• Sonuç bulunamadı

ALMAN TÜRKLERİ VE MİLLETVEKİLLERİNE YÖNELİK POLİTİKA ÖNERİLERİ

MİLLETVEKİLLERİNE YÖNELİK POLİTİKALAR

F. ALMAN TÜRKLERİ VE MİLLETVEKİLLERİNE YÖNELİK POLİTİKA ÖNERİLERİ

- Türkiye’nin önce kendi içinde yaşayan gruplara arasındaki faklılıkları hoşgörüye dayalı anlayışla ortak bir paydada buluşturması gereklidir. Türkiye’de daha az görünen topluluklar arasındaki farklılıklar yurtdışında daha fazla ön plana çıkmakta ve bu durum göçmen kabul eden ülkeler tarafından daha da çok keskinleştirilmektedir.

- Türkiye yurtdışına gönderdiği vatandaşların orada kalıcı olduğunu kabul ederek yönelik uzun vadeli göç politikası oluşturmalı ve yabancı ülkede yaşayan vatandaşlarını ev sahibi ülkenin insafına bırakmamalıdır. Bu politikasıyla yurtdışındaki vatandaşların paralarının yanında sorunlarını üstlenmeleri gerekmektedir. Böylece o ülkeler karşısında bir baskı unsuru oluşturarak hem soydaşlarına yardımcı olabilmeli, hem de hem de o ülkeleri ortak bir zemine çekebilmelidir.

- Türkiye kurumsal yapısını da bu politikaya uygun olarak şekillendirmeli. Ya “Göçmen Bakanlığı” ya da daha önce kurulması planlanan “Koordinasyon Kurulu” etkin politika üreten bir kurum haline dönüştürülmelidir. Böylelikle çeşitli bakanlıklar altında faaliyet gösteren kurumlar tek bir üst kuruma bağlanarak uygulamaya birlik kazandırılmalıdır. Şu haliyle kurumlar, “bir elin yaptığından öbürü habersiz” diye nitelendirilebilecek bir şekilde faaliyetler sergilemekteler. Bu durum uygulamada farklılıklar ve yetersizliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Varolan kurumların verimsiz bir şekilde çalışmaktalar veya yurtdışındaki vatandaşlarının sorunlarını çözmede yetersiz kalmaktadırlar.

- Devletin yanında Türkiye’ de ki siyasi partilerde kendi içlerinde geleceğe yönelik göçmen politikaları oluşturmalıdır. Siyasi partilerin buna yönelik politikası

ya hiç yoktur ya da iç politikaya yönelik göçmenlerin oylarını çekecek politikalar uygulamaktadırlar. Dışarıdaki Türk toplumun siyasi hayata katılabilmesi için yurtdışında bu partiler gerekli kurumsallaşmaya gitmeli, araştırmalar yapmalı ve o toplumun gerçeğine uygun gerçekçi politikalar üretmelidir.

- İçine kapalı olarak yaşayan bazı kesimler Türkiye’ye bağlılık olarak değerlendirdikleri için gelişmeleri yeterli düzeyde izleyememekte hatta gittiklerinden bu yana hiç bir şeyi değiştirmeyerek Türkiye’nin çok daha gerisinde kalmaktadırlar. Türkiye’deki değişimleri görmek onlar açısından yararlı olabilir. Özellikle Türkiye’yi tanımayan ve ana-babalarından bu şekilde tanıyan yeni kuşak Türklerin Türkiye’yi daha iyi tanıyabilmeleri için göç turizmi başlatılmalıdır. Bu çerçevede Türk kültürünün, yaşamının ve toplumsal değerlerinin tanıtıldığı bir faaliyet programı hayata geçirilmelidir. Ör. Kardeş aile projesi yapılarak gençlerin belli bir süre bir ailenin yanında kalması sağlanabilir.

