DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. ARTVİNLİ ÂŞIKLARIN SANATI ve ESER VERDİKLERİ TÜRLERDEN ÖRNEKLER
4.1. Semai ve Koşmalar
Birkaç Güzel
Birkaç güzel çıktı geldi Elde türlü nakış var
Cami şerifi seyrana Gümüş kemer takışı var
Salındı durdu naz ile Ceylan gibi bakışı var
Toplaştılar düz meydana Düşlerim döndü ayana
Sağda durandır cana can Şenlendi cami meydanı
Ben dertliye ola Lokman Göründü canların canı
Her birine eder ferman Şükür gördüm Esmahan’ı
Kim karışır o sultana Nail oldum bu zamana
Şirin dili dudu sesli Camide var edaları
Kutnu fistan pabuç mesli Kabul olsun duaları
Misk ü amber gül nefesli Muhibbî kıl senaları
Resmi benzer Esmahan’a Hamdeyle Rahim Rahman’a
(Karadeniz, 2002: 393).
Sevdiğim
Nasıl yalan dersin aşka Aşk dalında yetiştiğin
Hâller şahittir sevdiğim. Nere gitti gülüştüğün
Ben mi getirdim buraya Ah, üç gece konuştuğun
Yollar şahittir, sevdiğim. Diller şahittir sevdiğim.
Sen misin bizlerden küsen Unutamam ben hâlini
Bu yerlere kadem basan Mecnun’um gezem çölünü
Berta dağlarından esen Yastık eyledim elini
117
Yüce yaylalara baktık, Bağrım yanar köz ayında
Dört yıl gizli sevda çektik. Elli derdim yüz ayında
Çoruh’a gözyaşı döktük. Yetmiş dördün yaz ayında
Seller şahittir, sevdiğim Yıllar şahittir sevdiğim.
Düştüm sevda yarasına, Ey zalim, sinemi yardın
Nasıl yetem çaresine. Kalmasın dünyada yurdun.
Koydun kitap arasına Gülhan’a hatıra verdin
Güller şahittir, sevdiğim. Teller şahittir sevdiğim
(Musa Öksüz arşivi).
Kasımoğlu Pınarı’nda
Bilmez idim uyumuşum Bir ayna tuttular bana
Kasımoğlu Pınarın da Baktım seyrettim cihana
Bir dolu verdiler içtim Bakakaldım yana yana
Kasımoğlu Pınarında Kasımoğlu Pınarında
Bir Pirin öptüm elini Efkârî yazdı mahlasım
Gösterdi aşkın yolunu Cihana ulaşsın sesim
Oldum ben aşkın bülbülü Yâr ile yenildim bes’im
Kasımoğlu Pınarında Kasımoğlu Pınarında
Bir güzel geldi Belkiya Zannettim doğdu ay durdu
Benzer on beş günlük aya Bana bir nar’ı saydırdı
Durdum baktım kıya kıya Üç tanesini yedirdi
Kasımoğlu pınarında Kasımoğlu Pınarında
Efkârî’nin bu rüyası Bahse girip nar sayması Kırk gün sürdü bu havası
Bulunmaz
Gel gönül sabreyle derd ü belaya Ben de bilmem n’ideceğim şaşırdım Sabır gibi derde derman bulunmaz Nedamet dalgasın baştan aşırdım Gece gündüz yalvar gani mevlaya Yeni bir dilbere meylim düşürdüm Anın gibi tertip erkân bulunmaz. Ağlarım sızlarım imkân bulunmaz. Dünya zehir imiş şeker sandığım Mürşit illerinde yazıldı adım İçip aşkın şarabından kandığım Doldu gönüllere aşk-ı irşadım Yazık abes ateşlere yandığım Allah’ın sevdiği versin muradım Hubb-i dünya gibi düşmân bulunmaz. Abdulkadir gibi irfân bulunmaz
Düştüm el ayaktan beni kaldırın Dünyada gülmeyen yüzüm güldürün Keşfî’yem niyazım Hakk’a bildirin
Pirler mahzeninde noksân bulunmaz.(Karadeniz, 2002: 351).
Bu Gece
Saki başın için bir kadeh doldur Hicran yarasına ne yapar tabip Arttı yine ah u zarım bu gece Çalışmak boş imiş olmasa nasip Ya bu dertten kurtar ya beni öldür Kör olsun gözlerin ey zalim rakip Sönmekte su ile narım bu gece Kaldı melül mahzun yârim bu gece
Eyvah emelimiz döndü eleme Yabancılar doldu Beyt-ül Haram’a Felek demimizi çevirdi gama
119
4.2. Destanlar
Muhacirler Destanı
Hayır ede encamın Cenabı Mevla Canlar helak oldu sıcak, soğuktan Sarardı elvanı muhacirlerin Çoğusu kırıldı açlıktan, yoktan Hep musavi oldu bay ede geda Ne gelmez insana açlıktan, yoktan Bozuldu devranı muhacirlerin Paradır dermanı muhacirlerin.
