• Sonuç bulunamadı

Alman toplumu ve yetkili makamları yabancılar söz konusu olduğunda kendileri için önem taşıyan iki temel politika ,asimilasyon ve entegrasyon kavramları, arasında gidip gelmektedir. Ülkemizde bulunan bu kadar Türkü ne yapacağız sorusuna verilen cevap iki ana görüş halinde toplanmaktadır: İlki, yabancı işçileri Almanlaştırabilirsek Almanlaştıralım, Almanlaştıramıyorsak memleketlerine geri gönderelim157; ikincisi, Yabancı işçileri zorla geri gönderemeyiz. Öyleyse onları Alman toplumuyla bütünleştirmeliyiz, entegre etmeliyiz158.

Bu iki temel düşünce içerisinde gelip giden Almanya 1973 yılından beri yabancılara ilişkin politikalarında birbirleriyle çelişen üç yol izlemiştir: Ülkeye yabancıların akışını azaltmak, ülkede yerleşme niyetinde olanları entegre etmek ve ülkeden ayrılına eğiliminde olan göçmenlerin dönüş yapmalarını teşvik etmek159.

Bunlardan “entegrasyon kavramı” esas olarak 1976-1977 yıllarından başlayarak II. Kuşak yabancı çocuklarının yeterince eğitilemediğinden yakınılarak ortaya atılmıştır. 1983 geri dönüşü teşvik uygulaması da entegre olmak istemeyen kararsızlara geri dönmelerini teşvik ediyor ve böylece istenmeyen unsurların ülke dışına atılmasını sağlıyordu. Böyle bir politika I. Kuşağın geri dönüşünü teşvik ederken, II. Kuşağın eğitim ve entegrasyon sorunu haline dönüşmüştür160. Eğitimden kasıt entegrasyon olunca II. Kuşak gençlerin Alman toplumuna intibakları ve üye edilmeleri ön plana çıkmaktaydı. Özellikle II. Kuşağın uyum sürecinde dil, kültür, okul, aile, eğitim, meslek ve gelecek sorunları beraberinde getirdiğinden bunlar iyi incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

157 Bu görüşe Katolik kilisesi, sağ görüşlüler çeşitli hayır kuruluşları ve zaman zaman eyalet yada hükümet politikaları. Ek bilgi için bkz. Gündüz Vassaf, Sınırların Ötesinden Daha Sesimizi Duyuramadık: Avrupa’da Türk İşçi Çocukları, İstanbul, 2000, s. 29.

158 Bu görüşe liberaller, sol eğilimliler, aydınlar ve özellikle Alman Protestan kilisesi katılmaktadır. Ek bilgi için bkz. Sacit Somel, Almanya’da Türk İşçileriyle İç içe, Ankara, 1989, s. 144-145. 159 Birbiriyle çelişen bu politikalar amaca gerekli bir biçimde ulaşamadığı gibi büyük ölçüde başarısızlık yaratmıştır. Örneğin 1973 yılında yurtdışından işçi getirilmesinin durdurulması Federal Alman Cumhuriyetindeki yabancıların sayısının artmasını önlemeyi amaçlıyordu. Tersine yeni işçi getirme yasağına karşın yabancı nüfus arttı.

160 Burada yaşayan genç ve çocuklar anadillerinin konuşulduğu ve ailelerinin mensubu olduğu kendi toplumu içinde büyüyüp yetişiyor olsalardı sorun sosyalizasyon sorunu olacaktı. Göçmenlik söz konusu olunca sorun içinde sosyalleşme yabancı bir toplum ve kültür içinde olduğundan entegrasyon olacaktır. Vassaf, a.g.e., s. 32

Entegrasyon kavramı 1976-1977 yıllarından başlarında başlamıştı. 1965 yılında kabul edilen yabancılar yasasında, göçmen işçilerin ancak Alman toplumunun çıkarlarına uygun olması durumunda F. Alman Cumhuriyeti’nde kalabilecekleri öngörülüyordu. Buradan uygun olanların asimile edilmesi, olmayanların da misafir işçi statüsü sona erdirilerek geri gönderilmeleri anlaşılmıştı. Böylece geçicilik düşüncesi entegrasyon kavramına yansıtılmıştı. 1980’ lere kadar yukarıda gördüğümüz gibi “misafirlerin” geri dönüşünü teşvik yabancılar politikasının belirleyici unsuru olmuştu161.

