• Sonuç bulunamadı

Fasıl Geleneği

Belgede Artvin âşıklık geleneği (sayfa 105-109)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3.2. İcra Ortamları

3.2.1. Sözlü Kültür Ortamı/Aktif Ortamlar

3.2.1.1. Fasıl Geleneği

Saz şiirinin çok eski bir mazisi vardır. Bu zaman içerisinde bu sanat dairesi çerçevesinde bazı unsurlar kalıplaşmış, geleneğe dönüşmüştür. Bu yüzdendir ki bu sanata “âşıklık geleneği” denilegelmiştir. Herhangi bir gelenekte de tabii olarak kalıplaşmış unsurlar esastır. Bu geleneğin içinde en önemli unsurlardan biri de hiç şüphesiz temelini “âşık karşılaşmaları ve atışmaları”nın oluşturduğu âşık fasıllarıdır.

Yukarıda bahsedilen sazlı-sözlü toplantıların da temelini özellikle âşık karşılaşmaları odaklı âşık fasılları oluşturmaktadır. Bu âşık fasıllarının kendine has bir icra geleneği, töresi vardır.

Âşıkların halk tarafından rağbet görmelerinin sebeplerinden biri de âşık fasıllarıdır. Bu fasıllara başlanırken geleneğe uygun olarak saza düzen (akort) verilir; önce Hz. Peygamber, sonra mezhep ve tarikat büyükleri, imamlar ve pirler hayırla anılır, övülür; âşıklar çeşitli örneklerle edebî kudretlerini gösterdikten sonra üstatlarına dua ederek faslı bitirirlerdi. Tam bir âşık faslı taksim, peşrev, divan, semai (aruza dayalı), kalenderi, müstezad, methiye, satranç, koşma, semai (heceye dayalı), mâni ve destan olarak on iki burca karşılık on iki ana şekilden meydana gelirdi. Büyük önem verilen bu fasıllarda her âşık sanatını ortaya koyarak şöhret sahibi olmaya çalışırdı. Fasıllar reis-i âşıkan denilen usta bir âşık tarafından

91

idare edilirdi. Bir nevi imtihan sayılan muammaları çözen âşıklar ise oradaki halktan toplanan paralarla hemen ödüllendirilirdi (Albayrak, 1991: 548).

Âşık fasılları, âşıklık geleneğinin tarihî gelişimi içerisinde farklı yerlerde az çok değişikliklerle teşekkül etmiştir ve muhteva bakımından da farklılıklar gösterebilmektedir. Artvin’in sahil kesimlerinde -aşağıda anlatılacak olan- atma türkücülüğün de bir çeşit âşık fasılı olduğu söylenebilir.

Artvin âşıklık geleneğinin de sıkı sıkıya ilişkili olduğu Doğu Anadolu Bölgesi âşık fasıllarının düzenini Özarslan (2001: 211) sistematik olarak şöyle belirtmektedir:

1- Hoşlama/merhabalaşma 2- Hatırlatma/canlandırma 3- Tekellüm a) Serbest deyişme b) Öğütleme c) Bağlama/muamma ç) Sicilleme d) Yalanlama e) Taşlama/takılma f) Tüketmece/daraltma g) Uğurlama.29

Yukarıda âşıklığa başlama biçimlerinin izah edilmeye çalışıldığı kısımda da görüldüğü gibi artık âşık olan biri; ilk iş olarak yaşadığı değişikliği, alelade bir insan olmadığını, âşık olduğunu, mahlasını, sevdiğini… vb. şiirle anlatarak çevresindekilere duyurur.

Gelenek çerçevesinde insanlar, bu yeni âşıktan iddiasını ispatlamasını bekler. Yani yakın veya uzak çevreden meşhur bir âşıkla karşılaşma-atışma yapması beklenir. Bunu bir çeşit tescil veya icazetname gibi değerlendirebiliriz. Nihayetinde âşıklık bir meslektir ve

29 Tam metni ileride dördüncü bölümde verilecek olan Huzûrî-Müdâmî karşılaşması, bu fasıl geleneğinin bütün özelliklerini yansıtan bir örnektir.

meslek örgütlerinde bir kişinin liyakatini ancak bir usta ölçebilir. Dolayısıyla yeni âşıktan tanınmış bir âşıkla karşılaşması, hatta onu yenmesi beklenir.