Devran-ı âlemin aksine döndü Dermansız, medarsız kaldık bî-huzur Miliyon haneler mahf oldu soldu Kime şevka etsek bizdedir kusur Gonca gülümüze baykuşlar kondu Her birşeyden ağır mağrurla gurur Soldu gülistanı muhacirlerin. Çok vardır noksanı muhacirlerin Gülistan bağları kaldı ağyara Noksanlıkla vardık Karahisar’a Bilir mi kadrini ol yüzü kara İki gündür aç, yoktur idare Bülbüller misali başlarız zâra Nüfusa verdiler otuzar para39
Sabiyle sıbyanı muhacirlerin. Nur gördü imanı muhacirlerin. Sabi sıbyan ağlar düştü yollara İmanı olanın var merhameti Dağıldı her biri sağ ve sollara Kim görse bu hâlde acır milleti Ab-û dane attı gürbet ellere Hâşâ kimde ki var iman kılleti Belirsiz mekânı muhacirlerin. O, büyük düşmanı muhacirlerin Mekândan ayırdı felek kahr ile Düşman olan göze aşikâr görünür Şeker şerbet olsa yutar zehr ile Bu millet onlara nöker görünür Bir taşın değişmem yüzbin şehr ile Hicret etmeyene şeker görünür Safi nimet, nanı muhacirlerin. Bir acı soğanı muhacirlerin. Nana muhtaç oldu fakir fukara Soğan gibi soymak ister postunu Mevla yardım ede gayrı ne çare Hiç düşünmez düşmanını dostunu Binde bir kimsede kalmadı para Bilmez misin yerin altı üstünü Yok kuvveti, canı muhacirlerin. Yerli Müslüman’ı muhacirlerin
39
Müslümanlık kalkmış bütün bütüne Figanı olmayan güzel gûş eder Gören nefret eder, saymaz itine Gezer Safalarda zevk cünbüş eder Enva-ı eşyayı almış sırtına Şimdi şükür yazdır sonra kış eder Çekilir kervanı muhacirlerin Okunur fermanı muhacirlerin Kervan olmuş nideceğin bilemez Fermanı okunur gör illetini Hangi zehri yutacağın bilemez Biçare zenlerin gör gayretini Ne tarafa gideceğin bilemez Bırakır yollarda er, avradını Kapandı çar yanı muhacirlerin Akar dide kanı muhacirlerin Çar tarafından kapanmıştır rahımız Dide kandan döküldü yaşlar yüze Kuh-u asumana çıktı ahımız Analar evladını bıraktı düze
Kayboldu ortadan padişahımız Dünya kuruldu omuz omuza
Sebebinden perişan muhacirlerin. Arasat meydanında muhacirlerin. Perişan hâlimiz günden gün artar Meydanlarda kaldık sahibimiz yok Fazl-u kereminle halas et kurtar Köle satılsak talibimiz yok
Çektiğimiz çile hamd olsun yeter Er-avrat söyleriz ayıbımız yok Cümleten ihsanı muhacirlerin. Hayâ edebi kalmadı muhacirlerin. İhsan, ihsanından bezdi usandı Biçare İznî’nin feryad-u ahı Düşündükçe aklım deryaya daldı Vilayet Erzurum çoktur günahı Geçti semalardan arşa dayandı Zor köyünde sakin muhtar penahı Ah ile figanı muhacirlerin. Hatm oldu destanı muhacirlerin40
(Özder, 1971a: 152-156).
40
Zincirleme düzendeki bu destan, 1. Dünya Savaşı sırasında 1915 kışında yöreden batıya doğru kaçarak göçmelerin başladığı sırada yazılmıştır. O günleri bizzat yaşayan M. Âdil ÖZDER, yaşanan açıları şu ifadelerle anlatmaktadır:
O felaket günlerinin (1915 kışı) etkileri o kadar kuvvetli ki ogünlerde 8-10 yaşlarında olan benim gibi niceleri bu kaçışın ve perişanlığın hayal izlerini ömür boyu unutamazlar. Bu göçlerin hepsinde, çocuklarının soğuktan titreyen ellerini bez parçalarına sarıp, onları sürükleyerek götüren genç anaları, omuzlarındaki öteberi üzerine çocuklar oturtup inleyen nineleri dünkü gibi hatırlıyorum.