- İkinci kuşağın iki kültürü sentezleyerek oluşturdukları alt-kimliği özgünlüğünü koruyacak, benliklerini kaybetmeden uyum sağlayacak önlemler alınmalıdır. Kimlik şokunu karşılamada en önemli unsur eğitim, iş ve umutlu bir gelecektir. Bunun için eğitim teşvik edilmelidir. Hala göçmenler arasında üçüncü kuşağında ağırlıkta olduğu genç kesimin büyük çoğunluğunun eğitim düzeyi düşüktür. İkinci kuşak ve üçüncü kuşak üyeleri başta eğitim ve meslek edinmede durumlarını kolaylaştırıcı önlemler getirilmelidir.

- Entegrasyon önlemleri zorlayıcı değil teşvik edici olmalıdır. Almanya’ya asimile olmadan uyum sağlamış bir Türk topluluğu hem Türk-Alman ilişkilerini olumlu bir şekilde etkileyebilir hem de Türkiye’nin çıkarlarına yönelik lobi ve baskı grubu faaliyetleri yürütebilir. Türkiye, Almanya ile birlikte üye oldukları birtakım uluslar arası anlaşmalara işlerlik kazandırarak, Türklere gerek hukuki gerek sosyal güvence sağlayarak uyum anlamında entegrasyona olumlu katkıda bulunabilir.

- Avrupa’daki Türk evleri sadece belli kesimlerin biraya geldiği yer olmaktan ziyade Türk toplumunun farklı renklerinin birlikte olduğu kültür merkezleri halinde yeniden yapılanmalı ve Türk toplumu arasındaki dayanışmanın odağı haline getirilmelidir.

- Türkleri tek çatı halinde bir araya getiren örgütler için asgari müştereklerde bir araya getirecek unsurlar araştırılmalı ve hayata geçirilmelidir. Derneklerde dil ve kültür kursları(Türk kültürü ve dili) düzenlenmeli. Bu faaliyetler geçlerin eğleneceği aktivitelerle beraber verilmeli ve çekici hale getirilmelidir.

- Girişimcilerin özel okullar açma istekleri teşvik edilmeli; Türk dili en azından seçmeli olarak dillerden biri hale getirilmelidir. Ayrıca ev sahibi ülkelerin okullarında Türkçenin seçmeli yabancı dil kabul etmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Eğitime katkı için Almanya’daki üniversiteler eğitimci ihracı düşünebilir. Ya da Türk kültürü ve dilini öğretecek öğretmenler Türkiye’de ki üniversitelerde açılacak kontenjanlarla yetiştirilebilir.

- Eğitim dengeli ve bilinçli bir kuşağın yetişmesi için milletvekillerinde görüldüğü gibi en gerekli unsurlardan biridir. Bundan dolayı eğitimle ilgili bütün imkanlar değerlendirilmelidir. Erasmus, Sokrates gibi AB’nin gençlik ve ğitim programları bu noktada yararlı olabilir. Özellikle Türkiye’yi tanıma konusunda öğrenci değişiminde Almanya’da ve diğer AB ülkelerinde yaşayan Türk gençlerine öncelik verilebilir.

- Ev sahibi ülkelerle daha önce yapılan antlaşmalar hayata geçirilmeli ya da uluslararası antlaşmalara sağlanana haklara dayanarak, Türklerin haklarını savunmaları için destekçi olunmalıdır. Dil, din, kültürel haklardan yararlanmaları sağlanması faaliyete geçilmesi gerekmektedir.

- Türk topluluklarının kendilerine ait medya ve basın oluşturmaları teşvik edilmeli, Türk halkının büyük bir bölümünün takip ettiği Türkiye kökenli dergi gazete ve televizyonlar ile bir araya gelerek onların yurtdışı yayınlarının radikalleşmeye sevk etmeyecek, o toplumun gerçeklerine uygun, haber yapmaları yönünde işbirliğine gidilmesi gerekmektedir.

