• Sonuç bulunamadı

B. KİMLİK TANIMLAMASI 1 Ekonomik Kimlik

3. Sosyal Kimlik

Farklı belirleyici değer yargıları olan sosyo-kültürel ve maddi özellikleri bulunan, etkileşim süreci norm ve değer biçimlerinin aktarıldığı, bunun kişi tarafından kabullenildiği ve bu sayede kişiliğinin oluştuğu, benliğinin gelişip toplumun bir parçası haline gelmesi sosyalleşme olarak ele alınmaktadır150.

Bu dönem çocuk ve ailesi arasında gerçekleşir. Kültüre özgü değerler gelişir ve esas olarak ilk psikolojik benliğinin yapılandığı dönemdir. Ardından ikinci sosyalleşme bulunduğu toplumsal çevrede (okul, iş vb.) gerçekleşir. Sosyalleşme göç toplumunda ise üç ana döneme ayrılarak incelenmektedir: İlk dönem okul çocuğu olarak 6-15 yılları arasında göç edilen dönemdir. Bu dönemde kültürlenme süreci yaşandığın çocuk kendi milliyetinin değerlerini kazanmıştır. Göç ettiği toplumun bütün davranış kalıplarını tümüyle kabul etmez. Bu durumda çocuk asimile olmaz, kişisel ve sosyal kimliğini korur.

İkinci dönem okul öncesi dönemdir. Bu dönem 1-5 yaşları arasında gerçekleşir. Kültür kazanımı bölünmüş olarak gerçekleşir. Bu durumda kısmen vatanının kısmen de yabancı kültüre ait özellikleri taşır. Kişi iki kültürün arasında kısmen asimilasyona uğrar. Çoğunlukla kişinin davranış biçimi duruma ve kişiye bağlı olarak değişir.

Üçüncü dönem ise süt çocuğu döneminde veya göç edilen ülkede doğan çocukları kapsar. Bu durumda çocuk hakim kültürün içinde gelişimi gerçekleştirdiği için karma bir kültüre sahip olur veya tamamen bulunduğu kültürün özelliklerini taşır. Böyle olunca da asimile olma yönünde bir eğilimin olması durumu ortaya çıkar151.

Yurt dışındaki Türk işçileri ve çocuklarında özellikle ikinci ve üçüncü döneme ilişkin sorunlar bulunmaktadır. Bu dönemlerin özelliğini taşıyan bireyler kendi gelenek-görenek, dil ve dinlerinden farklı bir ortamda bulunmaları nedeniyle ya o topluma giyiniş ve yaşayışları ile benzeme çabalarına girmekte ya da kendi

150 Meryem Danışment, Farklı Dünyalarda Yaşam: Almanya’da Yaşayan Türk Göçmenlerin Kimlik Sorunları ve Türk Çocuklarının Okullarda Sosyalleşmesi, Ankara, 2004, s. 43-49. 151 Danışment, a.g.e., s. 46

kabuklarına çekilmektedirler. Hatta bu durum önemli bir kesiminin kalifiyesiz, niteliksiz ve herhangi bir alanda uzman olmayışları, işsizlik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi nedenlere yol açmaktadır. Ancak her iki durumda da pek çok güçlükle karşılaşılmaktadır. Özellikle işçilerinin yoğun olarak aynı semtlerde oturmaları, gelenek ve göreneklerini sürdürerek kültürel benliklerini korumaya çalışmaları, kahvehane, kasap, cami vb. yerleri oluşturmaları birbirlerine destek olmalarını kolaylaştırmakta, fakat bu da bir yandan bulundukları toplumda izolasyonu bir yandan da yabancıların tepkilerini artırmaktadır152.

Yurtdışındaki göçmen topluluğu, birinci kuşaktan başlayarak eşitsizliğine, ayrımcılığa, toplumsal marjinalliğe karşı kendisini savunmaya yardım edecek olan kültürel bir kimliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu durum kendini birinci kuşaktan çok ikinci ve üçüncü kuşakta duyurmaktadır. Zira birinci kuşak üyeleri, geldikleri ülkenin bir parçası olmayı amaçlamamışlardır. Bulundukları ülkede sahip oldukları düşük statüye rağmen toplumsal konumlan anayurda kıyasla yükselmiş sayılmaktadır. Oysa ikinci kuşağın çocukları ve onları izleyenler, durumlarını doğup yetiştikleri ülkenin aynı yaş grubu ile kıyaslamakta ve yoksun bırakıldıkları fırsat ve olanakları daha keskin bir biçimde değerlendirmektedir.

Birinci kuşak, dönüş hayalleri ile oyalanmakta, geldiği ülkenin kimliğine sarılmaktadır. İkinci kuşak için farklı anlayışlar bulunmaktadırlar. Onlar ya kısmi veya tümden bütünleşmeyi (asimilasyon) seçebilirler, ya sisteme kayıtsız kalma yolu ile kendi içlerine kapanabilirler, yada mücadele ederek yeni bir kimlik yaratma çabası içine girebilirler. Birinci, ikinci ve üçüncü kuşak arasındaki bir diğer farklılık daha bulunmaktadır: Birinci kuşakta çatışmalar genellikle yetersiz uyum konusundan kaynaklanmaktadır. İkinci ve üçüncü kuşakta ise çatışma kişinin iç dünyasında yaşanmaktadır. Birey, kendi toplumu ile yaşadığı toplumun değerleri arasında kalmaktadır153.

