• Sonuç bulunamadı

Avrupa ülkelerindeki Türk kökenli milletvekillerinin siyasal kimlik ve elit oluşumu : Almanya örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Avrupa ülkelerindeki Türk kökenli milletvekillerinin siyasal kimlik ve elit oluşumu : Almanya örneği"

Copied!
249
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“Biz işçi getirdik, gelenler insan çıktı.”

Max Frisch Türkler 40 yıl önce vasıfsız işçi ihtiyacını karşılamak için Almanya’ya ve Avrupa’ya adım atmışlardı. Gurbetçiler geçen süreç boyunca kendilerine biçilen role sığmamışlardır. Almanya’daki Türk nüfusun ağırlığı kol gücünden, akıl gücüne geçmiştir. Türkler işçilikten esnaflığa, işadamlığına ve nihayet ülke karar alma mekanizmalarında yer almaya kadar ulaşmışlardır. Gurbetçi çocukları, Almanya ve Avrupa’da parlamenter olmuşlardır.

Toplum olarak da Türkler misafir işçi statüsünden, göçmen işçi statüsüne; göçmen konumundan, etnik azınlık konumuna Alman toplumu içinde kalıcı bir yaşama geçmişlerdir. Türkler kalıcı yaşama geçmenin bir sonucu olarak içinden geldiği toplumu ve yaşadığı sosyal çevreyi harmanlayarak yeni bir kimlik oluşturmuşlardır. Türklerin en yoğun olarak bulunduğu Almanya’da ikinci kuşakla beraber giderek daha çok Alman-Türk kimliği olarak ön plana çıkmaya başlamıştır. “Alman-Türk milletvekilleri” ise hem kimlik değişmesinin, hem de Almanya’daki Türk toplumunun sınıfsal yükselişinin bir simgesi haline gelmişlerdir.

Tez konumuz, bu nedenle “Avrupa Ülkelerindeki Türk Kökenli Milletvekillerinin Siyasal Kimlik Ve Elit Oluşumu : Almanya Örneği” olarak belirlenmiştir.

Siyasal elit, toplumsal piramidin en üstünde bulunan ve siyasal iktidarı elinde bulunduran yönetici sınıfı tanımlamaktadır. Siyasal kimlik ise siyasal görüş, tutum ve davranışlarla, siyasal planda aidiyeti, kişinin kendini neyle, nasıl özdeştirdiğini ifade eder.

Bu tezin amacı, “Türk kökenli Alman milletvekillerinin siyasal elit ve kimliklerini analiz etmektir”. Böylece onların sosyal yaşam, ekonomi, din, etnisite, gelenek, kimlik, siyaset, gelecek, Türkiye ve Almanya olguları arasında nasıl konumlandıkları tespit edilmeye çalışılacaktır.

(2)

Araştırmamızın sınırlaması, iki nokta üzerinde yoğunlaşmıştır. İlk olarak, konumuzu Almanya ile sınırlanmıştır. Çalışmanın başlangıcında tüm Avrupa ülkelerindeki milletvekilleri incelenmek istenmiştir. Ancak Avrupa çapında milletvekillerini ve arka planlarını incelemek çok geniş kapsamlı olacağı değerlendirilmiştir. Yurtdışında yaşayan yaklaşık 4 milyonu aşkın yurttaşımızın 2,5 milyona yakın kısmı tek bir ülkede, Almanya’da, yoğunlaşmıştır. Bu ülke diğer Avrupa ülkelerinin göç ve uyum politikasının etkilemektedir. Ayrıca en önemlisi konumuzun öznesini oluşturan milletvekillerinin en çoğu bu ülkeden seçilmiştir.

İkinci bir sınırlama olarak ta siyasal elit ve kimlik oluşumunda daha yoğun olarak II. Kuşağın üzerinde duruldu. Çünkü II. Kuşak, I. Kuşak ile III. Kuşak arasında ve toplumlar arasında bir aracı kuşak olarak milletvekillerinin çoğunluğu bu kuşakta bulunmaktadır. III Kuşak henüz bu sürecin çok başlarında ve geleceği tam bir meçhul olduğundan esas konu dışında kalırken; sorunları, şartları bakımından çok farklı bulunan I. Kuşak ise II. Kuşakla olan yakın ilişki ve etkileri nedeniyle kısmen konu edilecektir.

Araştırmamızın yararı, ilk olarak “bilimsel anlamda” ilgili literatüre bir katkı şeklinde olacaktır. Çünkü konu olarak sosyalizasyon, entegrasyon, göçe ilişkin çok sayıda teorik ve uygulamalı çalışma bulunmaktadır. Ancak ülke dışına göç etmiş grup ve ailelerde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bilim dalı bakımından “siyasal elit ve kimlik” konusu, ne Almanya’da ne de Türkiye’de hiç işlenmemiş bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilimsel anlamda bu boşluk doldurulacaktır.

İkinci olarak, araştırma Türk Hükümetlerinin yurt dışındaki vatandaşlarına politikalarını belirlemelerinde yardımcı olacaktır. Çünkü Türk Hükümetlerinin ve uzmanlarının yurt dışındadaki Türklere yönelik çözüm çabaları bulunmakla birlikte henüz belirli ve istikrarlı bir politikası bulunmamaktadır. Bu durumda, yurtdışındaki ve konumuz dolayısıyla da Almanya’daki, Türk insanının varlığı hiç de uzak olmayan bir gelecekte bir bütün olarak kendi kendisi olmaktan hızla uzaklaşacak veya Türkiye hesabına kaybedilmiş olabilecektir. Araştırmamızın sonunda Türkiye’nin bu konudaki çabalarına destek olmaya yönelik öneriler geliştirilmeye çalışılacaktır.

(3)

Araştırmanın problematiği, Türkler Almanya’da gittikleri günden bu yana kimlik bakımından bir değişim geçirmişler midir, milletvekillerinin de içinde bulunduğu ikinci kuşakta kültürel değişim süreci asimilasyona kadar gitmekte midir, Almanya’nın Türklere bakış açısı nasıldır, entegrasyon politikalarının sonucu ne olmuştur. Aidiyetleri hangi yönde gelişmektedir. Siyasal açıdan Türk toplumunda elit bir kesim oluşmuş mudur, milletvekilleri bu değişimi tam olarak yansıtıyorlar mı, siyasal kararlara doğrudan ve dolaylı olarak etki edebiliyorlar mı, kimliklerindeki değişim siyasi kararlarını etkiliyor mu, toplumsal işlevleri nelerdir, Türkiye’nin politik tavrı ne olmalıdır, soruları ve sorunları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Araştırmanın önermesi, “Türk kökenli milletvekilleri hem siyasi elittirler hem de Alman-Türk diye yeni bir siyasi kimlik oluşturmuşlardır” şeklindedir.

Araştırma metodu olarak farklı alanlarda yapılmış teorik çalışmalar ve pratik bulgular, milletvekilleri hakkında yaptığımız gözlemle irtibatlandırılmaya çalışıldı. Açıklanması gereken siyasi olgunun teorik görüşleri ve pratik bulguları “hareket ve varış noktası” olarak belirlendi. “Doğrudan görüşme tekniği” mümkün olduğunca kullanıldı. Buradan çıkarılan sonuçla geleceğe dair bir projeksiyon yapılmaya çalışıldı. Bu sırada araştırmacının görüşünün de tekrar tekrar sınanması unutulmadı. Bu alanda çalışma bulunabilmesi ihtiyaç duyulan, yol gösterici ve açıklayıcı bir model bulabilmemiz olası değildi. Bu nedenle araştırmanın başlangıcında öncelikle “konu ile ilgili kavram ve teorilere yer vererek araştırmaya bir temel oluşturulmaya” çalışıldı. Ardından sosyal, siyasal ve ekonomik çevreyi oluşturan unsurların milletvekilleri üzerinde etkisi “model” olarak benimsendi.

Bilgi kaynaklarını toparlarken ilgili literatür taranmış, kitaplar, raporlar, dergi, gazete, internet sayfalarından yararlanılmıştır. E-posta aracılığı ve yüz yüze yapılan görüşmeler birincil kaynakları oluşturmuştur.

Araştırmada karşılaşılan en önemli güçlükler, ilk olarak, milletvekillerinin de içinde bulunduğu ikinci kuşağın farklı yaş dilimlerinde bulunması nedeniyle yaşadığı kimlik edinme ve siyasal elitleşme süreçlerinin farklılaşmasıdır. İkinci olarak da, hiç işlenmemiş bir konu olduğundan, hem milletvekilleri hakkındaki kaynakların

(4)

yetersiz olması hem de örnek alabilecek bir model bulunmamasıdır. 30 - 40 yıl sonra yapılacak geleceğin muhtemel çalışmaları bu konuyla ilgili verileri daha büyük bir etki veya yetkiyle ortaya koyacaklardır.

Çalışma dört ana bölümde incelendi. İlk bölümde soruna yaklaşım ve genel perspektifi sağlayacak siyasal elit, kimlik ve konu içinde geçen diğer kavramlara yer verilecek. II. Bölümde, Almanya’daki işçi toplumunun tarihsel süreçte geçirdiği aşamalar anlatılacak. Alman-Türk kimliğinin oluşma süreci ele alınarak, aidiyetleri tartışılacak. III. Bölümde Alman-Türklerin kimlik değişimi ve elitleşmeye geçiş olgusunun çıkış noktalarına vurgu yapılarak Alman-Türk milletvekillerinin siyasal yaşama katılıma etki eden unsurlar incelenecek. IV. Bölümde Alman-Türk Milletvekillerinin ortak ve farklı yönleriyle siyasal yaşamda elit ve kimlik oluşumu analiz edilecek, Türkiye ve Almanya arasındaki temel işlevlerine değinilecek, Türkiye’nin onlara yönelik politikalarına kısaca değinildikten sonra çeşitli önerilerde bulunulacaktır. Sonuç bölümünde ise çalışmamızla ilgili bulgular değerlendirilerek ve bu verilere dayanarak varsayımımız tekrar tartışmaya açılacaktır.