Oysaki kendini güvende hissetmeyen ve ne zaman artık gerekli olmayacaklarını bilemeyen bir topluluk entegre olmakta da zorlanması muhtemeldi. Zaten Almanya’ya işçi olarak gelen “birinci kuşak” daha iyi bir yaşam beklentisini Türkiye’ye dönük olarak tutulduğundan Almanya’ da bu hedef doğrultusunda tüketim ve yaşam kalitesini düşük tutmanın yanında, çok çalışarak tasarruf etme yolunu seçmişti. Gelecekte Türkiye’ye döneceğini düşünen bu kuşak, toplumsal ve politik yaşama katılım konusuna da doğal olarak ilgi göstermemişti. Türkiye’ye geri dönüş planları, zamansızlık ve olanaksızlıklar Almanca’yı öğrenme veya geliştirme için ciddi girişimleri engellemişti. Bu yaşam biçimi, çocuklarının eğitimi ve toplumsal uyum açıcından günümüzde de etkisini hala kısmen göstermektedir.

Ayrıca yabancılar yasasına getirilen kısıtlayıcı maddeler, işçi alımını durdurma, aile birleşimine getirilen sınırlamalar, sınır dışıyla ilgili yasal düzenlemelerin sertleştirilmesi vb. önlemler göçmenlerde Almanya’da istenmedikleri yada kendilerine sadece tahammül edildiği duygusu yaratmıştır. Yerleşme konusundaki bu anlayış Türklerin büyük bir çoğunluğunun geri dönüş opsiyonunu her zaman açık tutmasına ve “sürekli geçici” ifade eden bir hayat yaşamasına neden olmuştur. Günümüzde hala bu konunun tartışılması bu politikanın geçersizliğini de bir anlamda kanıtlamış oldu denebilir.

1980’larin sonunda yabancılar politikasında geri dönüşü teşvik anlamını yerini önemli ölçüde, “kalanların entegrasyonu”(uyumu)’na bırakmıştır. Türkiye’den

161 Hatta istenmeyen gelişmeler için köklerinden koparılmamalı yani o topluma karışarak Almanlarla kaynaşmaları önlenmeliydi. Ek bilgi için bkz.” Deniz Altınbaş Gül ve Semra Rana Sezal ,

“Almanya’nın Asimilasyonist Politikaları ve Entegrasyon Anlayışı”, http://www.avsam.org/turkce/analizler/analizler/15_analiz.htm.

gelecekte Avrupa Topluluğu’na doğru bir göç dalgası beklenmese de, açık olan bugün Avrupa’da bulunan Türklerin orada yerleşik ve kalıcı olduklarıdır. Bu gerçek kabul edildiğinde, Türklerin entegrasyonu konusu daha bir ön plana çıkmaktadır.

Almanya’daki Türk varlığı, bu arada, üç kuşaktır sürmektedir. Buna rağmen entegrasyon sorunuyla ilgili ilk ciddi tartışmalar 1990’lı yılların başında başlayabilmiştir, ilk kez bu dönemde Türklerin Almanya’da kalıcı olduğu Alman toplumu tarafından algılanmaya ve kabullenilmeye başlamıştır. Arka planda bunlar yaşanırken Türklerin entegre edilmesi veya entegre olmaları gerektiği konusunda tartışmalar yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak bu kavram, çoğunlukla kullanıcının bakış açısına göre anlam çeşitlemeleri içermektedir.