Gençlerin içinde yetiştikleri ortam, benimseyecekleri kültürel kimliği de bir ölçüde belirlemektedir. Benimsediği bu kimliğe özgü tüm işaretler, başörtü, uzun saç vs., onları toplumun içindeki diğer gruplardan ayırt etmekte ve onlara bir çeşit

152 Nermin Abadan, Batı Almanya’daki Türk İşçileri Üzerinde Bir Araştırma, Ankara, 1982, s. 35. 153 Danişment, a.g.e., s. 49-50.

aidiyet ve özgüven vermektedir. Bu kültürel öğeler içinde dil, öğrenim, toplumsal değerler, din, gelenekler, serbest zaman faaliyetleri önemli bir rol oynamaktadır. Almanya’daki Türk gençleri kültürlenme sürecinde bir yandan hakim kültürün değerlerini, diğer yandan aile ve cami çevresinden geleneksel değerleri öğrenmektedirler154.

Çok kültürlü politikaların üretilmeye başlamasıyla üçüncü göçmen kuşağının üyeleri, bağlı oldukları grubunun üyelerinden başka değer ve düşüncelerini paylaştığı yeni gruplarla da bütünleşme fırsatını bulmuşlardır. Yüksek sayıdaki sivil toplum örgütleri, üçüncü kuşağın hevesle sarıldığı bir ortam oluşturmuştur. İskandinav ülkeleri, Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde daha önce yaygınlaşan etnik ve dinsel gençlik grupları, Almanya’da da kurulmaya başlamış ve başta Berlin olmak üzere eyalet hükümetlerden parasal destek anlamaya başlamışlardır. Böylece etnik ve dinsel kökenli birçok dernek ortaya çıkarak, göçmen gençleri için yeni çekim merkezleri oluşturmuşlardır. Bu merkezler, sırasında radikalliğe varan protesto eylemlerine de zemin hazırlamışlardır. Alevilik, Nurculuk, Kürtçülük gibi etnik ya da dinsel kökenli görüşler burada toplumsal bir kutuplaşmaya yol açıp, kendilerine özgü bir yapının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yapıyı çok kültürlü toplum olarak tanımlama eğilimleri artmıştır155.

Çok kültürlülük, demokratikleşme ve hoşgörüye giden bir yol olarak algılanabileceği gibi, devlet politikası olduğu takdirde iktidarın hegemonyasını sürdürmeye yarayan bir söylem şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Çünkü etnik ve dinsel kökenli gruplara kendi etnik kimliklerini ve kültürlerini açıklamaya yardımcı olan bu kuruluşlar, göçmen gruplarına, gerçek taleplerine yanıt verebilecek olan “siyasal haklar sağlamayıp” onlara sadece “kültürel alanı mücadele yeri” olarak açarak varlıklarını duyurmaya hizmet edebilmekte, bunun sonucu olarak sadece anayurda mesajlar verme amacını taşıyabilmektedirler.

Dönüş yapan Türk işçi ailelerin büyük bir çoğunluğunun bu gibi nedenlerle kendi kültürel değerlerine bağlı kaldıkları görülmektedir. Yabancı bir toplumda uzun bir süre yaşamış olmaları kendi kültürlerine olan bağlılıkları azaltmamış bilakis

154 Unat, Bitmeyen …, a.g.e, s. 183.

güçlendirmiştir. Başlangıçta yabancı kültür ortamına girmiş olmaları sebebiyle büyük ölçüde kültür şokuna maruz kalmışlar ve uyum sağlamakta güçlük çekmişlerdir. Daha sonra büyük bir kısmı giderek kendi içine kapanmış, Türk işçileri yabancı toplum içinde, uyumsuzluklarını sürekli ve kalıcı hale getiren bir karşıt kültür alanı oluşturmuşlardır156.

Öte yandan bir kısım Türkler ise, özellikle de ikinci kuşağın yetişmesinden sonra, marjinallikten çıkarak daha genel alanlara doğru ilerlemişlerdir. Bir kısmı edebiyat ve sanat dünyasında kendilerine yer edinebilmiştir. Bu yöneliş ise bir yandan kendine yabancılaşmayı ve kimlik bunalımını beraberinde getirebilirken bir yandan da, şayet iki kültür ve sosyal çevreyi dengeleyebilirse, her ikisini sentezleyerek zengin bir yeni kültür ve kimlik düzeyine ulaşmalarına yardımcı olabilmektedir.

Bir yandan teknoloji ve maddi refah açısından üstün bir medeniyeti temsil eden bir toplum karşısında, kendi dinlerinin yerli toplum dinlerinden daha üstün ve daha mükemmel olduğu inancından kaynaklanan ve üstün h;r tarihe sahip bir toplumun mensupları oldukları yolundaki “şanlı mazi” gibi iki önemli faktör, Türk toplumunun yabancı kültürün etkisi altına girmelerine büyük ölçüde engel teşkil etmiş ve milli kimliklerini korumalarında etkili olmuştur

Genel olarak değerlendirildiğinde yukarıdaki gelişmelere paralel olarak iki farklı gelişme ortaya çıkmaktadır: Toplumda görev dağılımı, giderek, birbirine rakip olan hal almaktadır. Türk göçmenler, toplumda, giderek yüksek nitelikli yaşam alanları, daha iyi bir statü, hak ve görevler talep etmekte, bunun karsısında ise Alman toplumu direnç göstermekte, bu talep edilen hakların Almanya’nın yerlilerine ait ol- ması gerektiğini savunmaktalar. Tepkiler ise kendini, yabancı düşmanlığı şeklinde gösterebilmektedir.