(5)

Siyasetin en temel sorunu, devlet ile o devlet içinde yaşayan insanların ilişkisini düzenlemektir. Toplumun kurduğu devletin yönetimi, toplumsal işbölümü ve uzmanlaşmanın bir gereği olarak bir grup insan tarafından yürütülmektedir. Bu durum her tür siyasi sistemde yönetenlerle yönetilenler arasında bir ayrımı ortaya çıkarmaktadır. Bu ayrım da bir çok soruyu ve sorunu beraberinde getirmektedir: Devlet iktidarında bulunması gereken kimlerdir, nasıl seçileceklerdir, herkesin yönetme yeteneği var mıdır,herkes aynı temel haklara sahip midir veya bazıları ayrıcalıklı konumda mıdır? Toplumda birinci sınıf ve ikinci sınıf gibi farklılıklar bulunmakta mıdır?1

“Bir toplumda, kim ya da kimler yönetmeli?” sorusuna, “bir azınlık!” diye yanıtlayan elit teorisinin temel dayanakları Antik Yunan’a kadar uzanır. Çünkü o toplumlarda yaşayan bazı kişilerin rolleri, işlevleri ve bu niteliğe sahip olmayan sıradan çoğunlukla ilişkileri bu özellikleri taşır. Örnek olarak Platon’un ideal devletinde azınlık yönetimini oluşturan “koruyucular” sınıfı ile “bilgeler” sınıfını, bir elit teorisi olarak da değerlendirilebilir2.

Toplumun küçük ve seçkin bir azınlık tarafından yönetildiği ve yönetilmesi de gerektiği yolundaki temel görüş, Eflatun’dan zamanımıza kadar birçok düşünür tarafından ileri sürülmüştür. Ancak esas gelişimi Marksist sınıf kavramına karşı liberal kuramcılar sayesinde kendini göstermiştir. Burada amaç kapitalist toplumlarda insanın yaşamı boyunca bağlı kaldığı ya da soydan devredilen karakterde sınıfların bulunmadığını; sınıfların bu toplumlarda girip çıkması oldukça kolay birtakım katmanların olduğunu ortaya koymaktır3.

1 Bazı siyasi bilimciler politikayı sosyal gruplar arasında iktidar ilişkileri olarak ele alır ve doğrudan doğruya bir sınıf mücadelesi olarak değerlendirilebilirken, bazı siyasal bilimciler ise değişik bir yaklaşımla bunu esas itibariyle toplumda yönetenler ve yönetilenler arasındaki ayrıma

dayandırmaktadırlar. Geniş bilgi için bkz. Ömer Demir ve Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Ankara, 1997, s. 56.

2 Platon (Eflatun), Devlet, ( Çev. Salahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz), İstanbul, 2003, s. 107. 3 Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, İstanbul, 2002, s. 160.

(6)

Elit teorisini siyaset bilimine kazandıran elit teorisyenleri olarak bilinen Vilfredo Pareto, Robert Michels ve Gaetano Mosca’nın temel amaçları, nasıl oluyor da her yerde ve her zaman ufak bir azınlık çoğunluğu yönetmekte ve toplumdaki siyasi karar alma yetkisini kendi elinde tutabilmektedir, bu durum değiştirilebilir mi?, sorularına yanıt bulmak ve gözlemledikleri bu olguyu analiz etmekti. Değerlendirmelerinde ise, tüm toplumlarda bir seçkinler azınlığının var olduğunu ve bu azınlığın siyaseti oluşturmasının kaçınılmaz ve değişmesi mümkün olmayan bir durum olduğuna kanaat getirmişlerdir4.

Bu şekilde XIX. yüzyıl sonlarında XX. yüzyıl başlarında ileri sürülmeye elit kelimesi demokrasi karşıtı olarak gelişen teori, II. Dünya savaşı sonrasında demokrasiyle uzlaşmakla birlikte, iki dünya savaşı arasındaki dönemde moda olan anti-demokratik ideolojilerle ilişkisinden dolayı pek hoş görülmez. Bu bağlamda özellikle faşizmle birlikte ön plana çıkar. Ancak, eksikleri ve olumsuzlukları ne olursa olsun günümüz siyasetini anlamak için bu teoriyi göz ardı etmemek gerekir.

“Elit Kavramı” seçkin (elite) sözcüğüne dayanmaktadır. Bu sözcük, XVII. yüzyılda üstün kaliteli malları nitelemek için kullanılırdı. Latince “eligre”den gelmektedir. “Eligre” seçme, “electa” seçilmiş olan parça demektir. İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Fransızca ve Almanca gibi birçok dilde elit, “seçilmiş olan parça”, “en iyisi” anlamına gelmektedir. Sonraları bu sözcüğün kullanım alanı genişleyerek birinci sınıf askeri birlikler veya soyluluğun üst mertebeleri gibi, üst toplumsal tabakaları ifade etmeye başlamıştır. 5

Elit deyimi toplumbilim literatüründe “çoğunluk üzerinde azınlık yönetimini” tanımlamak için kullanılır6. Teorik açıdan ele alındığında elit kavramı, kurumsal iktidara sahip, toplumsal kaynakları kontrol edebilecek konumda bulunan, karar verme sürecini doğrudan ya da dolaylı olarak ciddi bir şekilde etkileme (aktif ya da potansiyel olarak) yetisine sahip, karşıtlarına rağmen istek ve amaçlarını

4 Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi: Kavramlar,Tanımlar, Yaklaşımlar, İstanbul, 2003, s. 112. 5 Tom B. Bottomore, Seçkinler ve Toplum, (Çev. Erol Mutlu), Ankara, 1997, s.7.

6 “ Siyasal Elit” geniş terim olarak “Elit “i; dar terimleri olarak “Yerel Siyaset Elit” , “Modernleştirici Siyasal Elit , “iktidar Eliti”, “Yabancı Siyasal Elit”…gibi bir çok terimi içine alır. Görüldüğü gibi elit konusu çok geniş bir konudur, bunun böyle olması da kaçınılmazdır, çünkü siyasal bilim öncelikle siyasal toplumu yönetenlerle, siyasal iktidarla ilgilenir. Mehmet Turhan, Siyasal Elitler, Ankara, 1991, s. 30.

(7)

gerçekleştirebilen bireyler olarak tanımlanabilir. Tanımlamada geçen temel toplumsal kaynaklar zenginlik, prestij, statü gibi sosyal ve ekonomik kaynakların yanı sıra, karizma, motivasyon, enerji, zaman gibi bireysel kaynakları da içerir. Tanımda vurgulanan bir diğer önemli nokta da, toplumsal karar verme sürecini etkileme yetisidir. Karar verme sürecini etkileme ise karar verme sürecine katılım şeklinde “doğrudan” olabileceği gibi; lobicilik, baskı grubu oluşturma, kamuoyu yaratma gibi “dolaylı” yollardan da olabilir7.

Bu şekilde “elit teorilerinin” ortaya atılması ve siyasi literatürde “yaygın olarak kullanılması, yirminci yüzyılın başlarında yaşamış iki İtalyan düşünürü, Gaetano Mosca ve Vilfredo Pareto sayesinde olmuştur.

2. Klasik Elit Kuramları

Klasik elit kuramları, “bütün toplumlarda bazıları diğerlerinden daha çoğuldur” sözünden hareket ederler. Elit teorisinin özünü, istisnasız bütün toplumların yöneten bir azınlık ve yönetilen bir çoğunluk şeklinde ikiye ayrıldığı varsayımı oluşturur8. “Yöneten” azınlık” sosyal anlamda dışa kapalı ve kendi menfaatini düşünen ve sayıca küçük bir lider gruptan oluşur. Bu grup, iktidara sahip olmanın sunduğu büyük avantajla toplumsal kaynakları kontrol ettiği ve siyasi süreci yönlendirdiği için siyasetin doğasını anlamak üzere incelenmesi gereken asıl önemli kesimi oluşturur. “Yönetilenler” yani çoğunluk ise bu grubun hakimiyeti altında, güçsüz ve örgütsüz kitleyi ifade eder. Kaynakların ve süreçlerin kontrolünde rolü olmadığı için de pek önemli sayılmaz. Birinci gruba dahil olanlara “elit” (seçkin), ikinci gruba dahil olanlara ise “kitle” ya da “toplum” denir9.

Bu ayrımı meşru göstermek için farklı tezler ileri sürülmüştür. Hükümet etmek, özel bir teknik yeteneği ve birikimi gerektiren bir uzmanlık işidir. Öyleyse yönetenlerin ortalamanın üstünde bir kişiliğe ve akla sahip olması gerekir. Bu düşüncede olanlar yönetmeyi bir sanat olarak nitelerler ve bu sanatı vakıf olanların

7 Ali Arslan, “ Theories On The Power: Elite Theory 1”, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=215;

“The Theories On The Power 2: Class Theory” , http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=215 8 Münci Kapani,Politika Bilimine Giriş, 11. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s. 111.

9 Mümtaz’er Türköne, “Seçkinler ve Aydınlar”, Siyaset, (Ed. Mümtaz’er Türköne), Anlara, 2005, s. 381.

(8)

icra edebileceğini kabul ederler. Bu ölçülere uyan insanlar, nüfusun küçük bir azınlığıdır. Öyleyse toplumu seçkin bir azınlık yönetmelidir.

Bu teorinin öncülerinden Vilfredo Pareto, ve Gaetano Mosca’nın her ikisi de ya doğrudan siyasal erki kullanan, ya da siyasal erkin kullanımını etkileyecek konumda olan insan grupları anlamında seçkinlerle ilgilenmişlerdir. Savundukları teori gereği “güçlü bir iktidar” ve “sınırlı bir demokrasiyi” benimsemişlerdir. Onlara göre, eşitsizlik toplumsal yaşamın değişmez bir kuralıdır. Eşitsizlik var olduğu sürece, ki hep var olacaktır, demokrasi adı altında biçimlenen siyasal sistemler bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü gerçekte demokrasi erişilmesi mümkün olmayan bir idealdir. Her ikisi de siyasal iktidarın ufak bir azınlığın, seçkinlerin, kitlelere hakim olmasıyla oluştuğuna dikkati çekmektedir. Bu ekole göre, kitle ile seçkinler arasındaki ayırım toplumların değişmez kaderidir, adeta bir toplumsal yasadır10.