Karşılaşma; en az iki âşığın irticali olarak durumlarını, düşüncelerini, bilgi ve tecrübelerini sergilemek, dinleyenleri eğlendirmek veya birbirlerine üstünlük sağlamak için belirli kurallar çerçevesinde manzum olarak söyleşmeleridir. Saz meclislerinde âşıklar, rakibini bağlamak için muamma sorar ve onu zor durumda bırakır. Eskiler bunu tekellüm sözü ile karşılamışlardır. Âşıkların atışma ve deyişmeleri için de bu terim kullanılır. Bu bakımdan karşılaşma terimi, genel bir kavramdır. Yani atışma ve deyişme kavramlarını da bünyesinde toplayan bir terimdir (Kaya, 2010a: 418).

Atışma ise izleyenleri eğlendirme maksadının ağırlıkta olduğu âşık karşılaşmasına verilen addır. Atışmada öncelikle eğlence amaçlandığından âşıkların birbirini yenmesi, mat etmesi söz konusu değildir; âşıklar, irticalen söylediği manzum sözlerle rakibinden üstün gözükmeye çalışır. Bir kere, seyirciyi eğlendirme amacı güdüldüğünden dar ayak kullanılmaz. Rakip, seyirciye hoş gelecek çarpıcı ve mizahi sözlerle, alaycı ifadelerle ve tuhaf benzetmelerle seyirci karşısında küçük düşürülmek istenir. Kısacası rakibe laf atılır, onun birtakım kusur ve zaaflarından istifade edilerek kızdırılmaya çalışılır. Karadeniz yöresinde gördüğümüz türkü atma, âşıklar arasında yerini atışmaya bırakır. Bu yönüyle atışma, genel anlamda, her ne kadar bir karşılaşma çeşidi ise de mat etme-galip gelme esasına dayalı olmadığı, eğlenme esasına bağlı olduğu için karşılaşmadan ayrılır (Kaya, 2010a: 116).

Karşılaşma, eski kaynaklarda “müşâare” olarak geçen “karşılıklı şiir söyleşme, birbirine şiir söyleme, şiir yarışı (Devellioğlu, 1995: 752)” manasındaki terimin karşılığıdır.

Günümüzde karşılıklı şiir söyleme geleneği, gerek “âşık tarzı halk şiiri”, gerekse “anonim tarzı” olarak adlandırılan yaygın halk şiiri bünyesinde güçlü bir eğilime bağlı olarak yaşamaktadır. Âşıklar çevresinde karşılaşma veya atışma adlarıyla anılan bu tür şiirler için halk arasında ve bilhassa imece, düğün, yayla kültürleri çerçevesinde atma türkü, mâni, karşı-beri, karşılaşma, kovalama gibi adların kullanıldığını bilinmektedir (Günay, 1976: 253).

93

Yöre âşıklarının eskilerin “müşaare, münazara” dedikleri irticalen şiirler söyleyerek karşılaşmalar yapma töresini çok canlı olarak yaşattıkları bilinmektedir. Karşılaşma töresini en ustaca uygulayabilmiş âşıklardan biri Huzûrî’dir. Bu karşılaşmalarının bir kısmı dördüncü bölümde verilecektir. Huzûrî devrinin hemen her meşhur âşığıyla karşılaşmalar yapmıştır. Özder’in tespitlerine göre (1960, IV. Bölüm: Karşılaşmalar) Huzûrî’nin karşılaşma yaptığı âşıklar şunlardır: Erzurumlu Kemalî, Zorlu İznî, Bertalı Niyazî, Erzurumlu Şehvârî, Bardızlı Nihanî, Karslı Mehmet Muhtar, Erzurumlu Hafız Kemal, Hasankaleli Serdârî, Karslı İhsânî, Bayburtlu Feryâdî, Polathaneli Kararî, Ardahanlı Salim, Narmanlı Sümmanî, Yusufelili Pervânî, Şavşatlı Deryâmî, Posoflu Müdâmî ve İstanbullu Remzi Akbaş.

