• Sonuç bulunamadı

Ümmet, Müslüman, İslam Ümmet kelimesi bir dine iman eden cemaat anlamında bir kelimedir Dîvân'da

1 DİN – TASAVVUF 1.1 Din

1.1.7. Kazâ ve Kader

1.1.10.6. Ümmet, Müslüman, İslam Ümmet kelimesi bir dine iman eden cemaat anlamında bir kelimedir Dîvân'da

İslâm kelimesi de çeşitli anlam ilişkileri içinde zikredilmiştir. İslâm’da içki içmek büyük günahlar arasında zikredilir. Şair de kendisine içki sunan meyhâneci çırağının şairin İslâm kadehini kırdığını söyler ve Allah’a dua ederek imanını şarap nedeniyle harab olmuş baygın gözden saklamasını, korumasını ister:

Câm-ı islâmum şikest itdi nigâh-ı muğbeçe

Sakla yâ Rab dînümi çeşm-i harâb-ı bâdeden (G.233/ 3)

Aşağıdaki beyitte ise İslâm’ın gücüne işaret etmek üzere, İslâm tarihinde Hz. Peygamber’e yaptığı çeşitli eziyetler ve peygamberin ve müslümanların düşmanı, diğer inanmayanların da ele başı olan Ebu Cehil ismen zikredilmiştir. Şair memduhunu ay ve güneşe teşbih ederken, ışıktan korkan yarasalar gibi, İslâm’dan kaçan ve korkan Ebu Cehil’in de İslâm’a bir zarar veremeyeceğini ifade eder. Ayrıca “köpek” diyerek aşağılayıcı bir ifade kullandığı da dikkati çeker.

Mihr ü mâha düşmen olmagla ne var huffâş-veş

Olsa bir köpek ne gam Bu Cehl-i kâfer rûz u şeb (K.1/39)

Fehîm ayrıca İslâm tarihinde İslâm’ın yayılması ve yüceltilmesi için gayretleri ile bilinen şahsiyetleri de şiirine konu edinmiştir. İmam-ı Azam Hz. Numan bin Sabit'in temiz kabrini yeniden cânlandırmak için bütün islâm gazileri var güçleriyle çalıştıklarını, İslâm askerlerinin, görünmeyen manevi mübarek şahsiyetlerin safları ile birleşerek Hz. Ali ve evlatlarına sevgi gösterip ilk üç halifeye küstah şekilde dil uzatan Rafızîlere hücûm ettiklerini söyler:

Merkad-i pâk-i İmâm-ı Aczam'ı ihyâ içün İtdiler cümle guzât-ı ehl-i İslâm ictihâd

cAsker-i İslâm tertib-i ricâlü'1-gayb ile Eyleyüp macnâ yüzinden birbiriyle ittihâd

Rafızî'ye girdiler tîr-i kazâ-te’sîr ile

Bûse-cây-ı hançer oldı sîne-i ehl-i cinâd (Kt.8/6-7-8)

Beyitlerde sevgili ile ilgili çeşitli hususlar da İslâm ile birlikte düşünülmüştür. Sevgilinin kâfire teşbih edildiği yukarıda zikredilmişti. Aşağıdaki beyitte onun gibi bir kâfire meclis arkadaşı olan kimsenin, ne küfrü ne de müslümanlığı istemeyeceği

Böyle bir kâfir-i âlüfteye hem-meclis olan Ne anar zemzeme-i küfri ne islâm ister (G.64/4)

İslâm dinine inanan kişilere verilen bir isim olarak “Müslüman” da beyitlerde işlenmiştir. Sevgilinin kâfir bakışı âşığın müslümanlığını elinden alır. Sevgili bakışı ile âşığın aklını başından alır, fakat İslâm dininde akıl sahibi olmak iman etmek için ilk şarttır. Yani aklı olmayanın dini de yoktur.