- Göç toplumuna yönelik Enstitüler teşvik edilmeli, o toplumun yapısı ayrıntılı olarak incelenmelidir. Ev sahibi ülkeler entegrasyon politikalarını uygulamak için enstitüler kurmayı teşvik etmekte ve en küçük yapısına kadar göçmenleri incelemektedirler. Türkiye’de o toplumlarda yabancılaştırmaya neden olmadan asimilasyonu önleyecek projeler hazırlamalıdır.

- Göçmen toplumunun ev sahibi ülkeden ziyade anavatanın siyasal yaşamını izlediği bir gerçektir. Bu durum avantaja çevrilmesi için göç politikası oluşturmanın yanında anavatanlarıyla bağlarının kopmaması ve ortaya çıkarılması için oy verme sistemlerinde reforma gidilmeli.Vatandaşların sınır kapılarına yığılmalarını önleyecek bir yapılanma içine girilmeli. Bu imkan o ülkelerde uygulanan bilgisayarlı sistemle veya konsolosluklarda oy kullanma suretiyle sağlanabilir.

- İlk kuşak Türkiye’nin en fazla etkileyebildiği kesimdir. Türkiye’nin ikinci ve üçüncü kuşak üzerinde de etkisi vardır. Ancak çeşitli unsurlar nedeniyle bu kesimler etkilere daha açık olduğundan Türkiye ve Almanya arasında gizli bir rekabetin süreceği söylenebilir. Bu nedenle kimlik bunalımına yönelik önlemler alınmalı, Türklere ait sosyal ve kültürel örgütlenmeler teşvik edilmeli, din ve dil hizmetlerinde aktif bir tutum izlenmelidir.

- Din ve İslam konusunda diyanet işleri destekli özerk yapılanmalara teşvik verilmeli veya diyanet işlerinin yurtdışında aktif, o toplumun gerçeklerine ayak uyduran bir yapılanmaya gitmesi gerekmektedir. Din ve dilin asimilasyonda bir engel teşkil ettiği göz önüne alarak inanç sisteminin kurumsal yapısı bir takım aşırı uçlara veya ev sahibi ülkelerin insafına bırakılmamalı.

- Türk göçmenlerin yabancı ülkelerde yapacakları yatırımlarını Türkiye’de yapmaları teşvik edilmeli. Böylece sadece dövizlerini Türk bankalarına yatırmanın ötesinde Türkiye ile kültürel bağın yanında ekonomik bağda kurulmalıdır.

- Türkler 2004 AB Parlamentosunda iyi örgütlenip, bilinçli bir şekilde oy kullanabilmiş olsalardı en az iki milletvekili çıkarabilirlerdi. Türkiye henüz kendisi tam anlamıyla farkında olmasa da Avrupa’da Türkiye’nin iyi pozisyonlarına sahip olmalarını isteyen büyük bir potansiyel destekçisi mevcuttur. Bunu koordine edebildiği takdirde sadece Türklerin zaten Avrupa’da olduğunu kanıtlamakla kalmaz, dayanabileceği önemli bir kesimin desteğini elde eder.

- Almanya önemlidir. Çünkü en çok Türk Almanya’da yaşıyor. En çok Türk Milletvekili Almanya’da yaşıyor. Dolayısıyla orada uygulanan politikalar hemen diğer ülkelere de yansıyor. Hollanda, Belçika gibi diğer ülkelerde hemen uygulamaya konuluyor. Bu nedenle Almanya’ki Türk kitlesi Türkiye ile ilgili hemen

her konuda bir baskı grubu olarak harekete geçmeye başlamaktadırlar. Ancak Almanya’da yaşayan Türklerin, Türkiye’nin çıkarlarını savunan, Türkiye’nin imajını güçlendiren bir faktör olarak daha iyi işlev görebilmeleri, Türkiye ile ilişkilerinin dar politik çıkarların dışında, gelişmelerden daha iyi ve objektif bilgilendirilmeliyle yakından bağlantılıdır.