Yöre âşıklarının yaptığı pek çok önemli karşılaşma kayda alınmadığı için unutulup gitmiştir. Bu acı durumla ilgili Özder (1965: 21-22) şu kayıtları nakletmektedir:

Tespit edilemeyen karşılaşma metinleriyle ilgili olarak Huzûrî, “Şehvarî ile sohbet yollu pek çok karşılaşma yaptık. Fakat metinleri tespit edilmiş değildir.”; Yusufelili İznî’nin oğlu Zuhûrî ise “Babam İznî ile Keşfî, Huzûrî ve benim de katılmış olduğum karşılaşma fasılları yazılsaydı kitaplar dolardı.” demektedir.

Dolayısı ile karşılaşma metinlerinin pek çoğu çeşitli nedenlerden dolayı yazıya geçirilememiş ve zamanla unutulmuştur. Cönklerde yazılı bulunan metinlerin de iyi korunamama sonucu kaybolmuştur.

Çalışma sahasının sahil kısımlarında (Arhavi, Hopa ve kısmen Borçka’da) fasılların “atma türkü” veya “türkü atma” adlarıyla icra edildiği görülmektedir. Atma türkücülük, musiki, çalgı aleti, irticalen hece ölçülü şiir söyleme gibi benzerlikleriyle âşıklık geleneğinin farklı bir dalı olarak değerlendirilebilir.

Aralarında önemli farklar olsa bile, bize göre “atma türkücülük”ü, saz şiiri geleneğinin farklı bir dalı, eski bir uzantısı olarak bu gelenekle birlikte değerlendirmek gerekecektir. Bizi bu şekilde düşünmeye sevk eden birden fazla sebep vardır. Saz şairlerinin başta saz çalmak olmak üzere irticalen söyleme, hece ölçüsünü kullanma, bir gelenek içinde yetişme ve atışma yapabilme gibi özelliklerinin tamamı atma türkücülerde

de görülmektedir. Bunların da bir kısmı yörenin sazı olan kemençeyi çalabilir, hepsi şiirlerim irticalen söyler, hepsi hece ölçüsünü kullanır ve atma türkü geleneği içinde yetişirler. Hatta atma türkücüleri saz şairlerinden daha eski saymak bile mümkündür. Çünkü atma türküler çoğunlukla ya beyit birimi veya mâninin en eski şekli olarak kabul edilen xaxa kafiye düzenindeki mâni dörtlükleri şeklinde söylenirler. Bütün bunlar atma türkülerin yapı ve şekil bakımından âşık tarzından daha eski olduğunu gösterir. Atma türkü atışmalarının sonunda da yarışmacı şairler tıpkı âşık karşılaşmalarında olduğu gibi son hanede mahlaslarını söyleyerek şiiri bitirirler (Çelik, 1995: 7).

Çelik (1995: 7), “Atma türkücünün, âşık veya saz şairi denilen sanatçıların Anadolu’daki ilk örnekleri olabileceği düşünülebilir.” der ve âşıklık geleneğinin Doğu Karadeniz sahilinde pek yayılamamış olmasını da atma türkücülükle ilişkilendirir:

Her türün bir prototipi olmak zorundadır. Yalnız, prototipler kendilerinden doğan gelişmiş tipler ortaya çıktığı zaman yok olurlar. Yani bir türün hem prototipini hem de gelişmişini aynı zaman ve mekânda bir arada görmek mümkün değildir. Başta coğrafi yapı olmak üzere daha birçok sebepten ötürü âşık tarzının bu bölgede (Doğu Karadeniz sahili) yayılamamış olması, âşık tarzının prototipi olan atma türkücünün fazla bozulmadan ilk hâline yakın bir şekilde günümüze kadar gelmesini sağlamıştır (Çelik, 1995: 8).

Belgede Artvin âşıklık geleneği (sayfa 105-109)