Elit (seçkinler) terimini siyasal bilime ilk sokanlardan biri, The Mind and Society adlı kitabıyla, İtalyan sosyologu Vilfredo Pareto olmuştur. Pareto teorisinde eliti kavramsallaştırmak için analizinde türevler ile kalıntılar adını verdiği iki kavramdan hareket etmiştir. Türevler, siyasal sistemle ilgili (ya da toplumun dinsel, ekonomik, v.b. gibi diğer alt-sistemleriyle ilgili) olarak ileri sürülen görüşler, doktrinler ve teorilerdir. Bunlar zaman, içerisinde değişirlik gösterebilmektedirler. Kalıntılar ise, insanların psikolojik dünyalarına ilişkin değişmez ruhsal durumlardır. Pareto’ya göre, tarihin motorunu, işte, bu kalıntılar teşkil eder.

Kalıntılar adı altında kavramsallaştırdığı olgu duygular, içgüdüler, mantık süzgecinden geçmemiş düşüncelerdir. Bunlar da, belirli bir toplumun değişmez ve ebedi kimliğini biçimlendiren olgulardır. Her toplumda da, gördüğümüz gibi, bir elit tabaka ve kitle ayırımı vardır. Elit sayı itibariyle ufak bir azınlıktır, ama topluma damgasını vuran, toplumun niteliğini oluşturan kitle değil, bu elitler zümresidir. Elit zümreye dahil olabilmek için de kişinin öncelikle, olağanüstü meziyetlere sahip olması, doğal bir üstünlüğe, doğuştan yeteneğe sahip olması gibi hususlar yer

10 Ancak Pareto her zaman yönetici seçkinler ile yığınlar arasındaki ayrımın evrenselliğini

vurgulayarak, modern demokrasi , humanitarianism(insancıllık)ve ilerleme kavramlarında yorumlarını saklı tutarken; Mosca modern demokrasinin belirgin özelliklerini tanımaya ve sınırlı bir biçimde onaylamaya hazırdır. Ona göre elitler sadece kaba güç ve aldatmayla yönetmezler; bir anlamda toplumdaki önemli nüfuzlu kesimlerin çıkar ve amaçlarını temsil ederler. Bottomore, a.g.e., s. 11-12.

(9)

almaktadır. Elit kişiler, doğal yeteneklerinden ötürü kendi meslek ve uğraşlarında vasat insanlardan daha yüksek bir performans gösterebilen, üstün başarılı kişilerdir11.

Pareto, kendi alanında en yüksek notu alanlardan bir sınıf oluşturarak bu sınıfa seçkinler (elit) adını vererek12 elit kavramını en geniş ve en genel anlamıyla tanımladıktan sonra bütün toplumların elit olan, elit olmayan diye iki ana sınıfa veya tabakaya ayrıldıklarını belirtir. Daha sonra elit tabakasını da kendi içinde, yönetici (siyasal)elit, yönetici olmayan elit olmak üzere iki kısma ayırır. İlk elit sınıfı yönetimde ve siyasal yaşamda doğrudan veya dolayısıyla rol oynayan kişilerden oluşmakta; ikincisi ise, yönetim ve siyasette hiç bir önemli rolü olmayan geri kalan elit kesimini içermektedir. Pareto yönetici ve yönetici olmayan eliti iki “değişken”e göre ayırmaktadır. “Güç (kuvvet) kullanmada üstünlük” ve “yönetilenin yönetenle fikir birliğine varması (consensus)”. Yönetici elitteki değişiklik de, güç dengesindeki değişikliğe ve bu iki elit türü arasındaki uzlaşmaya bağlı olarak belirlenmektedir13.

Yönetici elit, toplumun yönetiminde doğrudan doğruya veya dolayı olarak önemli bir rol oynayan, siyasal iktidar üzerinde etki sahibi olan kişilerden meydana geldiğinden asıl üzerinde durulması gereken grup budur. Toplumun bu yüksek ve seçkin tabakasına (Pareto bunu bazen “aristokrasi” olarak da adlandırır) çeşitli sosyal gruplar dahil olabilir. Böylece bir askeri elitten, bir din adamları elitinden, bir işadamları elitinden, bir aydınlar elitinden söz etmek mümkündür. Yönetici elite dahil olan sosyal grupların hepsi de siyasal iktidarın kullanılmasında aynı derecede etki sahibi değildirler. Bu bakımdan yönetici elit de, doğrudan doğruya siyasal iktidarı kullanan bir “iç grup” (siyasal elit) ve iktidar üzerinde etkide bulunan bir “dış grup” olarak ikiye ayrılabilir14.

Elit teorisi dendiğinde akla gelen bir diğer isim İtalyan Gaetano Mosca, elit kavramı yerine “yönetici sınıf” deyimini tercih etmiştir. Seçkinler ile “yığınlar” arasında ilk sistemli ayırımı yapan ve bu ayrımın üzerine bir teori kuran Mosca,

11 Rodney Tiffen, “ Elite Mediocrity”, Elitist Anti-elitism Symposium, (Digest, 27 October 2003), http://www.econ.usyd.edu.au/drawingboard/digest/0310/tiffen.html .

12 Paolo Zannoni, “The Concept of Elite”, European Journal of Political Research, 6 March 1978, s.16’dan naklen Turan ,a.g.e., s.32.

13 Lesslie L. Roos , Jr. and Noralou P. Roos, Managers Of Modernization: Organizations and Elites in Turkey (1950-1969), Cambridge, 1971.

(10)

tanımını şu mantığın üzerine kurgulamıştır: Bütün toplumlarda, gözden kaçmayacak bir olgu vardır: Uygar olsun olmasın, her toplumda iki sınıf insan bulunur: “Yöneten bir sınıfla”, “yönetilen bir sınıf”. Yönetici sınıf iktidarı elinde tutan sınıftır, iktidarın nimetlerinden yararlanır ve azınlıktadır. Buna karşılık sayısı daha çok olan ikinci sınıf, birincisi tarafından bazen meşru, bazen de keyfi bir şekilde yönetenlerin kontrolü ve idaresi altındadır. Yönetici azınlık örgütlüdür ve içinde yer aldıkları toplumlarda saygı duyulan ve etkili özelliklere sahiptirler. Siyasal dinamiği belirleyen ise iktidarda olan elitin, yani siyaset sınıfının fikirleri ve çıkarlarıdır.

Mosca yönetici sınıfın da iki katmandan oluştuğunu söyler. Bunlar “üst katman” veya yönetici tabaka ile ikinci (ya da alt) katmandır, buna ikinci katmana aracı katman da denir. Bu sınıflama içinde önemli olan üst katmandır. Liderlik için gereken vasıfların tamamı bu katmanda toplanmıştır. Ancak, üst katman kitleleri tek başına yönetemeyeceğinden aracı katmana ihtiyaç duyar. Bu aracı katmanın ahlaki, entelektüel ve çalışma durumu kitlelerin yönetilmesinde sağlanacak başarı ya da başarısızlıkta etkili olmaktadır. Kitle ise mutlak biçimde bir liderler grubunun yönlendiriciliğine muhtaçtır. Bu şart, yönetimi bir azınlığın üstlenmesini kaçınılmaz kılar. Azınlığın nasıl üstün olup da çoğunluğu yönetebildiği hususunda Mosca iki nitelikten bahseder: Örgütlü olma ve üyelerin maddi, moral ve entelektüel üstünlüğü15

Yönetici sınıfın(siyasal sınıfın) kitleleri hükmü altında tutmak için kullandığı yöntemler ise hukuk ve kanun yolları olabileceği gibi, inandırma (veya kandırma), hile veya şiddet yolları da olabilir. Bununla beraber, yönetici azınlığın çoğunluk üzerinde tam ve mutlak bir egemenliğe sahip olduğu söylenemez.

Mosca’ya göre yönetici sınıfın değişimi ya aristokratik ya da demokratik eğilime göre olur. Yönetici sınıfa giren yeni üyeler eğer mevcut yönetici sınıfın soyundan ise aristokratik eğilim var demektir. Yönetici sınıfın yenilenmesi,

15 Burada elitten kastedilen sadece hükümet değil. muhalif olan kişileri de kapsamaktadır. Zaten Mosca’nın bu kişilerin tıpkı bir sınıf gibi hareket etmelerini vurgulaması da bundan ileri gelmektedir. Hükümete yakın ya da muhalif siyaset sınıfının tüm bireylerinin ortak davranış biçimleri, ortak çıkarları vardır. Buna, Türkiye bağlamında, en çarpıcı örnek olarak parlamentoda farklı siyasi partilerin üyelerinin ülkeyle ilgili hiç bir konuda birlik oluşturmamalarına ve anlaşmaya

yanaşmamalarına rağmen kendi maaşları, “kıyak emeklilikleri” gibi konularda çabucak anlaşmaları ve ilgili yasaları süratle çıkarmaları örnek gösterilebilir.

(11)

yönetilenlerin bulunduğu daha alt katmanlardan gerçekleşiyorsa demokratik eğilimin varlığından söz edilebilir16.

Ancak Mosca’nın elit teorisinde altı çizilmesi gereken bir diğer kavram “siyasi formül” kavramıdır. Manevi ve hukuki bir temele dayayarak yönetici olan sınıf, sahip olduğu iktidarın “meşruiyetini”, yani halkın yönetime rıza göstermesini, sağlamalıdır. Aksi halde gücü ve istikran zedelenir ve yönetilenlerin itaati uzun ömürlü olmayabilir17.