- Almanya’da en büyük yabancı kesimi oluşturmalarına rağmen kendilerinden daha az kesimler(Yahudi, Ermeni lobileri vb) kadar bile etkili bir ses oluşturamıyorlar. Bunda Türk topluluğunun homojen bir toplum olamaması, yeterli örgütlenme düzeylerine erişememeleri ve Alman Hükümetlerinin böl yönet politikası da etkili. Örgütlerin yeterli düzeyde etkili olamaması ve bir baskı grubu oluşturamamalarına neden olmakta, sorunlarını iletmelerinde problem yaratmaktadır. Öte yandan Türkiye’den gönderilen bir kimse olduğunda tepkilere yol açabilmektedir. Bu nedenle çatı örgütlenmelerde faaliyet gösteren kişiler değerlendirilerek desteklenmelidir. Onları asgari müşterekte buluşturacak unsurlar geliştirilmelidir. Onları asgari unsurda birleştiren unsur ise Türkiye kökenli olmalarıdır.

- Henüz halihazırda milletvekilleri birtakım sorunları dile getirmekle birlikte Alman Partilerin ve Hükümetlerinin politikalarını belirlemekte etkili olamamaktadırlar. Milletvekillerinin etki derecesi aldıkları oylara ve örgütlerin ne derece baskı grubu olabilmesine bağlı olarak gelişebilecektir.

- Türk kökenli milletvekilleri sadece Türk kimliğiyle bile hem göçmen kesimleri hem de Avrupalı ülkeleri duyarlı hale getirebilmektedirler. Bu durumdan yararlanarak Avrupa’daki diğer Türk kimliği milletvekilleri ile bir araya gelerek Avrupa genelinde göçmen Türk toplumunun haklarını kullanabilmek için yönlendirebilirler. Sadece tek bir ülkede değil, Avrupa genelinde, Türkiye arasında ortak bir zeminde hareket imkanına kavuşarak kültürler arası diyaloğun öncüsü olabilirler.

- Türkiye’nin onlara sadece bir araç ve lobi unsuru olarak yaklaşmadan sorunlarının dinlemesi, destek olması halinde onların bu işlevi kendi kimliklerinden kaynaklanan değerlerle doğal bir şekilde yapacakları değerlendirilebilir.

- Türkiye’nin bir katalizör görevi görerek onlara uygun ortamı tanıyabilir ve ortak bir bilgi iletişim ağı kurabilir. Bu sadece Almanya değil diğer AB ülkelerindeki milletvekilleri ile de sağlanabilir. Böylece örgütlü bir şekilde o ülklerdeki Türklerin, kendilerinin ve Türkiye’nin sorunlarını dile getirebilirler. Hem kendilerini hem diğer kesimleri bilinçli bir şekilde savunabilirler.

Bütün bu unsurlar hayata geçirildiği takdirde o toplumu temsil eden Türk kökenli milletvekilleri her iki toplumun sentezini daha sağlıklı yaparak, asimile olmadan göçmen Türk toplumunun haklarını gereği gibi savunabileceklerdir.

araştırma sırasında işçi toplumunun günümüze kadar yapılan araştırmalarda bir çok yönüyle incelenmişti. Almanya ve Türkiye’de yapılan çalışmalar daha çok işçi sorunları ve uyum üzerinde yoğunlaşıyordu. Ancak siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bakımından konunun hiç ele alınmadığı görüldü. Oysa Türk topluluğu Alman toplumu içinde yerini almaya siyasette sorunlarını dile getirmeye ve kendi milletvekillerini seçmeye başlamışlardı. Bilimsel anlamda literatürde bulunan bu boşluk yapılan çalışmayla doldurulmaya çalışılmıştır.