Çoruh kıyısının o yıllardaki dar ve uçurumlu patika yolları insanlarla ve kaçırılabilen davar sürüleriyle dolu idi. Bu patikaların yanlarında bulunabilen daracık teraslarda hasta insanların yerlere serildiğini sık sık görüyorduk. Bütün telaş Çoruh’un sol-batı kıyılarına can atmaktı. Katır ve at gibi taşıtlar “Tekâlif-i Harbiye” olarak orduya verilmişti. 7-8 yaşlarındaki çocukların bile sırtlarında onlara göre yükler bulunuyordu. Bu tüyler ürpertici manzaraların anlatmakla bitmeyecek yönleri pek çoktur (Özder, 1971a: 152).
121
Nasihat Destanı
Nasihat bâbında var bir beyanım Cevap verme anlamazdan tamâmın Dinleyenler hiç peşimân olur mu? Aslını arama her bir kelâmın Oku, anla, dinle bu dâsitanım Methedip söyleme pederin nâmın Doğru söz zahirdir, pinhân olur mu? Pederinden sana bir şân olur mu?
Kesb-ü irfaniyet bil emr-i Huda Bildirme ne boyaktasın fendini Ârifler bezminden sen olma cüda El âriftir arar suyun bendini Kâmiller yoluna eyle can feda Meth eyleme zinhar kendi kendini Kâmile can versen noksân olur mu? Kendini gören41
insan olur mu?
Sorup öğren canım olmayasın yoz42
Yekten bir adamı sevip sarılma Hakikat ehline olasın dem-saz Zaruretsiz43 merhametten ayrılma İrfan mektebine girip oku, yaz Önünden kaçanı kovup darılma Okuyup yazmadan irfân olur mu? Kaçanları kovan44
merdân olur mu?
Sırrını gizli tut duymasın ağyâr Ölsen de derdini deme nâmerde Sana düşman çıkar her bildiğin yâr Fâşeder bir daha düşersin derde Herkesi tartmağa lazım bir mi’yâr Gördünse de görmedim de çok yerde Dirhemsiz mi’yârsız mîzân olur mu? Bu zamanda doğru divân olur mu? Cahiller sözüne aldanma sakın Karışma her işe çekil kenara Kardeşin de olsa oturma yakın Sen kendin düşersin kurma dubara Hayâ libâsın giy, edebin takın Derdin söylemeye bir dertli ara Hayâsız adamda îmân olur mu? Dertsizden derdine dermân olur mu? Unutulmaz görüp geçiren akdem45
Yalvarıp nâdana olma me’yusî Düştü diye cekme yanından kadem Asılsız adamın46
olmaz iyisi Miliyon kazansa görmemiş âdem Altına kaplansa tilki yavrusu Esası müflistir sultân olur mu? Şecaat kazanıp arslan olur mu?
41 Gökalp’te: öğen
42
Dizdaroğlu’nda (1949) “anlıyasın râz” (gizlileri, sırları anlayasın) şeklindedir.
43 Dizdaroğlu ve Gökalp’te: zaruretsiz
44 Gökalp’te: kovsan
45 Gökalp’te: âdem
46
Dâvetsiz bir yere etme icâbet47 Çirkin güzel gibi olmaz cilvekâr Acı söz işitip çekme nedâmet Tabiî her kimse aslına çeker Sırf48
sende gör, elde görme kabahat Kargayı besleyip yedirsen şeker El aybından sana ziyân olur mu? Tûtî gibi sâhib lisân olur mu?
Doğru için bile eyleme yemîn Me’murdan zabitten49 tutma dostunu Saiksiz korkudan olasın emîn Sırası düşerse soyar postunu
Kaptan isen yürüt sen kendi gemin Kapaklı bir kabın açma üstünü Ele yanmak gibi hicrân olur mu? Sen kendini bilsen bühtân olur mu?
Kemlik eyleyene sen eyle eylik Kadrin bilmeyene eyleme minnet Karşısına geçer ettiğin kemlik Tuzsuz aşta50
kimse göremez lezzet Üç günlük dünyada ne lazım benlik Tab’ı selîm51 olup göster sadakat Benlik gibi daha tuğyan olur mu?52
Sıdkı tam olana hüsrân olur mu?
Ortak olup yapma bir alışveriş Müzevirlik edip gezdirme bir söz Yarı yolda çürük çıkar bu kiriş Bir iki diyerek tutar bir uyuz Öz kendi başına lâzımdır her iş Az söyle, çok dinle duyasın rumuz Kendi düşen zâr-ı giryân olur mu? Dilin gibi sana düşman olur mu? Öldüğünü bilsen yalanı katma Laf etme edersen iktidarınca El yalan söylerse dönüp53
doğrutma Bir va’d eder isen et mikdarınca Tenhâ çekilenin yanına gitme Gözün mert aç olsa hasmın54
karınca Her kelam kâbil-i ayân olur mu? Elde ne hüner var nişân olur mu? Sevme her güzeli çekersin cefâ Yoklukta varı bul yetiş Mevlâ’ya Vefalı sanırsın çıkar bî-vefâ Vefasızdır gönül verme dünyaya Kimseye söyleme sürdüğün safa Bu bir nasihattir çeşm-i bînâya Mâziyi söylemek unvan olur mu? Huzûrî ehl-i dil yalan olur mu?55
