersizliği riski altında olup olmadığına en kısa sürede karar verilmelidir” (Zheng, Chen, Li, Du, Pei, Zhang, Ji, Song, Tan ve Yang, 2012: 212).

Çalışmaya katılan 0-6 yaş grubu hafif zekâ geriliğini tespit edilen çocukların cinsiyet, annenin yaş özellikleri, ebeveynin zekâ özelliklerini yanı sıra annenin sosyoekonomik ve sosyodemografik durumu incelenmiştir. Buna göre,

Sadece ilkokul eğitimi almış annelerde, hafif derecedeki zekâ geriliği olan çocuklara sahip olma riski kısmen artmaktadır. Bu monoton yapı şiddetli zekâ geriliği olan çocuklar için de benzer ve önemlidir.

Gelire bakıldığından da ise düşük gelire sahip olan ailelerin hafif ya da şiddetli zekâ yetersizliği olan çocuklara sahip olma riski daha fazladır. Gelir düzeyi arttıkça bu risk azalmaktadır. Zekâ yetersizliği riski bakımından biyolojik ve sosyodemografik faktörlerin önemli olmasına rağmen, mevcut bulgular sosyoekonomik faktörle zekâ yetersizliği arasında önemli bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu şablon hafif veya şiddetli zekâ geriliği için de geçerlidir

(Zheng ve diğerleri, 2012: 215).

Dezavantajlılık dünyanın birçok ülkesinde önemli araştırmalara konu olmuş ve konunun önemine inanan ülke yönetimleri, bu hususta elde edilen bulgular doğrultusunda gerekli planlama ve önlemleri aldıkları görülmektedir. Özellikle meselenin tespiti ile yetinmeyip çok yönlü araştırmalarla elde edilen verilerin eğitim ve öğretimle desteklenmesi gereği üzerinde durulduğu anlaşılmaktadır. Kısaca dezavantajlılıkta en önemli vurgu, yoksulluğa ve yoksunluğa yapılmakta, toplumsal sorunların kaynağı olarak da bu gruplar gösterilmektedir.