3. Çağdaş Elit Kuramları

Yirminci yüzyılın başlarında geliştirilen Pareto ve Mosca’nın önderliğini yaptıkları “elitist teorilere” bilimsel ve ideolojik açıdan yöneltilebilecek eleştiriler ne olursa olsun, bu teorilerin “siyasal elit” kavramına dikkati çekmek suretiyle yeni araştırmalara yol açtıkları ve çağdaş politika biliminin gelişmesine katkıda bulundukları inkar edilemez. Bu araştırmalar sonunda, elit gruplarının siyasal hayatta oynadıkları rolün önemi ve kapsamı konusunda ortaya değişik görüşler çıkmıştır. Fakat, elitizm tezini temelde reddedenler dahi,elit kavramını ele almak ve incelemek zorunluluğunu duymuşlardır.

Pluralist Elit Anlayışı: Çağdaş elit kavramlarında pluralistlerin elit anlayışı

1950-1960’lı yıllarda hayli yankı uyandırmıştır. Pluralist teoriler kaynağını liberal geleneklerden almaktadır. Bu görüşün temel düşünürleri Dahl, Sartori gibi teorisyenlerdir. Bu teorinin temeli baskı gruplarının çokluğuna dayanır. Güç gruplarının çokluğunun altını çizer ve güç dağılımını savunur. Güç birkaç elit veya baskı grubu tarafından paylaşılır. Bütün bu gruplar karar alma sürecini önemli bir şekilde etkiler.

Pluralist belli başlı bilinen teorisyenlerinden olan Robert Dahl pluralist elit anlayışını siyasal güç kaynaklarının eşitsiz dağılımına dayandırmaktadır. Ona göre hiç kimse kaynakların tümüne sahip olamayacağından, bir grubun da tüm iktidarı tekeline alması söz konusu olamaz. Toplumda tek bir elit değil, çeşitli kaynaklara

16 Sanghera Balihar, “State And Society: Elitism On The State-Civil Society Relationship”, http://uk.geocities.com/balihar_sanghera/saselitismandweber.html

(12)

dayanan ve birbiriyle yarışma içinde çok sayıda elitler bulunur (ör.işadamları çiftçiler siyasetçiler, müşteriler vb diğer bütün gruplar). Hükümet, gücünü bürokrasi, ekonomi, ticari birlikler hatta muhaliflerden alır. Klasik elit teorisyenlerin savunduğu gibi yönetici azınlığın kamuoyunu kontrol edemeyeceğini; tersine diğer grupların bu azınlık gurubunu dengeleyeceğini ileri sürer18.

Bu teorinin diğer bir düşünürü Givovanni Sartori ise seçkincilik ile demokrasiyi bağdaştırarak demokrasiyi açık, birbirleriyle yarışan, azınlıkları sürekli olarak yaratan ve bu azınlıkların, seçmenlerin gelecek seçimlerde nasıl tepki göstereceklerini tahminleri ile yönlendirdiği bir sistem olarak tanımlamaktadır19.

Son zamanlarda pluralizmin neo-pluralizm adı altında yeni bir versiyonu ortaya çıkmıştır. Onlara göre ekonomi elitleri toplum içinde diğer gruplara göre çok daha güçlüdür. Onlar hem siyasette hem de ekonomi politikalarında söz sahibidir. Diğer pluralistler hükümeti diğer grupların dengelediğini ve kontrol ettiklerini savunurken; neo-pluralistler ekonomi elitinin kontrol ettiği görüşündedirler20.

Demokratik Elitizm: Son dönemlere kadar, demokrasi teorisi ile elit

teorisinin birbiriyle çeliştiği ve bu yüzden de uyuşmaz oldukları yönünde yaygın bir kanaat bulunmaktaydı21. Özellikle Avrupa’da “faşizm” ve “bolşevizmin” iki dünya savaşı arasındaki dönemde popüler hale gelmeleri, liberal ve demokratik değerlere bağlı olan bazı bilim adamlarını elit teorisini demokratik teorinin temel gerekleriyle birleştirme çabasına itmişti. Onların temel amacı, elitleri demokrasi içinde meşru bir konuma oturtmaktı.

Çağdaş siyasal bilimcilerin bir kısmı, siyasal iktidarın daima bir azınlık grubu tarafından kullanılması gerçeğinden hareket ederek, bu gerçek karşısında klasik

18 Ali Arslan, “Türk Siyasi Elitleri”,

http://www.insanbilimleri.com/makaleler/siyaset_bilimi/Turk_Siyasi_Elitleri.htm .

19 E. Wilma Van Der Veen, “Political Sociological Theories: Theories Of The State And Power” http://husky1.stmarys.ca/~evanderveen/wvdv/Political_sociology/political_sociological_theories. htm .

20 Eva Etzioni-Halévy, “ The Relative Autonomy, Of Elites: The Absorption Of Protest And Social Progress, In Western Democracies”, Rethinking Progress, (Ed. Jeffrey C. Alexander And Piotr Sztompka), London, 1985, s. 25-202.

21 Seçkinler fikriyle demokrasi fikri iki şekilde çelişmektedir: İlk olarak bireysel doğal yeteneklerin eşitsizliği fikri, demokrasinin eşitlik idealine karşıdır. İkinci olarak da yönetici bir azınlık fikri, demokratik çoğunluk fikriyle çelişmektedir.

(13)

mokrasi, teorisinin yeniden gözden geçirilmesine ve yeni bir yoruma gidilmesinin gerekli olduğu görüşüne varmışlardır. Bu görüşü savunanlara göre, bir toplumda elitlerin var oluşu ve bunların politika sürecinde başat bir role sahip bulunmaları, o toplumda anti-demokratik bir yönetim sisteminin var olması sonucunu doğurmaz. Ancak, demokrasinin, klasik tanımında ifade edildiği gibi, “halkın, halk için, halk tarafından yönetimi” olduğu da günümüz gerçekliğine uygun değildir. Demokratik rejimde halkın rolü, kendisini yönetecek olan liderleri seçmek, siyasal kararları alacak ve tercihleri yapacak olan azınlığı oylarıyla işbaşına getirmektir 22.

Demokratik elit teorisi diğer demokrasi teorileri gibi eşitlik üzerine inşa edilir; ancak diğerlerinden önemli bir farklılığı içinde barındırır: Diğer demokrasi teorileri gücün eşitliği üzerinde dururken; demokratik elit teorisi fırsat eşitliği üzerinde durur. İktidar mücadelesinde rekabet, iktidarı elde etme potansiyeline sahip birbirinden farklı elit gruplarının arasında geçer ve çoğunluk belli aralıklarla isteklerini duyurma imkanına sahip olması demokrasi için yeterlidir. Halkın rolü, yönetenlerin seçilmesi veya reddedilmesinden ibarettir. Bu nedenle demokrasi, halkın yönetimi anlamına gelmez, daha doğrusu gelemez23.

Demokrasiyi özünde bir halk yönetimi değil de, yönetici kadrolar (siyasal elit grupları) arasında bir yarışma olarak gören yeni anlayışın öncülüğünü yapan, Avusturyalı iktisatçı ve sosyal bilimci Joseph Schumpeter olmuştur. Demokrasinin yeniden tanımlayarak onu elitist bir yaklaşımla uyumlu hale getirmiştir. Klasik demokrasi teorisinin tersine, demokrasinin açık bir yarışma sonucunda halkın güvenini kazanan siyasal kadronun seçilmesi ve toplumu yönetmesini varsayan bir yönetim biçimi olduğunu ileri sürmektedir.24.

Buna göre, demokrasiye, bir amaç olmaktan çok, “yöntem” olarak “ onaylanan yönetim” denebilir. Halk seçimden seçime kendisini yönetecek liderlerini seçecek, bir defa liderlerini seçtikten sonra da artık siyasal tercih belirleme, karar

22 David McLellan, “Democracy and İdeology”, http://www.shef.ac.uk/cpi/mclellan.pdf . 23 Karl Mannheim, Essays On the Sociology of Culture, London, 1956, s. 91-170.

24 Demir ve Mustafa, a.g.e., s. 56;

Javier Sánchez Herrera ve Minerva Guerra Tejera, “The Political Elite Of the Canary Islands”, Streams 9 Political Sociology 6th ESA Conference, Murcia 2003,

(14)

alma ve politika yapma yetkisini onlara bırakacaktır. Bu demokratik kurumsal düzenlemede yönetilenlerle yöneticiler arasındaki “iş bölümünün” bir gereğidir25.

Elitlerini kontrolü ise seçmenlerin ya onları tekrar seçmemesi ya da birbirinden özerk karşı elitler ile sağlanır26.

Marx Weber, teorisinde devlet, otorite ve bürokrasinin üzerinde durarak

bürokratik elitleri ve siyasal elitleri analiz eder. Ona göre güç, toplumsal ilişkilerde, başkalarının engellemelerine rağmen, kendi istek ve amaçlarını gerçekleştirebilme yeteneğidir. Bu yetenek, bireyin toplumun hiyerarşik yapısı içindeki sosyal konumu ile yakından ilişkilidir. Weberci düşünceye göre üç tip otorite vardır. Otorite sahibi bireylerin(ör.kral, kraliçe’nin) güçlerini, geleneklere dayalı olarak işgal ettikleri statülerinden aldıkları “geleneksel otorite”, Sıra dışı (olağanüstü) kişilik ya da liderlik özelliklerine sahip kişilerin oluşturduğu “karizmatik otorite” ve kişilerden çok, bürokratik kurumlar ile yakından ilişkili olan kurallara dayalı “yasal- rasyonel otorite”27.