Yapılan tartışmalarda “Entegrasyon” konusundan ne anlaşılması gerektiğiyle ilgili görüşler son derece farklıdır: Türklerin entegrasyona yeterince istekli ve hazır olmadığı ifade edildiğinde çoğunlukla Türk toplumunun uyuma yada asimilasyona hazır ve yeterli olmadığını anlatılmak istenmekteydi162.

1982’de Başbakan Kohl, Entegrasyonu yurttaşlık hakkına sahip olmadan ve çatışmasız bir biçimde Alman toplumu içine yerleşmek olgusu olarak tarif ediyordu. Bundan ne asimilasyon ne vatandaşlık, ama bir vatandaşın görevlerini yerine getirmesi olgusu anlaşılıyordu. Sol kesim entegrasyonun tam bir yurttaş olma gereğini taşıması gerektiği görüşündeydi. Bilim kesimleri için de çok kültürlülüğü ifade ediyordu163.

Çoğunluk, göçmenlerin entegrasyonu konusunda, işyerindeki entegrasyon ile sosyo-politik entegrasyonu arasındaki farklı olduğu konusunda birleşiyordu. Çeşitli göçmen temsilcileri, işyerlerinde göçmenler konusunda az sayıda sorun yaşandığı görüşündeydi. Asıl problemin göçmen ailelerinin yerleşme biçimleri ve Almanlarla yabancılar arasında işyeri dışında fazla bir ilişki bulunmadığından kaynaklandığını ileri sürülüyordu. Bu nedenle de Türklerin çeşitli yerleşme bölgelerinde önemli

162 Günümüzde de bu durumdan pek fazla uzaklaşılmamıştır. 163 Gül, a.g.m.

ölçüde izole olarak kalmayı sürdürdüklerine ve uyumun sağlanamadığına işaret edildi164.

Uyum zorluğunun nedenleri olarak da izolasyonun yanında üç unsur üzerinde yoğunlaşılıyor: Türkler, Avrupa’ya yabancı bir kültür çevresinden geliyorlar, Türkler başka bir dine mensuplar, Müslüman oldukları için değer yargıları farklıdır, işçi alımının durdurulmasına rağmen Almanya’daki Türklerin sayısı artmaktadır165. Bu anlayışa bakılırsa entegrasyon Türklerin tek yanlı olarak yerine getirmeleri gereken bir görevdir ve kültürel kimlikten tümüyle vazgeçilerek tam uyumu içermektedir.

Türkler için ise entegrasyonun önündeki temel engel dilsel, dinsel ve kültürel özellikleriyle birlikte kabul edilmediklerini ya da farklı olduklarını düşünmeleridir. Bu nedenle bulundukları ülkeye ve toplumsal yapılara uyum sağlamada çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar.

Büyük bir kesim tarafından dile getirilen asimilasyon anlamında entegrasyonun sağlanamamasındaki temel etkenler baştan itibaren incelendiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir: Her şeyden önce Alman toplumu içinde erimenin gerçekleşmemesinin nedenlerinden biri Almanya’nın vatandaşlık sisteminin başlangıçta toprağa değil kan bağı esasına dayanmasıydı. Gelen Türk işçilerine misafir gözüyle bakan Alman hükümetleri entegrasyon konusunda yeterli bir politika oluşturmamıştı. Türk ve Alman toplumunu birbirine kaynaştıracak ortam yaratılmamıştı. Alman halkının da toplumsal hayatta Türk insanıyla karşılaşmaktan kaçınarak ilişkilerini asgari düzeyde tutmaya çalışması, Türklerin önce heim denen yurtlarda daha sonra gettolarda toplu yaşamalarına yol açmıştı166. Bu durum da onların hem maddi hem de manevi olarak birbirlerinden uzak kalmalarına neden olmuştur.