Aldı kâfir nigâhun İslâmum

Kâfir olmakda nâ-güzir benem (G.206/2)

Şair sevgilinin gamzesinin kâfircesine bakışının korkusundan, İslâm’ın doğru yolunu terk ettini söyler:

Bîm-i kâfir-nigâh-ı gamzenden

Terk-i İslâm-ı bâ-savâb itdüm (K.2/25)

Başka bir beyitte de yine sevgilinin bakışı küfr ile ilişkilendirilmiştir. "Dinsiz kâfire insan dost olur mu?" diye soran Fehîm, put gibi tapılacak derecede güzel olan sevgilinin bakışının kendisinin müslümanlığına, inancına düşman olduğunu, kendisini küfre sürüklediğini söyler:

Didi kim kâfir-i bî-dîne olur mı kişi dost

Didüm ey büt nigehün düşmen-i İslâmumdur (K.12/23)

1.1.10.7. Mehdî

Bütün dinler "kurtuluş" kavramına özel bir itina ile yaklaşırlar. İnsanlığı mahrûmiyet ve talihsizlikten kurtaran, ferahlatıcı, yardım edici roller üstlen "Kurtuluş" (soteriyoloji) öğretileri ve "kurtarıcı" şahsiyetler, aracılar, haleflere, muhaliflere ve benzeri unsurlar ve bunlarla ilgili inanç ve olgular en başındna beri bütün evrensel

dinlerde ve hatta “ilkel” kategorisinde değerlendirilen dinlerde dahi sıklıkla rastlana gelmiştir (Günay 1998: 452).

Hz. Peygamber, "kendisinden sonra halifeler, emirler ve sultanların geleceğini, sonra da kendi soyundan bir Mehdi'nin zuhur edeceğini, bu esnada dünyanın zulüm ve adaletsizlikle dolu olacağını ve Mehdi'nin orada tekrar adaleti hakim kılacağını" buyurmuştur (Günay 1998: 460). Mehdi'nin isminin Muhammed, babasının isminin ise Abdullah olacağı, Muhammed A.S.’nın soyundan geleceğine, İsâ A.S. ile buluşup, mezhepleri kaldıracağı söylenmiştir (Işık 1982: 1034). İslâm tarihinde "Mehdi"lik iddiasında pek çok kişi çıkmıştır.

Mehdi, Dîvân şiirimizde şairler tarafından memduhları için bir benzetme unsuru olarak sık kullanılan bir unsurdur. Fehîm Dîvânı'nda sadece tek bir beyitte söz konusu edilmiştir. Şair 12 imama ithafen yazdığı manzumenin son bendinde Mehdi’yi imamet halkasındaki son isim olarak zikreder.

Mehdî ki cemâline verilmiş

Hurşîd i-i mahşer-i şehâdet (M.1 h.12/11)

1.1.11. İbadet ve İlgili Kavram ve Terimler 1.1.11.1. Farz, Vâcip, Müstehâb

İslâm dini kişilere pek çok sorumluluklar yükleyerek veya onları bir takım fiillerden uzak tutacak yasaklar uygulayarak onların hayatını bir nizam içine alır. İslâm’da Allah tarafından yerine getirmekle zorunlu tutulan yükümlülüklere farz, yine aynı şekilde yapılması farz mesabesinde olan işlere de vacib adı verilir (Pala 1995: 553).

Dîvân'da yer alan “farz” redifli gazelde Fehîm, farz ve vacip kavramlarını dini anlamları dışında sevgiliyle olan ilişkilerini nitelemek üzere bir zorunluluğu ifade etmek için kullanmıştır.

verilen bir fıkıh terimidir. Dîvân’da yer alan 147 numaralı “farz” redifli gazelde, şair dini bir yükümlülük olan farzı ve vacip ve sünnet gibi diğer fıkhi terimleri sevgili ile alakandırarak çeşitli anlam ilişkileri içinde kullanmıştır. Mesela, sevgilinin boyunun salınmasına saygı göstermek şair için bir farzdır, ve kıyâmetin kendisine de ayağa kalkmak farz olursa buna şaşılmaz. Şair Dîvân şiirinde sevgilinin boyu ile kıyâmet kelimesi arasındaki klasikleşmis benzetme unsurunu kullanır. Ayrıca, gönülleri saçının bağına bağlı gördükçe, gönlün humâ kuşuna tuzağa bağlanmak, sevgilinin her hareketinde yüzlerce mahşeri ortaya koyması farzdır. İştiyakla yalvaran naziklere isteklerini açıklamak vacip, fakat sözünü sakınma ise farzdır. Gazelin son beytinde ise âşıkların gönüllerini sevgilinin saçının bağına bağlı gördükçe, gönlün humâ kuşu için de tuzağa bağlanmak farz olmuştur.