Weber’e modern çağda mümkün olmadığı için klasik doğrudan demokrasi anlayışını reddeder. Ona göre modern devlette liderlik bir azınlığın ayrıcalığı olmalıdır. Demokratik yönetimin gelişmesi ise bürokratik bir örgütlenmeye bağlıdır. Bürokrasi kendi başına liderlik yapamayacağı, hedeflerin dışarıdan konulmasına dayalı olacağı için siyasi liderlik parti örgütlemelerinin başındaki bireylerin karizmatik özelliklerine bağlıdır. Demokratik mücadele, halk desteğini kazanacak karizmatik liderler arasında verilir. Bu özerk lider siyasi yaşama yön verir ve bürokratik baskıdan kaçınır. Eğer lider karizmasını veya halk üzerindeki kontrolünü kaybederse meclis tarafından da kontrol edilebilir . Elit, üst sınıfın yanı sıra, orta sınıf veya işçi sınıfından bireyler de olabilir. Bu tanımlamada kullanılan üç temel kriter “güç” (iktidar)”, “kontrol” ve “etki”dir28.

25 Balihar, a.g.m.

26 Esben Sloth Andersen, Shumpeter’s Vienna and The Schools Of Thought: A Report from A Study On Schumpeter And the Analysis of Economic Evolution, www.business.auc.dk/evolution/ esapapers/esa90-93/WP70.pdf

27 Max Weber, Economy and Society, Bedminster Prees, New York, 1968, s. 56.

28 Anthony Giddens, Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori: Toplumsal Düşüncenin Klasik ve Çağdaş Temsilcileriyle Hesaplaşmalar, (Çev. Tuncay Birkan), İstanbul, 2001, s. 23-62.

(15)

Giovanni Sartori’ye göre elitlerin gerekliliğini şu şekilde açıklar.

“Demokrasi, işletilmesi son derece güç bir rejimdir. Bu rejimin yozlaşması ve çoğunluğun hegemonyasına dönüşmesi, ancak seçkin liderlerin, üstün yeteneklere sahip siyasal elit gruplarının ortaya çıkması ile önlenebilir29. Halkın siyasal rolü sadece seçim dönemlerinde, yönetici liderler grubunun belirlenmesini sağlamaktır

Demokratik elitizmin günümüzde en tanınmış temsilcilerinden biri olan

Harold D. Lasswell, “elde edilecek ne varsa ondan en çok alanlar, toplumda mevcut

değerlerden en fazlasını elde edenler” biçiminde bir tanım geliştirmiştir. Siyasal elit toplumda “iktidarı ellerinde tutanlardır.” Ona göre “siyasal seçkinler bir grup içinde iktidara en fazla sahip kimselerden meydana gelir”30. İktidarın çeşitli dereceleri vardır. Onun kullanılmasında ve kararlara katılmada en çok payı olanlar daima küçük bir azınlık oluştururlar. Lasswell’e göre sorun siyasal elitin halk karşısında çeşitli yollardan (seçim, referandum, siyasal örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, vb.) sorumluluk ve hesap verme durumunun sağlanmış olup olmamasıdır. Demokratik toplumun belirleyici niteliği de kendini bu noktada gösterir31.

Çağdaş yeni-elitçi düşünürler arasında Fransız sosyal bilimcisi Raymond

Aron’un hayli ilginç olan görüşlerine de burada kısaca değinmek yerinde olur. Aron,

devlet elitlerinin yanı sıra devlet dışı elitlerin bağımsızlığı konusuna büyük önem verir. İki ideal tip toplum vardır. Elitlerin tek bir grup olarak birleştiği ve çeşitli elit gruplarının birbirleriyle az veya çok farklılaştığı toplumlar. 32. İktidar sosyal yapıyı da belirler. Aron’a göre “şimdiye kadar toplumun halk tarafından veya bir çoğunluk tarafından yönetildiği görülmemiştir. Bütün rejimler, adları ne olursa olsun, daima bir azınlık tarafından yönetilir ve bütün rejimler bu bakımdan oligarşik bir karaktere sahiptir. Zamanımızda rejimin adı ister Batı tipi azınlıkçı demokrasi olsun, ister Marxist tipi halk demokrasisi olsun, iktidar küçük bir grup insan tarafından

29 John Higley And Gwen Moore , “Political Elite Studies at the Year 2000,

http://taylorandfrancis.metapress.com/media/7PED06XRRJ0UWLYXVCBY/Contributions/W/ R/8/9/WR89CXBN8WUN02YH.pdf

30 Bottomore, a.g.e., s. 14.

31 Ilkka Ruostetsaari, “Coexistence Of Elites And Democracy In An Information Society”, http://www.hicsocial.org/Social2003Proceedings/Ilkka%20Ruostetsaari.pdf

32 “Sınıf toplum bilimi ile “seçkin” toplum bilimi bir bireşim olarak bir araya getirme sorunu . Şu soruya indirgenebilir: “Modern toplumlardaki toplumsal farklılaşma ile siyasal hiyerarşi arasındaki ilişki nedir?” Ek bilgi için bkz. Raymond Aron, Sınıf Mücadelesi: Sanayi Cemiyeti Üzerine Yeni Dersler, (Çev. Erol Güngör), Ankara, 1973, s.133-147.

(16)

nıldığından ve bütün kararlar bu yönetici grup tarafından alındığından aslında her ikisi de birer oligarşi olmaktan öteye gitmezler. Sonuç olarak her ikisi de birer elit rejimidir33.

Böyle olmakla beraber, Aron’a göre bunlar arasında önemli bir fark vardır. Bu fark, birinde (SSCB rejiminde) tek bir ideolojik partinin bulunmasına karşılık, diğerinde (Batı tipi çoğulcu rejimde) elitler arasınca sayıca bölünmüş bir görünüm arz eder.

Modern toplumlarda bir çok güç grupları olmasına rağmen bunlardan beş tanesinin toplumsal yapı içerisinde ayrı bir yeri vardır. Bu gruplar siyasi liderler, hükümet yöneticileri, ekonomi elitleri, askeri elitler ve işçi liderlerinden oluşmaktadır.34

Seymour Martin Lipset de bir tanım geliştirmiş ve eliti “iktisadi, idari,

askeri, siyasi, dini, kitle örgütleri, eğitim ve meslekler gibi en önemli sosyal yapıların zirvelerinde bulunanlar” biçiminde tasvir etmiştir. Bu tanımda açık bir biçimde konum (position) ön planda tutulmuştur. Bu yapıların en üst konumunda olanlar elit olarak nitelenmiştir35.

Demokratik elit teorilerinin ortak noktalarını bunlar arasındaki ayrıntılara girmeksizin şöylece özetleye biliriz: Yönetici azınlık “açık” bir nitelik taşır; başka deyişle toplumda iktidar mevkileri ilke olarak herkese açıktır; siyasal elit grupları arasında bir yakınlaşma vardır. Bu gruplardan biri seçimle işbaşına gelir; yönetici elit kendisini seçen halk karşısında sorumludur. Ona hesap vermek durumundadır. Bu noktalar, aslında her ikisi de birer elit yönetimi olan demokrasi ile otoriter rejimleri birbirinden ayırt etmeye yarayan ölçüler olarak kabul edilebilir.

İktidar Eliti: Schumpeter gibi XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra elit analizlerini kaleme alan diğer bir sosyolog da C. Wright Mills’dir. O da toplum içerisinde meydana gelen yönetici azınlık ile yönetilen kitle arasındaki ayırım üzerinde incelemeler yapmıştır. Mills’in elit anlayışı hem dağınık hem de karışıktır;

33 Aron, a.g.e., s. 10. 34 Bottomore, a.g.e., 114. 35 Arslan , Elite Theory, a.g.m.

(17)

Mills’in elit kavramının iki “değişken”e bağlı olduğu söylenebilir: Toplumda egemen kurumlar elde bulundurmak ve toplumun üst katmanlarından birine üye olmak. Her endüstrileşmiş toplumda üç egemen kurum vardır: askeri, ekonomik ve siyasi. Bu kurumlardaki hiyerarşinin en üst kesimlerinde bulunan gruplara Mills, “İktidar Eliti” adını verir. İktidar-eliti egemen sınıf oluşturmamakla birlikle, toplumsal kökenleri ve dünya görüşleri açısından aralarında sıkı bir bağ ve dayanışma olan kişilerden oluşur. Toplumda bu tür iktidar gitgide bu üçlü “işbirliği ve “koalisyon”un (Capitol, Pentagon ve Wall Street üçgeninin) elinde toplanmakta, büyük kitlelerin kaderlerini tayin eden hayati kararlar bu küçük azınlık tarafından alınmaktadır. Buna karşılık, kitleler bölünmüş, pasif ve güçsüz durumda olduğundan siyasal kararlara katılmaları olanaksızlaşmaya başlamaktadır36.

Wright Mills’e göre, örneğin A.B.D.’de meydana gelmiş olan seçkinler grubu askeri kurumlarda, sanayi işletmelerinde ve siyasal kurumlarda yer alan üst kademe yöneticilerdir. Büyük holdinglerin başında bulunanlar, siyasal liderler ve askeri komutanlardan oluşan bu grup kendi aralarında gerçekleştirmeyi başardıkları garip bir işbirliği ve koalisyonla toplumun dizginlerini ellerinde tutmaktadırlar. Örneğin ordu, sanayi kesimine verdiği siparişlerle, bilimsel araştırmalarda üstlendiği işlevle giderek kendine özgü bir politika izleyebilmekte ve kendini özerk ve siyaseti belirleyici bir kurum haline getirebilmektedir. Büyük sanayi kuruluşlarının yöneticileri de çok-uluslu şirketlerin komutasını ele geçirerek, şirketlerinin çıkarlarıyla toplumun çıkarlarının özdeş olduğunu ileri sürecek kadar bağımsızlaşabilmişlerdir. Onlar da siyaseti belirlemede önemli ve etkin bir role sahiptirler. Bu üç kurumun her biri diğeri için bir sacayağı niteliğindedir ve yöneticileri arasında sıkı bir bağ, dayanışma ve çıkar birliği mevcuttur. Bunlar, Mills’in deyimiyle, “iktidar üçgenini” oluşturmaktadır.

İktidar elitinin halk tarafından gerçek bir denetime tabi tutulduğunu ve sorumluluğunun sağlanmış olduğunu iddia edebilmek de hayli güçtür. Ona göre Amerikan toplumu bakımından, bütün belirtiler, bu toplumda bir iktidar dağılımına ve paylaşımına değil, aksine iktidar toplanmasına ve merkezleşmesine doğru gidildiğini göstermektedir.