164 Göçmenler genellikle, kent içinden banliyölere taşınan Almanların boşalttığı evlere geçmektedir. Bir apartman ya da kentte bir bloğa taşınan Türklerin belirli bir orana ulaşması durumunda, daha fazla Almanın buradan ayrıldığını belirtmektedirler. Martin, a.g.e, s. 88-90.

165 Şen, a.g.e., s. 95.

166 Emine Bozkurt: “Almanya gibi AB ülkeleri vatandaşları tatil gibi yılın kendileri için en önemli zamanını Türkiye’de geçirdiklerinde memnun oluyorlar, Türkleri seviyorlar. Fakat aynı Türklerin yılın geri kalan zamanında komşuları olmalarından rahatsızlık duyuyorlar”. Bahadır Kaleağası, “ AB’li Türklerin İmajı :Avrupa Birliği’nde Türk Olmak, Ya Da …”, Radikal, 3 Şubat 2006.

Alman halkının toplumsal hayatta Türk insanıyla karşılaşmaktan kaçınmakla birlikte kendi kültürel değerlerinin kabul edilmesini ve benimsenmesini istemekteydi. Günümüzde de bu durum devam etmektedir. Farklı olanı kendisine benzeterek yaşadığı sorunların üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Tüm yabancılarının çatışma ve çelişki olmadan Alman toplumuyla bütünleşmesi istenmektedir. Sorun Türklerin alman toplumuna üye edilmesidir. Ancak burada söz konusu olan karşılıklı bir uyum değil, tek taraflı bir uyumdur ve bu nedenle uyum problemi Alman toplumunun değil Türklerin yerine getirmek zorunda olduğu bir durumdur. Halbuki bu durum bir anlamda dışlanmayı ve izolasyonu da ortaya çıkarmakta, uyum yerine uyumsuzluğa yol açmaktadır. Dil bilen II. Kuşak’la beraber iletişimsizliğin devam etmesi bunun bir göstergesi olarak sayılabilir167.

Uyumsuzluk ve dışlanma da en büyük etken de bu Türk topluluğunun dini yönden farklılık göstermesidir. Türklerin özellikle birinci kuşağın Almanlarla ilişki kuramamalarının en büyük nedeni iki ulus arasındaki kültür farkıdır. Özellikle İslam dini nedeniyle iletişimde diğer Hıristiyan dinine mensup yabancılardan daha çok güçlükler çekmişlerdir. Almanya’da dışlanan ve kimliğini kaybetme endişesi taşıyan Türklerin büyük bir çoğunluğu dine sığınmaktadır. Bu nedenle günümüzde Almanya’da çok sayıda çok sayıda cami derneği ve çeşitli tarikatlara bağlı faaliyet gösteren Kuran kursları bulunmaktadır.

Bu farklı ve taraflı tutum da diğer bir etken de öbür Batılı ülkelerde olduğu gibi Almanya’nın da şuur altına yerleşen Türklerin siyasi ve tarihi mirasıdır.

Bu birbirinden uzak kalma halini kolaylaştıran bir başka öğede zaten farklı bir kültür ve yaşama biçimi olan Türklerin kendi içlerine kapanmayı tercih etmeleri, Almanların bu tür politikalarına karşı çıkmamaları olmuştur. Yabancılar Yasası’ndan en fazla etkilenenler bu ülkede en fazla yoğunluğa sahip olan Türklerdir. Türklerin büyük çoğunluğu Almanya’da kalmak istedikleri için, Almanya’nın politik yaşamına entegrasyonlarının sağlanabilmesi sorununun ele alınması büyük önem taşımaktadır. Yabancılar Meclislerinin bugüne kadarki çalışmaları, sadece danışmanlık çalışması

167 Çiğdem Akkaya, “Almanya Örneğinde Birlikte Yaşamanın Siyasal Modelleri”, Cumhuriyet, Demokrasi ve Kimlik, (Haz. Nuri Bilgin), İstanbul, 1997, s. 33-41.