Oldı hırâm-ı kâmetüne ihtiram farz Şahs-ı kıyâmete n'ola olsa kıyâm farz

Her cünbişinde itmeğe sad mahşer âşikar Takdir eylemiş o kad-i hoş-hırâm farz

Oldı diriğ germ-niyâzân-ı nâzüke cArz-ı merâm vâcib ü hıfz-ı kelâm farz

Ey kaş olaydı sana da ey şâh-ı pür-gurûr Lutf-ı kelâm sünnet ü redd-i selâm farz

Gördükçe bend-i zülfüne vâbeste dilleri

Murg-ı dil-i hümâya olur kayd-ı dâm farz (G.147/1-5)

Aynı gazelin şu beytinde ise aşk erbabının mezhebinin yolunda sevgilinin yurdunu tavaf etmek için ihram bağlayanlara Kabe'yi tavaf etmenin farz olmadığını söyler:

Olmaz tarîk-ı mezheb-i erbâb-ı caşkda

İhrâm-best-i kûyuna Beytü'l-harâm farz (G.147/6)

Gazelin son beytinde ise aslında İslâm’da katiyetle harâm olarak kabul edilen şarabın devamlı içilmesi ise, aşk fetvâsı senedi ile, aşk sarhoşları için artık farz olmuştur:

Olmış Fehîm hüccet-i fetvâ-yı caşk ile

Mest-i mey-i mahabbete şürbü'l-müdâm farz (G.147/7)

Kuvvetli bir delille sabit olan ve yapılması farz gibi zaruri ve şart olan fakat farz derecesinde açık ve kesin bir delile dayanmayan ibâdetler için “vacip” terimi kullanılır. Vacip, amel bakımından farz olmamakla birlikte, farz gibidir ve vacip bir ibâdeti yerine getiren büyük sevap elde eder. Bilerek ve kasdi olarak terk eden kimse ise harâma yakın bir mekruh işlemiş olarak kabul edilir. Vacip ibâdetler içinde Vitir ve Bayram namazlarını kılmak, kurban kesmek ve fıtır sadakasını vermek gibi ibâdetler gösterilebilir.

Dîvân’nda bir kaç yerde yine sevgili ile alakalandırılarak zikredilmiştir. Bir beyitte şair sevgiliyi vücudunun parlaklığı ile kendisinin yok oluşuna sebep olmakla itham eder ve “Bana eski güneşin gölgesi olmak vacip oldu” diyerek “vacip” ile bir zorunluluğa işaret eder.

Ey vücûdun pertevindendür cadîm olmak bana Vâcib oldı sâye-i mihr-i kadîm olmak bana (G.5/1)

Başka bir beyitte ise farz kavramı ile birlikte zorunluluğu ifade etmek üzere kullanılmıştır. Şair iştiyakla yalvaran nazikler için isteklerini açıklamak vacip olmasına rağmen, sözünü sakınmanın farz olmasından dolayı sitem eder.

Oldı dirîğ germ-niyâzân-ı nâzüke

İslâmî literatürde ibâdetin önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla ibâdetle ilgili terimler de günlük hayatta sıkça kullanılır. Secde, alın, el ayaları, diz ve ayak parmaklarının yere değecek şekilde pozisyon alıp âcizlik ve kulluk ifadesi göstermek anlamında namazın rükünlerinden biri olup, sadece Allah'a yapılır. Dîvân şiirinde bu şekliyle gerçek anlamı ile kullanıldığı gibi, sevgilinin yüzü, kaşları, mahallesi ve eşiği için bir benzetme unsuru olarak da kullanılmıştır (Pala 1995: 468). Şairler de bu terimleri çeşitli vesilelerle şiirlerine konu edinmişlerdir. Fehîm bu terimleri kimi zaman müstakil olarak, kimi zaman ise kıble-gâh, secde-ber, secde-gâh-ı dil ü cân, secde-i teslîm-i iccâz-ı Mesîhâ, secde-berân, büt-i secde-geh gibi tamlamalar içinde gerçek anlamları dışında soyut anlamlar yükleyerek kullanmıştır. Âşıklar, put gibi güzel sevgiliye nezaketle secde ederler.

