• Sonuç bulunamadı

FEHÎM-İ KADÎM’İN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ 1 HAYAT

2.2. Edebî Sanatların Kullanımı

2.3.1. Sebk-i Hindî ve Ortaya Çıkışı

XVI. yüzyılda İran şiirinin etkisinden sıyrılmaya başlayan Osmanlı sahası Türk şiiri, Türkçenin atasözlerini, deyimlerini, yerli ve milli unsurlarını, ortak İslami malzeme ile birleştirip zenginleşmiş ve zirveye ulaşmıştır. XVII. yüzyıl ise Dîvân şiirinin süregelen geleneksel yapısının korunmakla birlikte, şairlerin yeni üslup arayışları peşinde oldukları bir dönem de olmuştur. Bu dönemde Bakî ve Fûzûlî etkisinde devam eden klasik şiir yanında, iki yeni üslubun Türk şiirini etkisi altına aldığını görüyoruz: Sebk-i Hindî ve Hikemî Şiir üslupları. Nâbî’nin başı çektiği Hikemî

yüz getirirken, şiirin yüzünü dışa, halka çevirmiştir. Sebk-i Hindî olarak bilinen şiirde Hint üslubu ise bizim klasik şiirimizde Fehîm-i Kadîm ve Nâilî ile başlar. İçe dönük, mecazlarla yüklü, çözülmesi zor anlamlarla örülü bir üsluptur.

Şiirin iki temel unsuru olan anlam (mana) ve söz (lafız) düzleminde asırlarca yaşanılan değişme ve gelişmelerin sistematize olarak üsluba yansıması olan ve kavram olarak Hind tarzı veya Hind üslubu mânâsına gelen Sebk-i Hindî’nin ilk ortaya çıkışı ve isimlendirilişi ile ilgili olarak farklı görüşler ileri sürülmüştür. Araştırmacı Kamer Aryan bu üslubun Herat’ta doğduğunu iddia ederek, Sebk-i Herat şeklinde isimlendirilmesini uygun bulurken, İran edebiyat tarihçisi Zefihullah-i Safa Hint muhitinde gelişen ve Farsça şiir söyleyen şairlerin üslupları için bu Sebk-i Hindî isminin kullanılması gerektiğini vurgular. Muhammed-zade-i Sâdık ise bu üslubun önde gelen temsilcilerinin Azerbaycan doğumlu olmalarından hareketle, Sebk-i Azerbaycânî ismini teklif eder. Farklı bir söylem de Halîl Toker’den gelmiştir. Toker, bu üsluba yön veren önde gelen şairlerin Türk asıllı olmaları hasebiyle, Sebk-i Türkî isminin de düşünülebileceğini söyleyerek, bu şekilde bir isimlendirmeye imkan sağlayan nedenler üzerinde de durur. Fakat bunun bir öneri olmadığını da ayrıca hassaten vurgular. Toker, Safeviler döneminde Isfahan edebiyatın merkezi konumunda olduğu için, o dönemde gelişen bu üslubun Isfahan’da yetişen şairlerce geliştirildiği için Sebk-i Isfahanî diye isimlendirilmesini önerir.3 Bununla birlikte, ilk olarak İran’da ortaya çıkmış olmasına rağmen, Safeviler dönemindeki baskı nedeniyle Hindistan’a giden İranlı şairlerce Hindîstan’da gelişmiş ve Hint şiirinin, felsefesinin ve edebî zevkinin de tesirinde işlenmiş şiir anlayışını ifade ettiği ve daha ziyade Hindîstan’ta taraftar bulduğu için de Hind tarzı veya Hind üslubu mânâsına gelen Sebk-i Hindî ifadesiyle isimlendirildiği genel bir kabul görür (Toker 1996: 141).

Safeviler döneminde İran-Babürlü münasebetleri ilerlemiş, Farsça Hindîstan’da

3 Sebk-i Hindî’nin ortaya çıkışı ve isimlendirilmesi hususundaki tartışmalarla ile ilgili ayrıntılı bilgi için

bkz. Demirel, 17. Yüzyıl Şairlerinden Şehri (Malatyalı Ali Çelebi) Hayatı, Sanatı, Dîvânı’nın Tenkitli Metni ve Tahlili, Elazığ: 1999: 62-65; İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım, Ankara: 1995, XLVII-LIII ve Sözde ve Anlamda Farklılaşma Sebk-i Hindî 29 Nisan 2005 Bildiriler (Haz. Hatice Aynur, Müjgan Çakır, Hanife Koncu) Turkuaz Yayınları, İstanbul, 2006.

yayılmış ve edebî dil olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hindîstan Türk Sultanlarının şiire verdiği değer sebebiyle pek çok İranlı şairin Hindîstan’a yerleştiği bu dönemde, Şah Cihân, Hümâyun ve Ekber gibi Hindîstan Türk hükümdarları sanatkârlara pek çok imkân sunarak, bu ülkede sanatın ve edebiyatın gelişmesine vesile olmuşlardır. Sebk-i Horosanî ve Sebk-i Irakî usulleri gibi bir de Sebk- Hindî, diğer adıyla Sebk-i Isfahânî usulü bu dönemde ortaya çıkmıştır. Üslubun ilk temsilcilerinden Kemaleddin İsmail Isfahânî, Emir Hüsrev Dehlevî ile Hâfız-ı Şirâzî gibi başarılı şairler ince hayallerle süsledikleri şiirleriyle sadece Hintli değil, İranlı ve Osmanlı şairleri de etkilemişlerdir.