(18)

Mills diğerlerinden farklı olarak, “iktidar seçkinlerini” (veya elitini) oluşturan kişiler eriştikleri statüye salt doğal yetenekleri ve liyakatlerinden dolayı gelmeyip, daha çok bireylerin “hayat imkanları” bakımından baştan beri imtiyazlı olarak yaşamaları, en iyi okullarda ve üniversitelerde okuyup ve bir dizi kapalı kulüplere genç yaştan beri üye olup seçkinler çevresiyle sosyal ilişkilerde bulunma şansına sahip olmuşlardır 37.

Demo-Elit Teorisi 38: Demo-elit teorisi demokratik elit teorisinin bir dalı

olmakla birlikte diğer bazı teorileri kullanarak yeni bir teori geliştirmeye çalışmaktadır. Marxist ve devlet merkezli teoriler devletin diğer güçlerden özerkliğine baskı yaparken, bu teori diğer güçlerin devlet üzerindeki yerini incelemektedir. Pluralistlerden farklı olarak hem elitlere hem de sub-elitlere (alt-elitlere) odaklanır. Pluralistler baskı gruplarının altını çizer ve elitleri baskı gruplarının temsilcileri olarak kabul ederken demo elitler tersine güçlü baskı gruplarını ve çıkar gruplarını ön plana çıkarır.

Demo-elit anlayışı toplumların iktidar yapılarını üçlü bir kategoride değerlendirir: elitler, alt elitler(sub-elites) ve halk.

Elitler, toplumsal yapıda gücü(iktidarı) en fazla elinde bulunduranlar, temel toplumsal kaynakları kontrolünde tutanlardan ve kullanabilenlerden oluşur. Bu nedenle Bunlar toplumun en üst kademelerini işgal ederler, en yüksek güce sahiptirler ve gücü paylaşırlar. Örneğin hükümet üyeleri, liderler, siyasi partilerin etkin ve aktif üyeleri, bürokrasinin, askeri yapının, ticari birliklerin ve şirketlerin en üst kademelerinde yer alırlar.

Alt elitler, halk arasında köprü görevi de üstlenen, elitlerin işgal ettiği konumlardan hemen sonra gelen konumlarda bulunan ve iktidar yapısı içerisinde orta derecede güç sahibi olanlardan meydana gelir. Orta sınıf şirketlerin sahipleri ve yöneticileri bu grupta yer alır. Bunlara elit ve halk arasındaki “ara elit” olarak ta kabul edebiliriz.

37 Mills, a.g.e., s. 16-17. 38 Ruostetsaari, a.g.m.

(19)

Temel toplumsal kaynaklardan ve toplumsal güçten en az oranda pay sahibi olan kesim ise halktır. Demo-elit teorisinde halkın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Elitler ancak halkla var olabilirler ve amaçlarını da ancak halkla ve halkın açık desteğiyle gerçekleştirebilirler39.

Ayrıca elit pozisyonuna gelmede sosyal arka planına göre daha fazla imkana sahip ara elite dahil “gölge elitler” ile halk içinde bulunan ancak yeteneklerinden ve sosyal arka planından dolayı elit ve ara elite dahil olabilecek aday elitlerde demo-elit perspektifi incelemesinde yer alır.

Demokratik düzenin sağlıklı bir şekilde işlemesi, demokrasinin gelişebilmesi, toplumsal düzenin ve toplumun huzurunun sürmesi için, elitlerin bağımsız olmaları ve ülke koşulları gerektirdiğinde iş-güç birliği yapmaları ise zorunlu ve kaçınılmazdır40.

Marksist Elit Teorisi: Karl Marx’da toplumu yönetenler ve yönetilenler

olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Marx’a göre, tarihin tüm aşamalarında görülen toplum tiplerinde, bir sınıf ötesine göre daha üstündür. Bu sınıf egemen sınıftır ve sınıf kavramı burada temel olarak ekonomiktir. Ekonomik iktidarı, siyasal iktidara ve üretim araçlarına sahip olan azınlığı yönetici sınıfa(ruling class) dönüştüren temel etken devlettir. Marx’a göre devlet ekonomik yapının ortaya çıkardığı sınıf ilişkilerinin siyasal görünümünden başka bir şey değildir. Devlet aracılığıyla, ekonomik iktidar siyasal iktidar olmakta ve azınlığın çoğunluk üzerindeki ekonomik sömürüsü, siyasal üstünlüğünü sağlamasına dönüşmektedir. Öyleyse, Marksist düşüncede siyasal elitin devlet kurumu aracılığıyla siyasal iktidarı kullanan üretim araçları sahibi sınıf olarak tanımlanabilir41.

Sonuç olarak elit teorisini çok kısa bir biçimde özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: İlk olarak elit kuramı devletle toplum ilişkilerini düzenleme ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır ve bir devletin sistemi, egemen ideolojisi ne olursa olsun, her toplum az sayıda yönetenler ve çok sayıda yönetilenlere ayrılabilir. İkinci olarak ise,

39 Etzioni-Halévy, a.g.m., s.101. 40 Arslan, Elite Theory, a.g.m.

(20)

toplumun niteliği ve gitmekte olduğu yön yönetici grubun oluşumu, yapısı ve anlayışı ile açıklanabilir 42.

3. Siyasal Elit Dolaşımı

Elit kuramının yanıtlamaya çalıştığı soru ve sorunlardan bir bölümü de şöyledir: Elitler sabit bir siyasal sınıf mıdır yoksa bu sınıfın üyeleri sürekli bir değişi ve dolaşım sürecine mi tabidir? Toplum bir piramit olarak düşünüldüğünde yönetimsel yapıda en üstte kalan elit tabakasına alt tabakalardan geçiş var mıdır, bu tabakaların üyeleri nasıl değişir, bu değişim ve dolaşım nasıl hangi değişkenlere bağlı olarak gerçekleşir?

Bu teorinin düşünürleri seçkin tabakasında doğmuş olmanın, baştan itibaren o kişilerin seçkinlere katılmasını kolaylaştırdığını da yadsımazlar. Bunlar hükümet seçkinleri, ekonomik seçkinler ya da aydın seçkinler tabakası olabilir. Ancak onlar daha işin başında kazanılan üstünlüklerin, bireyler arası rekabete karşı koyamayabileceğini; karşın seçkin olarak doğmayanların ise gerekli yetenekleri kazandıkları takdirde seçkinlere katılabileceklerini öngörürler. Seçkinlerin bu şekilde bireysel yoldan dolaşımları toplumsal dengenin sağlanmasında etki eden önemli bir unsurdur. Eğer bu dolaşım düzenli ve yeterli bir şekilde gerçekleşmiyorsa toplum iyi bir şekilde işlemiyor demektir. Bu da bir takım toplumsal sorunlar meydana getirir.

Elit değişimi, açıklanması güç karmaşık toplumsal bir olaydır. Bu nedenden elit dolaşımı sürecini anlatmadan önce bu konudaki kuramlara göz atmak gereklidir. Bu bizi, bu konuda en azından kullanılan terimleri anlamamızı ve belirli bir görüş açısı kazanmamızı sağlayacaktır.

Pareto’nun elit dolaşımının formülünü, “Tarih aristokrasiler mezarlığıdır” cümlesi,özetlemektedir. Pareto’ya göre iki katman arasındaki (elit ve elit ol-mayanlar) bireylerin dolaşımında, toplumun tabakaları arasında aşağıdan yukarıya doğru devamlı bir hareket, bir dolaşım mevcuttur43.

42 Elif Haykır Hobikoğlu, “ Türkiye’de Sosyo-Kültürel Yapı ve Siyasal Elitlerin Siyasal

Davranışlarına Etkileri: Parlamenter Elitler Üzerine Bir Araştırma”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2004, s. 22.

(21)

Pareto’ya göre yetenek soy yoluyla geçmediği için toplumdaki eski elitlerin yerini yenilerin alması kaçınılmaz olur. Bu değişim, Pareto’ya göre iki şekilde ortaya çıkar. Ya “elitlerin dolaşımı” şeklinde nitelenen aşamalı bir yolla ya da bir elit grubunun tamamıyla yer değiştirmesine yol açacak olan devrimle. İlk yol, yavaş fakat sürekli bir süreci içerir. İkinci yolun gerçekleşmesi, elitlerin dolaşımının engellenip engellenmemesiyle bağlantılıdır. Eğer engellenirse, devrim kaçınılmaz olur.

Pareto’nun “elitlerin dolaşımı” tezinde insan davranışları iki kısımdan oluşur. İlk kısım, Pareto’nun “türevler” olarak nitelediği kısımdır. Bunlar, zaman içinde ve ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilirler. İkinci kısım ise çok daha önemli olup “kalıntılar” (residues) şeklinde adlandırılmıştır. Kalıntılar, kişinin içgüdülerini, sezgilerini veya ruh durumunu yansıtırlar. Pareto kalıntıları da kendi içinde iki sınıfa ayırmıştır. İlk sınıf, aktif ve yaratıcı içgüdüleri içerir ki bunlar ideolojilerin, sanatların, siyasi ittifakların ve işbirliklerinin oluşumunu sağlayan içgüdülerdir. İkinci sınıf içinde ise süreklilik, istikrar ve düzenin devam etmesine yönelik içgüdüler yer alır. Pareto’nun kalıntıları bu şekilde bir sınıflandırmaya tabi tutmasındaki temel amaç, elitlerin hakimiyeti ve yer değiştirme (dolaşım) durumlarına açıklık getirmektir44.