cAşk ehli nezâketle eder ol büte secde Maksûdları yohsa zemîn-bûs degüldür (G./4)

Bir beyitte Müslümanlar için kutsal bir ibâdet mekanı olan Kabe ve Yahudilerin kutsal makâmı havrayı birlikte zikretmiştir. Âşıklar Kabe'nin ve havranın sırlarını görselerdi, Kabe ve havrayı gönül ve cânın secde yeri edinirlerdi.

Secde-gâh-ı dil ü cân eyler idik biz de Fehîm

Sırr-ı Beytü'l-harem ü râz-ı küniştin görsek (G.172/5)

Âşıklar için sevgilinin bulunduğu yer, sevgilinin köyü, mahallesi, Kabe gibi kutsaldır. Çünkü onlar orada, sevgilinin olduğu yerde hayat bulurlar. Bu nedenle sevgilinin mahallesinin tozu toprağı da âşığın cân gözünün sürmesidir ve bu sürme de sevgilinin yurdunun Kabe'sindedir. Âşık eğer sevgilinin avlusunun toprağını görmeseydi, secde yeri neresi olurdu, nereye secde edeceğini bilemediğini söyleyerek bunu vurgular:

Tûtiyâ-yı çeşm-i cânum Kacbe-i kûyundadur

Dîvân şiirinde mihrap, şekil itibarıyla sevgilinin kaşı için bir benzetme unsuru olmuştur. Fehîm de bu unsuru aynı şekilde işlemiş, kirpikler ve kaşı âşık için secdegâh olarak düşünmüştür. Sevgilinin kirpiklerin safı ile çatık kaşı âşık için secde yeri olduğundan beri, sevgilinin gözünün sürmesinin tozu, fitneye teyemmüm toprağı olmuştur âşık için:

Saf-ı müjgân ile tâ çîn-i ebrû secde-gâh oldı

Gubâr-ı kuhl-ı çeşmün fitneye hâk-i teyemmümdür (G.103/4)

Sebk-i Hindî şairleri soyut kavramları sıkça somut varlıklar için bir benzetme unsuru olarak kullanmışlardır. Bu minvalde, aşağıdaki beyitte de şair soyut bir kavram olan “yalvarış”ı bir kıble yeri olarak tasavvur eder.

Kıble-gâh itmeğe künc-i cademi cân-ı Fehîm Nîm-çîn-i gazâb-ı ebrû-yı cânâne yeter (G.62/7)

Secde bir ibâdet terimi olarak sadece insanlar için değil, nesneler için de kullanılmıştır. Testinin içindeki mayi’i dökmek için testiyi eğmek gerekir. Fehîm bunu testinin secde etmesi olarak tasavvur eder ve testinin alnının eskiden beri secde etmeye alışkın olduğunu söyleyerek, “bırak zâhidin de ayağına baş eğsin” derken zâhidin kadehine de şarap doldurulmasını nükteli bir şekilde ifade eder.

Ko zâhidün de ayağına ser-fürû itsün

Kadîmî secdeye muctâddur cebîn-i sebû (G.247/7)

1.1.11.3. Ducâ, Niyâz

Bütün dinlerde inanan insanlar için, dua, ibâdet, ayin ve dinî törenler Allah'a yakınlaşma vesilesi olarak kabul edilidir. Dua, Allah'a güven ve bağlılık temeli üzerinde, derin bir minnettarlık duygusu ve dinî vazife şuurunun ifadesi ve göstergesi olarak anlam kazanır (Hökelekli 1998: 211). Dua ve niyâz kulun acizliğini ve ihtiyacını ifade ederek Allah'ı medih ve sena yolla yakararak bir şeyin olmasını veya olmamasını

kurtuluş makâmıdır (Pala 1995: 152).