Fars, Hint ve Türk şairleri etkisine alan bu edebî hareket, İranlı ve Azeri şairler Urfi-i Şirâzî (ö.1590), Şevket-i Buharî (ö. 1699), Tâlib-i Amulî (ö. 1626), Kelîm-i Kâşânî (ö. 1651), Sâ’ib-i Tebrîzî (ö. 1670) yanısıra, Hintli şair Feyzî-i Hindî (ö. 1595) tarafından yaratılmıştır (Mengi 1997: 180-182). XV ve XVII. Yüzyıllar arasında Babürlü-Hind saraylarında uygulanmış, XVII. yüzyılda da bütün özellikleri ile Osmanlı şiir sahasında da etkili olmuştur. Klasik şiir içinde Nâilî ve Fehîm ile başlamış, Neşâtî, Vecdî, Nedîm, Nef’î ile devam etmiş, hatta XVIII. yüzyılda Şeyh Gâlib’e kadar gelmiştir (Pala 1995: 468).

Osmanlı şiir sahasında itibar gören bu üslubun şairin kendi iç alemine dönmesi, muhayyilenin ön plana çıkıp, gerçeklerin –en azından bir süre -göz ardı edilmesi gibi özellikleriyle şaire bir takım imkanlar sağladığı muhakkaktır. Özellikle tezat sanatının çok kullanılması şaire iç çatışmalarını bizzat yaşama ve bunları dile getirme imkanı sağlarken, şairin kendini - en azından bir süre için-saklamasına da yardımcıdır. Sebk-i Hindî içinde yer alan şairlerin özellikle rağbet ettiği edebî sanatlardan mübalağa sanatı da yine şairlere hem kendilerini daha iyi ifade etme, aynı zamanda da kendilerini gizleme imkanı sağlar. Bu bakış açısından yola çıkarak, siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntıların yoğun olduğu bir dönemde Sebk-i Hindî’ye rağbet eden ve bu üslup içinde yer alan şairlerin psikanalitik bir bakış açısı ile genel bir değerlendirilmeleri ilginç sonuçlar verebilir. Fakat öncelikle bu üslubun şaire sağladığı imkanları görebilmek için Sebk-i Hindî hareketinin genel özelliklerini bir değerlendirmek gerekir.

Sebk-i Hindî üzerine söz söyleyen pek çok eserde üslubun iki temel unsuru olan ‘mana’ ve ‘lafız’a dair özellikleri bir sınıflandırmaya tabi tutulmadan genel bir çerçeveden verilmiştir. Daha sistematik ve açık bir sınıflandırma için Doç. Dr. Şener Demirel’in 17. Yüzyıl Şairlerinden Şehrî (Malatyalı Ali Çelebi) Hayatı, Sanatı, Dîvânı’nın Tenkitli Metni ve Tahlîli isimli yayınlanmamış doktora tezi çalışmasında yaptığı sınıflandırmanın şablonu dikkate alınacaktır.

2.3.1.1.1. Anlam ile İlgili Özellikler

a. Sebk-i Hindî şairleri için anlam, sözden öndedir. Anlamın güzel olması, sözün güzel olmasından daha önemlidir. Anlam ince olmalıdır. Anlamda incelik, derinlik ve işitilmemiş, geniş hayallere dayanan yeni mecazlar arayan Sebk-i Hindî şairleri için hayal dünyası daha bir önem kazanmış, şairler muhayyilelerini zorlamak ihtiyacı hissetmişlerdir. Fakat, realiteden ziyade, hayal gücüne dayalı bu anlatım, şairlerin mübalağa etmesine neden olmuştur.

Dış dünya yerine iç dünyanın öne çıktığı ve deruni ıstıraba yönelinmesi, tasavvufu bu edebî hareket içinde yer alan şairler için daha bir önemli hale getirmiştir.

4 Sebk-i Hindî’nin genel özelliklerinin saptanmasında şu eserlerden istifade edilmiştir:

Demirel, Şener. 17. Yüzyıl Şairlerinden Şehri (Malatyalı Ali Çelebi) Hayatı, Sanatı, Dîvânı’nın Tenkitli Metni ve Tahlili, Elazığ: 1999. (Yayınlanmamış Doktora Tezi)

İpekten, Haluk. Naili Hayatı Sanatı Eserleri, Akçağ, Ankara: 1997. ... Şeyh Galib Hayatı, Sanatı, Eserleri, Akçağ, Ankara: 1996.