Türkler Almanya’da gittikleri günden bu yana kimlik bakımından bir değişim geçirmişler midir, milletvekillerinin de içinde bulunduğu ikinci kuşakta kültürel değişim süreci asimilasyona kadar gitmekte midir, Almanya’nın Türklere bakış açısı nasıldır, entegrasyon politikalarının sonucu ne olmuştur. Aidiyetleri hangi yönde gelişmektedir. Siyasal açıdan Türk toplumunda elit bir kesim oluşmuş mudur, milletvekilleri bu değişimi tam olarak yansıtıyorlar mı, siyasal kararlara doğrudan ve dolaylı olarak etki edebiliyorlar mı, kimliklerindeki değişim siyasi kararlarını etkiliyor mu, toplumsal işlevleri nelerdir, Türkiye’nin politik tavrı ne olmalıdır, soruları ve sorunları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Araştırmanın önermesi, “Türk kökenli milletvekilleri hem siyasi elittirler hem de Alman-Türk diye yeni bir siyasi kimlik oluşturmuşlardır” şeklindeydi.

İnceleme sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

İlk olarak, tarihsel açıdan Almanya’ya Türk göçü üç farklı aşamadan geçmiştir ve Türkler Almanya’ya artık kalıcı olarak yerleşmişlerdir: 1961-1973 yılları arasında Türk işçilerinin Batı Avrupa’ya geldikleri ilk dönemin belirgin özelliği, Türk işçiler Batı Alman ekonomisinin emek açığını kapatmak üzere geçici olarak gelmişlerdi. Bu dönemi geçici olarak geldiğinden Alman toplumundan izole, biraz birikim yaptıktan sonra Türkiye’ye dönüş planları ile geçirdiler. 1974-1981 yılları arasındaki ikinci dönem aile birleştirmelerine ve II. Kuşak Türklerin Almanya’ya gelişlerine tanık olmuştur. Geçicilikten kalıcılığa doğru bir geçiş süreci yaşanmıştır. Üçüncü dönem ise 1982’den günümüze dek süre gelmektedir.

Almanya’da doğan Üçüncü kuşak toplum içindeki terini almıştır. Türk işçilerin yerleşikliliği artık kalıcı hale gelmiştir.

Türkler başta sosyo-ekonomik problemler olmak üzere çeşitli sorunlarla karşılaşmışlardır. Almanya göçmen işçi alırken kalıcı değil, geçici işçi almak istemiş olsa da; uyum ve bütünleşme süreçleri Türkler için yüksek bir maddi bedel gerektirse de, bu onların yerleşik bir Türk nüfusu haline gelmelerini engellememiştir. Türk toplumu, misafir işçi statüsünden, göçmen işçi statüsüne; göçmen konumundan, etnik azınlık konumuna geçmiş bulunmaktadır. 1961’den günümüze Almanya’ya devam eden göç sürecinde Almanya’da Türklerin oluşturduğu azınlık toplumu gerek nitelik gerekse sayısal olarak sürekli ve istikrarlı bir kimlik kazanmıştır.

Bu süreç ayrıca her iki toplum için de yerleşikliği kabullenme ve reddetme arasında gidip gelmeyle geçmiştir. Bir yandan, Alman Hükümetleri işçi göçünü durdurmaya ve geri dönüşlerin özendirilmesine yönelik önlemler almaya çalışmışlardır. Öte yandan da bu kalıcı toplumu Alman toplumu içine nasıl entegre edebileceğine dair politikalar tartışmaya açılmıştır.