Dîvân şairleri de dinî kültürle beslenip, yetiştikleri toplumun dinî değerlere sahip bu kültürü bizzat yaşayan ve bunu benimseyen kişiler olarak, bunun tabiî bir yansıması ile duaya dair pek çok ifadeyi şiirlerinde çeşitli tasavvurlar içinde ele almışlardır. Şiirde dua ve niyâz genel olarak iki fonksiyon ile ortaya çıkar: Âşıklar kimi zaman sevgiliye kavuşmak için, kimi zaman ise çektiği sıkıntıların artması için. Kimi zaman da memduhlarının uzun ömürlü olmaları ve bulundukları makâmda uzun süre kalmaları için özellikle kasîdelerin dua bölümlerinde dua ederler. Dîvân şiirinde vird ismi verilen belli zamanlarda okunması âdet edilen dualar ve zikirler de söz konusu edilmiştir. "Şüphesiz Allâh çok lutufkârdır" ayeti çaresiz kalmış gönlün dilindeki virdi olmuştur.

Virdi “Allâhu latîfu” oldı dil-i bîçârenün

Def-i kahrın isteyüp eyler temennâ-yı latîf (G.157/7)

Şu beyitte ise şair şiirini methederken, padişahlar padişahı olan Hz. Peygamber’i methetmenin bereketiyle, şiir defterinin, genç ihtiyar herkesin dilinden düşürmediği bir kitap hâline geldiğini söyler.

Şehriyâr-ı peyemberân Ahmed Ki rehinde yüzüm tûrâb itdüm Feyz-i nactiyle defter-i şicrüm

Nüsha-i vird-i şeyh ü şâb itdüm (K.2/28-29)

Fehîm Dîvânı’nda hem dua hem de aynı anlamdaki niyâz kelimesi sıkça kullanılmıştır. Özellikle kasîdelerin sonunda yer alan dua kısmında şairler memduhları için hayır dua ederler. Fehîm bu geleneği, şiiri bir fidana, duayı da o fidanı takdir etme büyüsüne teşbih ederek açıklar.

Nihâl-i nazma ducâdur çü aferin efsûn

Şair zaman zaman ayrıca sevgili için de dua eder. Masumluğunun aşırılığından dolayı naz yerinde terleyip utanan sevgiliye de binlerce dua gönderir.

Niyâz o şuha hezârân ki fart-ı cismetden

Mahall-i nâzda huy-rîz olup hicâba düşer (G.61/4)

Niyâz kelimesi daha ziyade ser-germ-i niyâz, nüsha-i nâz u niyâz, germ- niyâzân-ı nâzük, mülk-i dil-i ehl-i niyâz, vakf-ı tîg-i nâz, bâzi-i nâz u niyâz, arz-ı niyâzum gibi tamlamalar içinde soyut unsurlarla birlikte sevgili ile ilgili olmak üzere kullanılmıştır. Sevgili âşığa ne kadar eziyet ve zulüm ederse etsin, âşık sevgiliye beddua etmez, aksine hayır dua eder. Sevgilinin nazı âşıkların canına kasdeden bir kılıca teşbih edilir, fakat âşık bundan asla şikayet etmez, bilakis hayır dualar eder.

Cânumuz vakf-ı tîg-i nâz idelüm

Zahm urdukça bir niyâz idelüm (G.221/1)

Niyâz zikredildiği bir diğer beyitte ise soyut kavramlarla birlikte düşünülmüştür. Güzellik naz ile, aşk ise niyâz yani yalvarma ile birlikte düşünülmüştür. Güzellik ve aşk teşhis edilerek, birlikte naz ve niyâz oyunu oynuyor olarak tasavvur edilmiştir.