şeklinde olduğu ve birçok durumda da bu fonksiyona bile sahip olamadıkları için, bu durum yabancı işçiler, özellikle Türkler, için pek memnuniyet verici olmamıştır.

Uyumun gerçekleşememesinin bir nedeni olarak siyasilerde sayılabilir. Bir dönem Cumhuriyetçi Parti’nin “yabancılar dışarı” kampanyalar ile oyların % 5 oy almış olması, ve hala göçmenlere karşı politika yapan CSU’nun günümüzde bununla önemli miktarda oy toplaması göçmenlerin güvencesiz durumunu daha da artırmaktadır. Bu durum yabancılara karşı oluşan önyargının oy verenlerden çok, politikacılardan da kaynaklandığının bir göstergesi olarak algılanabilir168.

Alman yetkili kurumların ve partileri uyumun sağlanabilmesi için gerçekçi, iki taraflı yaklaşıma olanak sağlayacak ortamlar ve politikalar oluşturmaları gereklidir. Ayrıca Türklerin aidiyetlerini belirlemeleri ve uyumu gerçekleştirebilmeleri için özellikle onları ilgilendiren ülke kararlarında bir ölçüde görüşünün alınmasına olanak verilmelidir. Siyasi açıdan söz sahibi olmayan kişilerin topluma uyumunun katkıda bulunmasının bir anlamda imkansızlığından, gelecekte seçimlere katılabilme hakkı verilmek suretiyle uyumlarının desteklemeleri beklenilebilir.

Üç Kuşak Entegrasyonun ve Aidiyetin Boyutları: 1968-1969 yıllarına

değin göç, göç alan ülkelerin saptadıkları koşullara uygun kişilerin seçilmesiyle oluşurken, daha sonraları göçe katılan kişilerin seçiminde İş ve İşçi Bulma Kurumu etkin olmuştu.

İlk gidenler, büyük çoğunlukla kent kökenli, vasıflı ve iş hayatında deneyimli kişilerden oluşurken; daha sonraları İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun ve köy kalkınma kooperatiflerinin aracılık ettiği kırsal kökenli işçilerin yurt dışına gitmesi söz konusu olmuştur. Bu kesimin çoğunluğunun eğitim seviyeleri ve mesleki vasıfları düşüktür. Büyüyen Türk firmalarının yurtdışında. gereksinim duyduğu vasıflı işgücünü Türkiye’den temin etmesi ikinci bir göç sürecini ortaya çıkarmıştır. Bir de aile

168 Erhan Yarar, “Aşırı Sağ, Aşırı Sol ve Almanya’nın Güvenilirliği”, Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı: 2, Yaz 1994, s. 60

birleştirmesi yoluyla giden ilk kuşak üyeleri bulunmaktadır. Bu kesim vasıflı, vasıfsız kişileri içinde barındırmakta ve ağırlıklı olarak kadınlardan oluşmaktadır169.

İlk kuşağın ikinci grubunun çoğunluğu Almanya’da düşük ücretli genellikle istenmeyen kötü işlerde ve iyi olmayan koşullarda çalışmışlardır. Öte yandan Anadolu’nun kırsal kesiminden geldiğinden geleneklere bağlı, dindar, sosyal dayanışması güçlü, eğitim düzeyi düşük kesimden oluşuyordu. Gerek geleneksel davranışlarını Almanya’da da sürdürmek istemeleri, gerekse çalıştıkları işlerin prestijinin düşük olması nedeniyle de Alman toplumu tarafından dışlanmış ve uyumu güçleşmiştir. Almanya’da hiçbir yabancı işçi grubu Türkler kadar dışlanmamıştır. Oysa Türkler ise geleneksel olarak Almanlar hakkında olumlu düşünceler beslemekteydiler ve hala da bu durum değişmemiştir170.