Mengi, Mine. Eski Türk Edebiyatı Tarihi Edebiyat Tarihi-Metinler, Akçağ, Ankara: 1997.

Ocak, Fatma Tulga; Nef’i ve Eski Türk Edebiyatımızdaki Yeri, Ölümünün Üçyüzellinci Yılında Nef’i, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara: 1991. Okumuş, Ömer. Hind Üslubu (Sebk-i Hindî), Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bilimleri Araştırma Dergisi, Erzurum: 1989, s. 107-117.

Toker, Halîl. Sebk-i Hindî (Hind Üslubu), İlmi Araştırmalar İlim Yayma Cemiyeti, İstanbul: 1996, s. 141-150.

Üzgör, Tahir. Fehîm-i Kadîm Hayatı, Sanatı, Dîvân’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara: 1991.

İçe yönelen, gerçeğin yerine hayali olanı koyan şair, yeni mazmunlar, yeni anlamlar bulmaya ihtiyaç duymuştur.

Açıkça ifade edilemeyen sıkıntı ve şikayetlerini zaman zaman tasavvufî bir söyleyişin ardına gizlenerek söyleme fırsatı vermiştir. Fakat tasavvufa sığınan Sebk-i Hindî şairleri için, tasavvuf asıl gaye olmaktan ziyade duygularını ifade edebildikleri bir araç olmuştur.

b. Anlam bîgane olmalı, açık ve düz söyleyişleri bırakıp, mecazlarla yüklü müphem ve güç anlaşılır bir şiir arayan şair, duygu ve düşüncelerini kapalı olarak dile getirmeli, şiiri kolay anlaşılır olmamalıdır.

c. Anlam renkli olmalıdır ve renkli anlamlar derin düşüncelerle ortaya çıkarlar.

d. Anlam girift ve derin olmalıdır. Bir “hasır halının sazlarının birbirinin içine girmesi gibi karmâşık” (Demirel 1999: 66) olmalı, okuyucu şiirin anlamını çözebilmek için önce bu girift sazları açmalıdır.

2.3.1.1.2. Söz ile İlgili Özellikler

a. Söz ince olmalıdır, hatta anlama göre öyle ince olmalıdır ki anlam tamamen görülebilmeli ve söz anlamın hiç bir tarafını örtmemelidir. Yani, şiirde esas olan anlamdır.

b. Söz mümkün olduğunca dar ve kısa olmalıdır ki anlam daha açık olarak ortaya çıkabilsin. Bunun için anlama uygun olmak koşuluyla, şair günlük dilde kullanılan kelimeleri, atasözleri ve deyimleri serbestçe kullanır. İhtiyaç duyduğunda yeni kelime ve terkipler meydana getirir. Önemli olan, sözün az, fakat anlamın fazlalığıdır.

c. Söz aynı zamanda anlamın içinde kaybolabilecek nitelikte olmalıdır. Söz anlamın en uzak mefhumlarını da taşımalıdır.

bir özelliktir. Sözün azlığı, kelimelerden çıkarma veya kaldırma yapmakla veya telmih yoluyla mümkündür. Şair ya terkibi oluşturan kelimelerden birini gruptan çıkarır veya izafet işaretini izale ederek sözü azaltma yoluna gider, veya bir olayı, hikayeyi tek bir kelime ile anlatmak yolunu seçer. Ayrıca teşbîh, istiare, mecaz-ı mürsel ve kinaye gibi edebî sanatlar da sözün azaltılmasında şaire imkan sağlayan kullanımlardır.

e. Yeni duygular ve yeni anlamlar, şiirde yeni kelimeler ihtiyacını doğurmuş, ve şairler nadir kullanılan kelimelere yönelmişlerdir. Arapça ve Farsça kelimelerin sıkça kullanılması, anlamı daha da giriftleştiren uzun, çok terkipli bir dil kullanımı olarak ortaya şiire yansımıştır. Böylece bu üslup içinde yer alan şairler o zamana kadar kullanılan Arap ve Farsça sözlüklerden başka, henüz Türkçe’de kullanılmamış birtakım yeni sözcükleri lugatlerden bulup çıkarmışlar ve şiirde kullanmışlar ve yabancı kelimelerden oluşan uzun zincirleme terkipler de bu üslubun takipçisi şairlerin çok rağbet ettikleri unsurlardan olmuştur.

Mevzulara pek çok farklı açıdan baktıkları için zıt anlamlar ortaya çıkmış, bunun sonucunda da tezat sanatının çokça kullanılması, yine Sebk-i Hindî ile yazılmış şiirlerin kolay anlaşılmasını zorlaştıran unsurlardan olmuştur.