• Sonuç bulunamadı

2. ÖRGÜTSEL KİMLİK ALGISI

2.1. Kimlik ve Kimlik Türleri

2.1.2. Sosyal Kimlik

Sosyal kimlik tanımlarına geçmeden önce sosyal kimliğin nasıl ortaya çıktığına ve tarihsel gelişimine bakacak olursak. İster bir örgüt, ister bir birey ya da bir grup olsun her bir varlık diğer varlıklarla uzun soluklu ve verimli bir etkileşime geçmek için en azından “biz kimiz?”, ya da “ben kimim?” sorularına bir cevap vermek zorundadır. Benzer şekilde diğer varlıklar da böylesi bir etkileşim öncesinde en azından “onlar kim?” sorusuna bir cevap bulmak zorundadırlar (Albert vd., 2000:14). Topluluklar kendilerini ilk olarak, olumlu tanıma olarak adlandırılan, paylaşılmış din, dil, etnik köken, tarih, gelenek ve görenekler gibi temel nitelikler yoluyla ifade etmektedirler. Daha sonra ise kendilerinin ne olmadıklarını açıklamaktadırlar ki, bu süreç olumsuz tanımlama olarak betimlenmektedir. Buna karşıt olarak da bir başka grubu tanımlama, yani ötekinin tanımlanması söz konusu olmaktadır. Öteki olarak tanımlanan gruplar, topluluklar ya da örgütler de kimlik sahibidir. Kimlikler grubun ya da örgütün kendi içinde ya da dışındakilerce nasıl tanımlanırsa tanımlansın, kimlik bir sosyal yapı meydana getirmektedir (Boroş, 2008:3).

Tarihte kimliğin grup bağlamında dile getirildiği ilk örnek Atinalı Perikles’in Peloponezya Savaşları sırasında yaptığı cenaze konuşmasında Atinalılığa yaptığı vurgudur (Gioia, 1998: 18). Çağımızda ise insanı toplumdan soyutlayarak ele almak olanaksızlaşmıştır. İnsan çeşitli sosyal ortamlara girmekte bu sosyal ortamlarda çeşitli etkileşimlerde bulunmakta, çevresini etkilemekte ve kendisi de bu etkileşimden etkilenmektedir. Bireyin grupla olan etkileşimi sosyal kimlik kavramını gündeme getirmiştir. Sosyal psikoloji alanında kimlik ve sosyal kimlik kavramlarının öne çıkması gruplara, grupların bilişsel ve davranışsal işlevlerine yönelik ilginin artmasıyla açıklanmaktadır (Cornelissen vd., 2007: 5).

Bir bakış açısı olarak sosyal kimliği ele alacak olursak. Sosyal kimlik bakış açısı, Avrupa sosyal psikolojisinin çatısı altında gelişmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşı Avrupa sosyal psikolojisinin öncülüğünü alıp götürmüş ve Amerikan sosyal psikolojisinin gölgesinde bırakmıştır. Bununla beraber, Avrupalı sosyal psikologlar 1960’larda ortak ve belirgin bir Avrupalı bakış açısını fark etmişler ve sosyal davranışı daha geniş bir sosyal bağlamda incelemeye başlamışlardır. Böylece Avrupa’da daha “sosyal” bir sosyal psikoloji geliştirme çalışmaları başlamıştır. Bu süreç ile birlikte Avrupa sosyal psikolojisinde, grup içi ilişkilerden ziyade gruplar

arası ilişkiler üzerinde durulmaya başlanmıştır (Hogg vd., 2004:252). Öncülüğü Henry Tajfel, John Turner ve arkadaşlarınca yapılan “Sosyal Kimlik Kuramı” (SKK) da bu akımın bir yansıması olarak 1970’lerde ileri sürülmüştür. Bu kuram ortaya konulduğu zamandan bu yana gruplar arası ilişkileri yeniden betimlenerek temel varsayımlarıyla grup psikolojisi alan yazınının ana teorilerinden biri olmuştur (Postmes ve Haslam, 2005:9). Sosyal kimliği ilk tanımlayanlardan Tajfel (1978) tarafından sosyal kimlik, “ kişinin bilgisinden ya da sosyal bir gruba ya da gruplara üyeliğinden ve bu üyeliğe duygusal ve değeri açısından bağlılığından türeyen sosyal bağlamının bir parçası” şeklindedir. Araştırmalarına bireyi sosyal bir varlık şeklinde ele alarak başlamış Tajfel, bu kuram çerçevesince dört önemliliği olan kavram üzerinde ilgisini yoğunlaştırmış ve kuramını bu kavramların üzerine yapılandırma yoluna gitmiştir. Bunlar, “sosyal kimlik, sosyal kategorizasyon, sosyal karşılaştırma ve kalıp yargılardır”. Bu temel kavramlar ışığında sosyal kimlik kuramı ve sosyal kimlik edinme süreci çeşitli farklı araştırmalarla da incelenmektedir (Tajfel, 1978: 36).

Tajfel, sosyal kimliğin üç boyutu olduğunu öne sürmüştür. Diğer araştırmacılar ise dördüncü boyutu eklemişlerdir (Jackson, 2002:12):

 Bilişsel boyut; belirli bir gruba aidiyet bilgisi,  Duygusal boyut; belirli gruba duygusal bağlanılma,

 Değerlendirme boyut (görüşü); gruba dışardan gelmiş değeri çağrışım,  Davranışsal yön; grubun içinde davranışın geliştirilmesi.