Almanya’ya gelen ilk Türkler çalıştıkları firmaların yurtlarında kalıyorlardı. Ancak ailelerin birleşmeye başladığı 1970’li yıllarda Türkler oturmak için belirli mahalleleri tercih etmeye başlayınca bir çok kentte sadece Türklerin oturduğu mahalleler(Gettolar) oluşmaya başladı. Türkler önce tasarruf yapmak için ucuz kiralı evlere çıkıyorlardı. Birçok ev sahibinin de evlerini yabancılara vermek istememeleri Türklerin kentin belirli, özellikle kötü ve Türkler için yapılmış konutlarda oturmaya zorladı. Türklerin iyi ve kirası nispeten düşük ev bulmaları çoğunlukla olanaksızdı171.

Bir arada olma duygusu, işyerine mümkün olduğunca yakın oturma isteği ve yabancılara yönelik birçok dükkanın da burada buralarda önceden açılmış olmaları ve nasılsa yakında döneceğim düşünceleri Almanya’da aynı milliyetten yabancıların bir arada oturdukları gettoların oluşmasına yol açmıştır.

İkinci nesil Türkler gibi giderek artan işsizlikten büyük ölçüde etkilenen ve mesleki açıdan yükselme şansından yoksun olan bu kesiminin özellikle 1974 yılında aile birleştirmelerinin başlamasıyla yanlarına gelen eşleri de işsizlikten çok etkilenmektedirler. İşçi gönderen ülkelerde bu konuda çalışan kurumların

169 Genç, a.g.m., s. 32

170 İbrahim S. Canbolat , Alman Dış Politikası: Değişen Dünyada Ulusal Çıkar, Ulusal Birlik ve Kamuoyu Tercihi Açısından Bir İnceleme, İstanbul, 1999, s. 51-58.

bulunmaması nedeniyle böyle kurumlar hakkında bilgileri olmayan Türkler, uzun yıllar boyunca Almanya’daki kurumlara çok az başvuruda bulundular. Ancak geçmişte, örneğin Halk Yüksek Okullarında (Volkshochschulen)-Berlin,Frankfurt, Köln, Stuttgart ve Essen gibi az sayıdaki kentin dışında- yabancılar için çok az olanaklar sunuluyordu. Günümüzde bir çok Türk örgütünde, birçoğu ücretsiz olarak verilen mesleki eğitim ve dil kurslarına artan bir talep bulunmaktadır172.

Almanya’da önce kadın ve ayrıca yabancı kadın olmaları nedeniyle iki defa daha fazla zorlukla karşılaşan kadınlar olmuştur. Özellikle Türk bu konuda, Batı- Berlin’de “Göçmen Sorunları Eğitim Merkezi” kurulmuştur. Bu kuruluş, gerek Batı- Berlin’de, gerekse Ruhr bölgesinde, bugüne kadar bu konuda pek ilgi gösterilmeyen birinci nesle yönelik çalışmalar yapmayı da denemektedir. Batı-Berlin’de bir diğer kuruluş da 1989 yılı ilkbaharında kurulan “Türk-Alman İşadamları Derneği” olup, “meslek eğitmeni sertifikası” almak isteyen Türk işadamları için eğitim vermektedir. Birinci kuşağın yaşam standartları gelir düzeyleri bir ölçü de düzelmiş olsa eskisi gibi vasıfsız işçi olarak çalışmaktadırlar173.

Birinci kuşak büyük ölçüde anavatandaki bütün gelişmeleri izlemekte, gelenek, görenek ve toplumsal davranışlarını korumaktadırlar. Davranış ve rollerini daha çok Türkiye’deki gibi sürdürme çabası içindedirler. Çoğunluğu gettolarda yaşadıklarından bu olanağa da bir ölçüde sahiptirler. Almanya ile ilgili gelişmeleri daha bir temkinli izlemektedirler. Bu duruma da Alman toplumu tarafından da daha bir kuşkuyla karşılanmaktadır174.