İkinci olarak, aidiyetler kuşaklar arasında ve kuşaklar içinde farklılaşmaktadır. İkinci kuşağa dahil olan Tük kökenli Alman milletvekillerinin aidiyet gelişimi bu kuşağı yansıtmaktadır: Birinci kuşak için kendini değiştirme geliştirme, psikolojik doyum sağlama gibi unsurlar başlangıçta Türkiye’de yaşanacak olan ilerideki günlere ertelenmiştir. Sürekli bir geçicilik halinde yaşayan I. kuşak, belirli mekanlarda bir arada oturmayı tercih ederek , kendi değerlerini koruyarak ve kendi geleneksel yaşam biçimlerini sürdürerek yaşamıştır. Gelecek Türkiye’de planlanmıştır. Geldikleri çevrelerle yoğun ilişki kurmaları ve geldikleri yerlerde sürekli yeni yatırımlar yapmalarına rağmen; bu amaç dönüş düşüncesini canlı tutmuştur. Bu beklentiye karşın, geri dönüşlerin sürekli yeni projelerle ertelenmekte olması, bir taraftan burada geçirdikleri uyum sürecinin şoklarının kısmen atlatılmasına yardımcı olurken, diğer taraftan belki de burada yerleşecek olan bu grupların bu toplumla tamamen bütünleşmelerini de kısmen engellemiştir. Yabancı dil sorunu da büyük olduğu için, sosyal çevreyi anlamak ve hazmetmek pek mümkün olmamıştır. Özellikle sanayi bölgelerinde ki kentlerde Türkler yoğunlaşmıştır. Bu etnik ve kültürel farklılıkların yanında mekansal farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu

durum bir kısım Türk ve aileleri için toplumsal bir içe kapanma şekline dönüşmüştür. Artık kalıcı olduğunu bir ölçüde kabullenmesine rağmen bu kuşak Türkiye ile bağlarını koparmamıştır ve kendini tamamen Türkiye’ye bağlı görmektedir.

Aile birleşmelerinin bir ürünü olan ve milletvekillerinin de içinde bulunduğu II. kuşak ise çok farklı bir toplumsal ortamda yetişmiş, değişik bir toplumsallaşma süreci geçirmiştir. Ancak ikinci kuşak hakkında genelleme yaparak hüküm vermek pek kolay değildir, çünkü bu kuşak kendi içinde homojen olmayan bir kuşaktır. Bu kuşağın tek genel tipik özelliği, yabancı dil sorunun büyük ölçüde çözülmüş olmasıdır. Bunun ötesinde ise eğitim düzeyi, yabancı topluma uyum, yabancı toplumla bütünleşme, kendini değiştirme ve geliştirme, Türkiye ile özdeşleşme, geleceğe hazırlık gibi konularda ciddi farklılaşmalar vardır.

İkinci kuşak için kilit sorun, genel ve mesleki eğitim sorunu olmuştur. Bu konuyu kavrayabilen birinci kuşak aileler, çeşitli özverilere katlanarak, kimlik krizine girmeyen, çok boyutlu düşünebilen, Alman toplumu ile kolaylıkla kaynaşabilen ve kendi ülkesi ile de ilişkisini hiç zorlanmadan sürdürebilen bir kuşak yetiştirmişlerdir.Bu grup, burada kalsa da, Türkiye’ye dönse de, başarılı bir geleceğe hazırdır, ve her açıdan Türkiye için bir kazançtır.

Bu kuşağa mensup bir diğer grup ise Türkiye ile olan sosyal kültürel ve ekonomik ilişkiler açısında zayıf veya gevsek ilişkiler içindedir. “Ait olma duygusu” daha çok yabancı toplum yönünde gelişmiştir. Onlar için Türkiye büyük ölçüde yabancı kalmıştır.

İkinci kuşağa mensup olan bu iki grup da, bugün etnik ve kültürel köklerinin etkisi dışındaki bir ortamda yetişmiş olduğundan artık kısmen çözülmeye başlamıştır. Bu kuşak hem Alman, hem Türk kimliğini benimsemiş durumda. Artık iki kimliği farklı süreçlerde sentezleyerek “tek kimlik(Alman-Türk kimliği)” haline dönüştürmüştür. Böylece kendine yeni bir kimlik ve kültür alanı yaratmıştır.