Ne hoşdur hüsn ü caşkun birbiriyle Nihâni bâzî-i nâz u niyâzı (G.279/2)

1.1.11.4. Oruç, İftâr, İmsâk

Oruç hemen hemen bütün dinlerde farklı uygulamalarla tezahür eden, inanan insanların maddi veya manevi bir takım alışkanlıklardan, dünyevi bir kısım zevklerden bir müddet de olsa elini eteğini çekmesidir. Müslümanlar için farz bir ibâdet olan oruç, özellikle Ramazan ayı içinde yerine getiririlir; fakat sünnet veya nafile oruçlar veya kazâ ya da adak gibi nedenlerle Ramazan dışında da ifa edilebilir. İftar orucu açma

de Ramazan ayının, dolayısıyla orucun sonu demek olan “bayram” çeşitli vesilelerle ve benzetme unsurları içinde şiire taşınmıştır.

Dîvân’da yer alan 13 numaralı kasîdede Ramazan ve ilgili bazı uygulamalar çeşitli benzetmeler içinde ele alınmıştır. Nesip bölümlerinde Ramazan ayından bahsettiği için “Ramazaniyye” ismi verilen kasîdelerin yazımı özellikle 18. yüzyıl başlarında rağbet görmüştür. Eski edebiyatımızda Ramazaniyye denince ilk akla gelen isimler ise Sabit ve Nedim olmuştur. (Yüksel: 1977, 35) Bilkan ise ramazaniyelerin daha erken, 17. yüzyılda ilk olarak ortaya çıktığını, fakat 18. yüzyılda rağbet görmeye başladıklarını ifade ediyor (Bilkan 2006: 11). Ramazaniyyelerin 18. yüzyılda yaygınlık kazanmasında, bu yüzyılda eğlence hayatının ve merasimlerin artmasının da etkin olduğu düşünülmüştür (Çelebioğlu 1998: 704). Ramazan ve ilgili bazı uygulamaların işlendiği 13 numaralı kasîde, Bilkan’ın ifade ettiği gibi 17. yüzılda ortaya çıkan Ramazaniye kaleme alma geleneğinin küçük bir örneği olması açısından da önemlidir.

Eskiden bayram vaktinin gelip gelmediğini anlamak için hilal gözetlenir ve hilal görülürse bayramın geldiğine kanâat edilirdi. Bir beyitte de buna işaret edilmiştir:

Ey mâh-ı rûze cömrüm isen turma it şitâb

Yohsa tamâm ider seni bir âh-ı şucle-tâb (K.13/1)

Aynı kasîdenin şu beyitlerinde ise oruç nedeni ile sevgilinin çok zayıfladığını, öyle ki oruç tutarak elde edeceği sevabın dahi şimdi ona ağır bir yük hâline gelerek onu incitir olduğunu söyleyerek oruç tutmanın meşakkatli bir ibâdet olduğuna değinir.

Âsâr-ı mâh-ı rûze bilür ide laclini Sîmîn-nesîm zacf ide sim-âb ıztırâb

Feryâd k'oldı rûzeden ol mertebe zacîf

Şu beyitte ise soyut bir anlam içinde sevgilinin gamzesinin teşhis edildiğini ve oruç tuttuğunu ama sadece kandan uzak durduğunu görüyoruz. Sevgili artık âşığın kalbini yaralamayacaktır. Böylece aşırı sarhoş gözünün mahmurluğunu dağıtmıştır.

Cellâd-ı gamzesi olalı rûze-dâr-ı hûn

İtmiş humâr-ı çeşm-i siyeh-mestini harâb (K.13/12)

Dîvân şiirinde sürekli gördüğümüz aşk sarhoşu, şarap sarhoşu gibi kullanımlara Fehîm bir de “oruç sersemi”ni eklemiştir. “Eğer gönül, binlerce yalvarma ile bir naz sorusu sorsa, şimdi uyku sarhoşu olan o oruç sersemi, gizli bir bakışla olsun gönle cevap vermeyerek senin dudağını gülümsemeyle bulaştırmaz”.

Ger itse bin niyâz ile dil bir su'âl-i nâz Ol bî-dimâğ-ı rûze k'odur şimdi mest-i hvâb

Âlûde eylemez lebüni nûş-hand ile

Düzdîde bir nigâh ile virmez dile cevâb (K.13/13-14)

Aynı kasîdede yer alan şu beyitte ise iftar kelimesi sevgiliye görmek ona kavuşmak anlamında kullanılmıştır. Sevgiliyi göremediği için ona sürekli hasret olan âşık için, onu görmek de oruçlunun iftarı gibi özlenen ve ihtiyaç duyulan bir şeye kavuşmaktır.