47 Dizdaroğlu’nda: “Dâvetsiz düğüne etme icabet.”
48 Dizdaroğlu’nda: sen
49 Gökalp’te: zahitten.
50
Gökalp’te: aslâ
51 Gökalp’te: salih
52 Bu beyit Gökalp’te yoktur. Sadece elimizdeki yazmada var.
53 Dizdaroğlu ve Gökalp’te: gidip
54
123
Ters Öğüt Destanı
Bir nasihatim var zamana uygun Hakikattir sözüm eyle sen tefhim Tut sözümü yattıkça yat uyanma56
Ne kimseden öğren, ne eyle tâlim Bir meşhur kelamdır sen kazan sen ye Emaneti yerine eyleme teslim Yok yere el için ateşe yanma Öte-beri geçin, sakın evlenme
Her nere gidersen eyle talanı Dört parmak noksan ölç, ölçersen kile Öyle yap ki ağlatasın güleni Doğru söz konuşma bir kimse ile Bir saatte söyle yüz bin yalanı Dört kuruşa sekiz kuruş et hile Her kim doğru söz söylerse inanma Hîlekârlık hoş sanattır usanma
Ananın erine çağırma peder Asla gönül verme vefasız kâra Evvel ahir sana kötülük eder Güzel kumar öğren alasın para Kemlik et elinden geldiği kadar Gündüz kalanpara,57
gece zampara Sakın ey’lik edip düşman kazanma Ol da felek sitemine dayanma
Cabadan bir kahve verme ahbaba Hediye nâmiyle bir şey gönderme Evvel âhir verir seni kasaba Âdet edip hiç misafir kondurma Helal paran varsa yatır şaraba Komşun evi yanar iken söndürme Olur olmaz sadakaya güvenme El kâr’içün bir adım da uzanma Yapıştır saile sarma yakana Kime eyi desen darılır, söğer Bir yumruk vur öldür doğru bakana Merhamet zamanı değildir meğer Bir yudum su verme canı çıkana Yanında birini kesseler eğer
Aklın topla, sersem olma, susanma Bir hançer de sen vur, sakın utanma
Bir yetim görünce döktür dişini Yanında saklama namus, gayret, ar Çabala bozmaya halkın işini Bilcümle mekruhu eyle ihtiyar Günde yüz adamın vur kır başını Meyhane dibinde seccadeni ser Bir yaralı sarmak için yeltenme Safâsı olmayan yerde dolanma
55 Bu şiir, özel Abdulkadir ERKAL arşivinde bulunan cönkten 171-172. sayfalar esas alınarak yazılmıştır. Bu cönkte olmayıp Gökalp, 2001’den ulaşılan dörtlükler italik olarak yazılmıştır.
56 Dizeye fazladan bir “asla” sözcüğü yazılmıştır.
57
Eğer ister isen efkâr görmemek Gözesin58
tut varsan suyun bendine Asla gönül yapma çekme boş emek Zîra herkes pesendine fendine59
Babanın hayrına verme bir ekmek Öz aklın yetişir kendi kendine Aç kalıp da kapı kapı dilenme Eflatun da görsen aklın beğenme60 Keyfin bozma altı için beş için Huzûrî neylersin dünya rif’atin Korku çekme olur olmaz iş için Kesme doğruluktan meyl ü rağbetin Canın feda eyle bir sarhoş için Cenâb-ı Mevlâ’dan iste izzetin Kuru sofuların sözüne kanma Her çapkının sözlerine inanma61
Yukarıdaki destan Türk edebiyatındaki ters öğüt destanı/tersname türünün en güzel örneklerinden biridir. Bu tür ters öğütlerde doğruyu buldurabilmek için yanlış davranışların çirkinliği gösterilir; doğru yanlış üzerinden buldurulmaya çalışılır.
Özder, (1960: 131-132) destanın yazılış nedeni şöyle anlatılır: Artvin, Rus Çarlığı idaresindeyken Huzûrî Ardanuç’a gider. Oradaki işleri bitince arkadaşları, Huzûrî’yi Ardanuç kalesinden Artvin’e getirirler. Kafiledeki gençler yolda birini dövmeye başlarlar, Huzûrî de dayak yiyen garibanı ellerinden kurtarır. Mesele Rus güvenlik güçlerine intikal eder. Kurtardığı kişi dövenlerden korkusuna Huzûrî’den şikâyetçi olur ve Huzûrî tutuklanır. Bu şiiri de hapiste yazar.”