Genel olarak, ikinci kuşak, ya yabancı topluma uyum, ya da bu toplumla bütünleşme süreçleri içinde bulunmaktadır. Birinci kuşağı etkileyen kaygılar (sosyo- psikolojik faktörler) ikinci kuşak için büyük ölçüde önemsizleşmeye başlamıştır.

Milletvekilleri de benzer özellikleri taşımakta, “ben”i Alman-Türk olarak tanımlamaktadır ve geleceğini Almanya’da görmektedir. Buna ek olarak başarılı sentezciler olarak bu kimliği ve Türk toplumunun haklarını savunmaktadırlar.

Yetişmekte olan üçüncü kuşak ise, göç edilen ülkeyi kendi toplumu olarak benimsemekte ve onunla özdeşleşme içine girmektedir. Basında sık sık “kaybedilmiş kuşak” olarak nitelendirilen diğer üçüncü bir grup kimlik krizi ve sürekli savunma stratejisi içinde bulunmak gibi özellikleri ile anılmaktadır. Ancak onlara umut verecek başarılı örnekler ve destek olacak unsurlar olursa “Göçmen işçi torunu” olmak ileride onlar için kültürel bir zenginlik anlamı taşıyacaktır. Bu kuşak Alman toplumunun tümü içinde giderek eriyebilir. Bu süreç içinde etnik ve kültürel kökenler, onların toplumsal konumlarını artık belirleyici olmaktan çıkabilir. Yine bu kuşak ikinci kuşağın mesafe koyduğu, yabancısı kaldığı, babalarının kısmen unuttuğu, ancak dedelerinin geldikleri ülkeyi ve toplumu tekrar keşfederek, onunla yoğun ilişkilere girebilir. Bunu ise onu etkileyen farklı etkenler belirleyecektir.

Üçüncü olarak, Almanya’da Türkler siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel statü olarak bir toplumsal tırmanış içindedirler: Almanya’daki Türkler için kalıcılaşmayla beraber azınlık toplumunun temelleri kurulmuştur. Ekonomik, sosyal, örgütsel ve psikolojik açılardan kök salma çabası açıkça ortaya çıkmıştır. İkinci kuşakla beraber, Türklerin çoğunluğu geleceklerini Türkiye’de değil, Almanya’da görmekte; aşama aşama bunun gereklerini yerine getirmektedirler. Türklerin Almanya’daki toplumsal statülerinin değişmesinde eğitimin rolü büyük. Artık sadece işçi olarak anılmıyor. Ekonomide, sanatta, eğitimde, hemen hemen her alanda giderek orta sınıfa geçmiş ve üst sınıfa tırmanış çabası var. Alışılmış işçi işveren görüntüsün de giderek değişim gözlendiği gibi siyasal alanda da giderek bir değişim gözlenmektedir.

Sosyal statünün artmasıyla birlikte Türklerin elit ve kimlik oluşumu, iki farklı gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır: Bir yandan toplumda görev dağılımı, giderek, birbirine rakip olan hal almaktadır. Türk göçmenler, toplumda, giderek yüksek nitelikli yaşam alanları, daha iyi bir statü, hak ve görevler talep etmekte, bunun karsısında ise Alman toplumu direnç göstermekte, bu talep edilen hakların Almanya’nın yerlilerine ait olması gerektiğini savunmaktalar. Tepkiler ise kendini, yabancı düşmanlığı şeklinde gösterebilmektedir.

Öte yandan toplumsal elit ve kimlik edinmede oldukça yol kat eden göçmen Türkler, “siyasal elit ve kimlik” oluşturma çabası içindeler. Bulundukları ülkede söz sahibi olmak istiyorlar. Giderek siyasal yaşamda kendilerine bir yer edinmeye ve kendi temsilcilerini seçmeye başladılar. Bu bağlamda özellikle ikinci kuşağın oluşturduğu bir kesim başarılı kimseler her iki kültürün bir sentezini yaparak, asimile