Pareto’ya göre kalıntıların (residues) toplumdaki dağılımı büyük önem taşır. Birinci sınıfta yer alan kalıntıların baskın olduğu insanlar, ki bunlara zeka ve kurnazlık hakimdir, tilki (fox) olarak anılırlar. İkinci sınıf kalıntıların hakim olduğu insanlar ise güç, istikrar ve sağlamlıkla nitelenebilirler ve arslanlar olarak anılırlar. Bir ülkedeki yönetim tarzı da, bu kalıntılara göre değişiklik gösterir. Mesela, tilki niteliklerine sahip elitlerin yönetme tarzı yönetilenlerin rızalarının alınmasına dayalıdır. Arslan niteliklerine sahip elitler ise tam tersi bir anlayışla rıza ve uzlaşma arayışları yerine kuvvet kullanımını tercih ederler45.

Elit değişimini toplumsal gereksinmelerle açıklamaya çalışan işlevciler (fonksiyonalistlerin)’re göre ilk bilinen insan topluluklarında bile, elit işlevini yerine

44 Duverger, a.g.e., s., 165.

45 Nitekim, elitlerin dolaşımının dondurulmuş olması, örneğin, Fransız aristokrasisinin kapalı bir elit grup olması, 1789 devrimine yol açmıştır. Vergin, a.g.e, s. 115

(22)

getiren yaşlılar, rahipler veya krallar başta gelen azınlıkları oluşturuyordu. Toplum-ların boyutları büyüdükçe ve yapılan eylemler çoğaldıkça, uzmanlaşmış liderlik rolleri ortaya çıkmıştır46.

Evrenselci görüş, elit dolaşımını tüm ülkelerde tek yönlü olarak kişisellikten evrenselliğe, geleneksellikten modernliğe doğru bir gidişin olduğunu varsaymaktadır. Elit değişiminde sosyo-ekonomik güçlere bağlayanlar, bu değişimin nedenini toplumun ekonomik örgütlenmesinin değişmesinde aramaktadırlar. Bu kuram bir siyasal elitin yükselişini ve diğerinin düşüşünü ekonomik üretim biçimlerindeki (mülkiyet ilişkilerindeki) değişikliklerle açıklamaya çalışır. Marksizm’den bir hayli etkilenen bu görüşe göre yeni üretim tekniklerinin gelişimi toplumsal değişimi sağlamaktadır47.

Yönetici sınıfın dolaşımını Mosca, “sosyal güç” kavramını kullanarak açıklamaktadır. Mosca, bütün beşeri faaliyetleri “sosyal güç” olarak nitelemiştir. Sosyal güçleri sadece bunlarla sınırlamamış ve para, din, eğitim, bilim, askeri başarı gibi unsurları da bunun içine dahil etmiştir. Yönetici konuma ya da sınıfa girebilmenin yolu bu sosyal güçleri kontrol edebilmeye, onlara sahip olabilmeye bağlıdır. Eğer yönetici sınıf yeni sosyal güçleri kontrol altında tutmayı başaramazsa yerini yeni bir yönetici sınıfa bırakmak zorunda kalabilir48.

Schumpeter’e göre ise, seçkinlerin dolaşımında “bireysel ve toplumsal” etmenleri birlikte düşünür ve toplumsal yükselmeyi toplumsal koşulların da etkilediğini öne sürer. Shumpeter’de Mosca gibi ekonomik ve kültürel değişikliklerin bir sonucu olarak bir toplumda yeni toplumsal kümelerin oluşabileceğini; bu kümelerin daha sonra girdikleri faaliyet türlerinin o toplum için can alıcı öneme

46 David Mccoy And Eric Stroupe, “The Study of Political Elites in Federal Democracies”,

http://taylorandfrancis.metapress.com/media/159RJ6XRRJ1VNV2JQJFT/Contributions/Q/X/6/ 3/QX63VRF6T4E45Q25.pdf

47 Bottomore,a.g.e., s. 57

48 Mosca bu değişimi şöyle anlatır: “toplumda yeni zenginlik kaynaklan gelişirse, bilginin

uygulamadaki önemi artarsa, eski bir din gücünü yitirir veya bir yenisi doğarsa, yeni düşünce akımları yayılırsa, yönetici sınıf içinde büyük ölçekli değişiklikler ortaya çıkar” Hobikoğlu, a.g.e., s. 35.

(23)

sahip olması ölçüsünde toplumsal nüfuzunu artırabileceğini ve zamanla siyasal sistemde bir bütün olarak değişim yaratabileceğini öne sürer49.

Günümüz siyaset bilimcilerine göre elit değişimi ne şekilde olursa olsun, genelde toplumda yeni oluşan sorunlara cevap vermek için ortaya çıkar. Bu yeni elit halkın ihtiyaçlarına cevap verebildiği süreye kadar iktidarını korur. Bazı durumlarda elitler iktidarı yeni elitler perdesiyle elinde bulundurmaya devam eder. Kendi yerlerine geçmeleri için hazırladıkları yeni elitleri perde arkasından yönetirler. Fakat endüstrileşme ile birlikte, uzman kadrolara ihtiyaç doğmaktadır. Endüstrileşmenin getirdiği yeniliklere ayak uyduracak niteliklere sahip siyasal elit uzmanlığıyla da yerini sağlamlaştıracaktır50.

Seçkinleri incelemek için ise daha ziyade siyasal elitlerin davranış, tutum, kültürel ve ekonomik yapılarını öngörebilmek için çalışmalar yapmaktadırlar. Bunun için birbiriye bağlantılı iki soruya cevap aramaktadırlar. Birincisi, yönetenler hangi seçkin özelliklere sahip olduklarını açıklamak durumundadırlar; ikincisi, seçkinlerle toplumu ayıracak kriter gereklidir, insanlık tarihi boyunca geliştirilen kriterler şu şekilde gösterilebilir: lrk, soy, yaş, cinsiyet, din, askeri güç, kültür, servet, bilgi51

Ancak siyasal elitlerin dolaşımında toplumsal kökenlerinin özellikleri yaygın olarak üçe ayrılarak incelenmektedir: Yaş, meslek ve eğitim. Elitlerin kişisel nitelikleriyle grup davranıştan arasındaki ilişkileri etkileyen en önemli etmen ise içinde bulunduktan çevresel koşullardır. Elitlerin davranışlarını tam anlamıyla anlamak istersek bu davranışların toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar içinde gerçekleştiğini de unutmamak gerekmektedir.

Eğitim ve meslek bilgilerinin çok önemli olduğu kabul edilmektedir. Çünkü eğitim ve mesleğin kişinin siyasal toplumsallaşmasında ve iktidarı kullanma

Michael Burton ve John Higley, “The Study Of Elite Transformations”,

http://taylorandfrancis.metapress.com/media/AGXY6YXRRJ1UVGNRPV5M/Contributions/T/ T/L/W/TTLWX119H68ABXN5.pdf

50 Ursula Hofman-Lance, “Elite Research In Germany”,

http://taylorandfrancis.metapress.com/media/7851VLRTQJ2VB2XYDFF7/Contributions/U/3/U /2/U3U2F6P099Q3BH0A.pdf

(24)

yöntemlerinde önemli bir rolü olduğu düşünülür52. Siyasal elitlerin mesleki gelişimlerini incelediğimizde, mesleklerinde üst konuma gelmeden siyasette de belirleyici kuvvetlerinin çok olmadığını görülmektedir. Bulundukları konuma ve seçimlerde aday olma noktasına çeşitli sosyal çevrelerle ve gönüllü kuruluşların destekleriyle gelmektedirler. Bu durumda yeri geldikçe bu özelliklere uygun bilgiler verilerek milletvekillerinin arka planları daha ayrıntılı bir şekilde incelenektir.

Siyasal elitlerden Türk kökenli yabancı parlamenter elitleri incelerken, elitlerin demografik özellikleri de bize yol gösterecektir. Yaşla ilgili bilgiler bize siyasal elitin bulunduğu kuşak hakkında bilgi verirken, kuramsal açıdan da diğer bilgilerin yorumlanmasında yardımcı olur. Doğduğu yıl, doğduğu yer, çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği yer, onda bıraktığı kültürel etkiler, ailesinin kökenleri ve yaşama biçimi çözümlemelerde en çok dikkat etmemiz gereken, etkenler olacaktır. Bu aşamada özellikle kimlik çözümlemeleri devreye girecektir. Bu nedenle diğer etkenleri incelemeden önce, yol göstermesi açısından kimlik teorilerine bakmanın yararlı olacağı değerlendirilmektedir.

B. KİMLİK TEORİSİ

“Ben kimim?” sorusu insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri düşünce alanında merkezi bir yeri işgal etmiştir. O kişinin kim olduğu ise maddi ve manevi bir çok unsurla şekillenmekte, dinamik, çok boyutlu bir süreci içermektedir. Benlik ve kişiliğin oluşumu bulunulan toplumun şartlarından bağımsız değildir. Tarih, yer, zaman, toplum, çevre, gelenek ve kurallar, paylaşılan mekanlar kimliğin birer parçasını oluştururlar. Ben’in algıladığı öteki, etnik, dinsel farklılıklar ekonomik ve sınıfsal ayrımlar, aile, cinsiyet vb. etkenler kimliğin şekillenmesinde belirleyici bir role sahiptirler53. Kimlik insanın potansiyeliyle birlikte değişen veya sabit kalan tüm vasıfları ifade etmektedir. Aynı zamanda “kişi” sadece etkilenmekle kalmaz; içinde yaşadığı toplumu da etkiler. Başarılı bir şekilde sosyalleşen kişi kim olduğunu bilir, kendini istediği şekilde yönetir, alternatif bir müdahaleyi gereksiz ve imkansız bir hale getirir.

52 Hobikoğlu, a.g.e., s., 26

53 Taşkın Takış, “Kimliklerle Buluşma”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl:6, ( Mayıs, Haziran, Temmuz-2003), s. 6.

(25)

Sosyalleşme, ferdin çocukluğundan itibaren kapasite ölçüsünde toplumdaki sosyal ilişkilere girerek elde ettiği tutum ve davranışlardır. Sanat, eğitim, medya ve teknoloji sosyalleştirme araçlarının başında yer alır.