Huffâş-veş bu bağda şeb-dostam Fehîm

İftâr içün o gonca-gül-i mihr ü meh-cenâb (K.13/15)

Aynı kasîdenin son beytinde ise, şair orucun verdiği sıkıntıdan dolayı adeta şikayet eder. Onun için oruç tutmak sıkıntı değildir. Eğer oruç kendisine sıkıntı vermezse, yüzbin yıllık oruç tutmaya razıdır.

Ben sad-hezâr-sâl olayım rûze-dâr tek

Hac farizası İslâm’ın akıl ve baliğ olan ve imkanı olan her müslümana yüklediği bir vazifedir. Müslümanlar kutsal kabul ettikleri Mekke ve Medine şehirlerine, Hz. Peygamber’in ve onun ashabının diyarına belli bir zaman dilimi içinde belli bir takım şartlar yerine getirerek seyahat ederler. Dîvân şiirimizde tavaf, ihram, sa’y, kurban ve Zemzem gibi Hac farizasının önemli kavramları zaman zaman şairlerce şiirde işlenmiştir.

Tavaf, hac veya umre esnasında Kabe'nin etrafını yedi defa dolaşmak anlamında olup, Dîvân şiirinde daha çok sevgilinin bulunduğu yeri dolaşmak şeklinde şiire taşınmıştır (Demirel 1999: 436). Fehîm Dîvânı'nda da tavaf kelimesinin aynı anlam içinde kullanıldığını görüyoruz. Ancak tavaf soyut bir kavram olan güzellik Kabe’si etrafında âşık tarafından yerine getirilir. Yine aynı beyitte ihram olarak bir saç teli (kadar zayıf) olan âşığın giydiği ise Hz. Yûsuf’un gömleğinin kokusudur.

Târ-ı zülfem ki matâfum olalı Kacbe-i hüsn

Bûy-ı pirâhen-i Yûsuf benüm ihrâmumdur (K.12/5)

Hac esnasında hacı adaylarının ihram adı verilen özel kıyafetler giymesi ve "Lebbeyk!" diyerek telbiyede bulunmaları da şair tarafından işlenmiştir:

Hac esnasında Harem-i Şerif'in yanında bulunan Safa ile Merve tepeleri arasında dört gidiş üç dönüş olmak üzere yedi defa gidip gelmeyi ifade eden sa’y aslında kelime olarak koşma, yürüme ve çalışma, gayret sarfetme anlamındadır. Fehîm de kelimeyi her iki anlamı içinde aşağıdaki beyitte kullanmıştır. Çalışarak gönüldeki küçük siyah süveyda noktasını Kabe hâline getirdiğini, bu nedenle de övülecek bir çalışmanın mânâsına ulaştığını söyler:

Ben eyledüm çü süveydâmı sacy ile Kacbe

Benem ki vâsıl-ı macnâ-yı sacy-ı meşkûram (K.14/34)

Arş'ın hemen yanında bulunduğu kabul edilen bir ev olup, "Macmûr" olarak isimlendirilmesi ise onu tavaf edenlerin çokluğu dolayısıyladır. Kabe ise yeryüzündeki ilk mabed, ilk ev olması hasebiyle (3/Al-i İmran, 96) ve Beyt-i Macmûr'un yeryüzündeki izdüşümü olarak düşünülür. Nasıl ki melekler günahlarının ve kusurlarının affı için semada Beyt-i Macmûru tavaf ediyorsa, yeryüzünde insanlar da günahlarının ve kusurlarının bağışlanması umuduyla onun izdüşümü olan Beytullah'ı tavaf ederler. Zikredildiği beyitte âşık sevgi şehrinin zemîninde, Beyt-i Macmûr gibi olduğu için, devamlı olarak meyhâneye mensup kimseler, mestler tarafından ziyaret edilmektedir.

Harîmüm ehl-i harâbât ider tavâf müdâm

Zemîn-i şehr-i mahabbetde Beyt-i macmûram (K.14/35)