Tajfel ve Turner’ın (1986) da ileri sürdüğü sosyal kimlik teorisi bireylerin, özgüven, benlik ve değerlilik hissini koruma ve güçlendirme süreçlerinin altını çizerek üç temel varsayımda bulunmuştur:

 Kişiler olumlu öz güven için çabalarlar,

 Kişilerin benlik kavramının parçası, sosyal kimlikleri, belirgin bir sosyal gruba üyeliklerinden köklenir, beslenir,

 Pozitif sosyal kimlik dışarıdaki diğer gruplarla karşılaştırma yoluyla korunur ya da güçlenir.

Olumlu bir benliğin ve öz-saygının korunması ve artırmasının yollarından biri, olumlu sosyal kimliği kazanmaktan geçer. Kişin bir sosyal grup ya da grupların üyeliği ile ve böyle üyeliklere atfedilmiş değerler vasıtasıyla oluşan benlik kavramı, “sosyal kimlik” şeklinden adlandırılır (Sürgevil, 2008: 114).

Tajfel ve Turner tarafından ortaya atılan sosyal kimlik yaklaşımında üyelerinin her birinin sosyal benlik kavramlarınıda içine alan grup yanında, kişilerin yaşamakta olduğu sosyal ortamıda, aidiyet duyduğu farklı gruptaki üyeliği de kişinin sosyal kimliğini oluşturur. Böylece kişi bir tek kişisel şahıs olmak durumundan çıkarak bireyin farklı sosyal ortamlarda sergilediği davranışların açıklandığı kavram olarak karşımız çıkar. “Sosyal Kimlik Teorisi”ne göre gruplar kendi içlerinde tartışma yaşarken aynı konunun üzerinde tartışmakta olan diğer grup ile karşılaşırsa grubun üyelerinin kimlikleri öne çıkmaktadır. Böylece grubun içindeki normlar, diğer gruba ait normlardan daha belirgince farklılaşmaktadır(Tajfel ve Turner, 1986:7). Her grup farklı normlara sahiptir.

Sosyal kimlik kavramının temelinde grupların kişinin benliğinde içselleştirilmesi yatmaktadır. Tajfel ve Turner (1986)’a göre belli bir gruba üye olmak yoluyla kendini kategorileştiren birey bu grupla kendini özdeşleştirmekte ve sonuçta kendi üyesi olduğu grubu çeşitli açılardan başka gruplarla karşılaştırmaya gitmektedir. Bu karşılaştırmalarda bireyin arayışı kendi üyesi olduğu grubu olumlamaktır. Bu olumlu farklılaştırma neticesinde bireyin benlik algısı “ben” den “biz” e doğru kayacaktır. Bireyler “biz” olarak tanımladığı grubu “onlar” olarak tanımladığı gruba göre çeşitli açılardan farklı ve daha iyi göstermek ve algılamak ihtiyacı içindedir (Cornelissen vd., 2007:5).

Sosyal kimlik, insan hayatının en tabii ve sıklıkla başvurulan bir öğesidir. Zira sosyal kimlik; hem kim olduğumuz, ne olduğumuz ne düşündüğümüz ve ne yaptığımız hem de sosyal davranışların farklılaşmasını anlama ve açıklama konusunda geniş bir veri kaynağı sunmaktadır. İnsan, daha önce hayatında hiç tanımadığı biriyle tanıştığında dile getirdiği ilk şeylerden biri o yabancıya ait yaş, memleket, uyruk, meslek gibi konulardır (Worchel vd. 1998:11). Sosyal kimlik kuramı, gruplar arası ilişkilere, grup süreçlerine ve sosyal benliğe ilişkin sosyal psikolojinin bir kuramıdır. Bu kurama göre bireyler üye oldukları gruplara göre kendilerini sınıflandırırlar. Bu anlayışa göre, bir yanda kişinin içerisinde olduğu

grupta oluşmuş sosyal kimliğiyle belirlenmiş, arkadaşlıklar ve paylaşım duygularının ağırlık gösterdiği gruba özgü davranışlar vardır. Öbür yanda da bireyde diğerlerine göre farklılık gösteren kendisine has özelliklerin oluşturduğu birey kimliğince belirlenen ben merkezli bağımsız davranışları yer alır (Ertürk, 2003:12)

Sosyal kimlik teorisinin asıl ortaya çıkış amacı gruplar arası ilişkileri çalışmak, açıklanamayan uluslararası çatışmalara ve soykırımlara bir çözüm aramaktır. Ancak sosyal kimlik teorisi zaman içerisinde oldukça genişlemiş ve 'grup' kavramını tekrar tanımlayarak sosyal psikolojiye yeniden kazandırmıştır. Buna göre sosyal gruplar bir takım bireysel ve toplumsal ihtiyaçlara cevap verdikleri için vazgeçilemez oluşumlardır. Mesela, insanların davranış nedenlerini bireyler arası etkileşim ile açıklamak yetersiz ve eksik kalmaktadır (Hogg ve Abrams, 2006: 32-34). Bireylerin bazı davranışları ancak onların ait olduğu grubun etkisi ile açıklanabilmektedir. Mesela, bireyler siyasi görüşü nedeni ile kendi kimliğine zıt davranış örnekleri sergilemesi günlük hayatta sıradan olaylardır. Sosyal kimliğe örnek veremek gerekirse; siyasi partilere, örgütlere ya da dini gruplara olan üyeliklerdir. Bu tür gruplara üye olma, bireylere grubun diğer üyeleriyle ilişki içinde olma ve kendini onlarla kıyaslama olanağı sağlar. Sosyal bir sınıfı paylaşan bireyler, grup içinde diğerleriyle benzer değerleri ve ilgilere sahip oldukları varsayar. Grubun üyelerine göre birbirleriyle iletişime girme grup dışındaki bireylerle iletişime girmekten daha kolaydır, grup üyeleri daha tahmin edilebilir ve güvenilirdir (Schneider vd., 1999:1446). Sosyal kimlik bireyin bir gruba ait olma isteğinden doğar.