Milletvekillerinin kimliklerini değerlendirirken bu noktalardan hareketle kimliklerinin nasıl şekillendiği üzerinde durulacaktır. Ancak göç toplumunu incelerken ve kimlik değişimleri açıklanırken sık sık karşımıza çıkan entegrasyon kültürlenme ve asimilasyon kavramlarına da kısaca değinilecektir

1. Benlik, Kişilik ve Kimlik Kavramları

Ferdi benlik, bir insanın kendisi için biçtiği değer, kendisi hakkındaki özel hükümlerdir. Ben kimim, ben nasılım, benim hakkım ne? Gibi sorulara verilen cevaplar ben’i tanımlar. Benliği belirten üç unsur bulunmaktadır: Biyo-psikolojik varlığının temelini oluşturan, önceki devirlerden alınan genetik veraset, ailenin verdiği ilk model ve telkinler ve aile dışında akraba aileleri, ilk eğitim kurumları(çocuk yuvası, ilkokul), mahalle insanları (mahalle çocukları) 54.

Aile hem genetik özelliklerinin oluşumunda hem de benlik ve kimlik oluşumunda yönlendirilmenin aktarıldığı sosyal birimdir. Ben’i sosyalleştirir ve milli benlik haline geçmesine hazırlar. Milli benlik ise insan topluluklarının kendilerini fizyolojik ve psikolojik olarak bağlı saydıkları atalarından alınan kalıtımlardan oluşur55. Buradan kısaca benliği insan düşüncesinin sosyal deneyimlerle şekillenen ve potansiyel durumdaki halidir şeklinde tanımlanabilir.

Kimlik ise sosyal olarak şekillenmiş bu potansiyelin dışa yansıyan halidir. Bir başka ifadeyle bir insanın başkaları tarafından nasıl görülüp değerlendirildiğini ifade eder. Tüm sosyal faktörler bu şekillenmeye dahildir. Benliğin gelişme süreci tüm hayatı boyunca devam etmektedir. Kişi kendini diğer insanların gözüyle görüp, benliğini onların kendisine olan tepki tutum ve davranışlarından çıkardığı sonuçla algılar. Bunlar kendini algılama yoluyla kişi tarafından yorumlanarak belli bir kimlik yaratılır. Kişilik iç dünya ile ilgili kişinin psikolojik durumunu yansıtır ve iradi

54 Sadık Tural, Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler, Ankara, 1998, s. 55.

55 Milli benlik tarihi misyonun o toplumun kendisine yüklediği , çevresindeki toplumların ona yakıştırdığı nefsine itimat ve saygı duygusudur. Tural, a.g.e., s. 69

(26)

olarak değiştirilemezken kimlik topluma ve dış dünyaya yöneliktir. Kimlik bir tür davranış ve rollerden oluşur ve alternatiflerden biri seçilerek çeşitli sosyal durumlarda farklı kimlik sergilenebilir56.

Toplumda farklı kimlikler bulunabilir. Dini kimlik inançla, dilsel kimlik lisanla, sosyal kimlik kişinin hangi sosyal kategoriye ve gruba dahil olduğunu, siyasi kimlik ise politik görüş tutum ve davranışlarla ilgili nitelikleri ifade eder. Başlangıçta insan cinsiyet, ırk, yaş, milliyet gibi genel unsurlarla ifade edilirler. Kişinin taşıdığı tüm kimlikler onun benliğini oluşturan bir faktördür. Kimlik başka bir ifadeyle bu pek çok alt kimliğin oluşturduğu bir bütündür. Kimliğin oluşumunda temel faktörler iki grupta toplanabilir: kimliğin his ve duygularla ilgili yönü; düşünce ve bilgiyi yorumlaması57.

Bir kimliğin kendisini ve çevresini yorumlayabilmesi için varlık sebebini farklılıklar üzerine kurar: “ben ve öteki”58. Her kimlik ötekini içselleştirerek inşa edilir. Ancak “öteki” tehdit olarak algılanırsa, “öteki”ni tanımanın ötesine geçerek kendi kimliğini kuvvetlendirerek bir etken haline dönüşür59.

Kişinin kimliğini edinmesinde bir yanda onun sosyal çevresinin belirleyiciliği bulunurken diğer yandan , kişisel irade ve seçimleri vardır. Sosyal, ekonomik ve siyasi çevre ona belli şeyleri empoze eder. Edebiyat, yazılı basın ve iletişim teknolojileri insan bilincinin yeniden şekillenmesinde rol oynayarak kimlik üzerinde etkili olurlar. Ancak esas önemli olan kişinin bu tür kaynaklardan elde ettiği alternatiflerden hangisini seçeceğidir.

56 Cüneyt Birkök, Bilgi Sosyolojisi Işığında Kimlik Sorunu, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1994); http://www.insanbilimleri.com/kitaplar/bskimlik/kaynaklar.htm 57 İnsanın kendini oluşturan öğe ve kategorilerden en temeli cinsiyet kategorisidir.İkincisi mekan yada toprak/ülke kategorisidir.Üçüncü kolektif kimlik türü ise sosyo-ekonomik toplumsal sınıf

kategorisidir. Dinsel kimlik ise beşeri ihtiyaç ve eylem alanlarından doğduğu için toplumsal kimliklerden oldukça farklı ölçütlere dayanır. Anthony D. Smith, Milli Kimlik, (Çev. Bahadır Sina Şener), İstanbul, 1991, s. 21-22 .

58 Kathryn Woodward, “Consept of Identity and Difference”, Identity and Difference, (Ed. Kathryn Woodward), London, 2000, s. 7-63.

59 Örneğin Ortaçağda Avrupa’nın ötekisi genelde İslam özelde Türkler(Osmanlı Devleti) olmuştur. Kemal Çiftçi, “Türk Siyasal Kimlik Algılamalarının Türk Dış Politikasının Oluşumuna Etkisi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2002, s.21.

(27)

Başkalarına gösterilen kimlikle insanın içindeki dünya arasında bir çatışma varsa bir kimlik bunalımı yaşadığı varsayılır. Hızlı toplumsal değişikliğin sürdüğü toplumlar ile göç toplumlarında bir yandan geleneksel kurallara bağlı kimlik unsurları, diğer yönden değişmeyle gelen ve henüz yerli kültürle bütünlük sağlayamamış yabancı unsurlar çatışabilmektedir. Geleneksel kimlik unsurlarıyla batılı kimlik edinme sürecinde yeni unsurla eskisiyle bağdaştırılamamaktadır. Bu noktada bağlantılı bir diğer problem kişide topluma yönelik bir yabancılaşmanın ortaya çıkmasıdır. Kişi kendisini sosyal, ekonomik ve kültürel nedenlerden dolayı kendisine uygun, dengeli ve sağlam bir zemine oturtamamakta ve ortaya bir kimlik krizi çıkmaktadır60.

2. Milli ,Kültürel ve Etnik Kimlik

Anthony D. Smith milli kimliği söyle açıklar:”Milli kimlik bir anlamda siyasi bir topluluktur. Siyasi toplulukta da topluluğun bütün fertleri için en azından belli ortak kurumların, hak ve ödevlere dair tek bir yasanın varlığını ima eder. Yine topluluk mensuplarının kendilerinin özleştirecekleri, aidiyet hissi duyacakları belli bir toplumsal mekân, az çok hatları kesin ve sınırlanmış bir toprak parçasını da akla getirir”61. Milli kimliğin özelliklerini ise şu şekilde sayar: (1)Tarihi bir toprak yada yurt, (2) ortak mitler ve tarihi bellek, (3) ortak bir kitlesel kamu kültürü, (4) topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler,(5) Topluluk fertlerinin ülke üzerinde serbest hareket imkanına sahip oldukları ortak bir ekonomi. Buradan ise şu sonuca ulaşır: “Bir millet, tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlevi bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı olarak tanımlanabilir”62.

Milli kimlik tarihi süreç içinde milli kültür unsurlarının şekillendirdiği kimlik tipidir. Milli kültür ise diğer toplumlardan farklılığı ortaya koyan milli karakterin meydana getirdiği kültürdür63. İbrahim Kafesoğlu’na göre ise, kültürün kendisi

60 Çiftçi, a.g.e., s. 32. 61 Smith, a.g.e., s. 24. 62 Smith, a.g.e., s. 32.

63 Amiran Kurtkan Bilgiseven, Türk Milletinin Manevi Değerleri, Eğitimde Temel Kavramlar Serisi:2, İstanbul, 1977, s.50-105.

Referanslar

Benzer Belgeler

elektronik dergilerin hipermetin yapısı olarak yaşamaktadır) Ayrıca bilimsel bilginin popülerleştirilmesi gerekliliğini dile getirmiş ve bunun kamu/halk ile bir iletişim

Oldukça kritik ve çalkantılı bir devre olan bu 1877-1918 zaman diliminde payıtaht diplomasisinde giderek önemli yer tutan Aİ sefaret köşkü ve Aİ

panoramik şehir turunda eski şehir meydanı, Saat Kulesi, Parlamento binası, Vitüz Katedrali görülecek yerler arasındadır.. Serbest zaman sonrası

• 1992’de yürürlüğe giren Yaşlılık Aylığı Reform Kanunu ile normal emeklilik yaşı, erkeklerde 2001, kadınlarda ise 2004 yılından itibaren 65 olarak

Aveleijn, zihinsel engel grubundaki bireyler için bakım, tedavi, eğitim, destekli ve bağımsız yaşam vb..

İlk bölümde Almanya ve İngiltere Türk Toplumları, ikinci bölümde göç tipolojilerine göre Almanya ve İngiltere’deki Türkiye kökenlilerin göçleri, üçüncü

Özellikle evlilik göçü yoluyla Almanya‟ya gelen kiĢiler arasındaki kültürel farkın ve eĢlerin ailelerinin boĢanmalarda çok büyük bir neden olduğu ortaya

Performance Yatırım Danışmanlık Ltd.. Türkiye Emlak Sektörünü tanıtacak platformlar yaratalım, TİCARİ ANLAMDA,. SOSYAL VE KÜLTÜREL ANLAMDA,