İkilemde Kalmış Bir Kuşak olarak entegrasyon sorununun çözüme kavuşması en çok ikinci ve üçüncü kuşak yabancıları ilgilendirmektedir. Federal Alman Cumhuriyeti kendi sınırları içinde doğan insanlara otomatik olarak Alman uyrukluğunu vermemektedir. Bu nedenle, Federal Almanya’da doğan ve yalnızca bu ülkede yaşayan göçmen çocukları bile “yabancı” kabul edilebilmektedir. 1990 yılı Mayıs ayında Yabancılar Yasası’nda yapılan önemli değişiklikle, ülkede ikamet eden yabancıların ikamet statüsünü daha güvenceli bir hale sokmuştu. Örneğin şimdi çocuklar ve eşler, aile reisinden bağımsız olarak ikamet izni alabilmektedirler. Ancak

172 Canbolat, a.g.e., s. 59. 173 http://www.td-ihk.de. 174 Şen, a.g.m, s. 35

bu yasa, ülkeye yeni gelen yabancıların bu ülkede ikamet edebilmelerini daha da zorlaştırmaktadır.

Birinci kuşağın aile birleşiminde kısıtlamalar konulmamıştı ancak ikinci kuşağın eşlerini bu ülkeye getirebilmek için de 1981’den beri bir takım sınırlamalar getirilmiştir. Ülkedeki yabancı çocukların ve gençlerin yaklaşık yarısını Türkler oluşturmaktadır ve “ikinci ve üçüncü kuşak yabancıları entegre etme sorunu genellikle Türk gençlerini entegre etme sorunu olarak görülmekledir175.

İkinci kuşak Türkler aile birleşiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İstemli bir durum olarak ortaya çıkmadığından bir çok çelişki ve çatışmayı da içinde barındırmaktadır. Belirli bir dünya görüşüne mensup birinci kuşak arasında dışlanma pek bir problem yaratmazken, ikinci kuşak bulundukları sosyal çevrenin ve ailelerinin anlayışları arasında kalmakta, işsizlik de ortaya çıkınca içinden çıkılmaz güçlüklere ulaşabilmektedir. Özellikle bu kuşak Türkler yabancı düşmanlığına maruz kalan en büyük kesimi oluşturmaktadırlar176.

Ailelerin yanında yurt dışına giden bu grupta iki bölüme ayrılabilir: Bir kısmı nispeten ileri yaşta genellikle Türkiye’de temel eğitimlerini tamamladıktan sonra gittikleri için, gittikleri ülkede vasıf kazandırıcı, herhangi bir meslek eğilimi görme şansına sahip olamamışlardır. Gittikleri ülkenin koymuş olduğu koşullan yerine getirdikleri zaman doğrudan vasıfsız olarak çalışmaya başlamışlardır. Diğer kesimi ise çok küçük yaşta Almanya’ya giden ve çevresel koşulları burada tanıyan kimselerden oluşmaktadır177. Çevresel koşulları tanımasına rağmen bu kesimde bir çok sorunla karşılaşabilmektedir. Günümüzde hala çocukların büyük çoğunluğunun eğitim düzeylerinin düşük olması bu koşulların yeterli olmadığının bir göstergesi sayılabilir.

Giderek artan daha uzun süre kalma isteği, bu kuşağın tasarruftan uzaklaşmasına ve yerleşme eğilimine yol açmaktadır. Alman gençleriyle ile yakınlaşmaları nedeniyle bulundukları yerlere farklı bakmaya başlayan ikinci nesil

175 Almanya’daki ikinci nesil en az 18 yaşında olmalı, 8 yıldır Almanya’da kesintisiz ikamet ediyor olmalı ve evlilik 1 yıllık olmalıdır. Bazı eyaletlerde bu 3 yıla çıkabilmektedir. Ek bilgi için bkz. Timur Demirbaş, Almanya’daki Türklerin Sorunları, Bunların Suça Etkileri, Ankara, 1990, s. 23.